Anayasa Hukuku Dergisi Cilt 1 – Sayı 2 (2012) - Anayasa-Der

Transcription

Anayasa Hukuku Dergisi Cilt 1 – Sayı 2 (2012) - Anayasa-Der
ISSN: 2147-1061
ANAYASA HUKUKU DERGİSİ
JUORNAL OF CONSTITUTIONAL LAW
REVUE DE DROIT CONSTITUTIONNEL
Cilt: 1/Sayı 2
Volume: 1/Issue: 2
Yıl/Year: 2012
AKDENİZ HAVZASINDA ANAYASAL SÜREÇLER
LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS DANS LE
BASSIN MEDİTERRANEEN
CONSTITUTIONAL PROCESS IN THE
MEDITERRANEAN BASIN
Yayına hazırlayan /Edited by/sous la direction de
İbrahim Ö. Kaboğlu /Bertrand Mathieu
Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (Anayasa-Der) Yayını
Published by the Association of Research on Constitutional Law (ARCL)
Publiée par l’Association des Recherches en Droit Constitutionnel (ARDC)
Anayasa-Der, IACL (Anayasa Hukuku Uluslararası Derneği) üyesidir
ARCL is member of the IACL/ ARDC est le membre de l’AIDC
LEGAL
Anayasa Hukuku Dergisi
Journal of Constitutional Law/Revue de Droit
Constitutionnel
“Hakemli Dergidir”/“Peer reviewed Journal”
Cilt: 1/Sayı: 2
Volume: 1/Issue: 2
Yıl/Year: 2012
Yayın Sahibi/Publisher: Legal Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni
On Behalf of Legal Yayıncılık San. Ve Tic.
Ltd. Sti. Publisher and Executive Editor
Av./Aal. Lütfürrahman BAŞÖZ
(Sertifika No./Certificate No. 16191)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Responsible Manager: Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu
Yayımcının Adı/Name of Legal Yayıncılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Publishing Company: (Sertifika No./Certificate No. 16191)
Tel.: 0 216 449 04 86
Basımcının Adı/Printed by: Net Kırtasiye Tanıtım ve Matbaa San. Tic.
Ltd. Şti (Net Copy Center)
(Sertifika No./Certificate No. 13723)
Tel. 0212 249 40 60
Basıldığı Yer/Place of İnönü Cad. Beytülmalcı Sk. No: 23/A
Publication: Gümüşsuyu/Beyoğlu-İstanbul
Basım Tarihi/Publication Date: 2013
Yönetim Yeri/Place of Bahariye Cad. No: 63/6 Kadıköy/İstanbul
Management: Tel.: (216) 449 04 85 – 449 04 86 Faks
(Fax): (216) 449 04 87
(Sertifika No./Certificate No. 16191)
E-posta/E-mail: [email protected]
URL: www.legal.com.tr
Yayın Türü/Type of Publication: Bu dergi yılda iki sayı olarak yayımlanan
yerel, süreli hakemli bir hukuk dergisidir/
This journal is a peer-reviewed national
law journal published two times in a year
ISSN: 2147-1061
Dergiye yapılan atıflarda “AYHD” kısaltması kullanılmalıdır.
For citations please use the abbreviation: “AYHD”.
Katkıda bulunmak isteyenler için iletişim bilgileri/
All correspondence concerning articles and other submissions should be
addressed to:
E-mail: [email protected]
[email protected]
Bu dergide yayımlanan yazılarda ileri sürülen görüşler yazarlara aittir.
Articles published in this journal represent only the views of the contributors.
Copyright © 2013
Tüm hakları saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü, Legal Yayıncılık San. ve Tic.
Ltd. Şti. ile Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun yazılı izni olmadan, fotokopi
yoluyla veya elektronik, mekanik ve sair suretlerle kısmen veya tamamen
çoğaltılamaz, dağıtılamaz, kayda alınamaz.
All rights reserved. No part of this publication may be copied, reproduced,
stored in a retrieval system, or transmitted, in any form or by means, without
the prior expressed permission in writing of the Legal Yayıncılık San. ve Tic.
Ltd. Sti. and Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu
ANAYASA HUKUKU DERGİSİ
Bahariye Cad. Çam Apt. No: 63 D. 6 Kadıköy – İstanbul
Tel: (216) 449 04 85 – 449 04 86 Faks: (216) 449 04 87
İnternet adresi: www.legal.com.tr/http://anayasader.org/
E-posta: [email protected]/[email protected]
YAYIN KURULU/EDITORIAL BOARD
Profesör İbrahim Ö. Kaboğlu, Marmara Üniversitesi
Profesör Necmi Yüzbaşıoğlu, Galatasaray Üniversitesi
Profesör Sibel İnceoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Üniversitesi
Profesör Bertil Emrah Oder, Koç Üniversitesi
Profesör Sevtap Yokuş, Kocaeli Üniversitesi
Doçent Eric Sales, Galatasaray ve Montpellier Üniversiteleri
Doçent Sultan Üzeltürk, Yeditepe Üniversitesi
Doçent Selin Esen, Ankara Üniversitesi
Doçent Ece Göztepe, Bilkent Üniversitesi
Doçent Şule Özsoy, Galatasaray Üniversitesi
DANIŞMA KURULU /ADVISORY BOARD
Professor Rainer Arnold, University of Regensbourg
Profesor César Landa Arroyo, Ponticia Universidad Catolica del Peru
Professeur Yadh Ben Achour, Université de Cartage
Professor Eva Brems, Ghent University
Profesör Meltem Dikmen Caniklioğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi
Profesör Osman Doğru, Marmara Üniversitesi
Profesor Marcelo Figueiredo, Pontifica Universidade Catolica de Sao
Paulo
Professeur Thomas Fleiner, Université de Fribourg
Professeur Lauréline Fontaine, Sorbonne nouvelle-Paris 3
Professor Lech Garlicki, European Court of Human Rights
Professeur Tania Groppi, Université de Siena
Professor Vicki Jackson, Harward School of Law
Professor Mo Jihong, Institute of Law, Chinese Academy of Social
Sciences
Profesör İoanna Kuçuradi, Maltepe Üniversitesi
Professeur Jean Marcou, Université de Grenoble
Professeur Bertrand Mathieu, Université Paris-Sorbonne
Professor Jean Morange, Université de Limoges
Professor Christina Murray, University of Cape Town
Profesör Erdal Onar, Bilkent Üniversitesi
Profesör Merih Öden, Ankara Üniversitesi
Professor Raul Pangalangan, University of Philippines
Professor Michel Rosenfeld, Cardozo School of Law
Professor Martin Scheinin, European University Institute
Professor Eivind Smith, University of Oslo
Professor Adrienne Stone, University of Melburne
Professor Elena-Simina Tanasescu, University of Bucarest
Profesör Turan Yıldırım, Marmara Üniversitesi
ANAYASA HUKUKU DERGİSİ YAYIN İLKELERİ
PUBLICATION AND SUBMISSION REQUIREMENTS OF
JOURNAL OF CONSTITUTIONAL LAW
1. Anayasa Hukuku Dergisi, yılda iki sayı olarak yayımlanan hakemli bir dergidir.
Journal of Constitutional Law is a peer-reviewed journal published
two times in a year.
2. Dergi’de yayımlanabilecek yazılar, Anayasa Hukuku alanını ilgilendiren içerikte her türlü makale, karar incelemesi ve kitap incelemesi
ile çevirilerdir. Yazıların dili, Türkçe veya diğer Avrupa dilleridir.
This is a journal of law focusing on legal issues concerning
Constitutional law. Articles, case notes and comments, discussions of
legislative development, book reviews and other similar type of papers which
are written in Turkish and in other European languages are welcome.
3. Dergi’de yayımlanmak üzere gönderilen yazılar başka bir yerde
yayımlanmamış ya da yayımlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır.
Articles that will be sent to the editor should not be published
elsewhere nor be submitted to other journals simultaneously.
4. Yazılar microsoft word (microsoft office 98 ve üzeri versiyonlar) formatında (doc veya docx dosya uzantılı olarak) yazılmış olmalıdır.
Ayrıca yazılar, aşağıdaki şekil şartlarına uygun olarak kaleme alınmış olmalıdır.
Kağıt Boyu: A4
Üst: 2.5 cm; Alt: 2.5 cm; Sol: 2 cm; Sağ; 2 cm
Metin: Times New Roman, 12 punto, 1.5 satır aralığı, iki yana
yaslı
Dipnotlar: Sayfa altında, Times New Roman, 10 punto, 1 satır aralığı, iki yana yaslı
Articles should be submitted as microsoft word (either with doc or
docx file extensions) documents (microsoft office 98 or higher versions).
Articles should be written according to the following style guidelines:
Paper size: A4
Top: 2.5 cm; Bottom: 2.5 cm; Left: 2 cm; Right; 2 cm
Text body: Times New Roman, 12 points, at 1.5 line spacing,
justified
Footnotes: Times New Roman, 10 points, at 1 line spacing, justified
5. Her yazı, kaydedildiği bir CD ile ya da elektronik posta yolu ile
microsoft word formatında editöre teslim edilmelidir. Yazının basılı olarak teslimi gerekmemektedir.
Softcopy of the article either on a CD or as an attached microsoft
word document via e-mail should be submitted to the editor. There is no
need to submit any hardcopy of the article.
6. Yazıyla birlikte yazarın (veya yazarların) adına, unvanına,
çalıştığı kuruma, açık adresine, kolay ulaşım sağlanabilecek telefon numaralarına ve elektronik posta adreslerine ilişkin bilgiler de editöre ulaştırılmalıdır.
The name(s), formal position(s), institutional affiliation(s) and
contact details (especially e-mail(s)) of the author(s) must be clearly
included with the submission to the editor.
7. Dergi’ye gönderilen makaleler Türkçe ve İngilizce başlık ile
hem İngilizce hem de Türkçe özet kısmı içermelidir.
Each submission should contain a Turkish (only for Turkish
authors) and an English Title, as well as structured Abstract in Turkish
(only for Turkish authors) and English.
8. Dergi’ye gönderilen makalelerde, ilgili makaledeki konuyu tanımlayan Türkçe ve İngilizce uygun anahtar kelimeler bulunmalıdır.
All articles should be accompanied by sufficient number of
keywords in Turkish (only for Turkish authors) and English that reflect
the content of the article.
9. Dergi’ye gönderilen makalelerde kullanılan kaynaklar, makale
sonunda kaynakça olarak alfabetik sırada verilmiş olmalı ve kullanılan
kaynaklar dipnotunda veya metin içerisinde kısa olarak yer almalıdır.
All references cited in the text should be numbered in order of
mention in the text and should be given abbreviated form in footnotes.
They should be listed in full form at the end of the article in an
alphabetically arranged bibliography as well.
10. Dergi’ye gönderilen makalelerin yazım bakımından son denetimlerin yapılmış olduğu ve basılmaya hazır olarak verildiği kabul edilir.
All submissions are regarded as ready to publish and already
proofread by the author himself or herself.
11. Yayın Kurulu’nda ilk değerlendirilmesi yapılan makaleler, anonim olarak hakeme gönderilecek, hakemden gelen rapor doğrultusunda
makalenin yayımlanmasına, hakemden gelen rapor çerçevesinde düzeltme istemesine ya da yayımlanmamasına karar verilecek ve yazar
durumdan en kısa zamanda ve genellikle e-posta yolu ile haberdar edilecektir. Tamamlanmış veya düzeltilmiş yazı, Yayın Kurulu’nca, tekrar
hakeme gönderilebilir.
Articles will initially be examined by the editorial board. After
initial evaluation by the editorial board, the submissions will be sent to
an anonymous peer reviewer, who is determined by the editorial board.
In case of rejection or proposed amendments, the contributer(s) will be
informed (generally via e-mail) in adequate detail and provided with a
copy of the reviewer’s report. Whenever needed or necessary, a
reviewed and amended submission may be sent to a second reviewer.
12. Dergi, hakemin yazarı bilmemesi esasına (kör hakemlik) dayanır. Hakeme gönderilecek makalelerde de yazarın kimliğine ilişkin bilgilerin gizliliği sağlanır.
All articles submitted are subject to a blind peer review. The
identity of the author(s) and reviewer(s) will not be revealed to the other
party.
13. Dergi basıldıktan sonra ilgili sayının yazarlarına ve bu sayıda
hakemlik yapmış olanlara ücretsiz olarak gönderilir.
Free copies of the published issue will be sent both to the author(s)
and to the reviewer(s).
Anayasa Hukuku Dergisi Çıkarken …
1 Nisan 2011’de kurulan Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği
(Anayasa-Der), Tüzüğünde belirtilen amaçlar doğrultusunda etkinliklere
başlamış ve aradan geçen bir yıl gibi kısa sayılabilecek zaman diliminde
kurumsallaşma yolunda somut adımlar atmış bulunuyor.
Anayasa-Der, Anayasa Hukuku Uluslararası Derneği (IACL) tarafından yılda iki kez düzenlenen yuvarlak masa toplantılarından 2011’in
ilk yarısındakine ev sahipliği yaptı (28-29 Nisan). Ülkemizde ilk kez
gerçekleştirilen böyle bir toplantı, Türkiye’nin sıcak gündemini oluşturan “Anayasanın Yenilenmesi” konusuna özgülendi. Toplantıya, Brezilya’dan Çin Halk Cumhuriyeti’ne, Güney Afrika’dan Avusturalya’ya, onlarca ülkeden, uluslararası ölçekte tanınan çok sayıda anayasa uzmanı
katıldı. Toplantıya izleyici olarak katılımın yoğun oluşu ve tartışmaların
canlılığı, yurt dışından gelen konuklar üzerinde çok olumlu izlenimler
yarattı; Türkiye’de anayasal sorunların önemi ve güncelliği hakkında
doğrudan bilgi edinmelerini sağladı.
Anayasa ve hukuku, sadece ülkemizde değil, bütün dünyada, üzerinde yoğun bir biçimde çalışılan bir hukuk, siyaset bilimi ve insan hakları disiplinidir. Ortak bilimsel etkinlik ve yayınlar, giderek daha çok
sayıda yapılmaktadır.
Bölgemizde tanık olunan anayasal ve siyasal dönüşümler de, Türkiye’deki anayasal çalışmaların önemini ulusal sınırlar ötesine taşımış
bulunuyor.
Ülkemizde, son yıllarda, gerek anayasa üzerine çalışan meslektaş
sayısında, gerekse bu alanda artış gösteren yayınlar, kayda değer. Bununla birlikte, anayasa konu ve sorunlarına özgülenen süreli bir yayına
duyulan ihtiyaç, uzun zamandan beri hissediliyordu.
Avrupa Devletlerinde yapılan bu tür yayınlar, ulusal sınırları çoktan aşmış bulunuyor. Bunlar, karşılaştırmalı anayasa hukuku çalışmalarına en elverişli yayınlardır. Böyle bir işlev, Anayasa Hukuku Dergisi
için de geçerlidir. Anayasa-Der’in IACL üyeliği dikkate alındığında,
Derneğin bir yayın organı olarak düşünülen Dergi’nin, sadece ülkemizdeki anayasa tartışmaları ve Türkçe ile sınırlı kalması düşünülemezdi.
Dergi adı için üç dilin birlikte kullanılması, böyle bir amaçla örtüşmektedir. Dergi danışma kurulu üyelerinin çoğunluğunun dünyanın
beş kıtasından seçkin anayasa hukukçularından oluşması da, bu süreli
yayının uzun vadeli ereği üzerine fikir vermektedir.
Bu bakımdan, ilk sayının, IACL ve Anayasa-Der işbirliğinde yapılan “Anayasanın yenilenmesi” üzerine yapılan uluslararası toplantıda
sunulan bildirilere özgülenmesi anlamlıdır.
Yayınlama görevini üstlenen Legal Yayınevi, önemli bir tarihi işlevi yerine getirmektedir.
Uluslararası hakemli Anayasa Hukuku Dergisi’nin, ülkemizde, bölgemizde ve dünyada, insan haklarının, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün ilerletilmesine katkıda bulunması dileğiyle…
İbrahim Ö. Kaboğlu
21 Nisan 2012
❖ ❖ ❖ ❖ ❖
Publishing the Journal of Constitutional Law
Association of Research on Constitutional Law (Anayasa-Der) was
founded on 1 April 2011 and began operating immediately in accord with
the objectives set out in its statutes. In the year that has since elapsed, the
Association has taken concrete steps towards institutionalization.
In 2011 (28-29 April), Anayasa-Der hosted the first edition of the
Round Table conferences held twice annually by the International
Association of Constitutional Law (IACL). This marked a ground-breaking
event for Turkey, and the theme allocated to the conference, Constitutional
Renewal, was a highly topical one for the country. Many internationally
recognized constitutional experts were in attendance from as far and wide
as Brazil, the People’s Republic of China, South Africa and Australia. The
large turnout of observers and liveliness of discussions made a strongly
positive impression on overseas guests, as well as informing them directly
about the importance and current status of constitutional issues in Turkey.
Constitutions and constitutional law represent a discipline of law,
political science and human rights that has been, and still is, worked on
intensively not only in Turkey, but all over the world. Associated scientific
activities and publications are growing in number all the time.
Constitutional and political changes unfolding in the region have also
elevated the importance of constitutional activities in Turkey to an
international level.
In recent years, Turkey has seen a significant increase in the number
both of colleagues working on constitutional issues and of related
publications. Nonetheless, there had been a long-standing need for
periodicals specializing in constitutional issues and problems.
Comparable periodicals brought out in European countries have long
transcended national boundaries. These publications offer the most
expedient tool for comparative studies. A similar function is also true of the
Constitutional Law Journal. Bearing in mind that Anayasa-Der is a member
of the IACL, it would have been inconceivable to limit the scope of the
Association’s publication to Turkish constitutional debates alone and to
publish it solely in Turkish.
Publishing the Journal in three languages is consistent with this
objective. Equally, the fact that the Advisory Board is made up of a
majority of constitutional experts from all five continents gives an idea of
the long-term aims of the Journal.
In this respect, dedicating the first edition to presentations on
‘Constitutional Renewal’ made at the IACL/Anayasa-Der Round Table
conference is meaningful.
Legal Yayınevi, the publishing house which has taken on the task of
publishing the Journal, is fulfilling a crucial and historic function.
It is my sincere wish that the internationally refereed Constitutional
Law Journal will contribute to the advancement of democracy, human
rights and the rule of law in Turkey, the region, and indeed the world as a
whole…
İbrahim Ö. Kaboğlu
21 April 2012
SUNUŞ
Anayasa Hukuku Dergisi’nin ilk sayısı, “anayasanın yenilenmesi”
(anayasal düzenin devamlılığı sürecinde kurucu iktidar sorunsalı)/
“Renewal of a constitution” (Constituent power within the framework of
the constitutional legal order’s continuity) konusuna özgülenmişti. Bu
sayı ise, bölgemizdeki anayasal ve siyasal gelişmelere özgülenmiş bulunuyor. Bu bakımdan, bu sayının metinlerini, “Akdeniz Havzasında Anayasal Süreçler” başlıklı toplantı oluşturuyor olsa da, “bölge” kavramı,
geniş anlamında kullanılmakta: İspanya’dan Mısır’a, Türkiye’den Tunus’a uzanan geniş bir alan. Bu bakımdan, bu sayıda, anayasal süreçlere
ilişkin bilgiler değil sadece, aynı zamanda “anayasa hukuku tarihinden
bir kesit” yansımaktadır.
Toplantıda yapılan –açılış ve oturum başkanları- konuşmalardan
kısa kesitler, konunun önemi kadar çok yönlü boyutlarının da bir kanıtıdır:
- “Bu toplantının önemi, sadece bölge ülkeleriyle sahip olduğumuz
sıkı tarihi ve kültürel bağlarla sınırlı değildir. Aynı zamanda anayasal
süreçler bakımından bir örtüşme söz konusudur. Zira “Arap Baharı” adı
verilen dönemde başlayan yeni anayasa çalışmaları, bizdeki yeni anayasa
arayışının somutlaştığı dönemle aynı zaman dilimine rastlamaktadır.”
(Prof. Dr. Emin Arat, Marmara Üniversitesi Rektör v.).
-“Bütün bu ülkelerde etnik, dinsel farklılıklara yönelik ayrışmalar
var. Bu ayrışmaların getirdiği bölünmeler, kutuplaşmalar var. Bu gibi
bölünmüş ülkelerde anayasa yapılmasında teknik nedir, bunun üzerinde
düşünmek gerekir: Bu gibi ülkelerde anayasa yapma açısından bir meşruiyet açığı var. Yani bu tür ülkelerde, Meclis’te çoğunluğa sahip olmak,
anayasa yapmak için yeterli değil; demokratik meşruiyeti sağlamıyor.
Hükümet denetimindeki bir yasama organının yaptığı anayasa, demokratik meşruiyet bakımından eksik kalıyor. Ancak partiler arası ortak bir
organ kurulması (bizim Meclis’te kurduğumuz Uzlaşma Komisyonu
gibi), organ içinde oybirliği yönteminin sağlanması ve -asıl önemli
olanı- halkın katılımının sağlanmasıyla demokratik meşruiyeti elde etmek mümkün olabiliyor… Bu gibi toplumlarda bir çoğunluk rejiminden,
bir çoğulculuk rejimine geçmek gerekiyor. Bir güç tekelinden, bir güç
yoğunlaşmasından; bir güç paylaşımına geçmek gerekiyor. Bugün Türkiye’de anayasa yapımındaki en önemli sorun da budur. Acaba bir çoğunlukçu rejimden, çoğulcu rejime geçebilecek miyiz? Bir güç yoğunlaşmasından, güç paylaşımı sistemine geçebilecek miyiz? Tabii ki bölünmüş toplumlarda en önemli sorun da; toplumun bütün kesimlerini
içine alan, toplumun hiçbir kesimini dışlamayan, herkesin kendisini ait
hissedebildiği bir anayasa yapabilmek gerekiyor. Bunu başarabilecek
miyiz? Bunun Türkiye için geçerli olduğu kadar aynı zamanda Akdeniz
havzasındaki mağrip ülkeleri ve başka ülkeler için de geçerli olduğunu
sanıyorum.” (Rıza Türmen, TBMM Üyesi).
-“Parlamenter rejimler de zaman zaman antidemokratik uygulamalar yaratabiliyor, oluşturabiliyor. Türkiye’de buna “çoğunluk diktası”
lafını çok kere kullanıyoruz. Haliyle yeni anayasa yapmak için herkesin
kolları sıvadığı bir dönemde, gerçekten bölgenin Lübnan gibi geçmiş
tecrübeleri, Mısır gibi geleceğe yönelik perspektifi çok önemli... Güney
komşumuz Irak’ın neresinden bakarsanız liberal devlet için iyi - kötü bir
anayasası var. İşgal sonrası yapılan anayasa, iyi de bir anayasa; akademisyenler hazırladı. Fakat uygulamada Irak, gerçekten ne siyasi istikrara
kavuşabildi, ne de gruplar arasında uyum sağlayabildi. Anayasa yazılı
olarak fena değil. Ama faaliyetler noktasında gittikçe daha diktatörce
uygulamalardan tüm halk; hem Kürtler hem diğer gruplar şikayet ediyor.
Yani Irak; anayasa yapılırken gerçekten de çoğunluk diktasına gitmeyecek bir anayasa yapmaya ve grupları memnun etmeye çalışırken, siyasi
istikrarı da sağlayabiliyor olmak gibi iki ayrı yeteneği kaybetmiştir.”
(Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet Gazetesi).
-“1961 Anayasası aslında Türkiye’nin şimdiye kadar gördüğü anayasaların içerisinde en iyisidir… Temsilciler Meclisi, “Milli Birlik Komitesi” diye askerlerden oluşan meclisin yanında ikinci meclistir. Asıl
çalışmayı Temsilciler Meclisi yaptı. Amaç; demokrasiye, insan haklarına
imkan sağlamaktı. Bu büyük ölçüde başarılı oldu... Ama bunun en büyük
eksikliği, Temsilciler Meclisi’nin çalışmalarına, o zamanlar iktidarda
bulunan, Demokrat Partililerin katılamaması; bu büyük eksikliği oldu.
Aslında onlar da girseydi eminim birçok maddesi yine kabul edilirdi…
Bugün artık anayasanın asıl amacı, katılımın sağlanmasına çok önem
verilmesidir. Umarım ‘82 Anayasası ile ilgili çalışmalarda böyle bir sonuca varırız.” (Altan Öymen, Radikal Gazetesi).
Bu gözlemler ve 27 Nisan 2012’den bu yana ülkemizde ve Akdeniz havzasında, özellikle Mısır ve Tunus’taki olaylar ve karşı dalgalar,
“anayasa yapımı”nın zorluklarını gözler önüne sermiş bulunuyor. Dahası, bir anayasa yapılsa da, bunun ne ölçüde demokratik olacağı, demokratik olduğu varsayımında bunun etkili bir biçimde uygulanıp uygulanamayacağı, daha az önemli olmayan sorunlardır.
Bu nedenle, ” yapım yöntemi-içerik ve uygulama” arasındaki sıkı
ilişki çerçevesinde “anayasa diyalektiği” kavramı kullanılabilir. Şimdilik
görünen, bölge devletlerinin “anayasa diyalektiği”ne oldukça yabancı
oluşlarıdır. Türkiye gibi demokratik deneyimi bulunan bir ülke bile
bunda zorlandığına göre, Akdeniz havzasında anayasacılık uzun bir sürece yayılacağa benziyor. Anayasa Hukuku Dergisinin bu sayısı, bu sürece ilişkin derli –toplu ve bilimsel nitelikte bilgi sunmaktadır.
Akdeniz Havzasında Anayasal Süreçler başlıklı toplantı, Anayasa
Hukuku Araştırmaları Derneği (Türkiye) ve Marmara Üniversitesi ev
sahipliğinde Fransız Anayasa Hukuku derneği ve Tunus Anayasa Hukuku Derneği arasında bilimsel işbirliği çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Toplantıya, Fransa Büyükelçiliği, Legal Yayınevi ve Tunus Büyükelçisi
Akın Algan destek vermiştir. Yayın aşamasında, Araştırma Görevlileri
Tolga Şirin, Ömer Egeliği ve Gözde Atasayan yardımcı olmuş ve Fransızca metinleri Türkçe’ye Reha Yünlüel çevirmiştir. Profesör Bertrand
Mathieu, ortak editörlüğü kabul ederek önemli bir katkı sağlamıştır.
Bu vesileyle, yayının gerçekleşmesinde emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. 31 Aralık 2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
FOREWORD
The first volume of Constitutional Law Journal focused on
“Renewal of a constitution” (Constituent power within the framework of
the constitutional legal order’s continuity). This volume focuses on
political and constitutional developments in our region. Even though the
texts of this volume are generated from the “Constitutional Processes in
the Mediterranean Basin”, the word “region” is used in a more general
sense: from Spain to Egypt, from Turkey and Tunisia. Turkey is also
included in the process. In that sense this volume is not only about
information related to constitutional processes, but also about “a
fragment from the history of constitutional law”.
Short quotations from the speeches made in the meeting are proof
for how important the subject is.
- “The importance of this meeting is not limited to the historical
and cultural ties we have with these countries. At the same time, there is
an overlap of constitutional processes because the attempts to write new
constitutions that started with “Arab Spring” coincides with new
constitution writing in our country (Prof. Dr. Emin Arat, Marmara
University, Acting Rector).
-“All these countries have ethnic and religious differences, and
polarizations and separations caused by those differences. We need to
think about the techniques of how to write a constitution in those
countries. There is a legitimization problem, which means it is not
enough to have the majority in the parliament to come up with a new
constitution. A new constitution made by the legislative power that is
under the control of the government falls short in terms of legitimacy.
Democratic legitimacy can be achieved only by creating organs that
involve all the political parties and by guaranteeing the involvement of
the people. These countries need to transform from a regime of majority
to a regime of plurality. Instead of concentration of power we need
division of power. This is the main problem in constitution making in
Turkey today. Are we able to make this transition? Will we be able to
share the power? In a segregated society the other difficulty is to include
different sections of the society, to create a sense of belonging. Are we
able to accomplish that? I believe this is possible not only for Turkey but
also for the other Western countries of the Mediterranean (Rıza Türmen,
Member of the National Assembly).
-”Parliamentary regimes can create anti-democratic applications.
We use the word “dictatorship of the majority” for this reason. Therefore
in a period when everybody is working to prepare a new constitution it is
important to consider past experiences of Lebanon or future perspectives
of Egypt. Our southern neighbor Iraq has an almost fair constitution. It is
a good constitution prepared by scholars after the invasion. But in
practice Iraq deos not have political stability or cohesion between
different communities. The constitution is not bad in writing but in
application it gets more dictatorial every day, so that not only Kurds but
also other ethnic group complain about it. Therefore Iraq has lost its
ability to have political stability while preparing a constitution that will
not allow a dictatorship of the majority (Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet).
-“The constitution of 1961 is the best one Turkey has ever seen.
The house of representatives is the second assembly after the National
Unity Committee form by the military. The real work has been done by
the house. The purpose was to give way to democracy and human rights.
And there was some kind of a success. But the missing link was that
Democrat Party who had the government did not contribute to house’s
work. If they had participated, I am sure, many articles would have been
accepted anyway. The purpose of the constitution today is participation.
I hope we have that outcome regarding the study on 1982 constitution
(Altan Öymen, Radikal).
These observations and developments after April 27, 2012 in our
country, in Egypt and Tunisia, the counter-waves, show us the
difficulties in constitution making. In addition it is also important to
analyze how democratic the new constitution is, and whether it will be
applied in a democratic way.
This is why the close relationship between the “method of making
– content and application” we can use the term “dialectics of
constitution”. What we have seen so far is that the countries of the
region are not familiar with this concept. If even democratic countries
like Turkey find it difficult to adopt, the constitutionalism will be a long
process in the Mediterranean.
The meeting titled Constitutional Processes in the Mediterranean
Basin was hosted by the Constitutional Law Research Foundation
(Turkey), in cooperation with the Constitutional Law Foundation
(France) and Constitutional Law Foundation (Tunisia). The French
Embassy, Legal Publishing House and Turkish Ambassador for Tunisia
Akın ALgan also supported the meeting. For this publication Assistants
Tolga Şirin, Ömer Egeliği and Gözde Atasayan provided support and
Reha Yünlüel translated the texts from French to Turkish. Professor
Bertrand Mathieu joined as co-editor.
I hereby want to thank everybody for their help in the publication
process. 31 December 2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
AVANT - PROPOS
Le premier numéro de la Revue de Droit constitutionnel a été
consacré au “renouvellement de la Constitution” ( le pouvoir constituant
dans la continuité de l’ordre constitutionnel). Celui-ci est consacré aux
développements politico-constitutionnels dans notre région. En effet, ce
numéro est un recueil des actes de la journée constitutionnelle sur “les
processus constitutionnels dans le bassin méditerranéen” . Cependant, la
notion de “région” est utilisée dans son sens large: une espace élargie de
l’Espagne en Egypte, de la Turquie en Tunisie. De ce fait, la Revue
reflète en même temps “l’instantanée de l’histoire de droit
constitutionnel”, mais pas seulement les élements relatifs aux
développements constitutionnels.
Le thème abordé est d’autant important que multidimensionnel.
Certains passages des discours d’ouverture et de présidents de séances
en sont la preuve :
-“L’importance de cette rencontre n’est pas seulement limitée aux
liens historico-culturels de la Turquie avec les pays de la région. İl s’agit
en même temps d’une coïncidence du point de vue des processus
constitutionnels. Car, les travaux sur les nouvelles constitutionnes
entamées à l’occasion du “Printemps Arabe” correspondent au même
moment historique” (Prof. Dr. Emin Arat, vice-Recteur de l’Université
de Marmara).
-“ Dans tous ces pays, nous constatons les divergences de point de
vue ethnique et religeux. Ces divergences ont provoqué des divisions et
des polarisations. Il faut refléchir sur la technique de l’élaboration de la
Constitution dans ces sociétés divisées: il s’agit de se pencher sur le
déficit de légitimité du point de vue de l’élaboration de la Constitution
dans ces pays. La majorité à l’Assemblée ne suffit ni pour l’élaboration
de la Constitution, ni la légitimité démocratiquement. Une Constitution
élaborée sous le contrôle gouvernemental manque de légitimité
démocratique. Néanmoins, la mise en place d’une instance commune
sur la représentation paritaire des partis politiques telle que la
Commission du compromis à l’Assemblée nationale de Turquie et la
procédure de l’unanimité ainsi que la participation des citoyens peuvent
assurer cette légitimité démocratique… Le passage d’une société
majoritaire à la société pluraliste semble essentiel. Les sociétés en
cause doivent passer de la concentration du pouvoir au partage des
compétences. C’est un problème le plus important de la Turquie actuelle
dans le processus d’élaboration de la Constitution. On peut se demander
si nous pouvons passer d’un régime majoritare au régime pluraliste.
Pourrions-nous passer de la concentration du pouvoir au partage des
compétences? Un autre problème le plus important dans les sociétés
divisées, est celui d’élaborer une Constitution que tout le mond peut
s’approprier. Est-ce que nous pourrons
y parvenir? C’est une
préoccupation qui est valable autant pour la Turquie que pour les Etats
du bassin méditerranéen” (Rıza Türmen, Député).
-“Les régimes parlementaires peuvent se transformer en régimes
non-démocratiques. Pour une telle pratique en Turquie, nous utilisons
souvent le terme “ dictat de la majorité”. Ceci dit, dans cette période
d’élaboration des Constitutions, il me semble que l’expérience du
Liban dans le passé et la perspective de l’Egypte pour l’avenir sont très
importantes… L’Irak, notre voisin du Sud, dispose d’une Constitution,
plus ou moins liberale... Mais, dans la pratique, l’Irak n’a pas pu assurer
la stabilité, ni l’harmonie entre les groupes différents. Malgré les
avancées au niveau du texte, tous les peuples et les groupes se plaignent
des pratiques dictatoriales au fur à mesure. Autrement dit, lors de
l’élaboration de la Constitution on s’est efforcé de prévenir les risques
de la dictature de la majorité, mais dans la pratique la Constitution a
perdu la qualité d’assurer la stabilité politique.” (Aslı Aydıntaşbaş,
Editorialiste au Journal Milliyet).
-“La Constitution de 1961 est la meilleure parmi les constitutions
que la Turquie a connues… L’Assemblée des Représentants fut la
deuxième assemblée à coté de l’assemblé appelée “le Comité de l’Unité
nationale”. Le travail essentiel a été réalisé par l’Assemblée des
Représentants. L’objectif était d’atteindre à la démocratie et le respect
droits de l’Homme. Cet objectif a été réalisé dans une large mesure…
Toutfefois, la non- participation du Parti Démocrate aux travaux de
l’Assemblée des Représentants fut le gros point faible. En effet, je
suis sur que la majorité des article de la Constitution seraient adoptées
si le Parti démocrate était représenté dans l’Assemblée. Aujourd’hui,
l’objectif principal de la Constitution doit être accordé l’importance
majeure à la participation. J’espère que nous arriverons à un tel objectif
dans les des travaux relatifs au renouvellement de la Constitution de
1982” (Altan Öymen, Editorialiste au Journal Radikal).
***
Les remarques cités,
les évenements et les contre vagues
auquels nous assistons depuis le 27 Avril 2012 en Turquie et dans le
bassin méditerranéen et, surtout en Egypte et en Tunisie ont approuvé
les défis de “l’élaboration d’une Constitution”. De plus, l’élaboration
d’une Constitution ne signifie pas une garantie à priori pour le
caractère démocratique de celle-ci.
A supposé qu’ elle soit
démocratique, l’ efficacité de sa pratique n’est pas moins importante.
Pour cette raison, il est possible d’utiliser l’expression de
“dialectique constitutionnelle” en envisageant une liaison stricte entre
“la procédure d’élaboration-le contenu et la pratique”. Pour l’instant, il
semble que les Etats de la Région sont allés assez loin dans la “dialectique
constitutionnelle”. En envisageant les difficultés des Etats tels que la
Turquie qui ont déjà une expérience démocratique, on peut avancer que le
constitutionnalisme dans le bassin méditerranéen aurait un chemin assez
longue à parcourir... Ce numéro de la Revue de Droit constitutionnel reflète
une approche comparée et globale de ces processus en cours.
La journée constitutionnelle sur les Processus constitutionnels dans
le bassin méditerranéen a été organisée par l’Association des Recherches
en Droit constitutionnel et par l’Université de Marmara en coopération
scientifique avec l’Association Française de Droit Constitutionnel et
l’Association Tunisienne de Droit constitutionnel. La journée a été
soutenue par l’Ambassade de France et La Maison d’Edition Legal
ainsi que Mr Akın Algan, Ambassadeur de Turquie à Tunis. Les
assistants Mr Tolga Şirin, Mr Ömer Egeli et Melle Gözde Atasayan ont
apporté leur soutien pour recuillir les textes. La traduction vers le turc
des textes en français a été assurée par le juriste Mr Reha Yünlüel.
Mon cher collègue et ami Bertrand Mathieu a eu l’aimabilité
d’accepter d’ être co-éditeur de ce numéro.
A cette occasion, je voudrais remercier à tous qui ont oeuvré à la
réalisation de cette publication. Le 31 décembre 2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
ANAYASA HUKUKU DERGİSİ
JOURNAL OF CONSTITUTIONAL LAW
Cilt: 1/Sayı: 2
Volume: 1/Issue: 2
Yıl/Year: 2012
İÇİNDEKİLER/CONTENTS/SOMMAIRE
SUNUŞ ........................................................................................................ XVII
FOREWORD ...............................................................................................XXI
AVANT - PROPOS ..................................................................................XXIII
-IAKDENİZ’DE ANAYASACILIĞA DOĞRU
TOWARD CONSTITUTIONALISM IN MEDITERRANEAN
VERS LE CONSTITUTIONNALISME EN MEDITERRANEE
Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi
Bölgesinde Hukuk Devleti
Constitutional Lawyer Network Project, Rule of Law in Euro
Mediterranean Geographical Region
Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit
Dans le Cadre Géographique Euro-Méditerranéen
Bertrand Mathieu ........................................................................................... 1
Tunus’ta Demokratik Geçiş
Democratic Transition in Tunisia
La Transition Démocratique en Tunisie
Yadh Ben Achour.......................................................................................... 17
Akdenizde Anayasacılık Hareketleri Karşısında Türkiye
Turkey in the Face of Constitutionalism Movements in the
Mediterranean
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
İbrahim Ö. Kaboğlu ..................................................................................... 37
- II MAĞRİP/NORTH AFRICA/MAGHREB
Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın
Kaleme Alınması
The Drafting of the Constitution by the National Assemblee
La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale
Constituante de Tunisie
Fadhel Moussa ............................................................................................. 69
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve
Siyasi Reformlar
Institutional And Political Reforms in Algeria, Between Hope and
Hopelessness
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir
Et Déception
Bachir Yelles Chaouche ............................................................................... 85
Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu
3 Commissions for Democracy
Les Trois Commissions de la Transition Démocratique
Neji Baccouche........................................................................................... 113
- III MAŞRIK/MIDDLE EST/MACHREK
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki
Anayasal Dönüşümler
Constitutional Developments in Egypt Since the
Revolution of 2011
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 2011
Yousri Elassar ............................................................................................ 129
- IV TÜRKİYE’DE ANAYASAYI YENİLEME SÜRECI
PROCESS RENEWAL OF THE CONSTITUTION IN TURKEY
PROCESSUS DE RENOUVELLEMENT DE LA CONSTITUTION
EN TURQUIE
Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Firsat
Constitutional Reconciliation: A Chance to a New Social
Contract for Turkey
Ahmet İyimaya............................................................................................ 155
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982
Anayasası’nın Ruhu
The Spirit Of 1982 Constitution as an Obstacle in Front of
Democracy and Human Rights
Atilla Kart................................................................................................... 161
Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci
New Constitution-Making Process in the Light of the
Historical Common Values
Faruk Bal ................................................................................................... 169
- VKUZEY AKDENİZ: KRİZ DÖNEMİNDE ANAYASACILIK
NORTH MEDITERRANEAN: CONSTITUTIONNALISM IN
THE CRISIS PERIOD
MÉDITERRANÉE DU NORD: CONSTITUTIONNALISME EN
PÉRIOD DES CRISES
Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler
Europe and Constitutional Processus in Spain
L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne
Angel Rodriguez ......................................................................................... 177
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
Constitutional Effects of the Financial Crisis in France
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
Benoît Jean-Antoine ................................................................................... 199
- VI TÜRKİYE/AKDENİZ VE AVRUPA
TURKEY/MADITERRANE/EUROPE
TURQUIE/MÉDITERRANÉE/EUROPE
Tunus’ta Anayasal Ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve
Değerlendirmeler
Evaluation on the Constitutional and Democratic
Transition in Tunisia
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
Chawki Gaddes .......................................................................................... 231
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler
Written Constitution-Living Constitution, Identities in the
Constitutional Process
Prof. Dr. Sibel İnceoğlu ............................................................................. 309
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
Pan-European Constitutional Mediterranean Basin and the
New Supra-Nationalism
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle Supra-Nationalité
Pasquale Policastro ................................................................................... 315
LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS DANS LE BASSIN
MEDITERRANEEN.................................................................................. 367
LEGAL HUKUK DERGİLERİ SİPARİŞ FORMU ................................. 372
ORDERING FORM FOR THE LEGAL LAW JOURNALS ....................... 372
LEGALBANK ABONELİK FORMU ...................................................... 373
SUBSCRIPTION FORM FOR THE LEGALBANK LAW DATABASE...... 373
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
-IAKDENİZ’DE ANAYASACILIĞA DOĞRU
TOWARD CONSTITUTIONALISM IN MEDITERRANEAN
VERS LE CONSTITUTIONNALISME EN MEDITERRANEE
ANAYASA HUKUKÇULARI AĞI PROJESİ AVRO-AKDENİZ
COĞRAFİ BÖLGESİNDE HUKUK DEVLETİ*
(CONSTITUTIONAL LAWYER NETWORK PROJECT, RULE OF LAW IN EURO
MEDITERRANEAN GEOGRAPHICAL REGION)
Bertrand Mathieu
Sorbonne-Paris 1 Üniversitesi Hukuk Okulu Anayasa Hukuku Profesörü,
Fransa Anayasa Hukuku Derneği Başkanı, Hakimler Yüksek Kurulu
Üyesi/Professor of Constitutional Law at the School of Law at the
Sorbonne (Paris 1), President of the French Association of
Constitutional Law / Board Member of the Suprem Council Judiciary
ÖZET
Hukuk Devleti kavramı bir yandan siyasi yapı ile kurumların işleyişinin meşruluğu temeline ilişkin kimi taleplerine yani demokrasiye,
aynı zamanda temel hakların korunmasının teyidine atıflıdır.
Esasen hukuk devleti, insan haklarının farklı anlamlarıyla bir korumaya atıfta bulunmaktadır.
Temel hakların evrenselliği sorunu böyle ortaya konmakta; temel
haklara dayanan bir değerler sistemi, özellikle hemen tüm ülkeler tarafından onaylanmış uluslararası sözleşmeler ve taahhütler aracılığıyla
evrensel kabiliyette bir sistem olarak kendisini kabul ettirme eğilimindeyse eğer, tartışma, şu ya da bu hakkın evrensel niteliği yahut da kendisine yüklenen anlam üzerinde sürmeye devam etmektedir. Buna karşın,
evrenselci yaklaşım; topluluklara, dillerini, ait oldukları bölgeleri, dinlerini, kültürlerini dikkate alan özel hakların tanınmasını kapsayabilir yahut da tam tersine bu farklılıkları hukuken bir yasak konusu yapabilir ki
bu da, gene önyargısız olarak bu sorun üzerinde tartışma ve mukayeseli
incelemelere götürebilir.
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
2
Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti
Oysa temel hakların evrenselci yaklaşımı devletleri; ya ortak yaklaşımları geleneklere, dini ya da değil bir değerler sistemine, farklı ekonomik yaklaşımlara uymaya ya da ortak bir değerler çekirdeği belirleyerek ortadan kaldırılamaz farklılıkları kabule götürmektedir.
Akdeniz coğrafi çerçevesinin kabulü böyle bir değerlendirmeye
mükemmel bir şekilde uygun görünmektedir. Gerçekten de Akdeniz
ülkeleri kısmen aynı tarih ile kültürel ve gerçek ekonomik bağları paylaşmaktadırlar. Buna karşılık bu devletler böylesi dikkat çekici ve
önemli bir model kurabilmek için birbirlerinden oldukça farklı dini veya
kültürel geleneklerin, kurumsal sistemlerin, ekonomik gelişmişliklerin
izini taşımaktadırlar.
Anahtar Kelimeler: Hukuk devleti/demokrasi/temel haklar (evrensellik – yasamasal ve yargısal tercüme)/ortak değerler/ulusal gelenekler/kurumlar/Akdeniz ağı/Akdeniz mekânı
ABSTRACT
Constitutional law scholars network project
State of law in the Euro-Mediterranean
The concept of state of law is related to democracy on one side
and the protection of basic rights on the other. Here democracy should
be understood as demands regarding the legitimacy of political structure
and the way institutions function.
State of law, in other words, means the protection of human rights
with its different connotations.
Here is the question of the universality of basic human rights: If a
values system based on basic rights wants to be credited as universal
using the approval of other countries by international agreements and
commitments, the discussion will continue on the universality of the right
or its assigned values. A universalist approach might include special
rights for communities regarding their territory, language or religion,
which can lead to unbiased debates and comparative research.
Actually, the universalist approach forces stattes either to adopt
common values to traditions, belief systems and different economic
approaches, or sets a nucleus of common values and forces them o
accept undeniable differences.
The acceptance of the Mediterranean as a geographical region is
an example of this process. Mediterranean countries do share historical,
cultural and real economic ties. On the other hand, these countries have
religious and cultural traditions, institutional systems and levels of
economic development quite different to form this kind of a model.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bertrand Mathieu
3
Starting from a minimal and relative concept of state of law, it is
necessary to define how a state or system includes democracy or basic
rights, how do they consider the necessities of these institutional
systems. It is also important to identify which definitions and
measurements they use. Therefore, it is necessary to attach this research
to national institutional and political systems and define by every legal
system that registers a state of law.
Then, it is necessary to focus the research on basic rights not only
through some general analysis but also on analysis of some subjective
rights. For example, one can consider some principles that are generally
recognized but open to different discussions and application by nature.
Gender equality, religious freedom, freedom of speech, right to private
life, family, property, necessity of legal protection, right to health or
human dignity can be examples. The choice should be a common choice
based on the tangible benefit of comparative research. In the same way,
the main subject of this research is not to generate a common definition
or define a common importance, but to analyze how these right were
part of actual texts and how they were carried out by judiciary and
legislative powers.
Keywords: State of law, democracy, basic rights (universality –
legislative and judiciary translation), common values, national traditions,
institutions, Mediterranean network, Mediterranean territory
***
Arap dünyası ile Mağribi etkileyen devrimler, çağdaş anayasacılığın inşaası için önemli bir aşama oluşturmakta ve evrenselliğini yeniden
sorgulatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemle sınırlı kaldıkta,
savaş sonrası anayasalar, güney Avrupa ülkelerindeki demokratikleşme
(Yunanistan, İspanya, Portekiz), Sovyetler Birliği’nin çöküşü hukuk
devletlerinin kuruluşunda hepsi birer aşama oluşturmaktadırlar. Dünyanın diğer bölgelerine baksaydık, Brezilya örneğinde olduğu üzere, özellikle Güney Amerika ülkelerinin anayasalarını inceleyebilecektik.
Fas, Tunus ve Mısır’da gerçekleşen ya da gerçekleşmekte olan
devrimler ile anayasal dönüşümler yeni bir sınav oluşturmaktadır. Bunlar, hukuk devletine doğru bir dönüşüm ile teokrasilerden mülhem rejimlerin çekimi arasında çok güçlü bir gerilim yaratmaktadır. Tunus ve
Mısır’da devrilen otoriter rejimler, devrimlerin özgür kıldığı merkezkaç
kuvvetlerin hareketini bastırıyor ve maskeliyorlardı. Fas’ta mevcut rejimin evrimi, hukuk devletinin gerekleri ile düzenlemek zorunda olduğu
toplumun gerçekliği arasındaki dengeyi temin etmeyi amaçlıyor. Bu aynı
zamanda özellikle bir çok Tunus’lu ve Mısır’lı hukukçunun da büyük
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
4
Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti
arzusu. Türk Anayasasındaki değişiklik tartışmaları da bu açıdan dikkatle izlenmeli.
Gelecek herhangi bir yerde yazılı olmadığı gibi hiç kimse hangi
yaklaşımın bu gelişmelerden galip çıkacağını da bilemez.
Her halükârda bu değişim bize, hepimizin genel olarak katıldığı ve
arzuladığı bu hukuk devletinin sert çekirdeğini oluşturan unsurlar üzerine düşünmemiz için önemli bir fırsat veriyor. Bu düşünce yürütme
(tarzı), söz konusu toplumların gerçekliklerini, miraslarını, tarihlerini,
değer sistemlerini dikkate almalıdır ki sözcükleri, uyumluluklarını araştırmadan yapay bir şekilde gerçekliklere tutturmakla yetinmesin. Batı
Avrupa’da olduğu üzere düşünce yürütme, hepimize ortak olanlar ile her
devlete özgü olanlar arasındaki ayrımı gerektirmektedir.
Hukuk devleti kavramı, bir yandan, siyasi yapının meşrûluğunun
temeline, öte yandan kurumların işleyişine yani demokrasiye, ama aynı
zamanda da temel hakların kabul ve korunmasına dair bazı gerkekliklere
göndermede bulunmaktadır.
A- Araştırmanın konusu: Temel haklar ve erklerin düzenlenmesi konularındaki ayrışma ve benzeşmeler
Esasen hukuk devleti kavramı özellikle insan haklarının kabul ve
korunmasına tüm anlamlarıyla göndermede bulunmaktadır. Demek oluyor ki, yalnızca bireysel özgürlükleri değil ama sosyal hakları, kişilik
haklarını, özel teşebbüs hakları ya da çevre haklarının tanınmaları denli
garanti edilmelerini de dikkate almak gerekiyor.
Bu aynı zamanda temel hakların evrenselliğine dair bir sorudur.
Temel hakların korunmasına dayalı bir değerler sistemi eğer, özellikle
hemen tüm devletlerce onaylanmış uluslararası sözleşmeler ve taahhütler
vasıtasıyla, kendisini evrensel bir sistem olarak dayatmaya kalkarsa o
zaman da tartışma şu ya da bu hakkın evrenselliği etrafında devam eder.
Bunun gibi, sosyal hakların yeri, yani devlet ya da kamu idarelerine vatandaşlar karşısında yük getiren iş, konut ya da sağlık gibi haklar temel
haklar kategorisinde evrensel olarak kabul edilmemektedirler. Aynı şekilde, çeşitli prensipler üzerindeki genel bir kabulün arkasında öze dair
bir red saklanmaktadır. İnsan onuru prensibi de bunun gibi, ya bireyin
özgürlüğünü sınırlayabilecek nesnel, yahut da bireyin bizzat özgürlüğünü ifade eden öznel bir ilke olarak düşünülmüştür. Örneğin hayatına
son verme üzerine tartışmalar bu temel ayrışmayı göstermektedir. Öte
yandan, temel hakların evrenselci anlayışı dillerine, bir bölgeye aidiyetlerine, dinlerine, kültürlerine bağlı olarak topluluklara özgül hakların
tanınmasını kapsayabilir… Ya da aksine bu farklılıkların hukuksal olarak dikkate alınmalarını yasaklamaya götürebilir. İşte gene bu sorun üzerindedir ki, karşılaştırmalı tartışma ve çözümlemeler ön yargısız bir biAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bertrand Mathieu
5
çimde yapılabilecektir. Uluslararası planda uzlaşma bazen tanınan hakların özleri ya da önemlerine taraf olma eksikliği pahasına elde edilmektedir.
Aslında temel hakların evrenselci yaklaşımı; ya geleneklere, dini
ya da dindışı değer sistemlerine, farklı ekonomik yaklaşımlara itaat eden
devletlere ortak kavramlar dayatmaya, yahut da bir değerler çekirdeği
belirlemeye ve ortadan kaldırılamaz farklılıklar olduğunu kabule götürüyor.
Bu yaklaşımların birincisi Avrupa gibi göreceli olarak türdeş bir
hukuk sisteminde kendini kabul ettirme eğilimindeyken bile hiç sorunsuz gerçekleştirilmemektedir. Daha ayrışık bir bağlamda ise ikinci yaklaşıma başvurmak yerinde olacaktır.
Devletlerüstü bir hukuk düzenindeki ortak ilkeler ile ulusal hukuk
düzenlerinin kendi ilkeleri arasındaki ayrım Avrupa kurumları ve devletler arasında gitgide daha açık ve eylemli bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşımlar AİHM denli Avrupa Birliği hukukunca (ortak anayasal ilkeler) ve ulusal anayasa mahkemelerince de özgül anayasal ilkelerle
farklı biçimlerde göndermelerde bulunarak (karş. ör. Alman Anayasa
Mahkemesi ile Fransız Anayasa Konseyi’nin içtihatları) kullanılmaktadır. Bu ayrımın etkileri yalnızca ilkelerde değil aynı zamanda şu ya da
bu kategorideki hak ve özgürlüklerin korunma biçimlerinde de söz konusu olmakta, dolayısıyla kurumsal sonuçlar doğurmaktadır.
O takdirde bu ayrımın Avrupa çerçevesi dışında isabetini ve duruma göre önemini göndermede bulunduğu ortak ilkelerin -sözcüğün
tam anlamıyla- daha ideolojik ve hukuksal olarak daha önemsiz, daha az
türdeş bir sahada belirlemek yerinde olacaktır.
Benzeri bir çözümleme kurumsal planda ve demokratik ilkelerin
yerleştirilmesi konusunda yapılmalıdır. Demek oluyor ki bunlar, aynı
çözümleme yöntemine tâbi tutulması gereken egemenlik, erklerin ayrılığı, seçim haklarının kullanılması ilkeleri ile erkin kullanım koşullarıdır.
Bazı sorunlar hem temel haklar sisteminden hem de kurumsal sistemden
çıkmaktadır. Aynı şekilde örneğin hak ve özgürlüklerin yargısal korunma koşulları da.
B- Avro-Akdeniz sahasının isabeti
Akdeniz coğrafi çerçevesinin uygunluğu böyle bir çözümleme için
mükemmel görünmektedir. Gerçekten de Akdeniz devletleri kısmen aynı
tarihi paylaşmakta ve gerçek ekonomik ve kültürel bağlara sahiptirler.
Üstelik bugün hepsi, potansiyel ve embriyon hâlindeki ortak bir siyasi
yapı içerisindeler: Akdeniz Birliği. Buna karşılık, söz konusu devletler
böylesi dikkat çekici ve önemli bir model kurabilmek için birbirlerinden
oldukça farklı dini veya kültürel geleneklerin, kurumsal sistemlerin,
ekonomik gelişmişliklerin izini taşımaktadırlar.
Demokrasi ve temel hakları kapsayan ve -göreceli olarak- biçimsel
asgari bir hukuk devleti kavramından hareket edersek; her devletin ya da
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
6
Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti
dikkate alınan sistemin demokrasi ve temel hak kavramlarından hangilerini kapsadığını, yani kurumsal sistemlerin bu gereklikleri nasıl dikkate
aldıklarını, bu kavramlara göndermede bulundukları tanımlar ile ölçütlerini belirlemek yerinde olur. Anayasal ifadeleri boyunca söz konusu
yaklaşımlar üzerine hem soyut hem somut olan bu tartışma, gerçekleştirilmelerine yönelik somut bir çözümlemeye kadar devam etmelidir. Aynı
şekilde, anayasal metinlerde ifade edilen temel hak ve özgürlüklerin
dikate alınmalarının ötesinde hayata geçirilebilmeleri için yasama ve
yargı erklerince de dikkate alınmaları gerekecektir. Başta bir çalışma
yönteminin tespiti yerinde olacaktır.
C- Pragmatik bir yaklaşım
Önce her katılımcının, kendi hukuk sistemine göre, hukuk devletinin varlığını oluşturan kriterleri kısaca belirlemesini öneriyorum. Bu
çözümleme bir tek teoride kalmayarak, ulusal siyasi ve kurumsal sistemlere de çengel atmalı.
Ardından, araştırmayı; yalnızca genel bir çözümlemeden hareketle
değil, fakat öznel kimi hakların çözümlemesinden hareketle de, temel
haklar üzerine odaklamak gerekecektir. Örneğin genel olarak tanınmasına karşın, doğası gereği tartışmalara, farklı uygulamalara yol açabilecek kimi ilkeler dikkate alınabilir. Örneğin kadın erkek eşitliği, din özgürlüğü, ifade özgürlüğü, özel hayata saygı, aile hakkı, mülkiyet hakkı,
yargısal koruma gereği, sağlık hakkı ya da insan onuru ilkesinde böyle
olabilir. Seçim, karşılaştırma çalışmasının yararını gözeten somut bir
takdirden hareketle ortaklaşa yapılmalıdır. Aynı şekilde, bu araştırmaların esas konusu ortak, soyut bir tanım aramak ya da bir önemi tespit etmek değil, fakat, hem yerinde metinlerle bu hakların tanındığı terimleri,
hem de bunların yasama ve yargı erklerince hayata geçirilişlerinin şartlarını çözümlemektir.
Özellikle, siyasi ve yargısal erkleri birbirinden ayırt ederek erkler
ayrılığına yönelirken, kurumsal planda, yargının yeri konusu ayrıcalıklandırılabilir.
Bu karşılaştırmalı çözümlemelerin amacı monografiler ortaya
koymak değil fakat, simgesel örnekler boyunca hukuk sistemlerinin her
birini düzenleyen prensipleri araştırmaktır. Gerek kişi özgürlükleri ve
ekonomik özgürlükler, gerekse sosyal haklar, ya da bilimin gelişimi ile
tıbbi uygulamalar karşısında hukukun yeri, yahut da özellikle devlet kurumlarının yapısı. Kabul edilen ilkeler ile hukuksal uygulamalar arasındaki karşılaştırmadan hareketle, temel ilkelerin aşamalı yeniden inşaası;
şu ya da bu sorunun yapay olduğunu gösterebilecek ve aksi uygulamaları
haklı çıkarabilecek önceden kurulmuş yaklaşımları ve ön varsayılan bir
görüş birliğini yapıştırmadan, ortak ilkelerin belirlenmesine ve böylece
gerçekleştirilmeleri ile korunmalarını sağlamaya yardımcı olan bir çözümlemenin yapılmasına katkıda bulunmak amacını taşımaktadır.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bertrand Mathieu
7
D- Başlıca sosyal ve ekonomik kozlar ve riskler
Bu araştırmanın yalnızca teorik sonuçları yoktur. Avro-Akdeniz
sahasındaki birbiriyle tutarlı pratik koz ve riskleri göstermektedir.
Herşeyden önce, siyasi planda. Açıktır ki, ortak kültürlerin toprağı
olan Akdeniz sahası, aynı zamanda bir ihtilaf sahasıdır. Belli sayıda temel haklar bu uyuşmazlıkların tam ortasındadır: din özgürlüğü, ifade
özgürlüğü, mülkiyet hakkı, toplulukların tanınması mümkün ya da
mümkün olmayan hakları, eşitlik ilkesi, genel olarak yahut da özgül anlamlarıyla yasa önünde eşitlik veya kadın erkek arasındaki eşitlik gibi …
Burada başlanan yaklaşıma rehberlik eden iddia, ortak ilkelerin
araştırılmasının ve ifade edilmesinin değişiklikleri kolaylaştırmaya katkısının olacağı ve böylece bir benzeşme alanı yaratacağıdır. Benzeşme,
tekrar edelim ki, ayrışmaları yapay bir şekilde maskelemediği sürece
etkili olacaktır.
Sonra, ekonomik planda. Bir ekonomik sahanın yaratılması, örneğin herşey bir yana yalnızca Avrupa Birliğinin gelişimlerinin gösterdiği
üzere artık temel hakları görmezlikten gelemez. Bir yandan ekonomik
süreçlerde uluslararası düzeyde belli sayıda hakka saygı ile üretim ve
alış verişin gerekliği daha kaçınılmaz olmaya başlıyor. Öte yandan hukukun tüm dalları temel haklara ilişkin uluslararası ve anayasal ilkeler ve
kurallara tâbi olma yolunda ilerliyor. Bunlar çevre hakkını unutmadan
sosyal (çalışma hakkı, sağlık hakkı…) ve ekonomik haklardır (sözleşme
özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet hakkı). Ve son olarak belki de
özellikle avro-akdeniz ekonomik ilişkileri açısından bir hukuk güvenliğinin gerekliği baş gösterebilir. Oysa bugün, temel haklar hukukunun,
uluslararası özel hukuk ve ticaret hukukunun ötesinde bu ilişkileri etkilediği tartışmasızdır
Bu açıdan; aynı zamanda iddialı, gerçekçi, farklı kültürlere saygılı
fakat ortak varlığın değerini çoğaltmaya elverişli ortak ilkelerin ve etkili
bir şekilde hayata geçirilmesi şartlarının açıkça belirterek bir Avro-Akdeniz Temel Haklar Şartı’nın hazırlanması sivil toplum için olduğu kadar, kamu erkleri ve ekonomik aktörler için de önemli bir araç olacaktır.
Demek ki birbirlerinin kaygısının ortak gerekliklere saygı çerçevesinde
dikkate alınması gerekecektir.
Gene aynı şekilde, hukuk devletinin farklı görünümlerine etken olduğu ekonomik durumun da dikkate alınması uygun olacaktır. Batı Avrupa devletlerinde kimi sosyal hakların azaltılması bunun en açık görünümüdür. Not etmek gerekir ki, ulusal anayasalar -bazı Avrupa Birliği
üyesi devletlerde olduğu gibi- ekonomik düzenin düşüncelerini (“altın
kural”) metne sokmakta güçlükler görmektedir. Ekonomik sorunlar; İspanya’da özerk sistemin maliyeti hakkındaki tartışmaların gösterdiği
gibi, devlet kuruluşlarının yeniden tartışmaya açılmasına kadar götürebilir.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
8
Anayasa Hukukçuları Ağı Projesi Avro-Akdeniz Coğrafi Bölgesinde Hukuk Devleti
E- Gerçekleştirme ve Maddi Boyutları
Bu hevesli yaklaşımın başlangıç noktası alçakgönüllü olmalı ve
belli sayıda devletin kendi somut gerçekliğini ideolojik ön varsayımlardan azâde incelemeye götürmelidir.
İlk olarak, Akdenizin her iki yakasındaki devletlerden on kadar tanınmış anayasa hukukçusunun toplanması hedeflenmiştir. Birinci evrede
İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan, Fas, Tunus, Mısır, Lübnan ve Türkiye ile başlanabilir. Uyumlu ve etkili işleyişi sağlandığında, grubu diğer
devletlere genişletmek temenni edilir. Diplomatik nedenlerden ötürü,
başlarda, İsrail ve Filistin Ulusal Yönetimi’ne ilişkin sorunlara girilmeyecektir. Grubun her üyesinin kabul edilen konular hakkında ulusal
maddi hukuku (anayasal, yasal, içtihadi) inceleyerek ulusal bir çalışma
grubu kurma misyonu olacaktır. Hatırtlatalım ki, bu çalışmanın arzusu,
önceden saptanmış kavramlardan değil “yaşayan hukuk”tan hareketle,
ortak özlemlerle özgül gerçeklikleri bir arada dile getiren kavramların
oluşturulması için hukuk devletinin koşullarının araştırılmasına yöneliktir.
Bu grup ilk toplantısını 2012 sonbaharında gerçekleştirebilir. Bu
olasılıkta amaçlar, çalışma yöntem ve araçları belirlenecektir. Aynı şekilde eşitlik ilkesi, sosyal haklar, ekonomik ilkeler ve Anayasa, adaletin
yeri gibi birkaç çalışma ekseninin belirlenmesi de uygun olacaktır… şu
var ki, bu liste yalnızca örnekleyicidir.
Bu grup sağlamlaştıkça genişleme eğiliminde olacaktır. Çalışmaları yeterince ilerlediğinde, gelinen noktaların tespitiyle, elde edilenlerin
teyidini, yeni yolların belirlenmesi ile varlığı ve arzularının belirlenmesini sağlayacak uluslararası bir konferans düzenlenmelidir. Sonunda
Avro-Akdeniz Hukuk Devleti Enstitüsünün çekirdeği kurulabilecektir.
Tekrar edelim ki, alçakgönüllü bu ilk adımlarda, çalışmayı ve tartışmaları kolaylaştırmak amacıyla fransızcagil (frankofon) sınırlı bir grup
daha başta kurulmalıdır.
Bu proje kendisine maddi ve kurumsal yardım sağlayabilecek
“AK-HUK” (Akdeniz ve Hukuk/Jurimed) derneğinin desteğini isteyebilir. Bu dernek belli sayıda ağa (Akdeniz noterleri ağı, Akdeniz muhasebecileri ağı, ekonomik ve ticari yargı ağı) katılabilir ya da birleştirebilir, aynı zamanda belli sayıda projeyi yürütebilir. Bu mevcut yapıyla
kurulan ilişkiler belirlenecek şartlar çerçevesinde gerçekleştirilecektir.
KAYNAKÇA
Bertrand Mathieu, Constitution: rien ne bouge et tout change,
Lextenso, 2013
Débat a Rabat sur les expériences comparées de Juctice
constitutionnelle (Rabat, le 15 octobre 2012)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
PROJET D’UN RÉSEAU DE CONSTITUTIONNALISTES L’ETAT
DE DROIT DANS LE CADRE GÉOGRAPHIQUE EUROMÉDITERRANÉEN
Bertrand Mathieu
Professeur de droit constitutionnel à l’Ecole de Droit de la Sorbonne
(Paris 1)/ Président de l’Association française de droit
constitutionnel/Membre du Conseil supérieur de la Magistrature
RESUME
Ce texte présente un projet de constitution d’un réseau de
constitutionnalistes euro-méditerranéen. Les révolutions qui ont touché
le monde arabe et du Maghreb posent avec une acuité renouvelée la
question des critères de l’Etat de droit. Concept communément accepté,
l’Etat de droit renvoie cependant, tant en ce qui concerne l’organisation
des pouvoirs que la protection des droits fondamentaux, à des notions
dont la portée peut faire l’objet d’appréciations différentes et s’inscrivent
dans des contextes spécifiques.
Trop souvent, les analyses en restent à un niveau global et
idéologique, sans prendre en compte les réalités du terrain et les inévitables
différences, sociales, historiques, culturelles… entre les systèmes juridiques
considérés. Ce projet part du postulat que la recherche de ce qui est
commun ne peut faire l’économie de l’analyse de qui est spécifique.
De ce point de vue l’espace géographique euro-méditerranéen
constitue un cadre particulièrement bien adapté. Cette recherche
ambitieuse doit cependant s’appuyer sur un certains nombre d’analyses
juridiques très concrètes avant que des conclusions plus générales
puissent être tirées.
Au surplus cette analyse s’inscrit dans des enjeux économiques,
sociaux et géo-politiques que l’on ne peut ignorer.
Mots clefs: Etat de droit/ démocratie/droits fondamentaux (universlismetraduction législative et jurisprudentielle)/Valeurs communes/ traditions
nationales/institutions/reseau méditerranéen/ espace méditerrannée
***
10
Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre
Géographique Euro-Méditerranéen
Les révolutions qui ont touché le monde arabe et du Maghreb
constituent une étape importante dans la construction du constitutionnalisme
contemporain et conduisent à s’interroger sur son universalisme. Si l’on
s’intéresse à la période d’après la seconde guerre mondiale, les
constitutions d’après guerre, la démocratisation d’Etats de l’Europe du
sud (Grèce, Espagne, Portugal), la chute de l’Empire soviétique
constituent autant d’étape vers la constitution d’Etats de droit. Si l’on
regardait vers d’autres régions du Monde, l’on pourrait notamment
analyser les constitutions de pays d’Amérique du sud, comme celle du
Brésil.
Les révolutions et les transformations constitutionnelles réalisées
ou en cours, au Maroc, en Tunisie ou en Egypte, constituent un nouveau
défi. Elles manifestent une très forte tension entre l’évolution vers un
Etat de droit et l’attraction vers l’instauration de régimes d’inspiration
théocratiques. Les régimes autoritaires renversés en Tunisie ou en
Egypte masquaient et contenaient l’action de ces forces centrifuges que
les révolutions ont libéré. Au Maroc, une évolution du régime en place
vise à assurer une évolution harmonieuse entre les exigences de l’Etat de
droit et la réalité de la société qu’il s’agit d’organiser. C’est aussi
l’ambition de nombreux juristes tunisiens et égyptiens, notamment. Les
débats sur la révision de la Constitution turque sont également, de ce
point de vue, à suivre avec attention.
L’avenir n’est jamais écrit et nul ne sait quelle logique sortira
victorieuse des processus en cours.
Il n’en reste pas moins que cette évolution constitue une
remarquable occasion de réfléchir sur ce qui constitue le noyau dur de
cet Etat de droit auquel communément nous adhérons et aspirons. Cette
réflexion doit prendre en compte les réalités des sociétés concernées,
leur patrimoine, leur histoire, leurs systèmes de valeurs. Elle ne peut se
borner à plaquer artificiellement des mots sur des réalités sans
s’interroger sur leur compatibilité. Comme en Europe occidentale, la
réflexion s’impose sur la distinction sur ce qui nous est commun et sur
ce qui est spécifique à chacun des Etats.
La notion d’Etat de droit renvoie, d’une part, à certaines exigences
relatives au fondement de la légitimité de la structure politique et,
d’autre part, au fonctionnement des institutions, c’est à dire à la
démocratie, mais aussi à l’affirmation et à la protection des droits
fondamentaux.
A- L’objet de la recherche: divergences et convergences en
matière de droits fondamentaux et d’organisation des pouvoirs
Substantiellement la notion d’Etat de droit renvoie, notamment, à
l’affirmation et à la protection des droits de l’homme, dans leurs diverses
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bertrand Mathieu
11
acceptions. Doivent alors être pris en considération, non seulement les
libertés individuelles, mais aussi les droits sociaux, les droits de la
personne humaine, les droits de l’entreprise, ou les droits protégeant
l’environnement de l’homme, tant en ce qui concerne leur reconnaissance
que leur garantie.
C’est aussi la question de l’universalisme des droits fondamentaux
qui est posée. Si un système de valeurs reposant sur la protection des
droits fondamentaux tend à s’imposer comme un système à vocation
universelle, notamment par l’intermédiaire des conventions et des
engagements internationaux ratifiés par la quasi totalité des Etats, le
débat demeure sur le caractère universel de tel ou tel droit. Ainsi
l’appartenance des droits sociaux, c’est à dire des droits qui font peser
sur l’Etat ou les pouvoirs publics des obligations à l’égard des citoyens,
s’agissant par exemple de l’emploi, du logement ou de la santé, à la
catégorie des droits fondamentaux n'est pas universellement admise. De
même derrière un accord nominal sur certains principes, se cache un
désaccord sur ce qui en fait la substance. Il en est ainsi du principe de
dignité qui est, soit conçu comme un principe objectif susceptible de
limiter la liberté de l’individu, soit comme un droit subjectif qui exprime
la liberté même de l’individu. Les débats sur la fin de vie, par exemple,
illustrent cette divergence fondamentale. Par ailleurs, la conception
universaliste des droits fondamentaux peut recouvrir la reconnaissance
de droits spécifiques à des communautés, en fonction de leur langue, de
leur appartenance à une région, de leur religion, de leur culture…ou au
contraire conduire à interdire la prise en compte juridique de ces
différences. C’est aussi sur cette question, et sans préjugés, que le débat
et l’analyse comparative pourront porter. Sur le plan international le
consensus s’obtient parfois au prix de l’absence de prise de position sur
la substance ou la portée des droits reconnus.
En fait la conception universaliste des droits fondamentaux
conduit soit à imposer des conceptions communes à des Etats qui
obéissent à des traditions, à des systèmes de valeurs, religieux ou non, à
des conceptions économiques différentes, soit à déterminer un noyau de
valeurs communes et à admettre des différences irréductibles.
C’est la première de ces conceptions qui tend à s’imposer dans un
ordre juridique relativement homogène, comme l’Europe, alors même
que cela ne s’opère pas sans difficultés. C’est à la seconde qu’il convient
de se référer dans un contexte plus hétérogène.
La distinction entre des principes communs à un ordre juridique
supra étatique et les principes propres aux ordres juridiques nationaux
apparaît de plus en plus évidente et opérationnelle s’agissant des
rapports entre les structures européennes et les Etats. En effet ces
concepts sont utilisés tant par la Cour européenne des droits de l’homme
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
12
Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre
Géographique Euro-Méditerranéen
que par le droit de l’Union européenne (principes constitutionnels
communs) que par les Cours constitutionnelles nationales, qui sous des
formes différentes se référent à des principes constitutionnels spécifiques
(cf., par exemple, les jurisprudence de la Cour constitutionnelle allemande
ou du Conseil constitutionnel français). Elle a des incidences non seulement
en termes de principes, mais encore s’agissant des modalités de protection
des droits ou libertés relevant de l’une ou de l’autre de ces catégories. Elle
engendre donc des conséquences institutionnelles.
Il conviendrait donc de déterminer la pertinence et, le cas échéant,
la portée de cette distinction au delà du cadre européen, donc dans un
espace à la fois moins homogène et où la référence à des principes
communs est plus idéologique, au sens propre du terme, et juridiquement
moins prégnante.
Une analyse du même ordre devrait être conduite sur le plan
institutionnel et s’agissant de la mise en oeuvre des principes
démocratiques. Ce sont alors les principes de souveraineté, de séparation
des pouvoirs, d’exercice des droits électoraux ainsi que les conditions
d’exercice du pouvoir qui devront être soumis à la même méthode
d’analyse. Certaine question relèvent à la fois du système des droits
fondamentaux et du système institutionnel. Ainsi, en est-il, par exemple,
les conditions de la protection juridictionnelle des droits et libertés.
B- La pertinence de l’espace euro-méditerranéen
Le cadre géographique méditerranéen semble parfaitement adapté
à une telle analyse. En effet les Etats méditerranéens partagent, pour
partie, une même histoire et ont des liens culturels et économiques réels..
En revanche ces Etats sont marqués par des traditions religieuses ou
culturelles, des systèmes institutionnels, des situations de développement
économique suffisamment différents pour constituer un modèle intéressant et
significatif.
Partant d’une conception a minima et relativement formelle de
l’Etat de droit incluant les notions de démocratie et de droits
fondamentaux, il convient de déterminer ce que recouvrent pour chacun
des Etats, ou des systèmes considérés, les notions de démocratie et de
droits fondamentaux, c’est à dire de déterminer comment les systèmes
institutionnels prennent en compte ces exigences, quelles sont les
définitions et les critères auxquels renvoient ces notions. Ce débat sur
des concepts, à la fois abstraits et concrets au travers de leur traduction
constitutionnelle, devra se prolonger par une analyse in concreto de leur
mise en œuvre. Ainsi, au delà de la prise en compte des droits et libertés
fondamentales exprimée dans les textes constitutionnels, il conviendra
de prendre en compte leur mise en œuvre tant par la législation que par
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bertrand Mathieu
13
la jurisprudence. Dans un premier temps il conviendra donc d’établir une
méthode de travail.
C- Une démarche pragmatique
Je proposerai que, d’abord, chaque participant puisse déterminer
assez sommairement les critères qui, selon son propre système juridique,
conditionnent l’existence d’un Etat de droit. Cette analyse ne devra pas
être essentiellement théorique, mais ancrée dans les systèmes politiques
et institutionnels nationaux.
Dans un second temps, il conviendra de centrer la recherche sur les
droits fondamentaux. Non pas à partir d’une analyse générale, mais à
partir de l’analyse de certains droits spécifiques. Pourraient par exemple
être pris en compte des principes qui sont par nature sujets à débats, à
des applications différentes, mais qui sont communément reconnus. Il
peut en être ainsi par exemple de l’égalité entre les hommes et les
femmes, de la liberté religieuse, de la liberté d’expression, du respect de
la vie privée, du droit de la famille, du droit de propriété, de l’exigence
de sécurité juridique, du droit à la santé ou du principe de dignité de la
personne humaine. Le choix devra être opéré en commun à partir d’une
appréciation in concreto de l’intérêt du travail de comparaison. De la
même manière l’objet initial de ces recherches ne sera pas de chercher
une définition et de déterminer une portée, communes, in abstracto, mais
d’analyser à la fois les termes dans lesquels ces droits sont reconnus par
les textes pertinents et d’analyser les conditions de leur mise en œuvre
législative et juridictionnelle.
Sur le plan institutionnel, la question de la place de la justice
pourrait être privilégiée, alors que l’on s’oriente vers une séparation des
pouvoirs distinguant essentiellement le pouvoir politique et le pouvoir
juridictionnel.
Ces analyses comparatives n’ont pas pour objet d’établir des
monographies, mais de rechercher au travers d’exemples emblématiques
les principes qui ordonnent chacun des systèmes juridiques en ce qui
concerne tant les libertés individuelles, les libertés économiques que les
droits sociaux, ou le positionnement du droit face au développement de la
science et des pratiques médicales, ou encore la structure des institutions
étatiques, notamment. Cette reconstruction progressive des principes
cardinaux, à partir de la confrontation entre la pratique juridique et les
principes affirmés, a pour objet de contribuer à la construction d’une
analyse permettant de déterminer les principes communs et ainsi de
favoriser le renforcement de leur mise en œuvre et de leur protection, sans
plaquer des conceptions préétablies, présupposant une communauté de vue
qui peut, sur telle ou telle question, s’avérer artificielle et couvrir des
pratiques contraires.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
14
Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre
Géographique Euro-Méditerranéen
D- Des enjeux sociaux et économiques essentiels
Cette recherche n’a pas que des implications théoriques. Elle
présente, dans l’espace euro-méditerranéen, des enjeux pratiques conséquents.
Sur le plan politique, d’abord. Il est évident de constater que, terre
de cultures communes, l’espace méditerranéen est aussi un espace de
conflits. Un certain nombre de droits fondamentaux sont au cœur de ces
conflits: liberté religieuse, liberté d’expression, droit de propriété, droits
susceptibles d’être reconnus, ou non, à des communautés, le principe
d’égalité, en général ou dans des significations spécifiques comme celles
qui concernent l’égalité devant la loi ou l’égalité entre les hommes et les
femmes…
Le pari qui guide la démarche, ici initiée, est que la recherche de
principes communs et leur formulation pourra contribuer à faciliter les
échanges et donc à créer des espaces de convergence. Convergence qui,
répétons le, ne sera efficiente qu’à condition de ne pas masquer
artificiellement les divergences.
Sur le plan économique, ensuite. La création d’un espace
économique ne peut plus ignorer les droits fondamentaux, comme le
démontrent, par exemple et toutes choses étant égales par ailleurs, les
développements de l’Union européenne. D’une part, au niveau
international l’exigence de respect d’un certain nombre de droits dans les
processus économiques, de production et d’échanges, tend à devenir plus
impérieuse. D’autre part, l’ensemble des branches du droit tendent à être
soumises à des règles et principes constitutionnels et internationaux
relatifs aux droits fondamentaux. Ces droits sont sociaux (droit du salarié,
accès à la santé…), mais aussi économiques (liberté contractuelle, liberté
d’entreprendre, droit de propriété), sans oublier les droits de
l’environnement. Enfin, et peut être surtout, du point de vue des relations
économiques inter euro-méditerranéenne, une exigence de sécurité
juridique s’impose. Or, il est incontestable qu’aujourd’hui, au delà des
règles du droit international privé ou du droit des affaires, le droit des
droits fondamentaux affecte ces relations.
De ces points de vue, l’élaboration d’une Charte euroméditerranéenne des droits fondamentaux, à la fois ambitieuse, réaliste,
respectueuse des différences culturelles mais apte à mettre en valeur
patrimoine commun, articulant la reconnaissance de principes communs
et les conditions de leur mise en œuvre effective, représenterait un
instrument précieux, tant pour la société civile que pour les pouvoirs
publics et les acteurs économiques. Il conviendrait alors que les
préoccupations des uns et des autres soient prises en compte dans le
respect d’exigences communes.
De la même manière il serait opportun de prendre en compte la
manière dont la situation économique agit sur les différents aspects de
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bertrand Mathieu
15
l’Etat de droit. La réduction des droits sociaux dans certains pays de
l’Europe occidentale en est la manifestation la plus visible. Il est
intéressant également de noter que les constitutions nationales, par
exemple dans les pays membres de l’Union européenne, se voient
contraintes d’introduire des considérations d’ordre économique (“régle
d’or”). Les questions économiques peuvent également conduire à
remettre en cause les structures étatiques, comme l’illustre le débat sur
les couts financiers du système d’autonomie en Espagne.
E- Réalisation et aspects matériels
Le point de départ de cette ambitieuse démarche doit être modeste
et conduire à un examen concret des réalités propres à un certain nombre
d’Etats, sans présupposés idéologiques.
Il est envisagé de réunir, dans un premier temps, un groupe d’une
dizaine des juristes constitutionnalistes réputés appartenant à des Etats
des deux cotés de la méditerranée. Pourraient être retenus, dans une
première phase, l’Espagne, la France, l’Italie, la Grèce, le Maroc, la
Tunisie, l’Egypte, le Liban et la Turquie. Lorsqu’un fonctionnement
harmonieux et efficace aura été trouvé un élargissement à d’autres pays
sera souhaitable. Pour des raisons diplomatiques seront écartées dans un
premier temps les questions relatives à Israël et à l’Autorité
palestinienne. Chaque membre du groupe aurait pour mission de
constituer un groupe de travail national sur les thèmes retenus, analysant
le droit positif national, constitutionnel, législatif et jurisprudentiel sur
ces questions, l’ambition étant rappelons le de travailler à la recherche
des conditions de l’Etat de droit, non pas à partir de concepts préétablis,
mais à partir du “droit vivant” afin justement d’établir des concepts qui
traduisent à la fois les aspirations communes et les réalités spécifiques.
Ce Groupe pourrait tenir sa première réunion à l’automne 2012. A
cette occasion seraient définis les objectifs, les méthodes de travail, les
moyens à mettre en œuvre. Il conviendrait également de définir quelques
axes d’études, par exemple, le principe d’égalité, les droits sociaux,
principes économiques et Constitution, la place de la Justice.. mais cette
liste n’est qu’illustrative
Ce Groupe aurait vocation à s’élargir au fur et à mesure de sa
consolidation. Il devrait tenir une conférence internationale lorsque ses
travaux seraient suffisamment avancés, ce qui permettrait à la fois de
faire état des avancées, de valider les acquis de définir de nouvelles
pistes et de faire connaître son existence et ses ambitions. Il pourrait, à
terme, constituer le noyau d’un Institut euro-méditerranéen de l’Etat de
droit. Mais répétons le des débuts modestes, la constitution d’un groupe
restreint, francophone afin de faciliter le travail et les débats, doivent en
constituer le point de départ.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
16
Projet D’un Réseau de Constitutionnalistes L’etat de Droit Dans le Cadre
Géographique Euro-Méditerranéen
Ce projet pourrait s’appuyer sur l’association “Jurimed” qui lui
assurerait un appui matériel et structurel. Cette association fédère ou
participe à un certain nombre de réseaux (réseau des notaires
méditerranéens, réseau des comptables méditerranéens, réseau des
juridictions économiques et commerciales) et mène un certain nombre de
projets (code des contrats et obligations, propriété intellectuelle, microentreprise). Les liens établis avec cette structure existante pourrait
s’opérer dans des conditions qui restent à définir.
BIBLIOGRAPHIE
Bertrand Mathieu, Constitution: rien ne bouge et tout change,
Lextenso, 2013
Débat a Rabat sur les expériences comparées de Juctice
constitutionnelle (Rabat, le 15 octobre 2012)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
TUNUS’TA DEMOKRATİK GEÇİŞ*
(DEMOCRATIC TRANSITION IN TUNISIA)
Yadh Ben Achour
Kamu Hukuku profesörü, Devrim Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi
Yüksek Makamı Başkanı ve İnsan Hakları Komitesi Üyesi/Professor of
Public Law, President of the High Authority of the objectives of the
Revolution, Member of the Committee of Human Rights
ÖZET
Tunus, tarihin en önemli diktatörlüklerinden birisini düşüren devrimden sonra, demokratik geçiş süreci yaşamıştır. Birlikçi, demokratik,
sosyal, dünyevi, ya da tam olarak sivil, medeni bir anayasa talebiyle
devrimi gerçekleştiren halk, sol eylemcilerden, işçilerden, işsiz genç
diplomalılardan, kadın hareketleri aktivistlerinden ve insan hakları
savunucularından oluşuyordu. Bu mücadele, ilkin devlet başkanlığı statüsünün meşruluğunu ortadan kaldırmış ve diğer anayasal kurumlar
üzerinde de domino etkisi göstermiştir. Devrimin ilk önemli anayasal
adımı 3 Şubat 2011’te, geçici Cumhurbaşkanının kanun hükmünde kararname çıkarmaya yetkili kılınması olmuştur. Bu yetki, cumhurbaşkanını ilk geçiş döneminin gerçek yasa koyucusu haline getirmiştir. Ardından çıkartılan ilk el metin niteliğindeki KHK’larla olağanüstü hal hukukuna geçilmiş ve 1959 Tunus anayasası resmen askıya alınmıştır. Bu
süreçte süregelen tartışmalarda devrimin motor güçleri, kurucu meclis,
yeni anayasa ve demokratik seçimler mücadelesini sürdürmüşlerdir. Seçimlerde ise, çoğu devrime hiç katılmamış ve daha çok seçim kampanyalarında kandırılmış olan mukafazakar seçmenlerin En Nahda Partisine
oy vermesi, bu partinin açık arayla birinci seçilmesine neden olmuştur.
Devrim sürecinde insan hakları, demokrasi, çok partililik fikirlerini benimsediğini söyleyen İslamcı akım, seçim zaferinden sonra bu söylemleri hızla terk etmiş ve genel politikasını köktenci bir hatta çekerek, İslamcılığı empoze etmek üzere baskı siyaseti uygulamaya başlamıştır. Bu
yanıyla Ekim seçimlerinin sonuçları, Ocak devrimine sadakatsizlik taşımaktadır ve bir karşı-devrim hareketine dönüşmek üzeredir.
Anahtar Kelimeler: Tunus’da demokratik geçiş, kanun hükmünde
kararnameler, siyasal islamcılık, En Nahda, karşı-devrim, Ocak devrimi
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
18
Tunus’ta Demokratik Geçiş
ABSTRACT
Tunisia had a democratic transformation period after a revolution
that ended one of the most important dictatorships. The crowd, after
having created the revolution, was asking for a unifying, democratic,
social, non-military and modern constitution. There were leftist activists,
workers, unemployed young graduates, feminists and human right
advocates. The struggle abolished the presidency and with its legitimization
all the other constitutional institutions collapse like dominos. In the first
important constitutional step of the revolution, the President of the
Republic was granted the authority to issue decree laws. With this
authority the PR became the first legislator of the transition period. The
decree laws made possible the declaration of a state of emergency and
the constitution of 1959 was officially suspended. The forces of the
revolution kept on fighting for a constituent assembly, a new constitution
and democratic elections. During the elections the conservatives, who
did not join the revolutionary activities and were deceived by the
political campaigns, voted for En Nahda Party, which saw all the
secular parties as anti-Islamist parties. The Islamists won the elections,
and despite their claims during the revolution regarding the
internalization of human rights, democracy and multi-party system, after
the elections they were fast enough to deny these concepts and move
towards a fundamentalist approach, using Islamism as a way to create
political pressure. In that sense, the elections in October are an act of
disloyalty against the revolution, and have a counter-revolutionary
character.
Keywords: democratic transition in Tunisia, political muslim
movement, En Nahda, Revolution on January
***
“Demokratik geçiş” kavramı tarihsel bakımdan demokratik çağa
ilişkin bir kavramdır. Bu kavram, demokrasi doktrini ile uygulamalarının
doğuşunu ve ilerlediğini gören modern çağın kendine özgü bir çizgisini
oluşturmaktadır. Demokratik geçiş, Batı demokrasilerinde, demokrasinin
seçim mekanizmaları sayesinde iktidara gelen faşist ya da sosyalist
diktatoryal rejimlerin düşüşüyle ortaya çıktı. Demokratik geçiş burada,
diktatörlük ve savaşla kaybedilen demokrasinin gene demokratik mekanizmalarla geri getirilmesine yardım etti. Latin Amerika’da bu, sıklıkla
askeri diktatörlükleri izleyen sivil savaş dönemlerinin ardından demokrasinin yeniden kurulması için kullanıldı. Orta ve Doğu Avrupa’daysa
bu, “halk demokrasileri” olarak adlandırılan komünist diktatörlükler ile
klasik batı demokrasilerinden mülhem yeni liberal demokratik rejimler
arasında bir geçiş aracı oluşturdu. Franko diktatörlüğünün yavaştan çöAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
19
küşü ile anayasal bir süreç içerisinde monarşik demokratik bir rejimin
kuruluşunu yaşayan İspanya’daysa, kurumsal bir geçiş biçimi hâline
geldi. Buna karşın; demokratik geçiş kavramının, anlamını, içinde bulunduğu kendine özgü bağlamla kazandığını görüyoruz.
Tunus’ta, tamamen şaşırtıcı bir şekilde en korkunç diktatörlerden
birini düşüren bir devrimin ardından gelen bir geçiş biçimini aldı. O
hâlde sıra, diktatörlük ile devrimin temel taleplerinin bir parçası olan
demokartik bir rejim arasındaki geçişi sağlayacak aracı bulmaya geldi.
Bu arayış elbette planlı, programlı, çelişkisiz ve kolayca olmadı. Herhangi somut bir hareket planı olmaksızın gerçekleşirken tüm doğallığını
da taşıyordu.
Meşruluğun düşüşü ve işlevsel bir Anayasa Hukukunun inşaası.
Devrimin ilk etkisi; eski 1959 Anayasasının temel taşı olan devlet
başkanlığı görevinin boşalmasıyla, Devletin tepesinde oluşan hukuksal
boşluk, siyasi meşruluğun ortadan kalkmasına yol açtı. Bu boşluğa,
sembolik nitelikteki kamu yerleriyle meydanların işgali ve halk gösterileriyle, ölü ya da yaralı mağdur sayısına rağmen üstesinden gelemeyen
düzen güçlerinin yetersizliklerinin de etkili olduğu sokak eylemleri neden oldu. Başkanlık görevinin boşalması anayasal kurumların bütünü
üzerinde bir domino etkisi yarattı. 27 Şubat 2011’de Hükümetin düşüşüne tanıklık ettikten sonra, eski rejimin 3 anahtar kurumunun intihara
zorlandığını gördük.
Bu herşeyden önce, 3 Şubat 2011’de toplanarak yasama erkinin
cumhurbaşkanına devrine ilişkin yasa tasarısının anayasallığını 1959
Anayasasının 28. Maddesine dayanarak kabul eden Anayasa Konseyi’nin durumu idi. Söz konusu devir geçici Cumhurbaşkanını kanun
hükmünde kararnameler çıkartmaya yetkilendiriyor ve onu bu ilk geçiş
döneminin gerçek bir yasakoyucusu yapıyordu. Bu, Anayasa Konseyinin
son kararı oldu.
Bu karara dayanarak Millet Meclisi ve akabinde Danışmanlar
Meclisi 7 ve 9 Şubat 2011 tarihli devir yasasını kabul ettiler. 5 sayılı bu
kanun 9 Şubat 2011’de yayınlandı. Bu 1959 Anayasasının himayesindeki Cumhuriyet Parlamentosunun kabul ettiği son kanun oldu. Gerçekten 23 Mart 2011 tarihli 12 sayılı kanun hükmünde kararname ile her iki
meclisin yanısıra Anayasa Konseyi ile Sosyal ve Ekonomik Konsey de
resmen fesholdu.
5 sayılı devir kanununa dayanarak birçok kanun hükmünde kararname yayınlandı, ki 18 Şubat 2011 tarihli ve 6 sayılı “Devrim Hedeflerinin, Siyasi Reformların ve Demokratik Geçişin Sağlanmasından Sorumlu
Yüksek Makam”ın Kuruluşuna dair Kanun Hükmünde Kararname’yi
özellikle belirtmek gerekir. 5 sayılı kanundan itibaren ülke; 14 sayılı
kanun hükmünde kararname ile askıya alınacak olan 1959 Anayasasının
usûl hükümlerinden uzak bir şekilde ülkenin anayasal yaşamını düzenleJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
20
Tunus’ta Demokratik Geçiş
diğinden ötürü, işlevsel bir anayasa hukukunun yaşama geçirildiği geçici
bir olağanüstü hâl hukukunun uygulandığı bir döneme girecektir.
Böylece, 5 sayılı devir kanunuyla kendimizi sınırlamak için, Anayasanın yasama yetkisinin devrinin usûl ve koşullarını düzenleyen 28.
maddesinin uygulanamayacağını; özellikle Cumhurbaşkanınca kabul
edilen kanun hükmünde kararnamelerin onayının her iki meclis de fesholduğundan mümkün olmadığını, böylelikle Cumhurbaşkanının kanun
hükmünde kararnameler çıkartma yetkisinin süresinin açık yani belirsizliğini önceden biliyorduk.
14 sayılı kanun hükmünde kararname için de aynı değerlendirmeyi
yapabiliriz. Gerçekten de bu kanun hükmünde kararname hiçbir hukuksal temele dayanmıyordu. Bu, herhangi bir anayasal kaynağa dayanmayan bir ilk el metindi. Meşruluğunu herşeyden önce şu ya da bu şekilde –
siyasi ve sivil toplumun itiraz etmediği- 1959 Anayasası ile temel kurumlarını yeniden tartışması gereken Devrimin kendisinden ve sonra da
genel uzlaşmadan alıyordu. 1959 Anayasasının düşüşü ve işlevsel bir
anayasa hukukuyla ikâme edilmesi, tam anlamıyla, devrimin en önemli
hukuksal sonuçlarını oluşturmaktadır.
Hukuksal planda, geçiş dönemi 3 safhaya ayrılabilir: İlki, OcakMart 2011 arasında gerçekleşen 1959 Anayasasının hayatta kalışı ve
ölümü; ikincisi Mart-Ekim 2011’de gerçekleşen geçici hükümet ile Devrim Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi Yüksek Makamının kurulması; ve
nihayet 23 Ekim 2011 seçimlerinden itibaren başlayan sonuncu safha.
1959 Anayasasının hayatta kalışı ve ölümü. Ocak-Mart 2011.
Eski Başkanın kaçtığı gün, 14 Ocak 2011’de ilk Başbakan Muhammed Gannuşi Cumhurbaşkanının geçici olarak görevlerini yerine
getiremediğini ve yetkilerini Anayasanın 56. Maddesine dayanarak Başbakana devrettiğine dair bir demeç verdi. Fakat kamu erkleri meydana
gelen olaylarla biraz zamanın geçmesini beklediler. Anayasa Konseyinin
15 Ocakta Cumhurbaşkanlığı makamının tamamen boşaldığını açıklamasının ardından Anayasanın 57. Maddesinin uygulanmasıyla bu durum
açıklık kazandı.
Aynı zamanda; birisi 2010 Aralık - 2011 Ocak arasında meydana
gelen olayları, diğeri yolsuzluk dosyalarını soruşturmakla görevli, sonuncusu ise Devrimin yeni demokratik anlayışına uyarlamak üzere Tunus hukuki sisteminin baştan başa gözden geçirilmesiyle görevli siyasi
reform komisyonu olmak üzere 3 komisyon kuruldu. Başlangıçta yalnızca hukuksal ve teknik nitelikte olan bu sonuncu komisyon; Hükümetin 11 Şubat 2011’de bir çoğu halk toplantılarını destekleyen, bazense
hazırlayan 28 siyasi parti, dernek ve sendikayı birleştirerek kurduğu sivil
inisiyatif oluşumu Devrimin Korunması Ulusal Komisyonuyla yaptığı
görüşmeler sonucunda Devrim Yüksek Makamı’na dönüşecektir. İşte bu
şartlarda 18 Şubat 2011 tarihli ve 6 sayılı “Devrimin, Siyasi Reformların
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
21
ve Demokratik Geçiş Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi Yüksek Makamı”nın kurulmasına dair kanun hükmünde kararname yayınlanacaktır.
Kısa sürede Anayasanın 57. Maddesinin uygulanmasının mümkün
olmadığı anlaşıldı. Gerçekten bu hüküm Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin
düzenlenmesi için 60 gün kadar bir süre tanıyordu. Ülkede meydana
gelen olağanüstü durumlar karşısında bu sürenin 24 Temmuz 2011 tarihine uzatılması fikri tartışıldı. Ancak sokağın baskısı; özellikle Hükümetin merkezinin de bulunduğu Kasba meydanının ikinci kez işgaliyle
ülkedeki genel güvenliğin durumu, bu olasılığı uygulanamaz hâle getirdi. Bu durumda; özellikle, halk referandumuna sunulacak yeni bir
anayasa tasarısının hazırlanması yahut da bir Kurucu Meclisin davetiyle
yasama meclisleriyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin eş zamanlı yapılması ve hatta Cumhurbaşkanının seçilmesi seçenekleri tartışıldı. Ancak
bütün senaryolar arasında Ulusal Kurucu Meclis çözümü kazandı.
27 Şubat 2011’de Hükümetin düşüşünün ardından, Anayasanın 57.
Maddesinin yardımıyla geçici Cumhurbaşkanı olan eski Ulusal Meclis
Başkanı Fuad Mebaza 3 Mart 2011’de önemli bir konuşma yaptı. Konuşmasında; Anayasanın askıya alındığını, 24 Temmuz 2011’de Kurucu
Meclis seçimlerinin yapılacağını ve seçimlere değin iktidarın kendisi ve
Başbakan Beji Kaid Essebsi tarafından kullanılacağını açıkladı. Bir süre
sonra komaya giren Anayasanın yürürlüğü, 23 Mart 2011 tarih ve 14
sayılı kamu erklerinin geçici düzenlenmesine dair kanun hükmünde kararname ile son bulacaktı. O gün 1959 Anayasası toprağa verildi. Daha
sonra, “Küçük Anayasa” olarak adlandırılan ve Ulusal Kurucu Meclis
tarafından oylanan 16 Aralık 2011 tarih ve 6 sayılı geçici bir anayasal
kanun ile gereksiz bir şekilde bir kere daha toprağa verilecekti.
Geçici Hükümet ve Devrim Yüksek Makamı. Mart-Ekim 2011.
1959 Anayasasının 28. Maddesine dayanılarak çıkartılan kanun
hükmünde kararnameler (décret-loi) ile 23 Mart 2011 tarih ve 14 sayılı
anayasal [–karakterde- ç.n.] kararname (décret-loi constitutionnel) arasında hiçbir ortak yön yoktur. Bu ikincisi; -belirttiğimiz üzere- anayasal
herhangi bir temeli olmayan, kurucu karakterde ve gücü yalnızca Devrimden ve ortak uzlaşmadan aldığı meşruluktan kaynaklanan bir ilk el
işlem teşkil etmektedir. “Kararname” olarak nitelendirilmesi bürokratik
gelenekten kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte kararnamenin asıl karakteri gerekçelerinde açık bir şekilde ortaya konmuştur. Kararname,
eski Anayasanın kadüklüğüne, Devrime ve yeni bir Anayasanın hazırlanmasına yönelik egemen halk iradesine dayanmaktadır. Öyleyse söz
konusu kararname, Tunus’un devrim sonrası ilk “Küçük Anayasa”sını
oluşturmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi önceki anayasal kurumları
lağveden 14 sayılı kararname, yasama erkini, gene kararname çıkartmak
suretiyle kullanacak olan geçici Cumhurbaşkanına bırakmaktadır. Bu
kararnameler doğal olarak kanun hükmündedirler. Böylece CumhurbaşJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
22
Tunus’ta Demokratik Geçiş
kanı hem Devlet Başkanı, hem icra gücünün başı hem de yasama erkinin
asili hâline gelmektedir. Bu geçici anayasal yapıda Cumhurbaşkanı sistemin temel taşını oluşturmaktadır. Bununla birlikte biliyoruz ki; bu şekilde kurgulanan hukuksal model, Başbakan, iktidarı hükümetiyle birlikte siyasi aktörlerin herbirinin psikolojisini göz önünde tutarak yalnızca siyasi nedenlerle kullanacağından, siyasi gerçekliği yansıtmamaktadır.
Bu makamların karşısında, Devrim Yüksek Makamı, eleştirildiği
“fiili parlamento” rolünü üstlendi. Oluşumu Başbakanlık kararıyla belirlenen ve Hükümetin faaliyeti karşısında eleştirel bir makam hâline
gelen Yüksek Makam, yaratıcı bir kendiliğindenlikle “6 Kurtuluş Kanunu”nu hazırlayarak kabul etti. Ki bunlar: 10 Mayıs 2011 tarihli ve 35
sayılı “Bir Ulusal Kurucu Meclis’in Seçimi”ne dair kararname, 18 Nisan
2011 tarihli ve 27 sayılı “Bağımsız bir Yüksek Seçim Makamı”nın kuruluşuna dair kararname ile 87, 88, 115 ve 116 sayılı –sırasıyla- “Toplantı Özgürlüğü”ne, “Siyasi Parti Özgürlüğü”ne, “Basın Özgürlüğü’ne”
ve “Medya Özgürlüğü”ne dair kararnameler. Bu kurtuluş kanunları Devrimden kaynaklanan hukuk kaynakları olarak gelecekteki makamlara
kaçınılmaz bir fren oluşturacaklardır. Bir örnek vermek gerekirse bağımsız gazetecilerin kavgasında, iktidar için rahatsız edici hâle gelen ve bir
türlü uygulanmayan 115 ve 116 sayılı “Basın Özgürlüğü” ile “Medya
Özgürlüğü”ne ilişkin kararnameler 23 Ekim 2011 seçimleriyle kurulan
hükümet makamlarına karşı onları bu kararnamelerin “etkinleştirilmesi”ne zorlamaya kaynak olacaklardır.
Bu dönemde belli sayıda ciddi kriz patlak verecektir. İlki Hükümet
ile Yüksek Makam arasında 35 sayılı seçim kararnamesinin 15. Maddesiyle, 27 sayılı Bağımsız Yüksek Seçim Makamına dair kararnamenin 8.
Maddesinin uygulanması konusundaki görüş farklılıklarıdır. Söz konusu
15. Madde diktatörlük zamanında iktidardaki eski partinin (Anayasal
Demokratik Birlik - RCD’nin) sorumlularının ihraçlarını hedefliyordu.
8. Maddeye gelince, Yüksek Seçim Makamındaki yargıç temsilcilerine
ilişkindir.
İkinci kriz 24 Temmuz 2011’de yapılması planlanan seçimlerin
ertelenmesine ilişkindir. Gerçekten, 2011 Mayıs sonunda Bağımsız Yüksek Seçim Makamı Kemal Cendubi başkanlığında daha ilk toplantılarını
yaptıkları sırada; seçimlerin idari, mali, maddi, örgütsel ve bilgi-işlem
boyutları dikkate alındığında 24 Temmuz’da gerçekleştirilmesinin, seçimlerin itibarı açısından imkânsız olduğunu farkettiler. Seçimlerin ertelendiğinin Yüksek Seçim Makamı Başkanı tarafından ilân edilmesi
uzlaşıyı kırdı ve ülke büyük bir krizin eşiğine geldi. Siyasi partilerle görüşmelerin ardından, 8 Haziran 2011’de gerçekleştirilen ulusal bir konferans ile uzlaşıyı yeniden sağlayan, Başbakan oldu. Bu konferansta uzun
bir konuşma yaparak seçimlerin ertelenmesinin gerçek nedenlerini açıkladı ve 23 Ekim 2011 tarihini önerdi.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
23
Tam bu kriz çözülmüştü ki, seçimlerden önce bir referandum düzenlenmesini ve Kurucu Meclisin yetkilerinin sınırlanması ile yetki süresinin belirlenmesini amaçlayan kamu talepleri sırasında bir başka kriz
baş gösterdi. Bu referandum fikri, seçimlerin 23 Ekim’de gerçekleştirilmesini neredeyse tehlikeye sokuyordu. Bu kriz, bazısının vazgeçmesine
rağmen Yüksek Seçim Makamı’nda temsil edilen 11 siyasi partinin 15
Eylül 2011’de imzaladığı “Geçiş Süreci Bildirisi” sayesinde aşıldı. Bu
bildiri seçimleri kurtararak planlandığı üzere 23 Ekim 2011’de gerçekleşmesini sağladı.
Ocak devriminden 2011 Ekim seçimlerine.
Ocak devriminin verdiği mesaj açıktı. Bir yandan birlikçi, demokratik, sosyal ve muvakkat, dünyevi, ya da tam olarak sivil, medeni. Bu
mesaj hiçbir dini sloganı içermiyordu ve Devrimi somut olarak destekleyen aktörler arasında yalnızca radikal sol ve milliyetçi partiler, barolar
gibi bazı meslek birlikleriyle ulusal işçi sendikası (Tunus Ulusal İşçi
Birliği - UGTT), Tunus Yargıçlar Birliği ve Tunus İnsan Hakları Derneği bulunuyordu. Siyasi islamcılık ve islamcı partiler bütünüyle yoktular. Devrim, Muhammed Buazizi’nin baştan aşağı din karşıtı intiharıyla
başladı ve bu hareket Cumhuriyet Müftüsü tarafından kınandı ancak bu
kınama doğal olarak ses getirmedi. Devrim Yüksek Makamının çalışmasının aynı demokratik perspektifte olduğunu eklemek gerekir. İslâmdan
mülhem siyasi partiler kendilerini Yüksek Makam nezdinde hiç de rahat
hissetmediler. En Nahda Partisi bir gidip bir geldikten sonra, Yüksek
Makamın sol akımların tahakkümü altında olduğunu ve yasama erkini
gaspettiğini ileri sürerek 2011 Haziranında çekildi.
Bağımsız Yüksek Seçim Makamı 23 Ekim seçimlerini tatmin edici
koşullarda düzenleyip, yönetip, gerçekleştirdi. Önceden kazanma niyeti
olmaksızın ve risksiz bir seçim düzenlendiğini bilerek açık, samimi, göreceli bir demokratik ruh ile Yüksek Seçim Makamı Başkanı seçim sonuçlarına –kimin lehinde olursa olsun- etki edilmesine müsaade etmeyecekti; bu da, mutlakiyetçi doktrinlerden etkilenmiş, dini ya da başka bir
eğilimde bir Başkanın söz konusu olmadığını gösteriyordu.
23 Ekim günü Tunus tarihinin en mutlu günlerinden birisi oldu.
Ancak seçim sonuçları islamcı partinin açık farkla galip olduğunu gösterdi ki bu hiçbir şekilde Ocak devriminin hedeflerinden birisi değildi.
Bugün tarihe biraz geriden bakıldığında bu seçimlerin bir karşı devrim
olduğunu dahi söylememiz mümkündür.
Bu durum, devrimi yapan halk ile seçen halkın aynı halk olmamasıyla açıklanabilir. Devrimi yapan halk sol eylemcilerden, işçilerden,
işsiz genç mezunlardan, kadın hareketleri aktivistlerinden ve insan hakJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
24
Tunus’ta Demokratik Geçiş
ları savunucularından oluşmaktaydı. Seçimlere katılan halk ise bunun
aksine, çoğunluğu Devrime hiç katılmamış seçim kampanyaları tarafından kandırılmış, laik partileri din karşıtı partilerle bir tutan ve En Nahda
Partisine oy vererek dini tercihlerini destekleyen muhafazakarlardan
oluşuyordu.
Olayların devamı önceki değerlendirmeyi haklı çıkartacaktır.
Oysa, sol partilerle düzenlenen 18 Ekim 2005 tarihli ortak grevden bu
yana islamcı parti, dini değil sivil bir parti olduğunun ve de insan hakları
hukuku, demokrasi, hukuk devleti, çok partililik ve Devletin sivil karakterinden yana olduğunun altını çizerek demokratik akımı benimsemiş
görünüyordu. Ne var ki 23 Ekim seçimlerinin ardından, olumlu görünen
bütün bu sözlerini inkâr ettiğini görmekteyiz. Partinin temsilcilerinden
birisi (Partinin eski başkanı ve Ulusal Kurucu Meclis’te milletvekili)
yollara bariyerler koyarak trafiği engelleyen protestoculara El-Mâide
sûresinin 33. ayetinin uygulanması gerektiğini söyledi ki âyet “Allah ve
Resûlüne karşı savaşanların” öldürülmelerini veya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesini yahut da bulundukları yerden sürülmelerini emretmektedir. Manuba Üniversitesi’ndeki çarşaf krizinde ise Yüksek Öğretim Bakanı sistematik olarak çarşaf giyenlerden yana ve Edebiyat Fakültesi Dekanıyla Bilim Konseyine karşı hasmane tavır aldı. Partinin
köktenci siyaseti bir çok vesileyle kendisini gösterdi: Özellikle
Persepolis filmi olayında, filmi yayınlayan Nessma televizyonunun bu
filmi yayınlaması Yüce Allah’a zarar verici olarak kabul edildi. Aynı
şekilde Abdelya olayında da bir resim sergisi sırasında gösterilen bir
vidyo montajının kutsala saldırdığı iddia edildi. Daha vahimi söz konusu
parti, mücahit aşırı islamcıların aydınlara, muhalif partilere, sanatçılara
yönelik şiddet eylemlerinin büyümesine engel olmadı. Ancak tüm bunlara tüy diken 14 Eylül 2012’de Amerika Büyükelçiliği ile Amerikan
okuluna yapılan saldırı oldu ki Tunus’un yurtdışındaki imajını ciddi bir
şekilde bozdu. 10 Ekim 2012’den itibaren Tunuslular En Nahda Partisi
başkanının selefistlerle yaptığı gizli anlaşmayla; tek düşüncesi laiklik
taraftarlarının kökünden kazınması (almaniyyoun) ve idareye, polise,
orduya ve kitle iletişim araçlarına el koyarak tüm topluma camiler,
kreşler, islamcı okullar aracılığıyla tam islâmcılığı empoze etmek olan
gerçek niyetlerini ortaya koyan vidyoları keşfettiler. 18 Ekim 2012’de
Tunus’un Çağrısı Partisi’nden (Nida Tounés) bir partici çatışmalar sırasında islamcı eylemciler tarafından dövülerek öldürüldü. Bu terör bize
maalesef iktidara gene seçim sandıklarıyla gelen faşist ve milliyetçi-sosyalist partilerin deneyimini düşündürtüyor. İktidardaki troyka [3’lü koalisyon – ç.n.] ve özellikle çoğunluk partisi Devrimin sözcüsü olmakla
övünüyor. Bununla birlikte olgular bunun aksini kanıtlıyor. Ekim seAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
25
çimleri ve özellikle sonrası, eğer son dakikada ulusal bir uyanış olmadıkça, Ocak devrimine karşı –hadi ihanet demeyelim- bir sadakatsizlikle
bitecek gibi görünüyor. Ama Ocak Devrimi, tüm baskıcı arzulara karşı,
yakın ve uzak gelecekteki tüm özgürlük kavgalarının esin kaynağı olarak
kalacaktır. Demokratik hareketler, her gün yeni bir sınav veren güçlerini
gene ondan almaktadırlar. (21 Ekim 2012)
KAYNAKÇA
Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration
du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er
Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010
Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif a l'élection d'une
assemblée nationale constituante
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
LA TRANSITION DÉMOCRATIQUE EN TUNISIE
Yadh Ben Achour
Professeur de droit public/ Président de la Haute Instance de réalisation
des objectifs de la Révolution/ Membre du Comité des droits de
l’Homme
RÉSUMÉ
La transition démocratique en Tunisie, survenue à la suite d’une
revolution qui a réusii d’une manière tout à fait surprenante à faire
tomber une dictature des plus redoutables. Le message de la Révolution
du 14 janvier 2011 était Claire: c’était à la foi un message unioniste,
démocratique, sociale et temporel. Ce message n’avait adopté aucun
slogan religieux et, parmi les acteurs qui ont soutenu concrètement la
Révolution, ne figuraient que des partis d’extrème gauche et
nationalistes, certaines ordres professionnels, le syndicat national des
travailleurs. L’islamisme politique et les partis islamistes furent
totalement absents. Alors que le parti islamiste semblait s’être rallié au
courant démocratique et qu’il était favourable aux droits de l’homme, à
la démocratie, à l’Etat de droit, au multipartisme, au caractère civil de
l’Etat, on l’a vu renier ses engagements dès lendemian des elections de
l’Assemblée Constituante qui a eu lieu le 23 octobre 2011.
Mots clefs: La chute de la légitimité et la constitution d’un droit
constitutionnel fonctionnel, la survie et la mort de la constitution de
1959, le gouvernement provisoire et la Haute instance de la revolution,
les elections de l’Assemblée constituante.
***
La notion de “transition démocratique” s’inscrit historiquement
dans l'ère démocratique elle-même. Elle constitue un trait spécifique de
l'époque contemporaine, époque qui a vu émerger et se développer la
doctrine et les pratiques de la démocratie. Dans les démocraties
occidentales, elle est apparue après la chute des régimes dictatoriaux,
fasciste ou national socialiste, qui ont accédé au pouvoir grâce aux
mécanismes électoraux de la démocratie. Ici, la transition démocratique
a servi à ramener à la démocratie perdue par suite de la dictature et de la
guerre, par des mécanismes eux-mêmes démocratiques. En Amérique
28
La Transition Démocratique En Tunisie
latine, elle a été utilisée pour restaurer la démocratie, après des périodes
de guerre civile souvent suivies de dictatures militaires. En Europe
centrale et orientale, elle a constitué l'instrument de passage entre les
dictatures communistes, appelées “démocraties populaires” et les
nouveaux régimes de démocratie libérale, inspirés du modèle des
démocraties occidentales classiques. En Espagne, elle a pris la forme
d'une transition institutionnelle qui a vécu la mort lente de la dictature
franquiste et l'instauration d'un régime démocratique monarchiste par la
mise en oeuvre d'un processus constitutionnel. Nous voyons par
conséquent que la notion de transition démocratique prend sa
signification à la lumière du contexte particulier dans lequel elle se situe.
En Tunisie, elle a pris la forme d'une transition, survenue à la suite
d'une révolution qui a réussi d'une manière tout à fait surprenante à faire
tomber une dictature des plus redoutables. Elle a alors consisté à
rechercher le moyen d'assurer le passage entre la dictature et un régime
démocratique qui fait partie des revendications fondamentales de cette
révolution. Cette recherche n'a pas été sans difficultés, sans
improvisations, sans soubresauts, ni contradictions. Elle s'est construite
sans véritable plan d'ensemble, en même temps qu'elle se vivait dans
toute sa spontanéité.
La chute de la légitimité et la constitution d'un droit
constitutionnel fonctionnel.
Le premier effet de la révolution a consisté à provoquer un
anéantissement de la légitimité politique, suivi d'un vide juridique au
sommet de l'État, par la vacance de la fonction présidentielle qui était,
dans l'ancienne constitution de 1959, la pièce maîtresse de l'édifice
constitutionnel. Ce vide a été causé par les mouvements de masse dans
la rue, à travers les manifestations populaires, à travers également les
occupations de lieux et de places publiques symboliques et l'impuissance
des forces de l'ordre d'en venir à bout, malgré le nombre des victimes,
morts ou blessés. La vacance de la fonction présidentielle a produit à son
tour un effet de dominos sur l'ensemble des institutions
constitutionnelles. Après avoir assisté à la chute du gouvernement le 27
février 2011, nous avons vu trois institutions clés de l'ancien régime
procéder à leur suicide forcé.
Cela a été tout d'abord le cas du Conseil constitutionnel qui, réuni
le 3 février 2011, a déclaré la constitutionnalité du projet de loi relative à
la délégation du pouvoir législatif au président de la république sur la
base de l'article 28 de la constitution de 1959. Cette délégation habilitait
le président de la République provisoire à prendre des décrets-lois de
valeur législative et en faisait ainsi le véritable législateur de la première
période transitoire. Ce fut là le dernier acte du Conseil constitutionnel.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
29
Sur la base de cette décision, la Chambre des députés, puis la
Chambre des conseillers, adoptèrent, les 7 et 9 février 2011, la loi de
délégation. Cette loi numéro 5 fut promulguée le 9 février 2011. Ce fut
là la dernière loi adoptée par le Parlement de la République sous l'égide
de la Constitution de 1959. En effet, les deux chambres seront dissoutes
officiellement, ainsi d'ailleurs que le Conseil constitutionnel et le Conseil
économique et social, par le décret-loi constitutionnel numéro 14 du 23
mars 2011, portant organisation provisoire des pouvoirs publics.
Sur la base de cette loi de délégation numéro 5, un certain nombre
de décrets-lois furent promulgués, notamment le décret-loi numéro 6 du
18 février 2011 portant institution de la “Haute instance pour la
réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la
transition démocratique”. À partir de la loi numéro 5, le pays allait entrer
dans une période de mise en application d'un droit constitutionnel
fonctionnel, un droit d'exception, puisque, tout en organisant la vie
constitutionnelle du pays, il le faisait, à titre transitoire, sans égard aux
dispositions formelles de la constitution de 1959 qui sera finalement
suspendue par le décret-loi constitutionnel numéro 14.
Ainsi, toujours pour nous limiter à la loi de délégation numéro 5,
on savait d'avance que les conditions de mise en application de l'article
28 de la Constitution qui prévoyait les conditions de fond et de
procédures d'adoption de la délégation du pouvoir législatif ne
pourraient pas être mises en application, notamment la ratification des
décrets-lois adoptés par le président (puisque les chambres seront
dissoutes), ainsi que le délai au cours duquel le président serait habilité à
prendre des décrets-lois, puisque ce délai restait ouvert et donc inconnu.
Nous pouvons faire exactement le même raisonnement, en ce qui
concerne le décret-loi constitutionnel numéro 14 lui-même. En effet, ce
décret-loi ne reposait sur aucune base juridique. C'est un texte initial qui
ne dérivait d'aucune source constitutionnelle. Il puisait sa légitimité, tout
d'abord de la Révolution elle-même qui devait, d'une manière ou d'une
autre, remettre fondamentalement en cause la Constitution de 1959, ainsi
que l'essentiel de ses institutions, et ensuite du consensus général,
puisque ni la société politique, ni la société civile ne contestèrent cet acte
fondamental. La chute de la Constitution de 1959 et son remplacement
par un droit constitutionnel fonctionnel constituent véritablement les
conséquences juridiques les plus importantes de la révolution.
Sur le plan juridique, la période transitoire peut-être découpée en
trois phases: la première, qui a vu la survie, puis la mort de la
Constitution de 1959, se situe entre janvier et mars 2011; la deuxième,
celle du gouvernement provisoire et de la Haute instance pour la
réalisation des objectifs de la révolution, se situe de mars à octobre
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
30
La Transition Démocratique En Tunisie
2011; enfin, la troisième commence à partir des élections du 23 octobre
2011.
La survie et la mort de la constitution de 1959. Janvier -mars
2011.
Le jour même de la fuite de l'ancien président, le 14 janvier 2011,
le premier ministre Mohamed Ghanouchi a fait une déclaration d'après
laquelle le président, momentanément empêché, déléguait ses pouvoirs
au Premier ministre, sur la base de l'article 56 de la Constitution. Mais
les pouvoirs publics se sont laissés distancer par les événements. Cela est
devenu tout à fait clair, le 15 janvier, date à laquelle il a été fait
application de l'article 57 de la Constitution, après la déclaration de la
vacance définitive de la présidence, le jour même, par le Conseil
constitutionnel.
En même temps, trois commissions ont été mises en place, l'une
chargée d'enquêter sur les événements de décembre 2010 et janvier
2011, l'autre chargée d'enquêter sur les affaires de corruption et la
dernière, la Commission de réforme politique, chargée de procéder à la
refonte du système juridique tunisien pour l'adapter au nouveau contexte
démocratique de la Révolution. Cette dernière commission, au départ
exclusivement juridique et technique, deviendra la Haute instance de la
révolution, après les tractations du gouvernement avec le Conseil
national de protection de la révolution, organisme d'initiative privée,
constitué le 11 février 2011 et réunissant 28 partis politiques,
associations, syndicat dont plusieurs avaient soutenu et parfois encadré
les rassemblements populaires. C'est dans ces conditions que fut
promulgué le décret-loi numéro 6 du 18 février 2011 portant création de
la “Haute instance de réalisation des objectifs de la révolution, de la
réforme politique et de la transition démocratique”.
Très vite, on s'aperçut que la mise en application de l'article 57 de
la Constitution était impossible. En effet cet article laissait à peine un
délai de 60 jours pour organiser les élections présidentielles. L'idée de
prolonger ce délai jusqu'au 24 juillet 2011, au vu des circonstances
exceptionnelles que traversait le pays, a été discutée. Mais la pression de
la rue, notamment la deuxième occupation de la place de la Casbah,
siège du gouvernement, la situation sécuritaire générale du pays, ont
rendu cette hypothèse impraticable. D'autres choix ont été alors discutés,
notamment l'élaboration d'un projet de constitution qui serait soumis au
référendum populaire, ou encore des élections simultanées législatives et
présidentielles, ou même l'élection d'un président de la République,
suivie de la convocation d'une assemblée constituante. Mais, c'est la
solution de l'Assemblée nationale constituante qui l'emporta parmi tous
les scénarii envisagés.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
31
Après la chute du gouvernement, le 27 février 2011, le président
de la République provisoire, Foued Mebazaa, ancien président de la
Chambre des députés, devenu président par le jeu de l'article 57,
prononça un important discours le 3 mars de 2011, dans lequel il
annonçait la suspension de la Constitution, des élections constituantes
pour le 24 juillet 2011 et l'exercice du pouvoir par lui-même et le
Premier ministre, Béji Caïd Essebsi, jusqu'aux élections. Cette survie de
la Constitution, quelque peu agonisante, sera achevée par le décret-loi
constitutionnel numéro 14, du 23 mars 2011 portant organisation
provisoires des pouvoirs publics. Ce jour là, la constitution de 1959 fut
enterrée. Elle sera enterrée une deuxième fois, mais inutilement, par la
nouvelle loi constitutionnelle provisoire numéro 6 du 16 décembre 2011,
appelée la “Petite Constitution” et qui fut votée par l'Assemblée
nationale constituante.
Le gouvernement provisoire et la Haute instance de la révolution.
Mars- octobre 2011.
Rien de commun entre les décrets-lois pris sur la base de l'article
28 de la Constitution de 1959, et le décret-loi constitutionnel numéro 14
du 23 mars 2011. Ce dernier constitue un acte initial, fondateur, qui n'a,
comme nous l'avons signalé, aucun soubassement constitutionnel et n'a
pour seule autorité que la légitimité qu'il tire de la Révolution et du
consensus général. C'est la tradition bureaucratique qui explique son titre
de “décret-loi”. Son caractère initial est pourtant clairement révélé par
les motifs du décret-loi qui font référence à la caducité de l'ancienne
Constitution, à la Révolution et à la volonté du peuple souverain d'établir
une nouvelle constitution. Ce décret-loi, par conséquent, constitue bien
la première “Petite Constitution” de la Tunisie post-révolutionnaire. En
même temps qu'il dissout les institutions constitutionnelles anciennes,
comme nous l'avons déjà indiqué, le décret-loi numéro 14 confie le
pouvoir législatif au président de la République provisoire qui agit, dans
ce domaine, encore une fois, par voie de décrets-lois. Ces derniers
décrets-lois ont évidemment valeur de lois. Ainsi, le président de la
République devient à la fois chef de l'État, chef de l'exécutif et titulaire
du pouvoir législatif. Dans cette architecture constitutionnelle provisoire
le président de la République constitue la clé de voûte du système. Nous
savons pourtant que le modèle juridique ainsi adopté ne correspond pas à
la réalité politique puisque c'est le Premier ministre qui, en fait, exercera
le pouvoir avec son gouvernement, pour des raisons principalement
politiques, mais relevant également de la psychologie particulière de
chacun des acteurs.
Face à ces autorités, la Haute instance de la révolution joua le rôle
d'un “parlement de fait”, comme on le lui a d'ailleurs reproché. Dans une
sorte d'improvisation créatrice, la Haute instance, dont la composition a
été fixée par un arrêté du premier ministre, en même temps qu'elle se
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
32
La Transition Démocratique En Tunisie
constituait en instance critique de l'action gouvernementale, a élaboré et
adopté par vote ce que nous pouvons appeler “les six lois de la
libération”, c'est-à-dire, le décret-loi numéro 35 du 10 mai 2011, portant
élection d'une Assemblée nationale constituante, le décret-loi numéro 27,
du 18 avril 2011, portant création d'une Instance supérieure électorale
indépendante, enfin les décrets-lois 87, 88, 115 et 116, relatifs
respectivement à la liberté d'association, aux partis politiques, à la liberté
de la presse, et à la liberté des médias. Ces lois de la libération
deviendront la source du droit issu de la Révolution et constitueront pour
les futures autorités un frein incontournable. Pour donner un exemple,
les décrets-lois 115 et 116 relatifs respectivement à la liberté de la presse
et celle des médias deviendront la référence pour les journalistes
indépendants dans le combat pour la liberté de la presse qu'ils durent
livrer contre les autorités gouvernementales issues des élections du 23
octobre 2011, en les obligeant à procéder à “l'activation” de ces deux
décrets-lois devenus gênants pour le pouvoir.
Un certain nombre de crises graves apparurent au cours de cette
période. La première est relative à la divergence de points de vue entre le
gouvernement et la Haute instance au sujet de l'article 15 du décret-loi
électoral numéro 35 et l'article 8 du décret-loi numéro 27, relatif à
l'instance supérieure électorale indépendante. L'article 15 visait à exclure
les responsables de l'ancien parti au pouvoir sous la dictature, le R. C. D.
Quant à l'article 8, il concernait les représentants des magistrats au sein
de la haute instance électorale.
La deuxième crise est relative au report des élections prévues
initialement pour le 24 juillet 2011. En effet, lorsque l'Instance électorale
indépendante organisa, sous la présidence de M. Kemal Jendoubi, ses
premières réunions à la fin du mois de mai 2011, elle s'aperçut
rapidement que la date du 24 juillet était impossible à tenir étant donné
le délai requis pour organiser, sur le plan administratif, financier,
matériel, organisationnel, informatique, des élections crédibles. Le report
des élections, annoncé par le Président de l’Instance électorale, brisa le
consensus et le pays fut à deux doigts d'une crise majeure. C'est le
premier ministre qui, après des négociations avec l'ensemble des partis
politiques, réussit à rétablir le consensus au cours d'une conférence
nationale tenue le 8 juin 2011, au cours de laquelle il prononça un
discours, expliquant les raisons véritables du report des élections et
proposant la date du 23 octobre 2011.
À peine cette crise résolue, qu’une autre vit le jour à travers des
demandes publiques tendant à organiser un référendum avant les
élections pour préciser et limiter les compétences de l'Assemblée
constituante et prévoir la durée de son mandat. Cette idée du référendum
faillit mettre en danger la tenue des élections du 23 octobre. Elle fut
surmontée grâce à la signature par les 11 partis politiques représentés au
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
33
sein de la Haute instance, malgré le désistement de certains d'entre eux,
d'une “Déclaration sur le processus transitoire” du 15 septembre 2011.
Cette déclaration sauva les élections et celles-ci purent avoir lieu
normalement comme prévu le 23 octobre 2011.
De la révolution de janvier aux élections d'octobre 2011.
Le message la révolution de janvier était clair. C'était à la fois un
message unioniste, démocratique, sociale et temporel, dunyawi, ou, plus
exactement, civil, madani. Ce message n’avait adopté aucun slogan
religieux et, parmi les acteurs qui ont soutenu concrètement la Révolution,
ne figuraient que des partis d'extrême gauche et nationalistes, certains
ordres professionnels, comme celui des avocats, le syndicat national des
travailleurs U.G.T.T., l'Association des magistrats tunisiens ou encore la
Ligue tunisienne de défense des droits de l'homme. L'islamisme
politique et les partis islamistes furent totalement absents. La Révolution
commença par un suicide, celui de Mohamed Bouazizi, acte
foncièrement antireligieux, d'ailleurs condamné par le Mufti de la
république qui, évidemment, ne fut guère entendu. Il faut ajouter à cela
que le travail de la Haute instance de la Révolution s'inscrit dans la
même perspective démocratique. Les partis à inspiration islamique ne se
sentirent jamais à l'aise au sein de l'Instance et le parti Nahdha finit par
se retirer définitivement en juin 2011, après un premier désistement suivi
d’un retour, arguant du fait que la Haute instance était dominée par le
courant de gauche et qu'elle avait indûment usurpé le pouvoir législatif.
L'Instance supérieure électorale indépendante a dirigé, organisé et
réalisé les élections du 23 octobre dans des conditions satisfaisantes.
L'esprit démocratique étant ouvert, sincère et relativiste, sachant donc
organiser une élection sans intention de la gagner d'avance et sans
risques, cet esprit qui animait le président de l'instance supérieure
électorale ne pouvait l'autoriser à influencer d'une manière quelconque le
résultat des élections, ce qui n'aurait peut-être pas été le cas d'un
président inspiré par une doctrine absolutiste, de tendance religieuse ou
autre.
Ce jour du 23 octobre fut l'un des jours les plus heureux de
l'histoire tunisienne. Mais les résultats des élections qui donnèrent une
victoire confortable au parti islamiste ne s'inscrivent nullement dans la
perspective de la révolution de janvier. Aujourd'hui, avec le peu de recul
historique dont nous disposons, nous pouvons même affirmer que les
élections, c'était déjà une contre-révolution.
Cela s'explique par le fait que le peuple de la révolution n'est pas le
même que celui des élections. Le premier est composé de militants de
gauche, d'ouvriers, de jeunes diplômés chômeurs, de mouvements
féministes, de défenseurs des droits de l'homme. Le peuple des élections,
au contraire, est composé majoritairement de conservateurs qui n'avaient
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
34
La Transition Démocratique En Tunisie
pris aucune part à la Révolution, de croyants trompés par la campagne
électorale et convaincus qu'en votant pour Nahdha, ils prenaient fait et
cause pour leur religion personnelle, tout en identifiant les partis laïques
à des partis antireligieux.
La suite des événements va confirmer la remarque précédente.
Alors que le parti islamiste semblait, depuis la grève commune du 18
octobre 2005 avec les partis de gauche, s'être rallié au courant
démocratique en affirmant qu'il était un parti civil et non pas un parti
religieux, qu'il était favorable aux droits de l'homme, à la démocratie, à
l'État de droit, au multipartisme, au caractère civil de l'État, nous le
voyons renier ses engagements dès le lendemain des élections du 23
octobre. L'un de ses représentants, ancien président du parti, député à
l'Assemblée nationale constituante, invoqua contre les protestataires qui
barraient les voies de circulation routière, l'application du verset 33 de la
sourate de la Table préconisant la mort, la crucifixion ou l'amputation ou
le bannissement contre “ceux qui font la guerre à Dieu et à son
prophète”. Dans la bataille du niqab, à l'Université de la Manouba, le
ministre de l'enseignement supérieur adopta systématiquement des
positions favorables aux porteuses de niqab, et hostiles au doyen de la
faculté des lettres et du conseil scientifique. La politique intégriste du
parti se révéla à de multiples occasions, notamment l'affaire du film
Persépolis, diffusé par la chaîne de télévision Nessma et qui fut
considéré comme attentatoire à la majesté divine, ainsi que l'affaire de la
‘ibdiliyya au cours de laquelle une exposition de peinture fut considérée,
par suite d'un montage vidéo fabriqué, comme portant atteinte au sacré.
Mais le plus grave, c'est que le parti laissa se développer dans le pays
des actions violentes contre les intellectuels, les partis de l'opposition, les
artistes, de la part d'islamistes radicaux jihadistes. Le comble de cette
situation de violence fut atteint par l'agression, le 14 septembre 2012, de
l'ambassade et de l'école américaines, ce qui eut pour conséquence de
considérablement détériorer l'image de la Tunisie à l'étranger. A partir
du 10 octobre 2012, les Tunisiens découvrirent les vidéos qui dévoilaient
les véritables intentions du président du parti d'établir en Tunisie, en
connivence avec les salafistes, un régime islamiste totalitaire soucieux
de l'éradication des laîcistes, almaniyyoun, et imposant à la société une
islamisation totale, par l'intermédiaire des mosquées, des crèches et des
écoles islamistes, ainsi que par une mainmise totale du parti sur
l'administration, la police, l'armée et les médias. Le 18 octobre 2012, un
militant de Nida Tounés, à la suite d'échauffourées, fut battu à mort par
des militants islamistes. Cette terreur nous fait tristement penser à
l'expérience des partis fasciste et national-socialiste qui tous deux
arrivèrent également au pouvoir par la voie des urnes. La troïka au
pouvoir et le parti majoritaire en particulier se targuent d'être les portevoix de la Révolution. Pourtant, les faits sont là pour prouver le
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yadh Ben Achour
35
contraire. Les élections d'octobre, mais surtout leur suite, à moins d'un
sursaut national de dernière minute, auront fini par constituer une
infidélité, pour ne pas dire une trahison, à la Révolution de janvier. Mais,
contre toutes les volontés hégémoniques, cette dernière restera la source
d'inspiration de tous les combats pour la liberté, dans l'avenir proche et
lointain. C'est d’elle que les mouvements démocratiques tirent la force
dont ils font quotidiennement preuve.
(21 octobre 2012)
BIBLIOGRAPHIE
Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration
du cinquentenaire de la promulgation de la Contitution tunisienne du 1er
Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010.
Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif a l'élection d'une
assemblée nationale constituante.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
AKDENİZDE ANAYASACILIK HAREKETLERİ KARŞISINDA
TÜRKİYE*
(TURKEY IN THE FACE OF CONSTITUTIONALISM MOVEMENTS
IN THE MEDITERRANEAN)
İbrahim Ö. Kaboğlu
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim
Üyesi/Professor of Constitutional Law at the University of Marmara
ÖZET
Türkiye, Akdeniz havzasının tarihsel ve kültürel mirasını paylaşmaktadır. Bununla birlikte, daha çok Avrupa merkezli anayasacılıktan
esinlenmiş bulunuyor. Gerçi, Akdeniz devletleri de, anayasalara sahip
olmuştur. Ne var ki, bir anayasaya sahip olmak, her zaman, anayasacılık
hareketi içerisinde yer almak anlamına gelmez. Anayasacılık, siyasal
iktidarı sınırlandıran ve insan haklarını güvence altına alan anayasaya
saygı ve uyulmaması durumunda yaptırım mekanizmalarını gerekli kılar.
Türkiye’deki anayasal gelişmeler, Cumhuriyet dönemi ile sınırlı
olmayıp, Osmanlı Devleti’ne uzanmaktadır. Parlamentoyu ilk kez kuran
Kanun-i Esasi’den (1876), parlamenter rejimi klasik mekanizmalarıyla
öngören 1961 Anayasasına kadar, zengin bir siyasal ve anayasal deneyimden söz edilebilir. Yürürlükteki 1982Anayasası, sayısı yirmiye
yaklaşan değişiklik sonucu ilk halinden uzaklaşmış bulunuyor. Bununla
birlikte, 21. Yüzyıl Türkiye toplumunun sorunlarını çözme ve ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, yeni bir anayasa yazım çalışmaları yürütülmektedir.
Anayasa yapım süreci bakımından Türkiye’yi, Tunus ve Mısır gibi
geçiş dönemi rejimlerinden ayıran başlıca fark şudur: adı geçen ülkelerde, siyasal kırılma ve kopma döneminin ardından anayasa yapım süreci devam ettiği halde, Türkiye, “anayasal düzenin devamlılığı” sırasında yeni bir anayasa hazırlamaktadır.
Yenileme sürecinde farklı usul ve yöntemler benimsenebilir.
Fakat asıl olan, erkler ayrılığı ve insan haklarının güvence altına
alınmasıdır. Bunun için başta erkler ayrılığı gelmek üzere, anayasal fren
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
38
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
ve denge mekanizmaları bütünü gözetilmelidir. Bu bakımdan, Akdeniz
havzasının yeni anayasa yapım sürecinde bulunan devletleri, bu asgari
gerekliliklere yanıt verebildikleri ölçüde ancak, demokratik rejimi ve
hukuk devletini kurabililer. Ana hedef, “siyasal alternans” koşullarının
oluşturulması olmalıdır.
Bu bakımdan, Türkiye’nin, bölge devletleri için ne ölçüde model
oluşturduğu sorusu gündeme gelmektedir. Türkiye, model olabilir mi ve
özgünlüğü nereden kaynaklanmaktadır?
Yazıda, çağdaş anayasaların birbirini esinlemesi ve etkileşim sürecinin Akdeniz bölgesine uygulanabilirliği tartışılarak, Türkiye’nin “insan
haklarına dayanan demokratik ve laik hukuk devleti” özelliği vurgulanmaktadır. Eğer Türkiye, böyle bir süreçte model olarak görülebiliyorsa,
bunun nedenini, anaysal ve siyasal yapısını, çağdaş hukuk sistemine
oturtmayı büyük ölçüde başarmasında aranmalıdır. Çoğulcu demokratik
ortamda siyasal alternansın iyi kötü işleyebilmesi, Cumhuriyetçi yönetim
şeklinin gerçekleştirdiği kurumlar sayesinde mümkün olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Anayasa, anayasacılık, anayasa yapım tipolojisi, anayasa yapımında zaman ve mekan, anayasal taklit, anayasal
esinlenme, Türkiye modeli, transconstitutionalisme.
ABSTRACT
Turkey shares the historical and cultural heritage of the
Mediterranean basin. Nevertheless, the country has been inspired by a
European sense of constitutionalism. Even though many Mediterranean
countries had constitutions, having a constitution does not always mean
to be a part of constitutionalist movement. Constitutionalism means
respect for the constitution that guarantees human rights, delimits
political power, and needs enforcement mechanisms in case it is not
obeyed.
The constitutional developments in Turkey are not limited to the
Republican era and dates back to Ottoman times. From Kanuni Esasi,
which formed the first assembly to the Constitution of 1961 that foresees
parliamentary regime with its classical mechanisms, we can talk about a
rich political experience. The constitution of 1982, which is still in effect,
seems quite different from the original version after nearly 20
amendments. Nevertheless, it is ineffective in dealing with 21st century
problems and needs. Hence, the preparation of a new constitution.
The main difference between Turkey and countries like Egypt and
Tunisia is this: these countries are preparing their constitutions after a
serious period of political breaking point, where in Turkey this
preparation process is taking place together with a currently effective
constitutional continuum.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
39
Countries who use different methods in the writing of a new
constitution can meet the common denominator of constitutionalist
movement in terms of content. Despite the differences of political
regime, it is crucial to establish a separation of powers and guarantee
human rights.
To this end a system of checks and balances has to dominate the
constitutional system. In this system it is crucial to have independent
judiciary. In that sense, the Mediterranean countries in making of new
constitutions have to respond to these needs to establish a democratic
regime and rule of law. The main goal should be to create conditions of
political alternation.
The question is how much of an example Turkey sets for other
states in the region. Can Turkey be a model and where does its
originality come from?
This article discusses how modern constitutions influence each
other and if it is possible to apply this interaction process in the
Mediterranean. The article also focuses on Turkey as a democratic and
secular state of law based on human right. If Turkey is viewed as a model, the reason is its success in establishing a political and constitutional
structure within the modern legal system. In order for political
alternation to function in a plural democratic environment, we need the
institutions of the Republican regime.
Keywords: constitution, constitutionalism, constitution writing
types, time and space in constitution making, constitutional imitation,
constitutional inspiration, Turkish model, anayasacılık-ötesi.
***
Sürmekte olan anayasal hareketler hakkında karşılaştırmalı bir
yaklaşımın merceğindeki başlangıç notlarımız altı başlıkta toplanmaktadır:
I. Akdenizin kuzey ve güneyi
II. Anayasa ve anayasalcılık
III. Sürmekte olan anayasal süreçlerin tipolojileri hakkında
IV. Türkiye
V. Anayasal süreçlerde zaman ve mekân
VI. “Türk modeli” ve sınırları
I. Akdenizin kuzey ve güneyi
Güney Avrupa ve Kuzey Afrika aynı anayasal mirası paylaşmamaktadırlar. Bununla birlikte, zaman ve mekân bakımından siyasi açıdan
kimi karşılaştırmalı unsurları ortaya çıkartmak mümkündür.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
40
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
-20. yy’ın son çeyreğindeki güney Avrupa ülkelerindeki otoriter
düzenler, doğusunda olduğu kadar batısında da ortak bir mirası paylaşıyorlardı1: doğuda, Yunanistan ve Türkiye; batıda, İspanya ve Portekiz.
Yunanistan, İspanya ve Portekiz anayasalarını iki hedef doğrultusunda
hazırladılar: Avrupa Konseyi’ne ve Avrupa Birliği’ne girme hedefleri2.
Bu genç demokrasiler, 21. yy’ın başında bir dizi (mali, iktisadi ve siyasi)
krize yakalandılar. Anayasal değişiklikler işte bu ardı ardına gelen krizlere bir çare gibi düşünüldü.
Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa Birliği adayı Türkiye’ye geldikte
ise, Yunanistan, İspanya ve Portekiz’de olanların aksine yeni Anayasanın hazırlanması ve demokrasiye geçiş askeri vesayet altında gerçekleştirildi. 1982 Anayasası, hukuk devleti güvencelerinin oluşturulabilmesi
için 1987’den beri değiştirilmiş ve gözden geçirilmiş ise de Türkiye
1990’ların başından itibaren yeni bir anayasa arayışı içerisindedir. Şu var
ki, bu yönde somut olarak yalnızca 2011’de harekete geçilebilmiştir.
- ODKA3 bölgesinde, 2011 başında Yasemin Devrimi ile başlayan arap baharı konumuz açısından siyasi-anayasal bir kesintiye karşılık
gelmektedir. Yine de ODKA ülkelerinin büyük kısmı modernleşme siyasetleriyle at başı, 20. yy’ın ikinci yarısında hazırlanan anayasalarla mücehhezdirler. Her halükârda siyasi düzenleri ve özellikle de uygulamaları
açısından ODKA ülkelerini belirleyen otoriterlikleridir.
- Burada, her devletin bir anayasayla sahip olmasının anayasalcılığa dahil olması için yeterli olmaması nedeniyle, anayasa ve
anayasalcılık arasında bir ayrım yapmak yerinde görünüyor.
II. Anayasa ve anayasalcılık4
En geniş kabulüyle anayasalcılık “siyasi faaliyetler ile devlet faaliyetlerine etkili frenler kurmayı ve sürdürmeyi içeren teknik”tir (C.J.
Friedrich).
1
Yunanistan’daki Albaylar Diktatörlüğü (1967-1974), Türkiye’deki Generaller
Diktatörlüğü (1980-1983) ve, İspanya (1936-1976) ile Portekiz’deki(1934-1974) sivil
diktatörlükler. Bu ülkeler batı ittifakınca 30 yıl boyunca hoş görülen ulusal askeriotoriter bir vesayetin gölgesinde yaşadılar. Bu “yeni demokrasiler”, Kuzey’de gelişen
“parlamenter model”den esinlenerek
anayasalarını 1975, 1976 ve 1978’de
hazırladılar.
2
“80’li yıllarda 9’lar Avrupası, diktatörlerinden kurtulan 3 ülkenin gelişiyle 12’ler
Avrupası hâline gelecektir: 1981’de Yunanistan, 1986’da İspanya ve Portekiz
“(L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Monde histoire, Décembre 2012).
3
Ortadoğu ve Kuzey Afrika
4
“Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in Dictionnaire des Droits de l’Homme,
sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H. Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials,
F. Sudre, PUF, 2008, pp.183-185
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
41
Buna karşın en dar tanımıyla ise anayasalcılık, kuşkusuz siyasi iktidarın sınırlandırılması fikrine işaret etmekte ise de söz konusu siyasi
iktidar yalnızca modern devleti temsil etmektedir. 5
Nihayet, anayasalcılığın bu modern çerçevesi “bağımsız bir mahkemece gerçekleştirilen bir anayasallık denetimini kurarak kanunların
anayasaya uygunluklarını gözetip bizzat yasama erkinin sınırlanmasını
mümkün kılan siyasi düzenleri belirle”meye yarayan daha dar bir kavramı da içermektedir (Ph. Raynaud).
Anayasalcılığın modern kabulü siyasi erklerin işlemlerini insan
haklarının korunması lehine yargısal denetime tâbi tutma amacına tanıklık etmektedir.
Anayasa ve anayasalcılık arasındaki farka geldikte, Tunus örneği
oldukça çarpıcı görünmektedir. 1959 Anayasasında 2002’de yapılan
değişiklikler ile “Hukuk Devleti”: “Tunus Cumhuriyeti hukuk devleti’nin ilkeleri üzerine kurululudur” (m. 5) hükmünü açık bir şekilde
Anayasaya sokmuştur. Anayasalcılık ve anayasa arasındaki farka işaret
etmesi açısından Prof. N. Baccouche’un gözlemi bir delil olarak gösterilebilir: “Anayasaca hukuk devletinin ilânı, fazla elverişli olmayan siyasi ve kültürel bir çevrede hukuk devletinin gerçekleştirilmesi sorununu
da beraberinde getirmektedir. 6
Bunun paralelinde devletler üstünde yani bölgesel düzlemde de
benzeri bir not düşülebilir:
Bölgesel düzlemde İnsan ve Halk Hakları Afrika Şartı ile İnsan
Hakları Arap Şartı, insan haklarının korunması ve geliştirilmesine yönelik araçlar yürürlükte olmasına karşın; iç hukuktaki etkileri, fren ve karşı
denge mekanizmaları olmadığından ve özellikle de uygun bir yargısal
denetimin yokluğundan dolayı oldukça sınırlı kalmaktadır.
III. Sürmekte olan anayasal süreçlerin tipolojisi hakkında
Sayın Profesör Rafaa Ben Achour, ODKA bölgesinde devam eden
anayasal süreçlerin tipolojisi için şu kategoriyi önermiştir7:
-Tam kesinti ve yeni bir anayasa,
-Devmlılık ve yeni bir anayasa
5
“Anayasalcılık; özel ya da sosyal alan ile kamusal ve siyasi alan -yani Devlet ile sivil
toplum- arasında bir ayrımı varsayan liberal demkorasi felsefesinin bütünleştirici
kısmını oluşturmaktadır. (...)” (Beaud, “Constitutionnalisme”, p.193).
6
Néji Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et Etat de Droit, actes
du colloque de commémoration du cinquentenaire de La promulgation de la
contitution tunisienne du 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association
Tunisienne de Droit Constitutionnel, 2010, p.4.
7
Profesör Rafaa Ben achour’un bildirisi: “Les évolutions constitutionnelles dans la
Région MENA”, Séminaire international, Université de Carthage, le 20/01/2012.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
42
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
-Devamlılık ve düzeltilmiş anayasallık
A) Tam Kesinti ve yeni bir anayasa
Bu kategori, mevcut düzeni bir bütün olarak yıkan bir devrimi yaşayan devletlere karşılık gelmektedir: Tunus, Mısır ve Libya. Bunlar
arasında en belirgini Tunus’unkidir. Tunus yürürlükte olan anayasal düzenini sıfırlayarak, seçildiği 23 Ekim 2011 tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde Kurucu Meclis’e yeni bir Anayasa hazırlamak görevi vermiştir.”8
Görüldüğü üzere Tunus’taki demokratik geçiş “Ulusal Kurucu
Meclis” vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Mısır ise önceliği, Ulusal
Meclis’in seçimine verdi. Yeni anayasa, kurucu erk olarak hareket eden
Ulusal Meclis nezdinde kurulan anayasal Komisyonca hazırlandı.
Libya’da ise anayasanın hazırlanması 12 Temmuz 2012’de seçilen
Kurucu Meclis’e tevdi edildi.9
B) Devamlılık ve yeni bir anayasa
“Bu durumda, ülke eski anayasayla tam bir kesintiye kadar
gitmeksizin, yeni bir anayasa hazırlanmaktadır”10. Bunun en çarpıcı
örneği Fas’tır: Yeni bir anayasa Kralın atadığı bir uzmanlar komitesi
tarafından hazırlanmıştır. Uzun incelemelerden sonra tasarı gözden
geçirilmiş, düzeltilmiş ve referanduma sunularak 1 Temmuz 2011’de
kabul edilmiştir.
C) Devamlılık ve düzeltilmiş anayasallık
Burada söz konusu olan, Bahreyn ve Moritanya örneklerinden görüleceği üzere “Anayasa mühendisliğinin ve erkler ayrılığına dair hukuksal mekanizmaları ile vatandaşların siyasi hayata katılımlarının yeniden uyarlanması”dır.11
IV. Türkiye
Yeni Anayasanın hazırlanmakta olduğu Türkiye’nin durumuna
gelince, öncelikle iki özelliğe dikkat çekilmeli: İlki; burada söz konusu
olan, anayasal düzenin devamlılığındaki anayasanın yenilenmesidir.
İkincisi, yürürlükteki Anayasa toptan değişikliğe dair bir usûlü öngörmemektedir.
Geçiş döneminin karmaşıklığını gösterebilmek için Türkiye’deki
anayasal gelişmelere 3 zamanlı olarak göz atmak yerinde olur: geçmiş,
günümüz, gelecek.
8
“Profesör R. Ben Achour’un bildirisi”. Ayrıntılar için bkz.: Prof. Yadh Ben Achour,
Prof. Fadel Moussa, Prof. Néji Baccouche ve Doç. Chawki Gaddes’in tebliğleri.
9
Kamel Mostafa Taimour, “Mısır’da demokratikleşme sürecinde yeni anayasanın
hazırlanması, yeni dönemin sorunları ve mücadele alanları”, Anayasa Hukuku
Dergisi 1/1, 2012, s.4912-511.
10
R. Ben Achour, “Allocution…”, p.3.
11
R. Ben Achour, “Allocution…”, p.4.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
43
A) Geçmiş: Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet düzeni12
1. Ferman/Parlamento/Parlamentarizm denemesi
Türk anayasal düzeni, kaynağını Osmanlı İmparatorluğu’nun son
döneminde bulur. 1839’dan itibarendir ki Osmanlı İdaresinin yeniden
düzenlenmesi ve modernleştirilmesini sağlayan reformlara girişilmiştir.
Tanzîmât fermanı olarak da adlandırılan Gülhane Hatt-ı Hümayun’u
bugün kimi anayasacılar tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk insan
hakları bildirgesi olarak kabul edilmektedir. İçeriğine bakıldığında, yasallık ve eşitlik ilkeleri kadar kişi güvenliği de Ferman’ı karakterize etmektedir.
Modern anlamıyla “kanun” kavramı da; bir tür “osmanlı” uyarlaması olarak niteleyebileceğimiz, kimi Avrupa ülkelerinde yürürlükte
olan kanunlar “hukuksal iktibas” yoluyla yine Tanzimat döneminde
kabul edilmiştir.
İlk Anayasa bir “meşruti monarşi” çerçevesinde kaleme alınmıştır.
Böylece 1876 Kanun-i Esasi’si ilk defa iki meclisli bir parlamentonun
kurulmasını öngörmektedir. 1908’de “ikinci” anayasal monarşi, 1876
metnini değişitirerek Parlamentonun yetkilerini artırmış ve kimi yeni
özgürlükleri tanımıştır. Gerçekten de bu anayasal ferman, 1909’da
gerçekleştirilen bu değişiklik ile “misak anayasa”ya dönüşmüştür.
18. yy.’ın sonunda yürürlüğe giren yazılı anayasları hatırlarsak
eğer; Avrupa ve Kuzey Amerika’daki anayasal hareketlere nazaran demek ki bir asırlık bir gecikme söz konusudur.13
2. Meclis hükümeti/Karma rejim/Parlamenter rejim
Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet ve laiklik fikirleri üzerine kuruludur. Modern Türkiye’nin kuruluşu çokuluslu bir İmparatorluk ile ulus
devlet, çokinançlı bir İmparatorluk ile laik devlet arasında geçişi sağlamış ve 1920’li yılların başlarında bu dönüşüm tamamlanmıştır.
Ulusal bağımsızlık hareketinin ardından, uluslarası düzlemde, 24
Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşmasının imzalanması, Türkiye’nin
12
Türkiye’deki anayasal gelişmeler için bkz.: Jean Marcou, “L’expérience
constitutionnelle turque”, Revue de Droit Public, 1996-2, s.425-462.
13
Burada Tunus’un durumu zikredilmeye değerdir: “Tunus, 1857’de bir haklar bildirgesi ve 1861’de bir anayasa kabul ederek hukuk sistemini modernleştirme girişimi
şansına sahip olan ilk müslüman arap ülkesidir. (...) bu hukuk ve siyaset kültürünü
benimseme hareketi, topluma birlikte yaşamanın yeni kurallarını özümsemesini de
sağlayacaktır... Anayasa fikri aynı zamanda sömürgelikten kurtulmanın sembol ve
aracı olacaktır. Bağımsızlık hükümeti umut veren bu sözü yerine getirmeliydi. Ki 1
Haziran 1959 Anayasası bu sözün tutulmasıdır.” (N. Baccouche, “Constitution et Etat
de Droit”, p.3).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
44
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
bağımsız bir devlet olmasını sağlamış ve bu andan itibaren de 29 Ekim
1923’te Cumhuriyet kurulmuştur.14
Yani Türkiye, 1982’ye değin, devamlılık (cumhuriyetçilik, laiklik
ve vatandaşlık) ve kesintileriyle ile (1960, 1971 ve 1980’de olduğu üzere
siyasi, demokratik ve anayasal) farklı siyasi ve anayasal değişikliklerle
kendisini gösterecektir: 1923’ten 1946’ya değin tek parti düzeni söz konusu olsa da ardından çokpartililik doğacaktır. Bu ilk dönemin anayasası
1924 Anayasasıdır. Ardından 1960 ve 1980’deki iki askeri darbeyle biri
diğerinin zıddı yönde iki yeni anayasa hazırlanacaktır.
a) Meclis Hükümeti
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, –henüz henüz bağımsız bir devlet
olmadan önce- halk çoğunluğuyla seçilen bir ulusal meclis tarafından
hazırlanmıştır. Bu aynı zamanda, tüm erkleri ulusal mecliste toplayan
ulus ve halk egemenliğine dayalı bir anayasadır. Hükümet, bu nedenle
“Meclis Hükümeti”dir.
b) Tek parti’den çokpartililiğe
1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1922’de seçilen ikinci Ulusal
Meclis tarafından hazırlanmış ve kabul edilmiştir. Bu Anayasa, meclis
hükümetinin kimi unsurlarını almış ve parlamenter rejimin öğelerini
dahil etmiştir. (Ne parlamenter ne de meclis sistemi olan bu sistem
“karma sistem” olarak adlandırılmaktadır.)
Bu Anayasa, 36 yıl boyunca yürürlükte kalmış ve 1946’da
çokpartililiğe geçişi sağlamıştır. Bununla birlikte demokratik bir sistemin kurulması amacıyla hazırlanmış olan bu Anayasa, yetersizliklerini
de göstermiştir: 1950’den önce siyasi dönüşümlülük (siyasal münavebe)
olmamıştır ve bu tarihten itibaren TBMM’de çoğunluğa sahip olan Demokrat Parti, kanunların anayasayaya uygunluk denetiminin eksikliğinden yararlanarak anayasaya aykırı kanunları rahatlıkla çıkartabilmiştir.
Hukuk devleti ve demokrasi adına kimi aydınlarca da desteklenen
27 Mayıs 1960 darbesiyle rejim kesiniye uğramıştır. Ve bu dönemden
itibarendir ki ordunun siyasi-anayasal düzenin işleyişine müdahalesi
onar yıllık bir ritme dönüşmüştür.
c) Hukuk devletinin gerçekleştirilmesi
Askeri darbenin ardından hazırlanan ve bir referandumla kabul
edilen 7 Temmuz 1961 Anayasası, insan haklarını, devletle ilişkisinde
düzenleyen bir hüküm getirmektedir. Gerçekten de söz konusu
Anayasanın 2. Maddesi Türkiye Cumhuriyeti’ni “insan haklarına
14
Söz konusu Antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan müslüman
olmayan vatandaşlara din temelinde bir azınlık statüsü de tanımaktadır. (Benzer bir
statü, Yunanistan topraklarında yaşayan müslüman halka da karşılıklı olarak tanınmıştır.)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
45
dayanan” “millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak
düzenlemektedir. Devletin “varlık sebebi” insan hakları ve buna saygı ile
açıklanmaktadır.
Bu Anayasa özgürlükler yararına, ayrıntılı bir insan hakları listesi
vermesinin yanısıra temel hak ve özgürlükler (negatif statü hakları) ile
sosyal, ekonomik ve kültürel hakları (pozitif statü hakları) da tanıyarak,
sağlam temeller atmıştır. Sonrasında, Anayasa haklar güvencesinin uygun bir Devlet yapısıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini göstermekte, ilk
planda yargı, ardından yasama ve yürütme organları üzerine, örgütlenmeye ilişkin belli gereklilikler öngörmektedir.
Erklerin ayrılığı çerçevesinde Anayasa, yargının bağımsızlığı ile
sistemin işleyişinin merkez erki olarak çift meclisliliğe büyük önem
vermektedir. Yürütme erki ise çift başlı olarak parlementer rejimin ruhuna uygun olarak düzenlenmiştir: Bakanlar Kurulu primus inter pares
olarak Başbakan tarafından temsil edilmekte ve Cumhurbaşkanı çoğu
sembolik ve onursal görevleri yerine getirmek üzere Parlamento tarafından seçilmektedir.
Karşı ağırlıklar mekanizması açısından, anayasal düzen erkler arası
bir dengeye dayanmaktadır. İlk defa1961 Anayasasında görünen hukuk
devleti kavramının tüm mekanizmalarının hayata geçirilmesi konusunda
anayasa hazırlayıcılarının iradesinin tam bir etkisi oldu: Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere bağımsız yargı, hukuk devletinin ana
ayağını oluşturmakta idi. Türk Anayasa Mahkemesi, böylece 1945
Avusturya, 1947 İtalya ve 1949 Almanya Anayasa Mahkemelerinden
esinlenilerek kuruldu.
B) Günümüz
İzleyen olaylar hukuk devleti ve insan hakları için pek de elverişli
değildir. Önce 1971’de amacı Devletin yetkilerinin artırılması ve vatandaşlara tanınan hakların azaltılması olan bir muhtıra ile gerçekleştirilen
askeri bir müdahale sonucu, 1961 Anayasası değiştirildi.
12 Eylül 1980’de yeni bir askeri darbe gerçekleştirildi. Bu, 27 Mayıs 1960’takine nazaran demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti açılarından etkileri tamamen zıt olan bir darbe idi. Kamu düzeninin ve siyasi
istikrarın sağlanması amacıyla askerler hukuk sistemini sil baştan yaparak; toplumu, hukuksal mekanizmalar aracılığıyla yeniden şekillendirmek istediler.
Bir kriz döneminde ve olağanüstü koşullarda hazırlanan bu Anayasa, şekli olarak Cumhuriyetçiliği, laikliği, hukuk devletini koruyarak,
merkezi devletin birliğini daha da güçlendirdi. Bununla birlikte 2. maddesiyle devlet teşkilâtı artık insan haklarına dayanmamakta, üstelik zayıflatılmakta ve insan haklarına saygı, devlet makamlarının “gözetimi”ne bırakılmaktadır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
46
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
1982 Anayasası, 1961 Anayasasına nazaran yadsınamaz bir
şekilde geriye dönüşüyansıtmaktadır. Bu nedenle 1982 Anayasası hukuk
devletini sınırlamak üzere kurgulanmıştır. Fakat gene de, 1987’de başlayan ve yirmi yıla yayılan ardarda değişiklikler hukuk devletinin iyileştirilmesi olarak düşünülebilir. 15
C) Hangi geleceğe doğru?
1980’li ve 1990’lı yıllar Türkiyesinde anayasal reform talebi,
büyük ölçüde siyasi sistemin askerileştirilmesine son vermek ve temel
özgürlükleri genişletmek arzusu ile karışıyordu. Öte yandan anayasa
reformu, Avrupa Birliği (AB) görüşmelerinin açılmasına bağlı idi.
AKP’nin 2002’de iktidara gelişinden bu yana16 ve özellikle AB’ne katılım görüşmelerinin açıldığı 2005 yılında, anayasal sorun yeniden daha
çok iç dinamiklere bağlı hâle dönüştü.17
Böyle bir çerçevede ise, yeni bir anayasal metnin hazırlanması ve
kabulü siyasi gündem ile hükümet ve muhalefet arasındaki gerilimin
sürekli rehinesi durumundaydı. Burada hatırlatmak gerekir ki, önceki
yasama döneminin başında hükümet, 2007 seçim zaferinin gücüyle; bir
“öneri metni”ni uzmanlar komisyonuna hazırlattı. Ne var ki izleyen aylarda bu düşünceden, daha 2008’in ilk dönemi dahi bitmeden AKP tarafından vazgeçildi. AKP üniversitelerde türban yasağını kaldırmak amacıyla 1982 Anayasasının yeni bir değişikliğine girişti. Anayasa Mahkemesi bu anayasal değişikliği iptal etti.18 Karara karşı –revanşçı bir
yaklaşımla- AKP, 2010’da yaptığı anayasal bir değişiklik ile Anayasa
Mahkemesini yeniden yapılandırdı.19
Anayasal reform, 12 Haziran 2011 yasama seseçim kampanyasının
en temel konularından birisi idi.
4 yıl sonra sistemin farklı aktörleri nihayet utana sıkıla da olsa
Türkiye’nin hak ettiği anayasal metin ile hazırlamak üzere birbirlerine
güven duymaya başladılar. 2011 yasama seçimleri kampanyası, öncekinden daha az kutuplaşmış idi. Ancak AKP’nin etkisini büyütmesi kamuoyunun ve siyasi sınıfın bir kısmını, yeni bir anayasanın hazırlanmasının
15
Anayasa değişiklikleri için bkz. İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droit constitutionnel
des libertés en Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis,
Sakkoulas/Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004, pp. 839-955.
16
AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi
17
Jean Marcou, “L'élaboration d'une nouvelle Constitution, priorité de la législature”,
mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT).
18
Anayasa Mahkemesinin söz konusu kararı için bkz. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le
contrôle juridictionnel des amendements constitutionnels en Turquie”, in Les Cahiers
du Conseil constitutionnel, No 27, 2009, pp. 38-42.
19
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da aynı şekilde yeniden yapılandırıldı.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
47
AKP için sadece paylaşımsız bir nüfuzun artırılması imkânı yaratacağından korkutuyordu.20
Bu zor bağlama rağmen, şu anki yasamanın ilk adımları ölçülü bir
iyimserliğin sürmesini sağladı. Hâli hazırda parlamentoda temsil edilen
tüm siyasi partiler (AKP, CHP, MHP ve BDP)21, yeni bir Anayasanın
hazırlanmasının 2011 Haziranında seçilen Meclisin önceliği olması gerekliği düşüncesini kabul etmişlerdi. “Uzlaşma komisyonu” denilen ve
her siyasi partiden üçer milletvekilinin oluşturduğu bir komisyon, Meclis
Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in başkanlığında yeni metni hazırlık
çalışmalarına başladı. Komisyon yeni anayasanın hazırlanmasına dair
yol haritası konusunda fikir birliğine vardı.22
İnsan hakları öncelikli olarak liberal geleneği izleyerek hâlledildi.
Bununla birlikte 2012 yılının sonuna değin Komisyonun üzerinde anlaştığı maddelerin sayısı oldukça sınırlı kaldı.23
V. Anayasal süreçlerde zaman ve mekân
Akdeniz havzasındaki anayasal hareketlere çağdaş anayasaların
ayırıcı özelliklerini dikkate alınarak yaklacağız.
A) Çağdaş anayasaların bazı ayırıcı özellikleri
Herşeyden önce her toplumun kendi özelliklerinin temel normları
belirlediğini unutmamak gerekir. Bu nedenledir ki anayasa “bir halkın
otobiyografisi” olarak nitelendirilebilir.
20
“1982 Anayasası onbeşten fazla değişiklikle büyük ölçüde değiştirildi. Bu değişiklikler kuşkusuz metni iyileştirdi ise de kimileri bunları yeniden tartışma konusu etmenin
belirsizliğe götürebileceğinden ötürü söz konusu değişikliklerin artık yerleşmiş oldukları ve bunlarla yetinilmesi düşüncesine dahi götürdü” (Jean Marcou,
“L’élaboration d’une nouvelle constitution, …”.).
21
CHP: Cumhuriyet Halk Partisi; MHP: Milliyetçi Hareket Partisi; BDP: Barış ve
Demokrasi Partisi
22
1982 Anayasası, İsviçre Anayasası (bkz. m. 193) gibi anayasanın tümden değiştirilmesi usûlünü öngörmemekte; referandumun düzenlenmesi de dahil bir değişiklik için
madde 175’teki koşulların oluşması durumunda Cumhurbaşkanının inisiyatifiyle 2/3
bir çoğunluğu aramaktadır. Maddi sınırlandırmalara gelince, Anayasa “devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu” ile “Cumhuriyetin nitelikleri” ve “devletin bölünmezliği”ni
düzenleyen hükümlerinin “değiştirilemez” olduğunu öngörmektedir (m. 1, 2 ve 3). 4.
Maddesi ise bu 3 maddenin bekçisi olarak kaleme alınmıştır. “(...) değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez.”
23
Şu var ki Sayın Başbakanın ardarda verdiği ve yeni Anayasanın bir an önce
tamamlanmasını dileyen demeçleri, CHP, MHP ve BDP’lilerce bir “dış müdahale”
olarak yorumlandı. İçeriği açısından “alaturka” başkanlık rejimini getirmek isteyen
AKP’nin önerisi, Anayasa komisyonunun çalışmalarını engelleme tehlikesi taşımaktadır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
48
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
Dahası, anayasanın bir “özgürlük tekniği” olarak tanımlandığı da
belirtilmelidir. Bu tanımdan itibaren insan haklarınının tüm anayasaların
ortak paydası olduğunu ileri sürebiliriz.
Nihayet, hukuk devletini kurmayı hedefleyen tüm anayasalar aşağıdaki 5 düzeyde kurgulanabilecek “denge ve karşı ağırlıklar” mekanizmalarını düzenlemelidirler:
-Her erkin bünyesinde: yasama, yürütme ve yargı (Cumhurbaşkanının vetosu, Anayasa Mahkemesinin ön ve son denetimi, …)
-3 erk arasında: Üniter devletler için merkezileşme ile adem-i merkeziliğin (yerel özerkliğin) düzeyi. Devlet adem-i merkezileştikçe, yerel
makamlar siyasi iktidarları sınırlayabilecek durumda olacaktır.
-Devlet ile toplum arasında: özerk bir toplum, yani insan haklarının temel değerler olarak kabul edildiği bir toplum, siyasi iktidarlar için
öncelikli bir sınır oluşturacaktır.
-Ulusal ve uluslararası düzlemler arasında: Bir devletin uluslararası taahhütlerinin ötesinde, insan hakları devlet egemenliğini kayıtlar24.
B) Anayasal mekân ve anayasa-ötesi gelişmeler hakkında
Maddi açıdan, iki sürecin birbirini tamamlayacağını ileri sürebiliriz: bir yandan, ülkenin anayasalaştırılması, öte yandan anayasanın
ülkeselleşmesi.
Böylesi bir süreç Akdeniz havzası ülkeleri için a fortiori
kaçınılmaz bir süreçtir. Barselona Sözleşmesi, yürürlükteki anayasalar
için asgari standart olarak kabul edilebilir.25
Akdeniz bölgesinde iki yıldan beri tanığı olduğumuz siyasi-anayasal gelişmeler ve olaylar bize “Akdeniz anayasalcılığı”ndan söz etmemizi sağlayacak mıdır?
Kuşkusuz, “Akdeniz anayasalcılığı”ndan şu an söz etmek için çok
erkendir.26 Bununla birlikte “Anayasalar-ötesi bir bakışla Akdeniz
24
Günümüzün birçok anayasası, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi gibi insan haklarına ilişkin uluslararası araçlara atıfta bulunmaktadırlar. Buna ilişkin olarak İsviçre Anayasası daha da ileri gitmektedir, Federal
Anayasanın 5. maddesi: “Konfederasyon ve kantonlar uluslararası hukuka saygı
gösterirler” hükmünü düzenlemekte; Anayasa toptan değişikliği ile getirilen 193/4.
maddesi ise “Uluslararası hukukun emredici hükümleri ihlâl edilemez” hükmünü
getirmiştir.
25
Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi 16 Şubat 1976’da Barselona’da
kabul edilmiş ve Haziran 1995’te değiştirilmiştir. Zaman içerisinde yetki alanı, kıyı
bölgesinin planlanması ve yönetiminin de dahil edilmesiyle genişlemiştir. 22 âkit
devlet, ayrı ayrı ya da birlikte sürdürülebilir kalkınmaya katkı amacıyla Akdeniz’in
deniz sahasının iyileştirilmesi ve korunması için gereken tüm tedbirleri alırlar.
26
bkz. Prof. Bertrand Mathieu’nün tebliği.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
49
anayasalcılığına doğru”27 ifadesini kullanmak bize yerinde görünmektedir. Gerçekten de burada söz konusu olan zamansal ve mekânsal bir
bakış açısıyla anayasal örtüşmedir: 2000’li yılların son 10 yılında Akdeniz mekânındaki anayasalcılık...
Maşrık’tan Mağrip’e Akdeniz ülkelerinin anayasal taklit evresini
geçmiş oldukları açıktır. Kuşkusuz çağdaş anayasalardan da
esinlenebilirler. Bu süreçte, anayasa-ötesi bir perspektiften baktığımzda,
türdeş sorunlar karşısında benzer çözümleri daha fazla düşünebiliriz.
Anayasa yargısı, bu sürecin temel ayağı olarak kabul edilebilir. İşlevi;
bazen federe organlar ile yerel kurumlar arasındaki (devletin yönetim
şekli hakkındaki tercihine göre) bazen de erklerin yatay ayrımından kaynaklanan ihtilaflarda ve hatta demokratik sürecin denetiminde (seçimler,
siyasi partiler) bir hakem görevi görecektir. Bundan dolayıdır ki, anayasa mahkemeleri anayasal organların işleyişlerinde fren ve denge mekanizmaları olarak kabul edilmektedirler.
Bu işlevin ötesinde anayasa mahkemeleri insan haklarının en üst
düzeyde bekçileri olarak düşünülmüşlerdir. Anayasa mahkemelerinin
demokratik meşruluklarının temel kaynağı insan haklarını koruma rolleridir. Ne var ki bu, yargıçlarının atanması usûlüne muhakkak yansıması
gereken bir husus değildir.
Anayasa yargısının bu bekçilik görevini temin edebilmesi için
herşeyden önce tüm medeni, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve çevre
hak ve özgürlüklerinin dengeli anayasal birliktelikleri ilkesinin kabulü
gerekir. İkincisi, mahkemenin oluşumu ve statüsü yargıçların nitelikleri
ile bağımsızlıkları için aranan koşullara yanıt verebilecek durumda olmalıdır. Üçüncüsü, bu ulusal yargı yolu, bir devlet makamının
ihlâlellerinden mağdur olduğunu iddia eden bireylerin ulaşabilecekleri
bir mercii olmalıdır. Son olarak da, anayasa yargısının insan hakları
uyuşmazlıklarında verdiği kararların uygulanma gücü sağlanmalıdır.28
27
Anayasa-ötecilik, “Bir iktibas olmaksızın farklı hukuksal sistemlerdeki ayrı Devletlerde yataylamasına bulabileceğimiz anayasal normlar ve uygulamalar arayışı”na
karşılık gelmektedir. (A. Soma, Modélisation d’un système de justice
constitutionnelle pour une meilleure protection des droits de l’homme: transconstitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue trimestrielle des Droits
de l’Homme, 2009-78, p.437). Bu yaklaşım, farklı anayasal düzenlerdeki ortak temel
ilkeler arasındaki benzerliklerin mevcudiyetini incelemektedir. Anayasa-öteciliğin
mantığı, insan haklarının korunması teori ve uygulamasını derinden etkilemektedir.
28
Anayasa yargısı, ülkenin anayasalaştırılması ile anayasanın ülkeselleşmesi
konularında ihmâl edilemez bir rol oynayabilir. Akdeniz havzasında şimdiden bir temel (ya da asgari müşterekler) mevcuttur: Akdeniz havzasında çevrenin korunmasına
ilişkin Barselona Sözleşmesi. Akdeniz Kıyılarının Yönetimine İlişkin Ek Protokol,
anayasa yargıçlarına benzer sorunları çözme hususunda ortak veriler sağlamaktadır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
50
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
VI. “Türk modeli” ve sınırları
Yaygın bir görüşe göre Türkiye ODKA ülkeleri29 için bir model
teşkil etmektedir. Önce “Türk modeli”nden ne anlaşıldığını sormak gerekir. Bu, Anayasanın belirlediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına dayanan demokratik ve laik bir Cumhuriyet” midir, yoksa AKP Hükümeti tarafından temsil edilen Türkiye mi?
Prof. Jean Marcou’ya göre, “Bugün müslüman-arap dünyasında
rağbette olan Türk modeli, biraz da Batı ülkelerinde müslüman dünyasına yönelik bir referans olarak gösterilen ‘uygarlaşmacı’ ve ‘gelişmeci’
türk modelinin rövanşıdır.”30
1920’li yıllarda gerçekleştirilen reformların Türkiye Cumhuriyeti’ne özgünlüğünü veren temel özelliklerini biçimlendirmiş olduğu,
sıklıkla unutulan (ya da hiç olmazsa ihmâl edilen) bir konudur. Gerçekten de cumhuriyetçi kurumsal yapıda siyasi dönüşümlülük ilk defa
1950’de gerçekleştirilmiştir. AKP anayasal özgürlüklerden yararlanarak
teşkilâtlanmış ve kurulu erklerin işleyişinde iktidar sahibi olmuştur. Ne
var ki dönüşümlülük mekanizmasını getiren AKP değildir.31
Türkiye’yi müslüman-arap ülkelerinden ayıran nokta, bu ülkelerin
ilk anayasalarının temel hedefi siyasi dönüşümlülük mekanizmasının
kurulması iken, Türkiye’de siyasi dönüşümlülük ilk anayasası olan 1924
Anayasasından beri mevcuttur.32
Üstelik ODKA ülkeleri anayasalarını siyasi-anayasal bir kesintinin
ardından hazırlamaya çalışırlarken, Türkiye hazırlamakta olduğu anayasasını anayasal hukuk düzeninin devamlılığında kaleme almaktadır.
Temel normun ayırıcı özelliği hakkındaki belirsizlik hükmünü sürdürmektedir: Anayasa cismani bir metindir, ruhani değil. Bu yüzden
anayasa doğası gereği laik bir metindir. Din insan hakları açısından mı,
yoksa aksine, insan hakları din açısından mı düzenlenecektir?
29
Ayrıntı için bkz. Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles,
No 379, nov.2011, pp.5-21.
30
J. Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, p.20.
31
“Uzun yıllar baskın siyasi işleyişin kabullendiği ordunun hakkından gelmeyi
başararan bu post-islamist hareket sıra kendisine geldiğinde demokrasinin uygulanmasını sınırlanmaya girişmemesi gerekmez miydi? Eğer öyle olsaydı, ‘Türk modeli’
hiç de tavsiye edilir bir model olamazdı.” (Jean Marcou, “Le ‘modèle turc’
controversé de l’AKP”, Moyen-Orient 13, Janvier-Mars 2012, p.43).
32
“Demokratikleşme; resmi makamların işlemlerini meşrulaştırmadan ve de güç yahut
da baskıyla kabul ettirmeden yalnızca her bireyin -ya da en azından bir cemaatinvicdanından doğduğunu kabul etmesi gereken baskın dinlerin yerlerinin yeniden tanımlanmasını önermektedir. Türkiye örneği bu açıdan; yalnızça seçim pratiği, demokratik yaşam ve hukuk devleti gerekliklerinin İslam’ın rolünü değiştirmiş olmasından ötürü değil ama islamcıları da geliştirdiği için dikkat çekici bir örnektir.” (Jean
Marcou, “Le ‘modèle turc’ controversé de l’AKP”, p.43).
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
51
Anayasanın muhatapları, gelecek nesillerdir. Yani kurucu iktidarlar gelecek nesillerin iradesini ipotek altına alabilirler mi? Ve bu ne ölçüde mümkündür?
Kısacası, insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti mekanizmaları
arasındaki dilemma bir yandan, milliyetçilik, köktendincilik öte yandan,
tüm bu Maşrık ve Mağrip devletlerinin kurucuları hangi seçeneğe
öncelik vereceklerdir?
Erkler ayrılığı bir hukuk devleti yapısı olarak teminat altına alınacak mıdır ve çoğulcu demokrasi kavramı, çoğunluk demokrasisinin, düzeni yalnızca seçim sandıklarına gitmeye indirgeme riskini dikkate alarak kabul edilecek midir?33 Nihayet insan haklarının, demokrasinin
kuralkoyucu altyapısı olarak kabul edildiği ölçüdedir ki, çağdaş anayasalardan da söz etmemiz mümkün olabilecektir.
KAYNAKÇA
“Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in Dictionnaire des
Droits de l’Homme, sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H.
Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials, F. Südre, PUF, 2008.
Néji Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et
Etat de Droit, actes du colloque de commémoration du cinquentenaire
de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er Juin 1959,
Faculté de Droit de Sfax/Association Tunisienne de Droit
Constitutionnel, 2010.
“Les évolutions constitutionnelles dans la Région MENA”,
Séminaire international, Allocution du Professeur Rafaa Ben Achour,
Université de Carthage, le 20/01/2012.
Kamel Mostafa Taimour, “Mısır’da Demokratikleşme Sürecinde
Yeni anayasanın hazırlanması, yeni dönemin sorunları ve mücadele
alanları” (s.492-511) /”Elaboration de la nouvelleconstitution dans le
processus de la démocratisation en Egypteenjeux et défis de la
nouvellepériode”, pp.513-532., Anayasa Hukuku Dergisi/ Journal
Constitutional Law/Revue de Droit constitutionnel-1/1, 2012.
Jean Marcou, “L’expérience constitutionnelle turque”, Revue de
Droit Public, 1996-2.
33
“Arap dünyası için en büyük tehlike karakûşî diktatörlüklere geri dönüşten daha çok
oligarşik koalisyonlara ya da demokrasi araçlarını manipüle eden halkçı türevlerine
dayalı yeni otoriter düzenlerin doğuşunda yatmaktadır” (Hicham Ben Abdallah ElAlaoui, “Monarchies arabes, la prochaine cible des soulèvements?”, Le Monde
diplomatique, Janvier 2013, p.8).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
52
Akdenizde Anayasacılık Karşısında Türkiye
İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droit constitutionnel des libertés en
Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis, Sakkoulas/
Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004.
Jean Marcou, ”L'élaboration d'une nouvelle Constitution, priorité
de la législature”, Le mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT).
İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle juridictionnel des amendements
constitutionnels en Turquie”, in Les Cahiers du Conseil constitutionnel,
No 27, 2009.
A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle
pour une meilleure protection des droits de l’homme: transconstitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue
trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78.
Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles,
No 379, nov.2011.
-L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Monde histoire,
Décembre 2012.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
LA TURQUIE FACE AU CONSTITUTIONNALISME EN
MÉDITERRANÉE
İbrahim Kaboğlu
Professeur de droit constitutionnel à l'Université de Marmara
RÉSUMÉ
Les processus constitutionnels en cours dans la Région ont été
abordés sous l’optique de la distinction entre la Constitution et le
constitutionnalisme. Le cas de la Turquie constitue l’axe de l’article et
cela pour deux raisons: il s’agit du renouvellement de la Constitution dans
la continuité de l’ordre constitutionnel en Turquie et, selon un point de vue
assez répandu, la Turquie est considérée comme modèle pour les Etats de
transition démocratique. Les processus constitutionnels dans la Région a
été évaluée également du point de vue de l’espace constitutionnelle et du
transconstitutionnalisme.
Mots-clefs: La Constitution et le constitutionnalisme, la typologie
des processus constitutionnels, le trans-constitutionnalisme, le modèle turc.
***
I. Le nord et le sud de la Méditerranée
L’Europe du sud et l’Afrique du nord ne partagent pas le même
héritage constitutionnel. Pourtant, il est possible de soulever quelques
éléments comparatifs sur le plan politique d’un point de vue temporel et
spatial:
-Dans l’Europe du sud du dernier quart du XX ème siècle, les
régimes autoritaires partageaient une sorte d’héritage commun des Etats
de l’Est et de l’Ouest:la Grèce et la Turquie à l’Est, l’Espagne et le
Portugal à l’Ouest1.La Grèce, l’Espagne et le Portugal ont élaboré leur
1
Les dictatures militaires des colonels (1967-1974) en Grèce et des généraux (19801983) en Turquie et, les dictatures civiles en Espagne (1936-1976) et au Portugal
(1934-1974).Ces pays demeurèrent l’objet d’une tutelle militaro-autoritaire nationale,
tolérée par le camp occidental pendant trente ans (Espagne, Portugal, Grèce). Ces
“nouvelles démocraties” ont élaboré leur constitution en 1975, 1976 et 1978 tout en
s’inspirant du “modèle parlementaire” développé au Nord.
54
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
constitution sous un double objectif: l’adhésion au Conseil de l’Europe
et à l’Union Européenne2. Ces jeunes démocraties sont frappées par une
suite de crises (financières, économiques et politiques) au début du XXI
ème siècle. Les révisions constitutionnelles qui sont en cours seraient
aussi conçues comme remèdes à cette succssion de crises.
Quant à la Turquie, membre du Conseil de l’Europe et candidate à
l’Union Européenne, contrairement à ce qui se passe en Grèce, en
Espagne et au Portugal, la rédaction de la nouvelle Constitution et le
passage à la démocratie ont été effectués sous la tutelle des militaires.
Alors que la Constitution de 1982 a été modifiée, remaniée et révisée à
partir de 1987 afin de restaurer l’Etat de droit, la Turquie est en phase de
se doter d’une nouvelle constitution depuis le début des années 1990.
Toutefois, l’initiative concrète dans ce sens n’a été prise qu’en 2011.
- Dans la région du MENA3, le printemps arabe amorcé par la
Révolution Jasemine en début 2011signifie une rupture politicoconstitutionnelle du point de vue de notre sujet. Nonobstant, la plupart
des Etats du MENA se sont dotés de constitutions rédigeées pendant la
seconde moitié du XX ème siècle, accompagnées par des politiques de
modernisation. En toute état de cause, c’était l’autoritarisme qui
marquait les Etats du MENA du point de vue du régime politique et
surtout de la pratique.
- Ici, il nous paraît donc opportun d’opérer une distinction entre
la constitution et le constitutionnalisme du fait que chaque Etat qui se
dote d’une constitution ne fait pas partie du constitutionnalisme. Il faut
donc rechercher les critères distinctifs entre la constitution et le
constitutionnalisme.
II. La constitution et le constitutionnalisme4
Dans son acceptation la plus large, le constitutionnalisme décrit la
“technique consistant à établir et à maintenir des freins effectifs à
l’action politique et étatique” (C.J. Friedrich).
En revanche, dans son acceptation plus restreinte, le
constitutionnalisme, désigne certes l’idée de limitation du pouvoir
2
“Dans lesannées 1980, l’ Europe des neufs vadevenir celle des Douze, avec l’arrivée
de trois pays du sud délivrés de leursdictatures: la Grèce en 1981, et l’Espagne et le
Portugal, en 1986; “(L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Monde histoire,
Décembre 2012).
3
Meadle Est et North Africa.
4
“Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in DictionnairedesDroits de l’Homme,
sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H. Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials,
F. Südre, PUF, 2008, pp.183-185.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
55
politique, mais ce pouvoir politique représente uniquement l’Etat moderne 5.
Enfin, à l’intérieur de ce cadre moderne du constitutionnalisme, il
existe une conception encore plus étroite servant à “désigner les régimes
politiques qui, grâce à l’établissement d’un contrôle de
constitutionnalité exercé par une cour indépendante, rendent possible la
limitation du pouvoir législatif lui-même en veillant à la conformité des
lois à la constitution”.(Ph. Raynaud).
L’acception moderne du constitutionalisme témoigne de l’effort
visant à soumettre les actes des pouvoirs politiques au contrôle
juridictionnel en faveur de la protection des droits de l’Homme.
En ce qui concerne la distinction entre la constitution et le
constitutionnalisme, le cas dela Tunisie semble significatif. La révision
de la Constitution de 1959 effectuée en 2002 a introduit d’une manière
explicite l’expression “Etat de droit”: “La République Tunisienne a
pour fondements les principes de l’Etat de droit…” (l’article 5).
L’observation du Professeur N. Baccouche peut être citée comme preuve
du décalage entre le constitutionnalisme et la constitution: “La
proclamation par la Constitution de l’Etat de droit pose le problème de
la faisabilité de l’Etat de droit dans un environnement politique et
culturel peu favorable.”6.
Parallèlement, une remarque pourrait aussi être faite au delà des
Etats, c’est-à-dire au niveau régional:
Les instruments destinés à la protection et à la promotion des
droits de l’Homme tels que la Charte Africaine des Droits de l’Homme
et des Peuples et la Charte Arabe des Droits de l’Homme étaient en
vigueur au niveau régional, mais leur effet sur le droit interne fut très
limité en raison du manque de mécanismes de freins et d’équilibres
(checks and balances) et surtout d’un contrôle juridictionnel adéquat.
5
“Le constitutionnalisme fait en effet partie integrante de la philosophie de la
démocratie liberale qui présuppose une distinction entre la sphère privée ou sociale et
la sphère publique et politique, c’est-à-dire entre l’Etat et société civile, …” (Beaud,
“Constitutionnalisme”, p.193).
6
Néji Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et Etat de Droit, actes
du colloque de commémoration du cinquentenaire de la promulgation de la
Contitution tunisiennedu 1er Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association
Tunisienne de DroitConstitutionnel, 2010, p.4.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
56
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
III. A propos de la typologie des processus constitutionnels en cours
Mr. le Professeur Rafaa Ben Achour a proposé une typologie des
processus constitutionnel en cours dans la région MENA distinguant les
trois catégories suivantes7:
-Rupture totale et nouvelle constitutionnalité,
-Continuité et nouvelle constitutionnalité,
-Continuité et constitutionnalité corrigée.
A) Rupture totale et nouvelle constitutionnalité
Cette catégorie caractérise les Etats qui ont connu une révolution
qui a débouché sur la chute d’un régime dans sa totalité: la Tunisie,
l’Egypte et la Libye. Le cas le plus évident est celui de la Tunisie. La
Tunisie est en train de faire “table rase de l’ordre constitutionnel en
vigueur et de bâtir une nouvelle constitutionnalité à travers l’élection
d’une Assemblée nationale constituante appelé à doter le pays d’une
nouvelle constitution dans un délai d’un an à partir de son élection”8 du
23 Octobre 2011.
Comme l’on voit la transition démocratique en Tunisie s’opère par
voie de l’Assemblée Nationale Constituante. A l’inverse, en Egypte, la
priorité a été donnée à l’élection de l’Assemblée nationale. La nouvelle a
été rédigée par la Commission constitutionnelle désignée dans le cadre
de l’Assemblée nationale en tant que pouvoir constitué9.
En Libye, le soin de la rédaction de la constitution a été attribué à
l’Assemblée constituante élue le 12 juillet 2012.
B) Continuité et nouvelle constitutionnalité
“Dans ce cas, le pays sans aller jusqu’à une rupture totale avec
l’ancienne constitutionnalité c’est, malgré tout donné une nouvelle
constitutionnalité.”10L’exemple le plus significatif à cet égard est celui
du Maroc: une nouvelle constitution a été élaborée par un comité
7
“Lesévolutionsconstitutionnelles dans la Région MENA”, Séminaire international,
Allocution du Professeu rRafaa Ben Achour, Université de Carthage, le 20/01/2012.
8
“AllocutionduProfesseur R. Ben Achour”.Pour le détail, v.:Lescommunicationsprésentées
par lesprofesseursYadh Ben Achour, FadelMoussa, NéjiBaccouche et Chawki
Gaddes.
9
KamelMostafaTaimour, “Mısır’da Demokratikleşme Sürecinde Yeni anayasanın
hazırlanması, yeni dönemin sorunları ve mücadele alanları” (s.492-511)
/”Elaboration de la nouvelleconstitution dans le processus de la démocratisation en
Egypteenjeux et défis de la nouvellepériode”, pp.513-532., Anayasa Hukuku Dergisi/JournalConstitutionalLaw/Revue de Droit constitutionnel-1/1, 2012. (NB: fr.
Versiyonuna burada/ tr. Versiyonuna da çeviride atıf…). V. Auusi: La
communication de Professeur Y. Elassar.
10
R. Ben Achour, “Allocution…”, p.3.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
57
d’experts désigné par le Roi. Après une large consultation, le projet a été
revu et corrigé, puis soumis au réferendum et adopté le 1 er juillet 2011.
C) Continuité et constitutionnalité corrigé
Il s’agirait d’une “réadaptation de l’ingénierie constitutionnelle et
de ses mécanismes juridiques relatifs à la séparation des pouvoirs ou la
participation des citoyens à la vie politique.”11. Le cas se serait présenté
au Bahreïn et en Mauritanie.
IV. La Turquie
Quant à la situation de la Turquie, alors que la rédaction de la
nouvelle Constitution est en cours, l’issue des travaux n’est pas encore
déterminée. A cela, deux caractéristiques doivent être ajoutées:
premièrement, il s’agit du renouvellement de la Constitution dans la
continuité de l’ordre constitutionnel; deuxièmement, la Constitution en
vigueur ne prévoit pas une procédure concernant la révision totale.
Afin de clarifier la complexité de la période de transition, il
convient de jeter un coup d’œil sur les développements constitutionnels
en Turquie en trois temps: le passé, le présent et l’avenir. L’avenir
correspond à la rédaction de la nouvelle Constitution.
D) Le passé: Empire ottoman et régime républicain12
1. La Charte/le Parlement/l’ essai du parlementarisme
L’origine du système constitutionnel de Turquie se trouve dans la
dernière période de l’Empire Ottoman. C’est à partir de 1839 que des
réformes sont engagées, qui ont permis de réorganiser et de moderniser
le Gouvernement ottoman. La “Charte”, intitulée Gülhane Hattı
Humayun-u (appelée charte de “Tanzîmât”), est perçue aujourd’hui par
certains constitutionnalistes comme la première déclaration des droits de
l’homme dans l’histoire de l’Empire ottoman. Du point de vue du
contenu, les principes de légalité et d’égalité ainsi que de sécurité de la
personne caractérisent la Charte.
C’est à cette époque également et par la Charte de Tanzîmât que la
notion moderne de “loi” fait son apparition par la voie dite de la
“réception juridique”, une sorte d’adaptation “ottomane” des lois en
vigueur dans certains États de l’Europe. Les institutions modernes ont
été aussi établies au cours de la période de Tanzimat qui correspond aux
décennies suivant.
La première constitution est rédigée dans le cadre d’une
“monarchie constitutionnelle”. Cette Charte constitutionnelle de 1876
11
12
R. Ben Achour, “Allocution…”, p.4.
Pour les développements constitutionnels en Turquie v.: Jean Marcou, “L’expérience
constitutionnelle turque”, Revue de DroitPublic, 1996-2, pp. 425-462.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
58
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
(Kanun-u Esasi) prévoit pour la première fois la création d'un Parlement,
composé de deux chambres. En 1908, la “deuxième” monarchie
constitutionnelle entraîne une révision du texte de 1876 afin de renforcer
le Parlement et d’attribuer certaines libertés collectives. En faite, la
Charte constitutionnelle se transforme en pacte constitutionnel par le
procédé de la révision effectuée en 1909.
Par rapport au mouvement constitutionnel en Europe et en
Amérique du Nord, il s’agit donc d’un siècle de retard si nous nous
rappelons les premières constitutions écrites qui ont été mises en vigueur
vers la fin de XVIII e siècle13.
2. Le Gouvernement d’assemblée/le régime mixte /le régime
parlementaire
La république de Turquie s’établie sur l’idée d’Etat-Nation et sur
le principe de laïcité. La fondation de la Turquie moderne opère ainsi un
passage entre l’Empire multinational et l’État national, entre un Empire
multiconfessionnel et un État laïc, la mutation complète se situant aux
alentours du début des années 1920.
A la suite d’un mouvement d’indépendance national la signature,
au niveau international, du traité de Lausanne du 24 juillet 1923 a permis
à la Turquie de devenir un État indépendant, celui-ci étant à partir de ce
moment là organisé en République le 29 octobre 192314.
La Turquie va alors être marquée par des changements politiques
et constitutionnels divers, jusqu’en 1982, à la fois sur le mode de la
continuité (républicanisme, laïcisme et citoyenneté) et de la rupture
(politique, démocratique et constitutionnelle comme en 1960, 1971 et
1982): si de 1923 à 1946 le régime est celui d’un parti unique, le
multipartisme fait ensuite son apparition. La Constitution est alors celle
de 1924. Par la suite, deux coups d’Etat militaire, en 1960 et en 1980,
entraîneront la rédaction de deux nouvelles Constitutions, en 1961 et
1982, dans le sens opposé l’une de l’autre.
13
A ce propos, la situation de la Tunisie mérite d’être citée: “La Tunisie, premier pays arabomusulman à avoir adopté une déclaration des droits en 1857 et une constitution en
1861, a eu la chance d’entreprendre la modernisation de son système juridique, … ce
mouvement d’acculturation juridique et politique va permettre è la société d’intérioriser les
nouvelles règles de vie collective…L’idée de constitution va devenir à la fois un symbole
et un moyen d’affranchissement de la colonisation. Le gouvernement de
l’indépendance se devait alors de respecter cette promesse porteuse d’espoirs. C’est
chose faite le 1er Juin 1959” (N. Baccouche, “Constitution et Etat de Droit”, p.3).
14
Le traité reconnaît aussi un statut desminorités basées sur la religion, s’agissant
notamment des populations non musulmanes résidant sur le territoire et citoyennes de
la République de Turquie (de la même manière qu’unstatut est reconnu aux
populations musulmanes résidant sur le territoire de la Grèce).
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
59
a) Le Gouvernement de l’Assemblée nationale de Turquie
La loi organique de 1921 fut élaborée par une Assemblée nationale
élue majoritairement par le peuple (avant même l’existence de l’État
indépendant). C’est une Constitution fondée sur une conception de la
souveraineté à la fois nationale et populaire, qui organisait un régime
d’assemblée en accordant tous les pouvoirs à l’Assemblée nationale. Le
Gouvernement s’appelait ainsi “le Gouvernement de l’Assemblée
nationale de Turquie”.
b) Le parti unique au multipartisme
La loi organique de 1924, élaborée et adoptée par la deuxième
Assemblée nationale élue en 1922, maintient certains éléments du
régime d’assemblée et introduit des éléments du régime parlementaire
(“régime mixte”, encore appelé “ni parlementaire ni d’assemblée).
Cette Constitution fut appliquée pendant 36 ans et a permis
d’introduire le multipartisme en 1946. Toutefois, cette Constitution, qui
avait été élaborée dans l’objectif d’établir un régime démocratique, a
montré ses insuffisances: il n’y eut pas d’alternance politique avant
1950, et, à partir de cette date, le nouveau gouvernement a pu aisément
faire voter des lois inconstitutionnelles en raison de l'absence d'un
système du contrôle de constitutionnalité des lois.
Un coup d’arrêt à ce régime est marqué par le coup d’Etat militaire
du 27 mai 1960, soutenu d’ailleurs par certains universitaires, au nom de
l’État de droit et de la démocratie. Néanmoins, à partir de cette période,
l’intervention de l’armée dans le fonctionnement du régime politicoconstitutionnel prend une sorte de rythme décennal.
c) L’instauration de l’Etat de droit
La Constitution du 7 juillet 1961, élaborée à la suite du coup d’Etat
militaire et approuvée par référendum, introduit en son sein une
disposition selon laquelle les droits de l’homme se définissent en liaison
de l’organisation politique et de l’Etat. En effet, l’article 2 de la
Constitution présente la République de Turquie comme “un État de droit
national, démocratique, laïc et social” qui “s’appuie sur les droits de
l'homme”. La “raison” d'État est expliquée par les droits de l’homme et
leur respect.
Cette Constitution, qui a établi des fondements solides au bénéfice
des libertés, dresse en outre une liste détaillée des droits de l’homme en
reconnaissant des droits et libertés individuels (statut négatif), des droits
sociaux, économiques et culturels (statut positif) et des droits politiques
(statut actif). Dans un second temps, la Constitution indique que la
garantie des droits doit être réalisée à partir d’une structure de l'État
pertinente, imposant ainsi certaines contraintes d’organisation, en
premier lieu pour les institutions judiciaires, ensuite pour la fonction
législative, puis exécutive.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
60
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
Dans le cadre de la séparation des pouvoirs, la Constitution
accorde une importance majeure à l’indépendance de la justice et à
l’assemblée bicamérale considérée comme le pouvoir central dans le
fonctionnement du régime. L'exécutif pour sa part étant aussi bicéphale a
été organisé dans l’esprit d’un régime parlementaire: le Conseil des
ministres présidé par un Premier ministre en tant que Primus inter pares
et un président de la République, élu par le Parlement dont la plupart des
pouvoirs étaient symboliques et honorifiques.
Du point de vue des mécanismes d’équilibre, le régime
constitutionnel s’appuie ainsi sur un équilibre des pouvoirs. Il y eut en
effet une volonté réelle de la part des rédacteurs du texte de mettre en
place tous les mécanismes de l'État de droit, terme qui d'ailleurs apparaît
pour la première fois avec la Constitution de 1961: une justice
indépendante, y compris au niveau de la Cour Constitutionnelle, constituait
le pilier essentiel de cette réalisation de l’État de droit. La Cour
Constitutionnelle de Turquie a été ainsi créée sur le modèle des Cours
Constitutionnelles d'Autriche (1945), d'Italie (1947) et d'Allemagne (1949).
E) Le présent
Les événements qui suivent ne sont pas très favorables à l’Etat de
droit et aux droits de l’Homme. Dans un premier temps, la Constitution
de 1961 est révisée en 1971, à la suite d’une intervention militaire par
voie d’un mémorandum (pronunciamento), dont l’objectif fut de
renforcer les pouvoirs de l’Etat et diminuer les droits qui y avaient été
reconnus pour les citoyens.
Un nouveau coup d’Etat militaire a lieu le 12 septembre 1980. Par
rapport au coup d'État militaire du 27 mai 1960, celui-ci a des effets
complètement inverses, du point de vue de la démocratie, des droits de
l’homme et de l’État de droit. Dans le but de rétablir l'ordre public et la
stabilité politique, les militaires ont fait table rase du système juridique:
ils ont voulu refaçonner la société par la voie du droit et des mécanismes
juridiques.
Cette Constitution, élaborée dans une période de crise et des
circonstances exceptionnelles, maintient formellement le républicanisme, la
laïcité, l’Etat de droit, et renforce l’unité de l’Etat centralisé. Toutefois,
d’après l’article 2, l’organisation étatique ne s’appuie plus sur les droits de
l'homme qui sont d’ailleurs plutôt atténués, notamment parce que leur
respect est placé sous la “surveillance” des autorités étatiques.
La constitution de 1982 opère indéniablement un retour en arrière
par rapport à la Constitution de 1961. Pour cette raison, la Constitution
de 1982 peut être conçue comme une dérogation dans l’Etat de droit.
Toutefois, les révisions constitutionnelles successives entamées en 1987
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
61
et étalées sur deux décennies peuvent être considérées commela
restauration de l’Etat de droit15.
F) Vers quel avenir?
Dans les années 1980 et 1990, en Turquie, la revendication d’une
réforme constitutionnelle se confondait avec le désir largement partagé
de mettre un terme à la militarisation du système politique et
d’approfondir les libertés fondamentales. La réforme de la Constitution
conditionnait en outre l’ouverture de négociations avec l’Union
Européenne (UE). Depuis l’accession de l’AKP16 au pouvoir en 2002, et
surtout depuis l’ouverture de négociations d’adhésion avec l’UE en
2005, la question constitutionnelle est redevenue dépendante de
contingences beaucoup plus domestiques17.
Dans un tel cadre, l’idée d’élaborer et de faire adopter un nouveau
texte constitutionnel a été en permanence l’otage de l’actualité politique
et des tensions entre le gouvernement et l’opposition. A ce propos, il
convient de rappeler qu’au début de la précédente législature, le
gouvernement, fort de sa victoire aux législatives de 2007, avait annoncé
l’élaboration d’une “Constitution civile”, en confiant à une commission
d’experts le soin de rédiger un “texte de proposition”.Toutefois, ce projet
a été abandonné par l’AKP dans les mois suivants, même avant
l’achèvement du premier semestre 2008. L’AKP s’est lancé dans une
nouvelle modification de la Constitution de 1982 afin de lever
l’interdiction de porter le voile à l’université. La Cour constitutionnelle a
annulé la modification constitutionnelle18. En revanche de cet arrêt,
l’AKP a restructuré la Cour constitutionnelle par une nouvelle révision
constitutionnelle intervenue en 201019.
La réforme constitutionnelle avait été l’un des thèmes majeurs de
la campagne électorale, qui a précédé les élections législatives du 12 juin
2011 remportées pour la 3ème fois consécutive par l’AKP.
Quatre ans plus tard, les différents acteurs du système commencent
timidement à se faire confience pour enfin doter la Turquie du texte
fondamental qu’elle mérite. La campagne des élections législatives de
2011 a en effet été beaucoup moins polarisée que la précédente.
15
Pour les modifications constitutionnelles, v.: İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droit
constitutionneldeslibertés en Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis,
Sakkoulas/Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004, pp. 839-955.
16
AKP: Adalet ve Kalkınma Partisi (Parti de la Justice et duDéveloppement).
17
Jean Marcou, ”L'élaboration d'une nouvelle Constitution, priorité de la législature”,
Le mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT).
18
Pourl’arrêt de la Courconstitutionnelle v. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle
juridictionnel des amendements constitutionnels en Turquie”, in LesCahiersdu
Conseilconstitutionnel, No 27, 2009, pp. 38-42.
19
Le Conseil supérieur des juges et des procureurs a été également restructuré.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
62
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
Toutefois, le développement de l’influence de l’AKP a fait craindre à
une partie de l’opinion et de la classe politique que l’élaboration d’une
nouvelle Constitution ne devienne l’occasion d’accentuer encore une
domination sans partage20.
En dépit de ce contexte difficile, les premiers pas de la présente
législature ont permis d’entretenir un optimiste mesuré. Tous les partis
politiques représentés actuellement au parlement (AKP, CHP, MHP et
BDP)21 avaient accepté l’idée que l’élaboration d’un nouveau texte
fondamental devrait être la priorité de l’Assemblée élue en juin 2011.
Une commission dite de “réconciliation”, rassemblant trois
parlementaires de chaque parti, devrait élaborer le nouveau texte, présidé
par M. CemilÇiçek, le président de l’Assemblée. La Commission s’est
mise d’accord sur la feuille de route de la prochaine élaboration
constitutionnelle22.
Les droits de l’homme ont été abordés en priorité en suivant la
tradition libérale. Nonobstant, jusqu’à la fin de l’année 2012, le nombre
d’articles sur lesquels le consensus a été assuré par la Commission reste
assez limité23.
V. Le temps et l’espace dans les processus constitutionnels
Les mouvements constitutionnels dans le bassin méditerranéen
vont être abordés sous l’optique des caractéristiques des constitutions
contemporaines.
20
“La Constitution de 1982 a été fortemen tmodifiée par plus d’une quinzaine de
révisions. Ces amendements ont certes rendu le texte plus présentable, au point que certains
en sont venus à penser qu’il vaudrait mieux s’entenir à ces modifications acquises, plutôt
que d’ aller vers une remise en cause incertaine. “(Jean Marcou, “L’élaboration d’ une
nouvelle constitution, …”.).
21
CHP: le Parti républicain du peuple; MHP: le Parti de Mouvement National; BDP: le
Parti pour la paix et la démocratie.
22
La Constitution de 1982 qui ne prévoit pas la procédure de la révision totale à l’instar
de la Constitution Suisse (v. L’article 193), fixe un quorum deux tiers pour la
révision qui comprend également le procédé de référendum d’aprèsles conditions
déterminées dans le même article et par l’initiative du Président de la République.
Quant aux limites matérielles, la Constitution contient des dispositions
“indérogeables” telles que “la forme républicaine du Gouvernement” et “les
caractéristiques de la République” ainsi que “la forme unitaire de l’Etat” (articles 1, 2
et 3). L’article 4 est rédigé comme le gardien les trois premiers articles: “…. (ils) ne
peuvent être modifiées, ni leur modification proposée.”
23
Cependant, les déclarations successives de M le premierMinistre, souhaitant que la
nouvelle constitution soit achevée le plus tôt possible ont été conçues comme “l’
intervention externe” par les membres de CHP, MHP et BDP. Dupoint de vue du
contenu, la proposition de l’AKP afin d’introduire le régime présidentiel “à la turca”
risque de bloquer les travaux de la commission constitutionnelle.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
63
A) Quelques caractéristiques des constitutions contemporaines
Tout d’abord, il ne faut pas oublier que chaque société a ses
spécificités qui déterminent les caractéristiques de la norme
fondamentale. Pour cette raison, la Constitution peut être qualifiée d
“autobiographie d’un peuple”.
Ensuite, il faut signaler que la Constitution est définie comme
“technique de liberté”. A partir de cette définition, on peut avancer que
les droits de l’homme doivent constituer le dénominateur commun de
toutes les constitutions.
Enfin, toutes les constitutions qui visent à créer l’Etat de droit
doivent introduire les mécanismes de “checks and balances” qui peuvent
être conçus sur les cinq plans suivants:
-Au sein de chaque pouvoir: législatif (monocaméral ou
bicaméral), exécutif (monocéphal ou bicéphal), juridictionnel (judiciaire,
administratif et constitutionnel).
-Entre les trois pouvoirs: législatif, exécutif et juridictionnel
(l’existence du veto présidentiel, le contrôle a priori et a posteriori de la
Cour constitutionnelle, …).
-Entre le centre et la périphérie: pour les Etats unitaires le niveau
de centralisation et de décentralisation.Plus l’Etat est décentralisé, plus
les autorités décentralisées sont en mesure de limiter les pouvoirs
politiques.
-Entre l’Etat et la société: une société autonome, c’est-à-dire la
société dont les droits de l’homme constituent les valeurs fondamentales
peut être conçue elle-mêmecomme limite à priori pour les pouvoirs
politiques.
-Entre le niveau national et le niveau international: au-delà des
engagements internationaux
d’un Etat, les droits de l’homme atténuent la
souveraineté étatique24.
B) A propos de l’espace constitutionnelle et du trans-constitutionnalisme
Du point de vue matériel, on peut avancer que deux processus se
compléteront: d’une part, la constitutionnalisation du territoire et, d’autre
part, la territorialisation de la constitution.
Un tel processus est inévitable a fortiori pour les pays de la région
du fait qu’il se trouve dans le basin méditerranéen. La Convention de
24
Plusieursconstitutions de notre temps fon t référence aux instruments internationaux
relatifs aux droits de l’homme telsque la Déclaration Universelle des Droits de
l’Homme et la Convention Européenne des Droits de l’Homme. A ce propos, la
Constitution suisse va plus loin: d’aprèsl’article 5 de la Constitution fédérale, “La
Confédération et les cantons respectent le droit international”. Lors de la révision
totale de la Constitution, ”Les règles impératives du droit international ne doivent
pas être violées” (Art.193/4).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
64
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
Barcelone pourrait être
considérée comme standard minimum pour les
constitutions en cours25.
Dans la région méditerranéenne, les évènements et développements
politico-constitutionnels auxquels nous assistons depuis deux ans nous
permettent-ils de parler du “constitutionnalisme méditerranéen”?
Il est trop tôt certainement d’évoquer ce terme de “constitutionnalisme
méditerranéen”26. Cependant, il nous paraît opportun d’utiliser le terme
suivant: “vers le constitutionnalisme en méditerranée sous l’optique du
trans-constitutionnalisme”27. Il s’agit en effet d’une coïncidence
constitutionnelle du point de vue temporel et du point de vue spatial: le
constitutionnalisme dans l’espace méditerranéen dans la deuxième
décennie de 2000.
Il est évident que les pays méditerranéens de Machrek au Maghreb
ont déjà dépassé la phase du mimétisme constitutionnel. Certes, peuventils s’inspirer de constitutions conmetporaines. Dans ce processus, dans la
perspective du trans-constitutionnalisme nous pouvons davantage
réfléchir à des solutions semblables devant des problèmes similaires.
La justice constitutionnelle pourrait être considérée comme pierre
angulaire de ce processus. Sa fonction est parfois essentielle en tant
qu’arbitre dans les litiges entre les organes fédéraux et les entités
territoriales (d’après le choix concernant la forme de l’Etat) ou bien les
litiges concernant la séparation horizontale des pouvoirs ou bien encore
dans le contrôle du processus démocratique (les élections, les partis
politiques). De ce fait, les cours constitutionnelles sont considérées
comme des mécanismes de freins et d’équilibres dans le fonctionnement
des organes constitutionnels.
25
La convention pour la protection de la mer Méditerranée contre la pollution a
étéadoptée à Barcelone le 16 février 1976 et modifiée le 10 juin 1995. Au fil du
temps, son mandat s'est élargi pour inclure la planification et la gestion intégrée de la
zonecôtière.
Les 22 Parties contractantes à la convention prennent, individuellement ou
conjointement, toutes les mesures nécessaires pour protéger et améliorer le
milieumarin dans la zone de la mer Méditerranée en vue de contribuer à son
développement durable..
26
V. La communication du Professeur Bertrand Mathieu.
27
Le trans-constitutionnalismese présente “comme la recherche de normes et de
pratiques constitutionnelles transversales, c’est-à-dire que l’on peut trouver dans
divers Etats aux systèmes juridiques différents, sans qu’il y ait nécessairement eu
emprunt” (A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle pour une
meilleure protection des droits de l’homme: trans-constitutionnalisme et droit
constitutionnel comparé”, Revue trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78,
p.437). Cette approche étudie donc l’existence des convergences et des principes
fondamentaux communs à divers ordres constitutionnels. La logique de transconstitutionnalisme imprègne la théorie et la pratique de la protection des droits de
l’homme.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
65
Au-delà de cette fonction, les cours constitutionnelles sont conçues
également comme les gardiennes suprêmes des droits de l’homme. La
source principale de la légitimité démocratique des Cours constitutionnelles
est leur rôle de protection des droits de l’Homme, mais celui-ci ne se
reflète pas nécessairement dans le e mode de désignation des juges.
Pour que la justice constitutionnelle assume ce rôle de gardienne
supreme, il faut d’abord accepter le principe de la coexistence
constitutionnelle équilibrée de toutes les libertés et des droits civils,
politiques, sociaux, culturels, économiques et environnementaux.
Ensuite, la composition et le statut doivent répondre aux exigences de
qualité des juges et de leur indépendance. En troisième lieu, cette
instance nationale doit être accessible aux individus se prétendant
victimes de violations de leurs libertés et droits par une autorité étatique.
Enfin, l’autorité des arrêts rendus par la justice constitutionnelle
dans le
contentieux des droits de l’homme doit être assurée28.
VI. “Le modèle turc” et ses limites
Selon un point de vue assez répandu, la Turquie est considérée
comme modèle pour les pays du MENA29. Il convient de se demander
d’abord ce qu’on entend par “le modèle turc”. Est-ce que cela serait “la
République de Turquie démocratique et laïque qui s’appuie sur les droits
de l’homme” comme la définie la Constitution ou bien la Turquie
représentée par le Gouvernement de l’AKP?
D’après le professeur Jean Marcou, “le modèle turc, aujourd’hui
en vogue dans le monde arabo-musulman, est un peu une revanche sur
le modèle turc ‘civilisationniste’ et ‘développementiste’ qui a longtemps
constitué une référence,
à destination du monde musulman, dans les
pays occidentaux.”30
On oublie (ou au moins on néglige) souvent que les réformes
réalisées dans les années 1920 ont façonné les caractéristiques de la
République de Turquie, dans son originalité. En effet, l’alternance
politique a été effectuée pour la première fois en 1950 dans le cadre des
institutions républicaines. L’AKP s’est organisé en bénéficiant des
libertés constitutionnelles et a obtenu le pouvoir dans le fonctionnement
28
La justice constitutionnelle peut jouer également un rôlenon-négligeable dans la
constitutionnalisation duterritoire ou la territorialisation de la constitution. Pour le
bassin méditerranéen, il existe déjà une base (ou dénominateur commun): la
convention de Barcelonepour la protection de l’environnement dans le bassin
méditerranéen. Son protocole additionnel relatif à la gestion intégrée des zones
côtières méditerranéennes pourrait aussi offrir les éléments communs aux juges
constitutionnels afin de répondre à des problèmes similaires.
29
Pour le détail, v.: Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles,
No 379, nov.2011, pp.5-21.
30
J. Marcou, “Les multiples visages du modele turc”, p.20.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
66
La Turquie Face au Constitutionnalisme en Méditerranée
des pouvoirs institués. Mais,
ce n’est pas l’AKP qui a introduit les
mécanismes de l’alternance31.
Ce qui distingue la Turquie des pays arabo-musulmans, c’est que
ceux-ci sont en train d’élaborer leur première constitution dont l’objectif
principal est d’introduire les mécanismes de l’alternance politique, alors
qu’en Turquie l’alternance politique
a eu lieu sous la première
Constitution républicaine de 192432.
De plus, les Etats du MENA sont en train d’élaborer leur
constitution à la suite d’une rupture politico-constitutionnelle, alors que
la Turquie est en train de rédiger sa prochaine constitution dans la
continuité de l’ordre juridique constitutionnel.
L’incertitude règne en ce qui concerne la caractéristique de la
norme fondamentale: La constitution est un texte temporel, mais pas
spirituel. De ce fait, la constitution est un texte laïc, par nature.Est-ce
que la religion sera conçue sous l’optique des droits de l’Homme ou bien
à l’inverse les droits de l’Homme seront conçus sous l’optique de la
religion?
Les destinataires de la constitution sont les générations futures.
Ceci dit, le pouvoir constituant pourrait hypothéquer, la volonté des
générations futures? Dans quelles mesures en a-t-il la possibilité?
En bref, devant le dilemme entre les droits de l’Homme, la
démocratie et les mécanismes de l’Etat de droit, d’une part et, le
nationalisme et le fondamentalisme religieux d’autre part, quel choix
sera privilégié chez les constituant de tout ces Etats de Machrek au
Maghreb?
Est-ce que la séparation des pouvoirs sera assurée comme structure
de l’Etat de droit et le concept de la démocratie pluraliste sera t-il
accepté en considérant que la démocratie
majoritaire risque de réduire le
régime uniquement à l’accès aux urnes33. Finalement, dans la mesure où
31
“Encorefaut-il que cette démarche post islamiste, qui est parvenue à a voir raison de
la fonction politique dominatrice quel’armées’étaitarrogée pendant de longues
années, n’entreprenne pas de brider à son tourl’exercice de la démocratie. Si tel
devait le cas, le “modèle turc” n’auraitalors plus rien de recommandable.” (Jean
Marcou, “Le ‘modèle turc’controversé de l’AKP”, Moyen-Orient 13, Janvier-Mars
2012, p.43).
32
“La démocratisation suppose une redéfinition de la place des religions dominantes,
qui doivent accepter de ne relever que de la conscience de chaque individu, ou à la
rigueur de celle d’une communauté, mais ne pas prétendre légitimer l’ actiondes
autorités officielles et risquer de s’imposer par des pressions ou par la force.
L’exemple de la Turquie est à cet égard significatif, car non seulement la pratique
électorale, la vie démocratique et les exigences de l’Etat de droit ont transormé le
statut de l’islam, mais elles ont fait aussi évoluer les islamistes, …” (Jean Marcou,
“Le ‘modèleturc’controversé de l’AKP”, p.43).
33
“Pour le monde arabe, le plus grand danger ne réside pas dans un retour aux
dictatures ubuesques, mais plutôt dans l’émergence de nouveaux systèmes
autoritaires basés sur des coaltions oligarchiquees ou des dérives populistes qui
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
İbrahim Ö. Kaboğlu
67
les droits de l’homme seront considérés comme l’infrastructure
normative de la démocratie, il nous serait possible de parler des
constitutions contemporaines.
BIBLIOGRPHIE
-L’Europe de la construction à l’enlisement, Le Mondehistoire,
Décembre 2012
-“Constitutionnalisme”, par Olivier BEAUD, in Dictionnairedes
Droits de l’Homme, sous la direction de J. Andriantsimbazovina, H.
Gaudin, J-P. Marguénaud, S. Rials, F. Südre, PUF, 2008.
-NéjiBaccouche, “Constitution et Etat de Droit”, in Constitution et
Etat de Droit, actesducolloque de commémorationducinquentenaire de
La promulgation de la contitutiontunisiennedu 1er Juin 1959, Faculté de
Droit de Sfax/AssociationTunisienne de DroitConstitutionnel, 2010.
-“Lesévolutionsconstitutionnelles dans la Région MENA”, Séminaire
international, Allocution du Professeu rRafaa Ben Achour, Université de
Carthage, le 20/01/2012.
-Kamel MostafaTaimour, ”Elaboration de la nouvelleconstitution
dans le processus de la démocratisation en Egypteenjeux et défis de la
nouvellepériode”, Anayasa Hukuku Dergisi/JournalConstitutionalLaw/
Revue de Droit constitutionnel-1/1, 2012, pp.513-532.
Jean Marcou, “L’expérienceconstitutionnelleturque”, Revue de
Droit Public, 1996-2.
İbrahim Ö. Kaboğlu, ”Vers le droitconstitutionneldeslibertés en
Turquie”, ESSAYS in Honour of Georgios I. Kassimatis,
Sakkoulas/Beriner W.-Verlag-Bruylant, 2004, pp. 939-955.
Jean Marcou, ”L'élaborationd'unenouvelleConstitution, priorité de
la législature”, Le mercredi 12 octobre 2011 (OVIPOT)
İbrahim Ö. Kaboğlu, “Le contrôle juridictionnel des amendements
constitutionnels en Turquie”, in LesCahiers du Conseilconstitutionnel,
No 27, 2009, pp.37-42.
A. Soma, Modélisation d’un système de justice constitutionnelle
pour une meilleure protection des droits de l’homme: transconstitutionnalisme et droit constitutionnel comparé”, Revue
trimestrielle des Droits de l’Homme, 2009-78.
Jean Marcou, “Les multiples visages du modèle turc”, Futuribles,
No 379, nov.2011.
manipulent les outils de la démocraties” (Hicham Ben Abdallah El-Alaoui,
“Monarchiesarabes, la prochaine cible des soulèvements?”, Le Monde diplomatique,
Janvier 2013, p.8).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
- II MAĞRİP/NORTH AFRICA/MAGHREB
TUNUS ULUSAL KURUCU MECLİSİ’NCE ANAYASA’NIN
KALEME ALINMASI*
(THE DRAFTING OF THE CONSTITUTION BY THE NATIONAL ASSEMBLEE)
Fadhel Moussa
Tunus Hukuk, Siyaset ve Sosyal Bilimleri Fakültesi Dekanı/ Ulusal
Kurucu Meclis üyesi/Dean of the Faculty of Law and Social Policy
Tunis, Member of the National Constituent Assembly
ÖZET
Anayasalar sıklıkla bir kesinti ve yeniden kurma iradesini ilân
eden bir değişikliğin göstergesi olmuşlardır. Bir anayasanın içinde doğduğu bağlam, içeriğini ve hazırlanış yöntemini de etkilemektedir. Tunus
devriminin iradesi, ülkenin eski rejimle bağlarının kopması ve demokratik yeni bir anayasayla donatılması yönünde olmuştur. Bu süreç, iki temel anayasal aşamada ilerlemiştir. İlk evre anayasanın kaleme alınması
aşamasıdır. Metnin hazırlanmasında komisyonlar görev üstlenmiştir.
Komisyonlara uzmanlardan, siyasi partilerden, bağımsızlardan, hukukçulardan ve sivil toplum örgütlerinden birçok tasarı sunulmuştur. Ortak
toplantılar da yapabilen komisyonların, her türlü çelişki ve tekrardan
kaçınılması için işbirliği içinde çalışmaları öngörülmüştür. Bu evrede
halkın bilgilendirilmesinin, halkın sürece dâhil edilmesinin ve karşılıklı
etkileşimin dikkate alınmasının gerekliliği, anayasanın birleştirici
özelliği ve meşruluğu için özellikle kaydedilmiştir.
İkinci evre ise anayasanın kabulü sürecidir. Bu süreçte komisyonlar, hazırladıkları raporları meclis genel oturumuna sunacak ve genel
kurulda her madde için salt çoğunluk, toplu metin için 2/3 çoğunluk ni-
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
70
Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması
sapları öngörülmüş, yapılacak iki oturumda da nitelikli çoğunluğun sağlanamaması halinde referandum seçeneği düzenlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tunus anayasasının kaleme alınması, siyasal
katılım, Tunus anayasasının kabul edilmesi, oylama yöntemleri
ABSTRACT
Constitutions often are signs of an interruption or a will to rebuild. The context a constitution is born into influences its content and
method. The will of the Tunisian Revolution was to break its ties with the
old regime and provide the country with a new constitution. This process
progressed in two basic constitutional phases. The first phase was the
writing of the new constitution. The commissions were formed to
prepare these texts. Different drafts from NGOs, political parties, law
scholars, experts and unaffiliated people were presented to the
commissions. The commissions were able to hold joint meetings in order
to avoid repetitions and conflicts. At this phase it was commonly
accepted that the public had to be informed, integrated in the process
and there had to be an interaction to guarantee a legitimized and unified
constitution. The second phase is the approval process of the constitution.
During this period commissions were to present their reports to the
assembly and had to obtain a simple majority for every article, 2/3 majority
for a collective text. In case they could not have a qualified majority after
two sessions a referendum had to be held as an option.
Keywords: Drafting of Tunisian Constitution, political participation
in Tunisa, ratification process of Tunisan Constitution, the voting methods.
***
Devletin kurucu belgesi olan Anayasa, yalnızca temel kuralları koyan hukuksal ve siyasal bir işlem değildir, hükümet edenlerle hükümet
edilenler arasında.ahengi sağlaması da gerekmektedir. Bu aynı zamanda,
yansımasını gelecekte bulan ve toplumların tarihini etkileyen sembolik
bir işlemdir. Bu anlamıyla anayasalar sıklıkla bir kesinti ve yeniden
kurma iradesini ilân eden bir değişikliğin göstergesi olmuşlardır. Ki bir
anayasanın içinde doğduğu bu bağlam, içeriği denli hazırlanış yöntemini
de etkilemektedir.
Tunus örneği bunun açık bir görünümüdür. Böylelikledir ki devrimin ertesinde 14 Ocak 2011’de eski rejimle bağları koparmak amacıyla
ülkeyi demokratik yeni bir anayasayla donatmak iradesi nihayet kendisini kabul ettirmiştir. Bu, Bey tarafından bahşedilen kısa sürmüş 1861
Anayasasından sonraki 3. Anayasadır. İkincisi bağımsızlığını sağlayan
1959 Anayasasıdır ki 14 Ocak devrimini müteakip -3 Mart 2011’de- son
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Fadhel Moussa
71
bulmuştur. Bu son anayasa Ulusal Kurucu Meclis’in iradesiyle 16 Aralık
2011’de onaylanmıştır.
Bu, kaleme alınmakta olan 3. Anayasa tasarısı bağımsız Tunus tarihinin 2. Kurucu Meclisinin eseri olacaktır. 217 üyeden oluşan bu Meclis 23 Ekim 2011’de tek turlu liste ve en büyük artık üsûllü nisbi temsil
sisteminin uygulandığı bir seçimle seçilmiştir.
Bu seçim sonuçlarına; islamcı En Nahda Partisi’nin zaferi ve bu
partiyle Cumhuriyet için Kongre Partisi (CPR) ile Ettakattol Partisi arasında (Troyka Koalisyonu olarak adlandırılan) bir hükümet koalisyonunun doğuşu damgasını vurmuştur. En Nahda Partisi Kurucu Meclis’teki
sandalyelerin %41’ini (89 sandalye) kazandı. Bunu 29 sandalyeyle CPR,
26 sandalyeyle Halk Dilekçesi, 20 sandalyeyle Ettakattol, 16 sandalyeyle
PDP, 5 sandalyeyle PDM, 5 sandalyeyle inisiyatif, 4 sandalyeyle Afek, 3
sandalyeyle POCT, 2 sandalyeyle Halk Hareketi ve MDS izledi. 16 sandalye de partiler ile tek sandalyesi olan bağımsızlar arasında paylaştırıldı.
Bununla birlikte birçok parti ile bağımsızları siyasi yakınlıklarına
göre birleştiren parlamenter grupların doğuşuyla bu yapı fazla uzun sürmedi. Yeni satranç tahtası 7 parlamenter gruptan oluşmaktadır:
-En Nahda grubu (89 üye)
-Demokratik grup (31 üye)
-CPR grubu (29 üye)
-Ettakattol grubu (20 üye)
-Özgürlük ve Demokrasi grubu (12 üye)
-Özgürlük ve Onur grubu (11 üye)
-Özgürlük, Adalet ve Gelişme için Halk Dilekçesi grubu (11 üye)
Bu yeni satranç tahtası Meclis İç Tüzüğünün kabulünün ardından,
20 Ocak 2010 tarihli genel oturumunda oluştu. İç Tüzük, anayasakoyucu
tarafından 16 Aralık 2011 T. ve 2011-6 S. ile kabul edilen kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair kanunun (ki yeni anayasanın kabulü ve yürürlüğe girmesine değin ülkeyi düzenleyecek küçük anayasa
olarak da adlandırılan) ardından kabul ettiği ikinci işlem oldu.
Bu metinle; kamu erklerini, kurumlar ile -Anayasanın UKM tarafından (UKM’in yetkileri, oylama) hazırlanması geçiş dönemini düzenleyen- kurallar arasındaki ilişkileri tanımlama yetkisi verilmiştir.
UKM’nin çalışma düzeni daha çok Meclis İç Tüzüğüne bırakılmıştır.
İki zamanlı bir yöntem izlemektedir: Önce Anayasanın kaleme
alınması sürecini (I) ve ardından komisyonlar tarafından kabul edilmiş çalışma yöntemini (II) ele alacağız.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
72
Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması
I- Anayasanın kaleme alınması süreci
Anayasanın hazırlanması süreci 16 Aralık 2001 T. ve 2011-6 S.
kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair kanunun özellikle 3.
Maddesi ile Anayasa tasarısının1 kaleme alınması için 6 ana başlıkta 6
komisyon kuran Ulusal Kurucu Meclis İç Tüzüğüyle düzenlenmektedir
(m. 64). Her komisyon orantılılık ilkesine uygun olarak 22 üyeden
oluşmaktadır (m. 42). Komisyon daireleri2 de parlamenter grupların
ağırlıklarını dikkate alan bir temsilde (m. 50) gene bu kurala göre
oluşuruldular.
Komisyon çalışmaları 2012 Şubat’ında başladı. Bununla birlikte
not etmek gerekir ki çalışmaların tamamlanması tarihini belirleyen bir
takvim öngörülmedi.
Sonuç olarak Anayasanın hazırlanması süreci iki ana evreye ayrılabilir:
1- Komisyonlar evresi:
Metnin oluşturulması ve ilk taslağın hazırlanması safhasıdır. 65.
madde bu anlamıyla “Daimi anayasa komisyonlarının hepsi kendilerine
verilen ana başlıklara ilişkin hükümleri işbirliği ve yazım komisyonuna
göndermeden önce kaleme alırlar. İşbirliği ve yazım komisyonu, gerektiriyorsa, genel oturumda görüşülmeden önce ilgili maddeleri kimi sorunların yeniden incelenmesi için ilgili komisyona geri gönderebilir”
demektedir.
İşbirliği komisyonunun görevi, isminden de anlaşıldığı üzere, her
türlü çelişki, binişme ve tekrarlardan kaçınılması için komisyonların
çalışmalarını izlemekten ibarettir. Bu komisyonun görevleri 104. maddeyle düzenlenmiştir ki diğer görevlerinin yanında “komisyonlar arası
anında ve sürekli işbirliği”nden söz etmektedir. Komisyonların ortak
toplantılar yapması imkânı da, aynı çerçevede, 66. maddeyle öngörülmüştür.
Komisyonların çalışmaları bittiğinde, komite Anayasa tasarısı
hakkında Meclis genel oturumuna sunulmak üzere bir genel rapor hazırlar (m. 104/2). Ki tam katılımlı oturum bu raporun okunmasıyla başlayacaktır.
1
2
Söz konusu altı ana başlık şöyledir: 1) Başlangıç, temel ilkeler ve anayasanın gözden
geçirilmesi; 2) Haklar ve özgürlükler; 3) Yasama ve yürütme erki ile karşılıklı ilişkileri; 4) Yargı yolları (adli, idari, mali ve anayasal); 5) Bağımsız anayasa makamları;
6) Yerel ve bölgesel yönetimler
Her Komisyon dairesi; Komisyon başkanı, başkan yardımcısı, bir raportör ve iki
raportör yardımcısından oluşur (İçtüzük m. 49)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Fadhel Moussa
73
2- Meclis genel oturumunda inceleme:
Anayasa tasarısının Meclis genel oturumunda incelenmesi, kamu
erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair kanunun 3. maddesiyle
düzenlenmiştir: “Ulusal Kurucu Meclis Anayasa tasarısını üyelerinin
salt çoğunluğuyla madde madde kabul eder. Ardından tasarının bütününü üyelerinin 2/3 çoğunluğuyla oylar. Gerekli çoğunluğun sağlanamaması durumunda ilk okumanın yapıldığı tarihten itibaren 1 ay içerisinde aynı çoğunlukla ikinci okuma yapılacaktır. Aranan çoğunluk gene
oluşmaz ise Anayasa tasarısı referandumla salt çoğunluğun toplu kabulüne sunulacaktır.”.
Bundan yeni Tunus Anayasasının kabulünün sonuç itibariyle üç
okumada gerçekleşeceği sonucu çıkmaktadır:
-Kabulünün salt çoğunlukla olacağı madde madde okuma
-Kabulünün üyelerin 2/3 çoğunluğuyla olacağı toplu okuma
-Aranan 2/3 çoğunluğun sağlanmaması durumunda yapılacak
ikinci bir toplu okuma. Çoğunluğun gene sağlanamaması durumunda
tasarı referanduma sunulacaktır.
İç Tüzük kendi payına Anayasa tasarısının tam katılımlı oturumda
görüşülmesi usûl ve yöntemlerini belirlemektedir. 106. maddeye göre
oturum Anayasa hakkındaki genel raporun sunumuyla açılır. Raporun
sunumunun ardından da genel görüşmeye geçilir.
Meclis genel oturumunun rolü de önemlidir. Gerçekten de komisyonların önerdikleri hüküm tasarılarının kabulü, reddi, değiştirilmesi
denli milletvekillerinin değişiklik talepleri Meclis genel oturumunun
mutlak egemenliğindedir. İşbirliği komitesi Anayasa taslağının son hâlinin hazırlanmasında tam katılımlı meclisin kararlarına uymak zorundadır. (m.104/3).
Buna karşın yeni Anayasanın hazırlanma misyonunu gerçekleştirebilmek için Kurucu Meclis, son taslağın kuralkoyucu niteliğinin garantisi de olacak bir çalışma yöntemini hazırlamalıdır.
II- Anayasanın kaleme alınmasının yöntemi
Anayasanın hazırlanması süreci hâlâ komisyonlar evresine ait bir
süreçtir. Bu evrede çalışma, siyasi ve anayasal tercihlerin belirlenmesi
eksenine dayalı bir düşünme çalışmasıdır. Burada söz konusu olan, sonuç olarak genel oturumda Meclisin onayını bekleyen Anayasanın içeriği denli eğiliminin belirlenmesine götürecek temel bir evredir. Komisyonların çalışmasını gösteren bir örnek olarak adli, idari, mali ve anayasal yargı komisyonu örneğini alacağız3. Söz konusu komisyon çalışma
3
Bu seçim–aynı zamanda bu mütevazi tebliğin de yazarı olan- söz konusu Komisyon
Başkanlığınca açıklanmıştır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
74
Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması
yönteminde bir yandan içsel, öte yandan yoğunlaştırılmış bir yaklaşımı
seçti.
A- İçsel bir yaklaşım
Komisyona uzmanlardan, siyasi partilerden, bağımsızlardan, hukukçulardan ve STK’larından birçok tasarı geldi. Bu açıdan Komisyon,
çalışmaların başından itibaren açık ve sıkı bir çalışma yöntemini belirlemenin önemi konusunda ısrar etti. Komisyon üyeleri; zengin ve yapıcı
bir tartışma için önceden kabul edilmiş tüm anlayışları bir kenara bırakarak, mukayeseli farklı anayasal modeller ve uluslararası standartlar denli
Tunus’ta yeni bir yargı sisteminin olası tüm çerçevelerinden hareketle
“boş bir sayfa” diye adlandırdıkları bir yaklaşımı kabul ettiler.
Böylesi bir tartışma, sorunsalını belirlemeyi başaran komisyonun,
çalışma eksenlerini de belirlemeyi sağladı: “Nasıl bir yargı istiyoruz?”.
Bu sorunsal uzun bir tartışmanın meyvesi idi:
-Yargının yeni bir düzenlemesinin varmak istediği hedefler,
-Mevcut hukuksal yapısında çözülecek sorunlar ile yeni Anayasanın kaçınması gereken sorunlar.
Böylece komisyon üzerinde çalışılacak farklı konuları saptamayı
ve yeni bir anlayışı düzenlemeyi başardı:
-Yargının oluşturulması: makam, kamu hizmeti veya erk mi?
-Nasıl bir bağımsızlık? Nasıl bir hâkimler yüksek kurulu?
-Yargı yollarının tekliği ya da ikiliği?
-Nasıl bir anayasa yargısı?
-Nitelikli bir yargının ilkeleri ve zorunlu kuralları: etkili bir yargının uluslararası standartları, adil yargılanma ilkesi, hâkimin bağımsızlığı
ve tarafsızlığı, uzmanlık, mahkeme kararlarının uygulanması sorunu…
Bu amaçlara ulaşmak için Komisyon yargı ana başlığının (aynı
zamanda hukukun) getirdiği farklı sorunları derinlemesine inceleyebilmek için gerekli araştırma ve çalışmaları gerçekleştirdi ve böylece:
-Tunus mevcut adalet sisteminin tanılanması [diagnostiquer –
ç.n.]: hukuk devleti, yargının “ehlileştirilmesi”ne götüren faylar ve sorunlar.
-Mevcut yargı sisteminin incelenmesi: Komisyon üyelerince farklı
yargı yolları (adli, idari, ad hoc) hakkında hazırlanacak raporlar.
-Mukayeseli hukukun derinlikli incelenmesi.
-Anayasa, idare hukuku ve kamu maliyesi uzmanlarının yanısıra
meslekten kişilerin dinlenmesi,
-Yurtdışı ziyaretleri (AİHM ve Alman Anayasa Mahkemesi)
-Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası teşkilâtlarca düzenlenecek
sıklığı önemsiz sempozyumların artırılması.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Fadhel Moussa
75
B- Danışılmış bir yöntem
Tüm anayasa komisyonları halka ve sivil toplum girişimlerine
açılmayı kararlaştırdılar. Vatandaşın gözünde anayasakoyucunun, vatandaşın kamusal konulara yeni katılım biçimleri ile sosyal eylemleri karşısında duyarsız kalmasının kabul edilemez olduğu belli oldu.
Böylelikle anayasa komisyonlarının çalışmaları kamu yönetiminin
iki temel ilkesiyle düzenlenmiş oluyor:
Anayasa saydam olmayan, sosyal dürtülerden uzak bir ortamda
hayat bulamaz. Bu nedenledir ki Meclis İç Tüzüğü 54. maddesiyle Komisyonların basına ve vatandaşlara açılması prensipini öngördü. Kapalı
oturum yalnızca istisnai bir tedbirdir. Aynı madde gereğince, komisyonlar kamuyu, Ulusal Kurucu Meclis’in internet sayfasında, tüm toplantılarının tarihlerinden ve gündeminden haberdar etmek zorundadır.
Komisyonların bazıları günlük toplantı özetleriyle çalışma tutanaklarını
façadefteri sayfasına [facebook – ç.n.] ve hatta anında tvittır’a [twitter –
ç.n.] koyacak kadar ileri götürmüşlerdir. Şurası bir gerçektir ki bunlar
genelde kişisel girişimlerdir.
Halk böylece anayasakoyucunun faaliyetlerinden ve çalışmalarının
ilerleyişinden düzenli olarak bilgilendirilecektir. Bu, katılımcı yaklaşımın ilk boyutudur: bilgi edinme hakkı.
Karşılıklı etkileşim, katılımcı yaklaşımın bu kez toplumdan Meclis’e doğru çıkan ikinci boyutudur. Bu yaklaşım gerçekten de
anayasakoyucunun halkın taleplerine yakın ve toplumda var olan tüm
anayasal özlemlerden haberdar olmasını sağlamaktadır ki, bu da farklı
ana başlıklarda ve olası tercihlerdeki çalışmalarına ışık tutacaktır.
Böylelikle vatandaşlar ile kurum ve derneklerden gelen farklı tasarı ve önerileri göz önünde tutmaktadır. Meclise ulaşan tüm bu tasarılar
en kısa sürede komisyonlara havale edilmektedir. Bu tasarılar birer bilgi
kaynağı ve tartışmayı zenginleştirebilecek yazım örnekleri olarak söz
konusu komisyonları, çalışmalarında dikkate almaya yöneltmektedir.
Karşılıklı etkileşim aynı zamanda ilgili tüm tarafların dinlenmesi
temelli bir yaklaşımın kabulüyle de somutlaştırılmaktadır. Yargı Komisyonu yalnız meslekten kişilerin (İdare Mahkemesi Başkanı, Sayıştay
Başkanı, Yargıtay Başkanı vb.) değil aynı zamanda meslek teşkilatları
(Hâkimler Derneği, Hâkimler Sendikası, İdari Hâkimler Birliği) ile Tunus İnsan Hakları Derneği gibi sivil toplum temsilcileri ve eski baro
başkanları gibi kamuya mâl olmuş diğerleriyle de bir dizi görüşme gerçekleştirmiştir.
Karşılıklı etkileşim aynı şekilde, anayasa hukukçuları ve daha geniş olarak, uzmanlığı gerekli ve büyük yarar sağlayan hukukçuların katılımıyla da somutlaşmaktadır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
76
Tunus Ulusal Kurucu Meclisi’nce Anayasa’nın Kaleme Alınması
Böylesi bir yaklaşım Anayasayı birlikte tasarlanmış toplu bir çalışma hâline getirerek tarafların rızasını içeren kabulünü, meşruluğu ile
kalıcılığını teminat altına alacaktır ki dileğimiz de budur.
KAYNAKÇA
Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration
du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er
Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010.
Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif a l'élection d'une
assemblée nationale constituante.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
LA RÉDACTION DE LA CONSTITUTION PAR L’ASSEMBLÉE
NATIONALE CONSTITUANTE DE TUNISIE
Fadhel Moussa
Doyen de la faculté des sciences juridiques politiques et sociales de
Tunis/ Membre de l’Assemblée Nationale Constituante
RÉSUMÉ
La redaction de la Constitution par l’Assemblée Nationale
Constituante de Tunisie a été entamée à partir des elections du 23
Octobre 2011 et a été realisée en deux phases: la phase des commissions
et l’examen en plénière. La méthodologie de la rédaction de la
Constitution consiste en une demarche endogène et une demarche
concertée. Plusieurs projets ont été fournis aux commissions émanant
d’experts, de partis politiques, d’indépendants, de jurists et d’ONG. Les
commissions de la constituante ont toutes convenues l’ouverture sur le
public et sur les initiatives venant de la société civile.
Mots-clefs: Le processus de la rédaction de la Constitution de la
Tunisie, l’Assemblée nationale constituante, la méthodologie de la
redaction de la Constitution.
***
Texte fondateur de l’Etat, la Constitution est non seulement un
acte juridique et politique qui pose les règles fondatrices qui doivent
rythmer les rapports entre gouvernants et gouvernés. C’est aussi un acte
symbolique qui se projette dans l’avenir et qui marque l’histoire des
sociétés. En ce sens, les Constitutions ont toujours été l’emblème d’un
changement, annonçant souvent une volonté de rupture et de
reconstruction. Et c’est ainsi que le contexte dans lequel naît une
Constitution agit sur son contenu comme sur son mode d’élaboration.
L’exemple tunisien en est une illustration éloquente. C’est ainsi
qu’au lendemain de la révolution du 14 janvier 2011, une volonté de
doter le pays d’une nouvelle constitution démocratique en vue de rompre
avec l’ancien régime s’est finalement imposée. Ce sera la troisième
Constitution de l’histoire de la Tunisie, après celle de 1861, octroyée par
le Bey et de courte durée, et celle de 1959 qui a donné naissance à l’Etat
de l’indépendance et qui a pris fin avec la révolution du 14 janvier et
plus précisément le 3 Mars 2011 entérinée par la volonté de l’Assemblée
Nationale Constituante le 16 Décembre 2011.
78
La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale
Constituante de Tunisie
Ce projet de la troisième Constitution en cours de rédaction sera
l’œuvre de la deuxième Assemblée Constituante de l’histoire de la
Tunisie indépendante. Cette Assemblée de 217 membres a été élue le 23
octobre 2011, par un scrutin de listes proportionnel à un tour avec
répartition des sièges non pourvu sur la base du plus fort reste.
Les résultats de ces élections ont été marqués par la victoire du
parti islamiste “Ennahdha” et la naissance d’une coalition
gouvernementale entre ce parti, le CPR et Ettakattol, communément
appelée la Troïka. Ennahdha a eu, en effet, 41% des sièges à la
constituante, soit 89 sièges. Elle était succédée par le CPR (29 sièges), la
pétition populaire (26 sièges), Ettakattol (20 sièges), le PDP (16 sièges),
le PDM (5 sièges), l’initiative (5 sièges), Afek (4 sièges), le POCT (3
sièges), Mouvement du peuple et MDS (2 sièges pour chacun) et 16
sièges répartis entre des partis et des indépendants n’ayant qu’un seul
siège.
Toutefois, cette architecture n’a pas duré longtemps avec la
naissance de groupes parlementaires réunissant plusieurs partis et
indépendants par affinités politiques. Le nouvel échiquier comprend 7
groupes parlementaires:
- Groupe Ennahdha (89 membres)
- Le Groupe démocratique (31 membres)
- Groupe CPR (29 membres)
- Groupe Ettakattol (20 membres)
- Groupe Liberté et Démocratie (12 membres)
- Groupe Liberté et Dignité (11 membres)
- Groupe la pétition populaire pour la liberté, la justice et le
développement (11 membres).
Ce nouvel échiquier s’est établi au lendemain de l’adoption du
règlement intérieur de l’Assemblée, lors de la séance plénière du 20
janvier 2012. Le règlement intérieur fut le second acte adopté par la
constituante après l’adoption de la loi n°2011-6 du 16 décembre 2011
portant organisation provisoire des pouvoirs publics appelée aussi la
“Petite Constitution” qui régira le pays jusqu’à l’adoption de la nouvelle
constitution et sa mise en œuvre.
Ce texte a pour vocation de définir les pouvoirs publics, les
rapports entre les institutions et les normes qui régissent la phase
transitoire de l'élaboration de la Constitution par l'ANC (compétences de
l’ANC, vote). L’organisation du travail de l’ANC est plutôt reléguée au
règlement intérieur de l’Assemblée.
Il s’en suit une démarche à deux temps: on évoquera d’abord le
processus de rédaction de la Constitution I, ensuite la méthodologie
de travail adoptée par les commissions II.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Fadhel Moussa
79
I. Le processus de rédaction de la Constitution
Le processus d’élaboration de la Constitution est essentiellement
régi par l’article 3 de la loi n°2011-6 du 16 décembre 2011 portant
organisation provisoire des pouvoirs publics, et par le règlement
intérieur de l’Assemblée Nationale Constituante qui a institué six
commissions thématiques pour la rédaction du projet de Constitution1
(article 64). Chaque commission est composée de 22 membres
conformément à la règle de la proportionnelle (article 42). Les bureaux
des commissions2 sont, de même, constitués conformément à cette règle
qui implique une représentativité selon le poids des groupes
parlementaires (article 50).
Les travaux des commissions ont commencé en février 2012.
Toutefois, il est à noter qu’aucun calendrier précisant une date pour la
fin des travaux n’a été prévu.
En somme, le processus d’élaboration de la Constitution peut être
divisé en deux phases essentielles:
1. La phase des commissions:
Il s’agit de la phase de la conception du texte et de la confection de
la première esquisse. L’article 65 dispose, en ce sens, que “toute
commission constitutionnelle permanente rédige les articles relatifs aux
thèmes qui lui sont attribués du projet de la Constitution, avant de les
soumettre à la commission de coordination et de rédaction. Celle-ci
peut, le cas échéant, remettre les articles à la commission concernée
pour réexamen de certaines questions, avant qu’elle ne les discute en
séance plénière”.
Le rôle du comité de coordination, comme son nom l’indique,
consiste donc à suivre le travail des commissions pour éviter tous genres
de contradiction, de chevauchement ou de répétition. Les fonctions de ce
comité sont ainsi régies par l’article 104 qui cite entre autres “la
coordination instantanée et continue entre les commissions”. La
possibilité de faire des réunions communes de commissions est, dans la
même perspective, prévue par l’article 66.
Une fois, les travaux des commissions finis, le comité prépare un
rapport général sur le projet de Constitution à soumettre à l’assemblée
1
2
Les six thèmes retenus sont: 1) Préambule, principes généraux et révision de la
constitution; 2) Les droits et libertés; 3) Le pouvoir législatif et exécutifs et leurs
rapports respectifs; 4) La justice, judicaire, administrative, financière et
constitutionnelles; 5) Les instances constitutionnelles indépendantes; 6) Les
collectivités locales et régionales
Le bureau de chaque commission est composé du président de la commission, d’un
vice-président, un rapporteur et deux rapporteurs adjoints (article 49 RI).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
80
La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale
Constituante de Tunisie
plénière (article 104 al.2). La phase plénière commence d’ailleurs par la
lecture de ce rapport.
2. L’examen en plénière:
L’examen du projet de Constitution par l’Assemblée plénière est
essentiellement régi par l’article 3 de la loi portant organisation
provisoire des pouvoirs publics qui dispose que “L’Assemblée nationale
constituante adopte le projet de la Constitution article par article à la
majorité absolue de ses membres. Elle procède par la suite à un vote
global de l’ensemble du projet à la majorité des deux tiers des membres.
A défaut, une deuxième lecture à la même majorité doit avoir lieu dans
un délai ne dépassant pas un mois de la première lecture. Si la majorité
requise n’est pas toujours atteinte, le projet de la Constitution est soumis
au référendum pour une adoption globale à la majorité simple des
suffrages”.
Il en ressort que l’adoption de la nouvelle Constitution tunisienne
aura lieu, en somme, à la suite de trois lectures:
- Une lecture article par article où l’adoption est à la majorité
absolue,
- Une lecture globale où l’adoption est aux deux tiers des
membres,
- Une deuxième lecture globale qui aura lieu au cas où on n’a pas
atteint la majorité des deux tiers requises. A défaut, le projet de
Constitution est soumis au referendum.
Le règlement intérieur précise, pour sa part, la procédure et les
modalités de discussion du projet de la Constitution en séance plénière.
Selon l’article 106, elle s’ouvre par la présentation du rapport général sur
la Constitution. Une fois le rapport présenté, on entame la discussion
générale.
Le rôle de la plénière n’est pas moins crucial. En effet, l’assemblée
plénière a la souveraineté absolue d’adopter, de rejeter et de modifier les
projets de dispositions établis par les commissions ainsi que les
amendements des députés. Le comité de coordination est tenu de
s’aligner sur les résolutions de l’assemblée plénière dans la préparation
de la version finale de la Constitution (article 104 alinéa 3).
Par ailleurs, pour réussir sa mission d’élaborer la nouvelle
Constitution, l’assemblée constituante demeure tenue d’établir une
méthode de travail qui est à même de lui garantir le niveau requis de
qualité normative du texte final.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Fadhel Moussa
81
II. La méthodologie de la rédaction de la Constitution
Le processus d’élaboration de la Constitution en est encore à la
phase des commissions. Dans cette phase, le travail est essentiellement
un travail de conception axé sur la détermination des options politiques
et constitutionnelles. Il s’agit d’une phase cruciale qui amènera à définir
en somme l’orientation de la Constitution ainsi que son contenu, en
attendant l’aval de l’assemblée plénière. On prendra le cas de la
commission de la justice judiciaire, administrative, financière et
constitutionnelle comme exemple illustratif du travail des commissions3.
Celle-ci a opté dans sa méthodologie de travail pour une une démarche
endogène d’une part, concertée d’autre part.
A. Une démarche endogène
Plusieurs projets ont été fournis aux commissions émanant
d’experts, de partis politiques, d’indépendants, de juristes et d’ONG. A
cet égard, la commission a insisté, dès le départ de ses travaux, sur
l’importance de définir une méthodologie de travail claire et rigoureuse.
Les membres ont convenu à partir de ce qu’ils ont appelé “une feuille
blanche”, laissant de côté tous concepts préétablis pour ouvrir un débat
riche et constructif à partir de différents modèles constitutionnels comparés,
les standards internationaux ainsi que sur toutes les perspectives possibles
de la nouvelle organisation juridictionnelle en Tunisie.
Un tel débat a permis de préciser les axes de travail de la
commission qui est parvenue à préciser sa problématique: “quelle justice
voulons nous?”. Cette problématique était le fruit d’une longue
discussion sur:
- Les objectifs à atteindre par l’établissement d’une nouvelle
organisation de la justice,
- Les problèmes à résoudre dans l’ordonnancement juridique
actuel et que la nouvelle Constitution devrait éviter.
Ainsi, la commission est parvenue à relever les différents sujets à
étudier et à règlementer dans la nouvelle conception:
- la conception même de la justice: autorité, service public ou
pouvoir?
- Quelle indépendance? Quel Conseil supérieur de la magistrature?
- Unité ou dualité des juridictions?
- Quelle justice constitutionnelle?
3
Ce choix est justifié par la présidence de cette commission par l’auteur de cette
modeste contribution
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
82
La Rédaction de la Constitution Par L’assemblée Nationale
Constituante de Tunisie
- les principes et impératifs d’une justice de qualité: les standards
internationaux de la justice efficace, principe du procès équitable,
l’indépendance et la neutralité du juge, la spécialisation, le problème de
l’exécution des jugements…
Pour atteindre ces finalités, la commission a procédé aux études et
aux recherches nécessaires pour approfondir l’examen des différentes
questions qu’évoque le thème de la justice (aussi bien de fait que de
droit), et ce, à travers:
- Un diagnostic de l’état actuel de la justice en Tunisie: l’état du
droit, les failles et les problèmes qui ont mené à la “domestication” de la
justice.
- Une étude de l’organisation juridictionnelle actuelle: des
exposés sur les différentes juridictions (judiciaire, administrative, ad
hoc) faits par des membres de la commission.
- Un dépouillement du droit comparé,
- Auditions d’experts en droit constitutionnel, administratif et en
finances publiques ainsi que des professionnels.
- Visite à l’étranger (la CEDH et la Cour constitutionnelle
allemande).
- Multiplicité des colloques organisés par des organisations
nationales et internationales sur des thèmes se rapportant au sujet, avec
une fréquentation mitigée.
B. Une démarche concertée
Les commissions de la constituante ont toutes convenues de
l’ouverture sur le public et sur la nécessité des initiatives venant de la
société civile. Il s’avère en effet inadmissible aux yeux des citoyens que
la constituante soit imperméable, face à leur activisme, aux nouvelles
formes de participation citoyenne à la chose publique.
C’est ainsi que le travail des commissions constituantes se trouve
régi par deux principes essentiels de la gouvernance publique:
La Constitution ne pourra pas naître dans l’opacité et loin des
impulsions sociales. C’est pour cela que le règlement intérieur de
l’Assemblée a prévu dans son article 54 le principe d’ouverture des
commissions aux medias et aux citoyens. L’hui-clos n’est qu’une mesure
d’exception. Les commissions doivent, en vertu du même article,
informer le public de la date de toutes ses réunions ainsi que de son
ordre du jour sur le site officiel de l’Assemblée nationale constituante.
Certains vont jusqu’à mettre sur facebook des comptes rendus quotidiens
des travaux des commissions, publication des PV ou même à transmettre
en direct sur twitter les travaux des commissions. Il est vrai que ce sont
souvent des initiatives personnelles.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Fadhel Moussa
83
Le public sera ainsi constamment informé de l’activité de la
constituante et de l’avancement de ses travaux. C’est le premier aspect
de l’approche participative: le droit à l’information.
L’interactivité est le deuxième aspect de l’approche participative
qui prend cette fois-ci un sens ascendant, de la société vers l’Assemblée.
Cette approche permet en effet à la constituante de rester proche des
revendications populaires et d’être au courant de toutes les aspirations
constitutionnelles qui existent en société, ce qui éclairera certes ses
travaux sur les différents thèmes et choix possibles.
C’est ainsi qu’elle s’avère réceptive à l’égard des différents projets
et propositions émanant des citoyens et des organisations et associations.
Tous ces projets reçus par l’Assemblée sont aussitôt transmis aux
commissions. Les dites commissions sont amenées à en tenir compte
dans leurs travaux comme source d’information et comme exemples de
rédaction susceptibles d’enrichir le débat.
L’interactivité se concrétise aussi à travers l’adoption d’une
conduite basée sur l’écoute de toutes les parties prenantes. La
commission de la justice a ainsi procédé à une série d’auditions non
seulement des professionnels (présidente du tribunal administratif,
président de la Cour des comptes, premier président de la Cour de
cassation…) mais aussi les représentants des organisations
professionnelles (association des magistrats, syndicat des magistrats,
Union des juges administratifs) et de la société civile telle que la ligue
tunisienne des droits de l’Homme et autres, ainsi que des personnalités
publiques tels que les anciens bâtonniers de l’Ordre des avocats.
L’interactivité se concrétise enfin à travers la participation des
constitutionnalistes et plus généralement les juristes dont l’expertise
s’est révélée nécessaire et d’une grande utilité
Une telle approche permet de faire de la constitution une œuvre
collective et concertée qui garantira son adoption consensuelle, sa
pérennité et sa légitimité ce qui est notre souhait…
BIBLIOGRAPHIE
Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration
du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er
Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010
Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif à l'élection d'une
assemblée nationale constituante
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
CEZAYİR’DE UMUT İLE HAYALKIRIKLIĞI ARASINDA
KURUMSAL VE SİYASİ REFORMLAR*
(INSTITUTIONAL AND POLITICAL REFORMS IN ALGERIA, BETWEEN HOPE
AND HOPELESSNESS)
Bachir Yelles Chaouche
Oran Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı/
Professor at the Faculty of Law University of Oran, Algeria
ÖZET
1989 anayasa reformu tek parti sistemini kaldırmış, ekonomik liberalizmi baştacı etmiş ve özellikle Hükümet başkanlığı ve Anayasa Konseyi gibi iki yeni kurum getirerek kurumsal düzenlemeleri Anayasaya
sokmuştur.
1989 ve 1996 Anayasaları; Cumhurbaşkanından farklı ve aralarında gerçek bir yetki paylaşımını sağlayarak kendisine münhasır yetkiler verdiği Hükümet Başkanlığı kurumunu yarattı. Amaçlanan hedef;
Cumhurbaşkanını, Devlet işlerinin günlük idaresiyle uğraşan bir organ
olmaktan daha çok kurumların işleyişinin teminatı ve bir hakem olmasını düzenleyerek yetkilerin adem-i merkeziyetini kurmak idi. İmtiyazlarının sınırlandırılarak Hükümet Başkanına devri de bundan kaynaklanıyordu. Bu durum 2008’e kadar sürecektir.
Aslında, tüm beklentilere karşın, 2008 yılında, önceki reformların
getirdiği ilerlemelere göre bir gerileme sayılacak, yeni bir anayasal reforma girişildi. Bu reform; Cumhurbaşkanlığı yetki sürelerindeki sınırı
kaldırmakta ve Hükümet Başkanlığını kaldırıp imtiyazlarını (eylem
programının hazırlanması ve yürütme işlevinin geri alınması) Cumhurbaşkanına aktararak, yerine Başbakanlığı getirmekte ve böylece erkleri
Cumhurbaşkanında yeniden merkezileştirmektedir. Bununla birlikte,
seçilmiş meclislerde temsil şanslarını artırarak “kadınların siyasi haklarının teşvik edilmesi hakkı”nı getirmektedir.
Siyasi planda, siyasi parti kurma hakkını ilk defa düzenleyen 1989
Anayasasıdır, ki yeterince korunmamış bir hak olarak durmaktadır. Bir
siyasi partinin kurulması başvurusunu kabul ya da reddi hususunda İçiş*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
86
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar
leri Bakanı ölçüsüz yetkiler verilmiştir. Bu yöntem; bu özgürlüğün kullanılmasını, büyük ölçüde İçişleri Bakanının takdir yetkisine bıraktığından, belirsizleştirmektedir. İdari yargıya başvuru mümkün olsa da; mevcut hâliyle idari yargı, siyasi nitelikte bir uyuşmazlığı çözebilmek için,
yeterince garanti altına alınmış tarafsızlık ve bağımsızlıktan yoksundur.
2012 tarihli Siyasi partilere ilişkin organik kanun reformu, siyasi partilerin hukuksal statülerine ilişkin birkaç yenilik getirmesine karşın sistemin
doğasına dikkate değer bir etkiden uzaktır. Şu var ki, mali yardımlar ile
kitle iletişim araçlarına erişim hakkına bağlı sınırlandırmalardan ötürü,
hâlâ dönüşümlü olmayan bir çokpartililikteyiz.
Anahtar Kelimeler: Cezayir, dönüşüm [alternance – ç.n.], dönüşümlü olmayan çokpartililik [multipartisme sans alternance – ç.n.], hükümet, çokpartililik, siyasi partiler, anayasal reform
ABSTRACT
The constitutional reform in 1989 ended the single party period,
favored economic liberalism and paved the way for the foundation of
institutions like the Presidency and Constitutional Council.
The constitutions of 1989 and 1996 created a Presidency (Head of
Government) which is different from the President of the Republic.
According to this change the president has exclusive authority. The
purpose was to withdraw the President of the Republic from daily state
issues and turn it into a referee, a guarantee for different state
institutions to function properly, which would also increase
decentralization. The limitation of authority and its transfer to the
President was also a result of the same purpose. This situation was
going to continue until 2008.
Despite all the expectations in 2008 that a new political reform
was started, it is going to be considered as a regression compared to
previous ones. This reform removed the limits on the authority of the
President of the Republic, abolished the presidency and transferred his
power to the President of the Republic. According to this reform instead
of a president, there would be a Prime Minister and political power
would be centralized again in the hands of the President of the Republic.
In addition, the reforms increased the chance for women to be elected
for different councils (assemblies) thanks to “right to promote political
rights for women”.
In the political arena, the 1989 constitution was the first mention
of the right to form a political party, which is a non-protected right. The
Ministry of the Interior has unlimited authority to accept or decline the
applications. This method prevents people to use this right freely and
trusts the judgment of the minister. Even though it is possible to appeal
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
87
to the juridical system, the administrative jurisdiction does not have the
neutrality or the freedom to solve the disputes. Despite the organic law
reform of 2012 regarding political parties, the system itself did not
change. Because of limitations regarding financial support and mass
communication, we can still talk about a multi-party regime without
alternation.
Keywords: Algeria, alternation, Multi-party regime without
alternation, government, multi-party, political parties, constitutional reform
I- KURUMSAL REFORMLAR: İLERLEME VE GERİLEMELER
1- İktidarın adem-i merkezileşmesi, ikili bir yönetimin kurulması
(1989 – 1996)
II- SİYASİ REFORMLAR: DÖNÜŞÜMLÜ OLMAYAN BİR
ÇOKPARTİLİLİĞİN KURULUŞU
1- Korunamamış bir hak olarak siyasi parti kurma hakkı
2- Dönüşümlü olmayan bir çokpartililik
***
GİRİŞ
Bağımsız Cezayir, ilk Anayasasını 1963’te tanıdı. Kurumsal
planda (tek parti) olduğu kadar siyasi planda (sosyalist ideoloji) rejimin
ana yönelimlerini daha en baştan ilân eden bir anayasa. Dönemin farklı
siyasi güçlerinin uzlaşmasının bir ürünü olmayan bu anayasa çok hızlı
bir şekilde tartışma konusu olarak 1965’te bir askeri darbeyle safdışı
bırakıldı. İkinci anayasa ancak 1976’da gün yüzü görecektir ki kendi
hesabına tüm görkemiyle tek parti sistemini ve sosyalizmi benimseyecektir.
İktidarın siyasi ve ekonomik planda özel faaliyete karşı bir çerçevede kullanımı; özellikle petrol rantının yıkılmasıyla gözler önüne serilen sistemin başarısızlığıyla sonuçlanmıştır. İktidara, özgür ve çoğulcu
seçimlerin değil de kamusal harcamalarının meşruluğunu kazanmasını
sağlayan bir rant. Bunu, 1988 Ekim olayları ve olağanüstü hâlin ilânı
izledi.
Yeni bir hükümet biçimi gerçek bir gereklilik olarak ortaya çıkıyordu. 1988’ten itibaren, 1989 Anayasasının ilânıyla sonuçlanan, anayasal bir reforma girişildi. Ki 1976 Anayasasının antitezi olarak görünüyordu: Tek parti sistemini kaldırıyor, ekonomik liberalizmi baş tacı ediyor, hükümet başkanlığı ve Anayasa Konseyi gibi yeni kurumsal düzenlemelere gidiyordu. Bununla birlikte siyaset meydanının böyle hoyratça
açılması, islâmi akımın doğuşuna izin verdi. Hâlbuki, diğer siyasi güçler
kendilerini göstermekte dahi sıkıntı çekiyorlardı. İlk özgür seçimlerden
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
88
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar
itibaren bu akım yerel meclislerin1 çoğunu, ardından 1991’de genel seçimlerde parlamentodaki sandalyelerin çoğunu daha ilk turda2 kazandı.
Ülkenin anahtar kurumlarının bu hızlı istilâsı ülkenin karar organlarını
seçim sürecini kesintiye götürdü. Bunu, terörizmin doruğunda, olağanüstü hâl ve geçici kurumlarla bir kara on yıl izledi (1992-1998)3.
Anayasal meşruluğa dönersek, kurumların yeniden seçim süreciyle
kurulmaları gerekirdi. Meşruluğa bu geri dönüşün öncesinde, 1989 Anayasası ile aynı ruhta ve aynı temellere dayanan, 1996’daki yeni anayasa
reform vardır. Yenilikler arasında: Parlamentoda çoğunluğun hoyrat
değişikliklerine karşı korunabilmek için Ulus Konseyi diye ikinci bir
meclis kurmak. Seçim süreci kademeli olarak başlatıldı, önce Cumhurbaşkanı için (16 Kasım 1995), sonra Parlamento için (5 Haziran 1997)
ve nihayet yerel meclisler için (23 Ekim 1997).
Bütün beklentilere rağmen daha önceki 3 anayasal reformla yapılan ilerlemelere göre bir gerileme teşkil eden yeni reforma 2008’de başlandı. Cumhurbaşkanının yetkilerini, sınırlamalarını kaldırarak, hükümet
başkanlığını ilga ederek güçlendirme eğiliminde. Bununla birlikte, “Kadının siyasi haklarının teşviki hakkı”nı, getirerek kadınların seçilmiş
meclislerde temsili şanslarını artırıyor.
Bunlardan çıkan sonuç şu ki, 1989’dan bu yana Cezayir’in kurumsal ve siyasi sistemi yeniden oluşuyor ve yavaş yavaş kuruluyor. Bu reformların kurumsal olduğu denli siyasi planda da çözümlemesini yapmak gerekir.
I. Kurumsal Reformlar: İlerleme ve Gerilemeler
1989 ve 1996 anayasaları Cumhurbaşkanınkinden farklı kendine
özgü yetkiler tahsis edilen Hükümet Başkanlığı kurumunu getirerek iki
organ arasında gerçek bir yetki paylaşımı sağladı. Hedeflenen amaç,
Cumhurbaşkanının yetkilerini dağıtarak günlük devlet işlerini görmekten
daha çok kurumların iyi işleyişlerinde bir hakem ve teminat organı durumuna getirmekti. Söz konusu imtiyazların azaltılması ve Hükümet
1
2
3
12 Ocak 1990 yerel seçim oylamaları, – İSC (İslami Selâmet Cephesi – FIS) 1541
beldenin 853’ünü ve 40 vilâyetten 31’ini kontrol etti. iç. M. BOUSSOUMAH, La
parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005, p. 15.
26 Aralık 1991 Yasama seçimlerinde FIS parlamentodaki sandalyelerin 43, 72’sini
kazandı.
İstifa eden Cumhurbaşkanının ardından yeni meclis seçimleri gündemde değilken,
Ulusal Meclis ve islâmi akıma bağlı yerel meclisler kendisilerini feshetti. Bu konuda
mükemmel bir çalışma için bkz. daha önce sözünü ettiğimiz Mohamed
BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à
1998, OPU, 2005.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
89
başkanına devri bundan kaynaklanmaktadır4. Bu durum 2008’e değin
sürecektir.
1) İkili bir yönetim kurularak iktidarın adem-i merkeziyeti (1989 –
1996)
Uygulanacak siyasi programın hazırlanması, yönetim işlevi ve kural koyma işlevinin bir kısmı Hükümet Başkanının yetkisi içindedir.
- Uygulanacak siyasi program, Hükümet Başkanının imtiyazında
bir yetki
Cumhurbaşkanının yetkilerini düzenleyen anayasal hükümler birlikte okunduğunda Anayasanın özellikle 77. maddesinde Hükümetin
uygulamakla yükümlü olacağı bir programı hazırlamakla yetkilendirilmediği açıkça görülmektedir. Anayasakoyucu bu görevi daha çok Hükümet Başkanına bırakmaktadır: “Hükümet Başkanı, Bakanlar Kuruluna
sunacağı programına karar verir” (m. 79). Demek ki program, Devlet
Başkanı başkanlığındaki Bakanlar Kuruluna sunulmadan önce Hükümet
Başkanınca kararlaştırılmaktadır. Bu sunuş bildirim mahiyetindedir.
Programın hazırlanmasının kime ait olduğu “Hükümet Başkanı programını Ulusal Halk Meclisi’nin onayına sunar” diyen 80. Maddede bir
kere vurgulanmıştır. Anayasa demek ki Cumhurbaşkanını, programın
yalnızca hazırlanmasında değil gerçekleştirilmesinde de devredışı bırakmıştır. Fakat söz konusu dışarda bırakma bu seviyede kalmayacak,
gerçekleştirilmesindeki yargısal araçları da içerecektir.
2) Hükümet başkanı için genişletilmiş kural koyma görevi
Kural koyma görevinin paylaştırıldığı 3 kurum: Parlamento, Cumhurbaşkanı, Hükümet başkanı. Bununla birlikte Cumhurbaşkanına ayrılan kısım sanılanın aksine anayasanın hükümlerine harfiyen bağlı kalındığında oldukça azaltılmıştır. Anayasa; Parlamentonun fiilen hayatın
temel alanlarını kapsadığını düşündürtecek denli, kanunun alanını otuz
kadar konuya genişletmekte, kısacası Cumhurbaşkanına çok az bir alan
bırakmaktadır (m.122). Cumhurbaşkanı tam anlamıyla kural koyma yetkisine yalnızca istisnai durumlarda sahip olmaktadır (savaş, sıkıyönetim,
olağanüstü hâl)
Buna karşılık, Hükümet Başkanı söz konusu olduğunda, Anayasa
yasama yetkisini kullanmasına yakından katılıyor. Hükümet Başkanı
yasa önerme hakkını kullanarak en yukardan karışıyor (m. 99/2), yasa
Hükümetin önerisiyle neredeyse sistematik olarak kabul ediliyor.
Anayasakoyucu yasaların hazırlanması sürecine (yayımı ya da Anayasa
Konseyi’ne anayasaya uygunluğunun incelenmesi için gönderilmesi ha4
Bu konuda bkz. L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre institutionnel
en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme à l’Etat de droit, Etudes en
l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUD-IREMAM, 2009, p. 362 à 369.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
90
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar
riç) Cumhurbaşkanının her türlü doğrudan müdahalesini dışarda bırakıyor. En aşağıda ise Hükümet Başkanı, yasaların icrası için düzenleme
yetkisini kullanıyor.
Bununla birlikte Anayasa, Cumhurbaşkanını yasaların hazırlanması sürecinden çıkartıyorsa da kendisine yasaya ilişkin konularda iki
şartla kararname usûlüyle düzenleme yetkisine izin veriyor: Bu düzenleme yetkisini yalnızca Parlamentonun dönem aralarında ve söz konusu
kararnamenin parlamentoca onaylanması şartıyla kullanabiliyor.
Buna karşın, Cumhurbaşkanı yasama çemberi dışında kalan konularda düzenleme yetkisine sahip bulunuyor. Böyle olmakla birlikte, bu
yetki çok sınırlıdır. Anayasanın 125. Maddesinin Cumhurbaşkanına tanıdığı bu yetki; bir yandan Parlamentonun yetkisindeki tüm konuları
dışarda bırakan5, öte yandansa Hükümet Başkanına verilmiş, yasaların
uygulanmasını düzenleme yetkisi ile etrafı sıkı sıkıya işaretlenmiş bir
yetkidir (m.125/2). Özetle, Cumhurbaşkanının kuralkoyma yetkisi yalnızca hem Parlamentonun ve hem de Hükümet Başkanının yetki alanları
dışında kalan konularda söz konusudur.
Hükümet Başkanının siyasi programın hazırlanması ve kural koyma görevine ilişkin bu anayasal önceliği genel ve doğrudan bir seçimle
gelmiş bir Cumhurbaşkanının işine gelmiyordu. Cumhurbaşkanının
yürütme yetkisinin yeniden kendisinde toplanması amacıyla 2008’deki
anayasa değişikliği arzusu işte bu nedenledir.
2) İktidarın yeniden merkezileştirilmesi (2008)
Yürütme gücünün yeniden kurulması Hükümet Başkanlığı kurumunun kaldırılması ve yetkilerinin Cumhurbaşkanına devriyle gerçekleşecektir.
- Hükümet Başkanlığı kurumunun kaldırılması
2008 Anayasa değişikliği parlamento yoluyla kabul edildi6.
Anayasanın 182 maddesinden 13’ü değiştirildi. Bütün bu değişikliklerden iki tanesi son derece önemli görünüyor. Birincisi Cumhurbaşkanının
yetkilerinin sınırlarının kaldırılması; daha karmaşık olan ikincisi ise Hükümet Başkanlığı’nın kaldırılması ile yerine yetkileri ciddi anlamda zayıflatılmış Başbakanlık kurumunun getirilmesi.
Bu görev öyle hassas ki hiçbir şekilde temel erklerin ve kurumların
dengelerine halel getirmemesi gerekiyor (AY m. 176). Anayasa Komis-
5
6
«Kanunla düzenlenmesi öngörülen konular dışındaki konular Cumhurbaşkanının
düzenleme yetkisi içerisindedir. (AY m. 125/1).
- 15 Kasım 2008 T. ve 08-19 No’lu Anayasa Değişikliği Hakkında Kanun, Journal
Officiel n° 63, 2008.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
91
yonu, Cumhurbaşkanının 3 Kasım 2008’de yaptığı başvuruyu hemen 4
gün sonra7, yapılan tüm değişiklikleri onaylayan bir görüş ile yanıtlıyor.
Anayasa değişikliği yürütme erkinde basit bir iç düzenleme gibi
sunulmuş ise de hiç de bu denli açık değildir. Hükümet Başkanı tüm
yetkilerini doğrudan Anayasadan alıyor ve kullanıyordu; bundan dolayıdır ki yalnızca kendisine ait bir yetki alanı idi. Anayasa değişikliği,
Cumhurbaşkanının 1989 Anayasasıyla birdenbire kaybettiği imtiyazları,
Cumhurbaşkanına vererek, yeniden tartışma konusu yapıyor: Özellikle
siyasi programın hazırlanması ve yürütme görevi.
– Bir siyasi program hazırlanması yetkisinin devri. Hükümet Başkanı siyasi programın hazırlayanı iken, Başbakan, hazırlığı Cumhurbaşkanına devredilen bir programın sıradan bir uygulayıcısı hâline geliyor:
“Başbakan Cumhurbaşkanının programını hayata geçirir ve bu amaçla
Hükümetin çalışmasını düzenler.” (m. 79/2, 3) Anayasa Komisyonu bu
yetki devrini onaylıyor. Görüşünü gerekçelendirirken de Anayasakoyucunun yaklaşımından hareketle Cezayir kurumsal sistemini düzenleyen
ilkeleri araştırıyor. Üstün kılmak için aradığı bir prensibi şöyle çıkartıyor: Söz konusu olan “Çoğulcu demokratik sistemin normal işleyişi”
ve gereklikleridir. “Anayasadan doğan bu prensip gereğince (…) halkın
onayını önceden almış bir programa dayalı olarak seçilen Cumhurbaşkanının, halk önünde ettiği yemin gereğince bu programı hayata
geçirmesi ödevinin de olduğu anlamına geliyor.” Bu gerekçesini “Özgür
ve egemen iradesini gösteren seçim işlemiyle halkın onayını alan Cumhurbaşkanının programının yürütülmesini, yalnızca Cumhurbaşkanına
bağlı Başbakan temin eder.” diyerek güçlendiriyor.
Söz konusu bakış açısı, uygulamada bir haklılık bulabiliyorsa da
Anayasanın herhangi bir hükmüyle ilişkilendirilmesi zordur. Aslında,
Anayasanın hiçbir yerinde Cumhurbaşkanının siyasi bir program ile seçileceği düzenlenmemiştir.
- Yürütme işlevinin geri alınması. Yasaların yürütülmesine bağlı
olan yürütme görevi Hükümet Başkanının münhasır yetkisindedir8 ve
icrai kararnamelerle (ç.n. - genel düzenleyici işlemlerle) kullanılmaktadır. Belirtilmelidir ki bu madde bir değişikliğe uğratılmamıştır; görevinin gerçekleştiriliş şekilleri yeniden tanımlanmıştır. Değişiklikten önce
Anayasa bu kararnamelerin düzenlenişini herhangi bir ön usûle tâbi tutmuyordu, uygulamada onayları için Bakanlar Kuruluna sunuluyor olsalar bile. Artık Başbakan bu görevi ancak Cumhurbaşkanından isteyerek
ve onayını aldıktan sonra kullanabilecektir. Burada söz konusu onay
Bakanlar Kurulunun değil bizzat Cumhurbaşkanının onayıdır. Bu, her
7
8
- 7 novembre 2008 T. görüş n° 01/08, Journal Officiel n° 63, 2008.
- «Yasaların uygulanması Hükümet Başkanının kural koyma yetkisindedir.» (AY m,
152/2).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
92
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar
kararnamenin düzenlenişinde mecburi ve önceden alınması gereken bir
onaydır. Gerçekte bu onay, Cumhurbaşkanının yürütme görevine ortaklığına izin veriyor, hâlbuki Anayasanın 125. Maddesi onu tamamen
devredışı bırakıyordu. Cumhurbaşkanı her icrai kararnamenin ortak faili
hâline geliyor.
Anayasa Konseyi bu yeniden düzenlemenin herhangi bir şekilde
erkler arası dengelere halel getirmediğine karar verdi. Çünkü burada söz
konusu olan yürütme erkindeki basit bir iç düzenleme idi. Yeniden düzenlenen maddeler “yürütme erkinde daha büyük bir uyum ve etkiyi
sağlamak amacıyla iç düzenlemeleri yapmayı hedefliyor”. Ve bunu “Yürütme erkinin iç düzenlemesiyle yetindiğinden hiçbir şekilde diğer erkleri, kurumları ve Anayasanın 2. Kısmından doğan yürütme ile yasama
erkleri arasındaki dengeyi kuran mekanizmaları etkilemediği” şeklinde
açıklıyor.
Erkleri kuran kurumların iki başlılığı (yürütme erki için iki başlılık, yasama erki için iki meclislilik, yargı erki için iki yargı yolu), yürütme erki açısından kendisini yeniden tartışma konusu olarak buluyor.
1989 ve 1996 anayasakoyucuları için iki başlılık stratejik bir seçim idi.
Yürütme erkini adem-i merkezileştirmek ve sapmalarından kaçınabilmek
amacıyla Cumhurbaşkanı ile Hükümet Başkanı arasında gerçek bir yetki
paylaşımı üzerine kurgulanmıştı.
Ancak Anayasa Konseyinin ileri sürdüğü gibi, Başbakanı temel
imtiyazlarından yoksun bırakmak, yürütmede yapılan basit bir iç düzenleme sayılabilir mi? Yahut da, yasama erkine taşarak yürütme ile Parlamento arasındaki zaten oturmamış olan dengeyi bozmayacak mı?
– Reformun Parlamentonun yetkilerine etkileri
Programın hazırlanması ve yürütme görevinin kullanılmasında
Başbakanın imtiyazlarının en aza indirgenmesi; Anayasanın, Başbakanın
siyasi eyleminin Parlamentoca onaylaması ile hükümetin sansürüne ilişkin hükümlerinin etkililiği ve yerindelikleri sorusunu sorduruyor. Artık
geçersiz mi oldular?
- Eylem planının Ulusal Halk Meclisi (UHM – APN) tarafından
onayı.
Başbakan Cumhurbaşkanının programını hayata geçiriyor. Bunu
yapmak için, yürütülmesini sağlamak amacıyla kendi eylem planını kararlaştırıyor ve UHM’nin onayına sunuyor9. Hükümet Başkanının
programının onaylanmasına ilişkin usûl ise aynen korundu (m. 81). Başbakanın eylem planının onaylanmaması mecburi olarak Hükümetin istifasını sonuçluyor (m. 81). İkinci defa reddi ise UHM’nin kendiliğinden
feshini doğuruyor (m. 82).
9
- Ulus Konseyinde, bu plana dair basit bir bildiri sunuyor.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
93
Fakat UHM devirmekte olduğu Başbakanın eylem planındaki neyi
reddedebilir ki? Cumhurbaşkanının programı hedefleri, gerçekleştirme
amaçları ile sürelerini belirliyor, eylem programı da bunu gerçekleştirmeyi üstleniyor. O zaman biz de tüm sonuçlarıyla, planın reddini haklı
kılabilecek doyurucu nedenlerin neler olabileceğini soruyoruz. Cumhurbaşkanının programına uymaması, gerçekleştirme sürelerinin uzunluğu,
olanaklarının yetersizliği… Eğer öyleyse, demek ki denetim konusunda
UHM, Cumhurbaşkanının ortağı hâline geliyor; Cumhurbaşkanının iradesine programında belirtildiği gibi uyulup uyulmadığını denetlemeyi
üstlenmiş oluyor ki bu hiç bir şekilde görevine girmiyor.
Buna karşın eylem planının reddi durumunda öngörülen yaptırımlar (hükümetin istifası, UHM’nin ikinci redde fesholması) Başbakanın
zayıf yetkileri karşısında açıkça orantısız oldular.
- Başbakanın UHM önündeki sorumluluğu.
Aynı şekilde, Başbakanın UHM önündeki sorumluluğunu ortaya
koyan tüm hükümler korundular; hâlbuki değişiklik ya kendisinden kimi
yetkileri almak, ya da kimi yetkileri Cumhurbaşkanıyla paylaştırmak
amacı güdüyordu.
135. madde yalnızca, genel siyaset beyanı üzerine yapılan yıllık
görüşme sırasında verilebilecek gensoru önergesiyle Hükümetin sorumluluğunu ortaya koyan hükmü öngörüyor. Oysa, Başbakanın Parlamentoya hesabını vermek zorunda olduğu bir siyasi programı artık kalmadı.
Bu yüzdendir ki, kendisinin olmayan bir genel siyasetten dolayı siyasi
sorumluluk yüklenemez. Bu yeni duruma rağmen, Hükümetin parlamenter sorumluluğu aynı koşullarda tutuldu.
Orada da, denetimin etkileriyle Hükümetin sansürü Başbakanın
hâlâ kullandığı zayıf yetkilere nazaran orantısız hâle geldiler. Artık,
parlamenterler muhatap olarak yalnızca, kendine ait yetkilerden yoksun
bir organ, bir uygulayıcı bulacak, ama kimden hesap soracaklar? Başbakanın gerçek sorumluluğu ise yalnızca kendisini atayan ve her an görevlerine son verebilecek Cumhurbaşkanının önünde söz konusu olabilecek.
Parlamentonun denetim yetkisi Başbakanın yetkilerinin daraltılmasından dolayı zayıflatılmıştır. Denetim-yaptırım mekanizması, uygulanacak programdan ve gerçekleştirilmesinden Parlamentoyu haberdar
etmeye hizmet eden basit bir denetim-bildirim mekanizmasına dönüşmüştür. Bunda, söz konusu değişikliği kabul ettiğinden ötürü, yasama
organının da sorumluluğu vardır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
94
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar
II. Siyasi Reformlar: Dönüşümlü Olmayan Bİr Çokpartililiğin
kuruluşu 10
Siyasi parti kurma hakkı, ilk defa 1989 Anayasasıyla siyasi nitelikli dernek gibi oldukça alçakgönüllü bir adla tanınmıştır. (m. 40). 1996
Anayasası siyasi parti ifadesini yeniden getirmiştir (m. 42).
1 – Siyasi partilerin kurulması, kötü korunmuş bir hak
Siyasi parti kurma hakkı artık Anayasa tarafından tanınmış ve garanti altına alınmış ise de sınırları da vardır: Temel özgürlüklere, ulusal
kimliğin bileşenleri ile değerlerine, ulusal güvenlik ve ülkenin bölünmezliğine, ülkenin bağımsızlığına, halkın egemenliğine olduğu kadar
Devletin cumhuriyetçi ve demokratik karakterlerine aykırılık teşkil edemez. Üstelik hiçbir parti din, dil, ırk, cinsiyet, meslek ya da bölgesel
temeller üzerine kurulamaz. 1989’dan bugüne kadar pek çok dini parti
onaylandığı için bu koşullara her zaman uyulduğu söylenemez.
Bir siyasi partinin kurulması usûlü, 1996 Anayasasından bu yana
organik bir kanunla belirlendi11. İçişleri Bakanı, bir siyasi partinin kurulması dosyasını kabul ya da red konusunda aşırı yetkilerle donatılmıştır.
Bu süreç, büyük ölçüde İçişleri Bakanının takdir yetkisine bağlı olduğundan söz konusu özgürlüğün kullanılmasını belirsiz kılıyor. Şu var ki,
kurucu beyannamelerini sunmuş, ancak ne Bakanlıktan 1997 tarihli kanunun 12. Maddesi gereğince bir alındı belgesi almış ne de 60 günlük
süre içerisinde kendilerine bir yanıt verilmiş siyasi partilerin var oldukları da bir gerçektir. Alındının Resmi Gazete’de 60 gün içinde ilâmı,
kurucularına parti faaliyetlerini yapma ve kurucu kongrelerini toplama
izni vermektedir. Bu ilâmın eksikliğinde yahut da süresi içinde red kararının yokluğunda kuruculara faaliyetlerini sürdürmelerine izin verilmiştir. Bu çözüm bununla birlikte teorik kalmaktadır; zira idare, süresi geçmiş dahi olsa, dosyanın resmi kabulü olmaksızın her türlü siyasi faaliyeti
engellemektedir. Bu partiler yalnızca fiilen engellenmişlerdir ki bu bir
hukuksuzluk durumu yaratmaktadır. İdari yargı yoluna başvurmak
mümkün olsa da, ilgililer bir olasılık, yargıcın şu andaki koşullarda siyasi nitelikteki bir uyuşmazlığı çözebilmesi için tarafsızlığını ve bağımsızlığını sağlayan garantilere yeterince sahip olmamasından dolayı bugüne kadar kaçınmışlardır.
10
- Yelles Chaouche Bachir, Le multipartisme en Algérie: une nouvelle donnée
constitutionnelle, in Revue international de droit comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440;
Aynı şekilde bkz. agy, Constitution et partis politiques en Algérie, in Mélanges
offerts au Doyen Abdelfettah Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis,
2005, p. 947.
11
- 6 Mart 1997 T. ve 97-209 S. Siyasi partilere ilişkin organik kanuna dair kararname,
Journal Officiel n° 12, 1997, s. 12.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
95
Siyasi partilere ilişkin organik kanunda yapılan 2012 reformu siyasi partilerin yargısal rejimine ilişkin bazı yenilikler getirmekte, ek
korkuluklar düzenleyip ulusal trajedinin sorumlularına siyasi parti kurmayı yasaklayarak kendisini yeni bir ulusal trajediden korumaya çalışmaktadır. 5. madde şunu düzenlemektedir: “bir siyasi parti kurmak, kurulmasında rol oynamak ya da yönetim organlarına katılmak hakları,
dini alet ederek ulusal bir trajediye yol açan tüm sorumlulara yasaklanmıştır.”
“Bu hak aynı şekilde; terörist eylemlere katılanlar ve hazırlanmasında, yürütülmesinde ve gerçekleşmesindeki sorumluluğunu reddedenler ile ulusa ve devlet kurumlarına karşı şiddet ve isyana teşvik edici bir
siyaset yürütenlere de yasaklanmıştır12.
Seçim Kanunu “kamu düzenini tehdit ya da bozmaktan hüküm
giymiş olanları” genel ve yerel seçimlere adaylıkları yasaklayarak söz
konusu önlemi güçlendirmiştir13.
Parti kurucuları İçişleri Bakanına kurucu beyannamelerini bir
dosya olarak sunmalıdırlar. Bu beyannamenin uygun görülmesi hâlinde
Bakan bir idari işlemle kurucu kongrenin yapılmasına izin verir; bunun
ilâmını 60 gün içerisinde yapacaktır. Kurucu beyannamenin reddine
karşı Danıştay’a başvurulabilecektir. İdarenin öngörülen sürenin bitiminden sonraki sessizliği kurucu üyelerin kurucu kongrelerini yapabileceklerine izin verildiği anlamına gelmektedir. Kongrenin yapılmasını
izleyen 30 gün içerisinde, kurucu üyeler partinin onayı için İçişleri Bakanına başvururlar. Bakanın talebin kabul ya da reddi için 60 günlük
süresi vardır. Bu karar Danıştay’a götürülebilecektir (m. 27-30): “Kendisine verilen 60 günlük sürenin geçmesine rağmen idarenin suskunluğu
siyasi partinin onaylandığı anlamına gelmektedir.” “İçişleri Bakanı
bunu 31. maddede belirtilen şekillerde tebliğ eder.”
Dikkat çekmek gerekir ki idarenin suskunluğu onayın kabulü (kabulün açık kararı) anlamına gelmektedir. Ne var ki bu kabul etkilerini
ancak İçişleri Bakanının kendisine tebliği ve RG’de yayımını sağladıktan sonra doğurabilecektir. Zira kabulün etkileri özetle, RG’de yayımına
bağlıdır; bu yayımla siyasi parti bir tüzel kişilik ve hukuki ehliyet kazanacaktır (m. 32-34). Şu hâlde, Bakanın bunu yapmaktan kaçınması durumunda söz konusu onayın devamı gelmeyecektir.
2 –Dönüşümü olmayan bir çokpartililik.
Cezayir’de çokpartililik neye yarayacaktır? Bu soru meşruluğunu
Anayasanın çokpartililiği getirmesine karşın hedef ve görevlerini belirt12
- 12 Ocak 2012 T. ve 12-04 S. Siyasi Partilere dair organik kanun, Journal Officiel
n° 01, 2012, s. 9.
13
- 12 Ocak 2012 T. ve 12-01 S. Seçim sistemine ilişkin organik kanun m. 78 ve 90,
Journal Officiel, n° 01, 2012, s. 8.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
96
Cezayir’de Umut ile Hayalkırıklığı Arasında Kurumsal ve Siyasi Reformlar
memiş olmasında bulmaktadır. Bu ihmalin sonuçları, rolünü gerçekleştirebilmesi için partilere sağlanması gereken olanakların üzerinde oldu.
Cezayir anayasakoyucusunun bu konudaki suskunluğu, başından beri
siyasi partilere sistem içerisinde verdiği role ve halk iradesinin kendisini
ifadesiyle iktidarın kullanılmasına katkılarına verdiği önemsizliği gösteriyor. Anayasakoyucu 42. Madde vasıtasıyla partilere bir misyon yüklemeye gitmeden belli bir dereceye kadar en asgarisinden varlıklarını garanti etmekle yetiniyordu. Varlıklarını garanti ediyordu, fakat rolleri ve
amaçlarını değil.
1997 tarihli organik kanun bu eksikliği fazla sağlam olmayan bir
şekilde gidermeye çalışacak; 2. maddesinde siyasi partilere oldukça mütevazi bir rol verecekti: “siyasi hayata demokratik ve barışçı yollarla
katılmak…”. 1989’dan günümüze kadarki uygulamalar incelendiğinde,
siyasi hayata katılımın yalnızca seçim işlevi boyunca, dönemsel olarak
tasarlanıp düzenlendiği zannı uyandırmaktadır.
Bu önemli eksiklik yakın zamanda çıkartılan 12 Ocak 2012 tarihli
siyasi partilere ilişkin organik kanunun siyasi partilerin hedef, rol ve
görevlerine ayırdığı 3. Bölümü ile giderilmiştir14. 3. Maddesi siyasi partiyi “Ortak bir siyasi projeyi gerçekleştirmek, demokratik ve barışçıl
yollarla iktidarın kullanımına ulaşmak ve kamusal işlerde yetki ve sorumluluk almak amacıyla bir araya gelen bir grup vatandaş” olarak tanımlamıştır. Siyasi partiler ile iktidara ulaşmak arasındaki bağ artık kurulmuştur. Eğer bir siyasi parti kuruluyorsa bu herşeyden önce iktidarı
kullanmak istemesindendir15. Ancak bu son amacı değildir ve başka görevler de yüklenmiştir: Bir siyasi parti “Vatandaşların kamusal hayata
faal katılımlarını teşvik ederek; kamusal sorumlulukları üstlenecek seçkinleri yetiştirip hazırlayarak; ulusal ve halk meclislerine adaylar önererek; demokratik eylemin benimsenmesine, dönüşümlü iktidarın oluşumuna ve kadının siyasi haklarının teşvikine çalışarak (…) kamusal hayatın her alanında kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunup siyasi iradenin oluşturulmasına çalışır” (m. 11).
Demek oluyor ki metinler düzeyinde ilerlemeler kaydediyoruz; artık siyasi partiler dönüşümü ve iktidara ulaşmayı arzulayabilirler. Ancak,
mali güce ve devletin elindeki kitle iletişim araçlarına erişmeye bağlı
güçlükler devam ettiğinden, geriye, uygulamada bu tedbirlerin somut
sonuçlarının sağlamasını yapmak kalıyor.
14
- 12 Ocak 2012 T. ve 12-04 S. organik kanun. Ayrıca bkz. Anayasa Konseyi’nin söz
konusu kanunun anayasaya uygunluğuna dair 8 Ocak 2012 T. ve 01/A S. görüşü,
Journal Officiel n° 02, 2012.
15
- Bir siyasi partinin feshini gerektiren sebepler arasında üst üste 4 defa genel ve yerel
seçimlerde aday göstermemesi de vardır. (adı geçen 12 Ocak 2012 T. organik kanun
m. 70).
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
97
Hatırlatmak gerekir ki İSC’nin (FIS) 1991 genel seçimlerindeki
zaferi ve seçim usûlünün sekteye uğraması bize dönüşümlülüğün henüz
gündem konusu olmadığını gösterdi. İlk dönüşümün başarısızlığından
sonra belirsizliklerin sınırlarını azaltmak ve başka bir dönüşümü engellemek için bir çok araç oluşturuldu. Ancak eğer partiler hâlâ hükümet
etmeye kabul edilmiyorlarsa da, hiç olmazsa hükümet eden çoğunluğa
karşı muhalefet edebilme göreviyle donatıldılar mı? İktidardaki çoğunluk, azınlığa, kendi siyasetine muhalefet hakkını vermekte, onu koruyan
ve belirginleştiren bir statü sağlamakta gecikiyor. Belirtilmelidir ki muhalefet sözcüğü dahi hukuk diline hâlâ girmemiştir.
10 Mayıs 2012 tarihli genel seçimlerin ardından kapsamı henüz
açıklanmayan bir başka anayasal reformun yapılacağı ilân edildi. Yani
anayasal reform henüz tamamlanmadı ve umudumuzu korumaya devam
ediyoruz.
KAYNAKÇA
-M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics
constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005.
-L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre
institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme
à l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUDIREMAM, 2009.
-Yelles Chaouche Bachir, “Le multipartisme en Algérie: une
nouvelle donnée constitutionnelle”, in Revue international de droit
comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440; Aynı şekilde bkz. agy, Constitution
et partis politiques en Algérie, in Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah
Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis, 2005.70).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
RÉFORMES INSTITUTIONNELLES ET POLITIQUES EN
ALGÉRIE ENTRE ESPOIR ET DÉCEPTION
Bachir Yelles Chaouche
Doyen de la Faculte de droit universite d’Oran Algerie
RÉSUMÉ
La réforme constitutionnelle de 1989 a aboli le système de parti
unique, a prôné le libéralisme économique et a introduit des
réaménagements institutionnels notamment avec la création de deux
nouvelles institutions, le Chef de Gouvernement et le Conseil constitutionnel.
Les constitutions de 1989 et de 1996 ont créé l’institution du Chef
du Gouvernement et lui ont affecté des compétences propres, distinctes
de celles du président de la République, instituant par là un véritable
partage de compétences entre les deux organes. L’objectif recherché était
d’instaurer une déconcentration du pouvoir en faisant du président de la
République beaucoup plus un arbitre et un garant du bon fonctionnement
des institutions qu’un organe chargé de la gestion au quotidien des affaires
de l’Etat. D’où la réduction de ses prérogatives et leur transfert au Chef du
Gouvernement. Cette situation durera jusqu’en 2008.
En effet, contre toute attente, une nouvelle reforme constitutionnelle
est engagée en 2008, elle va constituer un recul par rapport aux avancées
apportées par les deux réformes précédentes. Elle supprime la limitation
des mandats présidentiels, et restaure la concentration des pouvoirs entre
les mains du Président de la République en supprimant l’institution du Chef
du gouvernement et son remplacement par un Premier ministre et le
transfert des ses prérogatives au président de la République (élaboration du
programme d’action et récupération de la fonction exécutive). Elle
instaure, cependant, le “droit à la promotion des droits politiques de la
femme” en augmentant ses chances d’accès à la représentation dans les
assemblées élues.
100
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
Sur le plan politique, c’est la Constitution de 1989 qui a institué
pour la première fois le droit de créer des partis politiques, mais un
droit qui reste insuffisamment protégé. Des pouvoirs exorbitants sont
attribués au ministre chargé de l’Intérieur pour accepter ou refuser un
dossier de création d’un parti politique. Cette démarche rend l’exercice
de cette liberté aléatoire car dépendant, dans une large mesure, du
pouvoir discrétionnaire du ministre de l’Intérieur. Un recours devant la
juridiction administrative reste toujours possible, mais celle-ci ne
présente pas, dans l’état actuel des choses, les garanties suffisantes de
neutralité et d’indépendance pour résoudre un litige de nature politique.
La réforme de 2012 de la loi organique relative aux partis politiques
apporte quelques nouveautés concernant le statut juridique des partis
politiques mais qui restent sans effets notables sur la nature du système.
En effet, on est toujours en présence d’un multipartisme sans alternance
en raison notamment des restrictions liées à l’accès au financement
public et aux médias lourds qui demeurent toujours publics.
Mots clés: Algérie, alternance, constitution, gouvernement,
multipartisme, partis politiques, réforme constitutionnelle
– LES REFORMES INSTITUTIONNELLES: DES AVANCEES
ET DES REPLIS
1 - La déconcentration du pouvoir, l’instauration d’un exécutif
bicéphale (1989 – 1996)
2 - La restauration de la concentration du pouvoir (2008)
II. – LES REFORMES POLITIQUES: L’INSTAURATION D’UN
MULTIPARTISME SANS ALTERNANCE
1 - La création de partis politiques, un droit mal protégé
2 – Un multipartisme sans alternance
***
Introduction
L’Algérie indépendante a connu sa première constitution en 1963.
Une constitution par laquelle étaient proclamées, dès le départ, les
grandes orientations du régime tant sur le plan institutionnel (le parti
unique) que politique (l’idéologie socialiste). Cette constitution qui n’a
pas été le produit du consensus des différentes forces politiques de
l’époque s’est trouvée très vite remise en cause et écartée par un coup
d’Etat militaire en 1965. La seconde constitution ne verra le jour qu’en
1976, elle consacre à son tour de la manière la plus solennelle le système
du parti unique et le socialisme.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
101
La pratique du pouvoir s’est donc exercée dans un cadre qui
répugne l’action privée aux plans politique et économique et s’est soldée
par un échec du système qui a été mis a nu essentiellement par
l’effondrement de la rente pétrolière. Une rente qui permettait au pouvoir
en place de tirer sa légitimité de la dépense publique et, non d’élections
libres et plurielles. D’où les évènements d’octobre 1988 et la
proclamation de l’Etat d’urgence qui s’en est suivie.
Un nouveau système de gouvernance s’avérait plus que nécessaire.
Une réforme constitutionnelle est engagée à partir de 1988 qui aboutit à
la promulgation de la Constitution de 1989. Celle-ci se présentait comme
l’antithèse de celle de 1976: elle abolit le système de parti unique, prône
le libéralisme économique et introduit des réaménagements institutionnels
notamment avec la création de deux nouvelles institutions, celle du Chef de
Gouvernement et le Conseil constitutionnel. Cependant, l’ouverture
brutale du champ politique a permis l’émergence de la mouvance
islamique alors que les autres forces politiques peinaient à s’affirmer.
Dès les premières élections libres, cette mouvance remporte la plupart
des assemblées locales1, puis, en 1991, au niveau national, la plupart des
sièges au Parlement en 1991 dès le premier tour2. Cette invasion rapide
des institutions clés du pays a conduit les décideurs du pays à
interrompre le processus électoral. Une décennie noire s’en est suivie
(1992-1998), au summum du terrorisme, l’Algérie devait vivre sous
l’état d’urgence et avec des institutions provisoires3.
Pour revenir à la légitimité constitutionnelle, il fallait rétablir les
institutions par la reprise du processus électoral. Ce retour à la légitimé
est précédé par une nouvelle réforme constitutionnelle en 1996, elle
s’inscrit toujours dans le même esprit que celle de 1989 et repose sur les
mêmes fondements. Parmi les nouveautés: la création d’une deuxième
Chambre au niveau du Parlement, le Conseil de la nation, pour se
prémunir contre les changements brutaux de majorité. Le processus
électoral est relancé progressivement, d’abord pour le Président de la
République (16 novembre 1995), pour le Parlement ensuite (5 juin 1997)
et enfin pour les assemblées locales (23 octobre 1997).
1
2
3
- Scrutin des élections locales du 12 janvier 1990, le FIS a contrôlé 853 communes
sur 1541 et 31 wilayas sur 4), in M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs
publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005, p. 15.
- Au scrutin législatif du 26 décembre 1991, le FIS a obtenu 43, 72 des sièges au
Parlement.
- Le Président de la République ayant démissionné, l’assemblée nationale dissoute
alors que l’élection d’une nouvelle assemblée n’était plus à l’ordre du jour, et les
assemblées locales liées à la mouvance islamique dissoutes. Voir à ce sujet
l’excellent ouvrage précité de Mohamed BOUSSOUMAH, La parenthèse des
pouvoirs publics constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
102
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
Contre toute attente, une nouvelle reforme est engagée en 2008,
elle va constituer un recul par rapport aux avancées apportées par les
trois réformes constitutionnelles précédentes. Elle tend vers le
renforcement des pouvoirs du Président de la République, en levant la
limitation de ses mandats et en supprimant l’institution du Chef du
Gouvernement. Elle instaure, cependant, le “Droit à la promotion des
droits politiques de la femme” en augmentant ses chances d’accès à la
représentation dans les assemblées élues.
Il ressort de ce qui précède, que depuis 1989, le système
institutionnel et politique algérien ne cesse de se réformer, il se construit
progressivement. Il s’agit d’analyser ces réformes tant sur le plan
institutionnel et que politique.
I. Les Réformes institutionnelles: Des avancées et des Replis
Les constitutions de 1989 et de 1996 ont créé l’institution du Chef
du Gouvernement, et lui ont affecté des compétences propres, distinctes
de celles du Président de la République, instituant par là un véritable
partage de compétences entre les deux organes. L’objectif recherché
était d’instaurer une déconcentration du pouvoir en faisant du Président
de la République beaucoup plus un arbitre et un garant du bon
fonctionnement des institutions qu’un organe chargé de la gestion au
quotidien des affaires de l’Etat. D’où la réduction de ses prérogatives et
leur transfert au Chef du Gouvernement4. Cette situation durera jusqu’en
2008.
1) La déconcentration du pouvoir par l’instauration d’un exécutif
bicéphale (1989 – 1996)
L’élaboration du programme politique à appliquer, la fonction
exécutive et une partie de la fonction normative sont du ressort du Chef
de Gouvernement.
- Le programme politique à appliquer, une compétence exclusive
du Chef du Gouvernement
A la lecture de l’ensemble des dispositions constitutionnelles
régissant les attributions du Président de la République, notamment les
articles 77, il apparaît clairement que la Constitution n’habilite pas ce
dernier à se doter d’un programme propre que le Gouvernement se
chargerait par la suite de mettre en application. Le Constituant remet
plutôt cette fonction au Chef du Gouvernement: “le Chef du
Gouvernement arrête son programme qu’il présente au Conseil des
4
- Voir à ce propos notre article: L’impact de la révision constitutionnelle sur
l’équilibre institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme à
l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUD-IREMAM,
2009, p. 362 à 369.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
103
ministres” (art. 79). Le programme est donc arrêté par le Chef du
Gouvernement avant même d’être présenté au Conseil des ministres
présidé par le Chef de l’Etat. Cette présentation revêt un caractère
informatif pour ce dernier. La paternité du programme est encore une
fois soulignée par l’article 80 en disposant que le “Chef du
Gouvernement soumet son programme à l’approbation de l’Assemblée
populaire nationale”. La Constitution exclut, donc, le Président de la
République que ce soit de l’élaboration de ce programme que de sa
réalisation. Mais cette exclusion ne va pas s’arrêter à ce niveau
puisqu’elle va concerner également les instruments juridiques pour sa
mise en œuvre.
2 - Une fonction normative élargie pour le Chef du Gouvernement
La fonction normative est répartie entre les trois institutions que
sont: le Parlement, le Président de la République et le Chef du
Gouvernement. Cependant, le domaine réservé au Président est,
contrairement à ce que l’on pourrait croire, assez réduit si l’on s’en tient
strictement aux dispositions de la loi fondamentale. La Constitution
étend le domaine de la loi à une trentaine de matières (art. 122); ce qui
nous amène à penser que le Parlement couvre pratiquement tous les
secteurs essentiels de la vie, ne laissant en définitive que très peu
d’espace au pPrésident de la République. Mais ce dernier ne retrouve la
plénitude de la fonction normative que dans les circonstances
exceptionnelles (état de siège, état d’urgence ou état d’exception).
Par contre, s’agissant du Chef du Gouvernement, la Constitution
l’associe étroitement à l’exercice de la fonction législative. Il intervient
en amont en usant de son droit d’initiative des lois (art. 99/2), la loi étant
votée quasi systématiquement sur initiative du Gouvernement. Le
Constituant exclut toute intervention directe du résident de la
République dans le processus d’élaboration de la loi (sauf quand il s’agit
de sa promulgation ou de son renvoi devant le Conseil constitutionnel
pour vérifier sa constitutionnalité). En aval, le Chef du Gouvernement
exerce le pouvoir réglementaire d’exécution des lois.
Cependant, si la Constitution écarte le résident de la République du
processus d’élaboration de la loi, elle lui permet de légiférer dans les
matières relevant de la loi en usant du procédé de l’ordonnance, mais à
une double condition: il ne peut légiférer que durant les intersessions du
Parlement et l’approbation de ladite ordonnance par le Parlement.
Par ailleurs, le Président de la République dispose du pouvoir
réglementaire dans les matières se situant en dehors de la sphère
législative. Ce pouvoir reste, cependant, très étroit. L’article 125 de la
Constitution reconnaît au Président de la République un pouvoir
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
104
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
réglementaire fortement balisé, d’une part, par l’exclusion de l’ensemble
des matières qui sont du ressort du Parlement5, d’autre part par le
pouvoir réglementaire d’application des lois qu’elle réserve au Chef du
Gouvernement (art. 125-2). La fonction normative du Président de la
République ne s’exerce, en définitive, que dans les domaines qui
échappent aussi bien à la compétence du Parlement qu’à celle du Chef
du Gouvernement.
Cette prééminence constitutionnelle du Chef du Gouvernement,
s’agissant de l’élaboration du programme politique et de la fonction
normative, ne convenait pas à un Président de la République élu au
suffrage universel et direct; d’où la volonté de ce dernier de modifier la
constitution en 2008 en vue de rétablir la concentration de la totalité du
pouvoir exécutif entre ses mains.
3) La restauration de la concentration du pouvoir (2008)
La restauration du pouvoir exécutif va se réaliser par la
suppression de l’institution du Chef du Gouvernement et le transfert des
ses prérogatives au Président de la République.
- L’abolition de l’institution du Chef du Gouvernement
C’est par la voie parlementaire que la révision constitutionnelle de
novembre 2008 a été introduite6. Treize articles ont été amendés sur les
182 que compte la Constitution. Parmi toutes ces modifications, deux
nous paraissent de loin les plus importantes. La première concerne la
suppression de la limite des mandats pour le Président de la République;
la seconde, plus complexe, concerne la suppression de l’institution du
Chef du Gouvernement et son remplacement par celle du Premier
ministre dont les attributions sont sérieusement réduites.
Cette tâche est délicate du fait qu’elle doit être réalisée sans
affecter d’aucune manière les équilibres fondamentaux des pouvoirs et
institutions (art. 176 Const.). Le Conseil constitutionnel, saisi par le
Président de la République le 3 novembre 2008, rend un avis quatre
jours plus tard7 validant la totalité des amendements.
La révision constitutionnelle était présentée comme un simple
aménagement interne au pouvoir exécutif, ce qui n’est pas du tout
évident. Le Chef du gouvernement tirait ses attributions directement de
la Constitution et disposait, de ce fait, d’un domaine de compétence qui
lui était propre. La révision constitutionnelle remet en cause ces
attributions en investissant le Président de la République de prérogatives
5
- «Les matières, autres que celles réservées à la loi, relèvent du pouvoir
réglementaire du Président de la République” (art. 125-1 de la Constitution).
6
- La loi portant révision constitutionnelle n° 08-19, du 15 novembre 2008, Journal
Officiel n° 63, 2008.
7
- Avis n° 01/08 du 7 novembre 2008, Journal Officiel n° 63, 2008.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
105
qu’il avait perdues du fait de la Constitution de 1989: l’élaboration du
programme et la fonction exécutive, notamment.
– Le transfert du pouvoir d’élaborer un programme. De
concepteur d’un programme, s’agissant du Chef du Gouvernent, le
Premier ministre quant à lui, devient le simple exécutant d’un
programme dont l’élaboration est transférée au Président de la
République: “Le Premier ministre met en œuvre le programme du
Président de la République et coordonne à cet effet, l’action du
Gouvernement (art. 79, 2 et 3). Le Conseil constitutionnel valide ce
transfert de compétence. Pour motiver son avis, il recherche dans l’esprit
même du Constituant les principes régissant le système institutionnel
algérien. Il dégage un principe qu’il cherche à faire prévaloir, il s’agit du
“fonctionnement normal du système démocratique pluraliste” et ses
exigences. Ce principe “tel qu’il résulte de la Constitution … implique
que le Président de la République, élu sur la base d’un programme qui
aura préalablement emporté l’adhésion populaire, a le devoir, en vertu
du serment qu’il prête devant le peuple, de le concrétiser”. Et pour
renforcer son argument, il estime que “ce programme du Président de la
République ayant recueilli l’approbation du peuple par l’acte électoral
qui exprime sa volonté libre et souveraine, le Premier ministre,
procédant du seul Président de la République, en assure l’exécution …”.
Cette vision, si elle peut trouver une justification en pratique, elle
est difficile à rattacher à une quelconque disposition de la Constitution.
En effet, il n’est prévu nulle part dans la loi fondamentale que le
Président de la République soit élu sur la base d’un programme.
- La récupération de la fonction exécutive. La fonction exécutive
liée à l’application des lois est du ressort exclusif du Chef du
Gouvernement8, elle est exercée par la voie des décrets exécutifs. Il est à
observer que cet article n’a pas subi de modification; ce sont plutôt les
modalités de sa mise en œuvre qui sont redéfinies. Avant la révision, la
Constitution ne soumettait la prise de ces décrets à aucune procédure
préalable, même si en pratique ils étaient présentés en conseil des
ministres pour approbation. Désormais, le Premier ministre ne peut
exercer cette fonction qu’après avoir sollicité et reçu l’approbation du
Président de la République. Il s’agit ici de l’approbation donnée par le
Président lui-même et non par le Conseil des ministres. Cette
approbation est obligatoire et préalable à toute prise de décret. Elle
permet en réalité d’associer le Président à la fonction exécutive, alors
que l’article 125 de la Constitution l’en a exclu. Il devient le co-auteur
de chaque décret exécutif.
8
- «L’application des lois relève du pouvoir réglementaire du chef du Gouvernement”,
article 152, alinéa 2 de la Constitution.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
106
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
Ce réaménagement a été considéré par le Conseil constitutionnel
comme ne portant atteinte en aucune manière aux équilibres devant
commander les autres pouvoirs parce qu’il ne s’agit que d’un simple
aménagement interne au pouvoir exécutif. Les dispositions objet de
l’amendement “visent à introduire des aménagements internes au
pouvoir exécutif en vue de lui garantir une plus grande cohésion et une
meilleure efficacité”. Et d’expliquer que “Dés lors qu’ils se limitent à
des aménagements internes au pouvoir exécutif, n’affectent d’aucune
manière les attributions des autres pouvoirs et institutions et les
mécanismes qui fondent l’équilibre des pouvoirs exécutif et législatif tel
qu’il résulte du titre deuxième de la Constitution”.
Il ressort de ces deux considérants que le Conseil constitutionnel
se fait une conception très restrictive de la notion de l’équilibre des
pouvoirs et institutions. Il la limite aux pouvoirs exécutif et législatif, le
pouvoir judiciaire semble en être écarté. Il la dénie aux institutions
internes au pouvoir exécutif.
La dualité des institutions qui fondent chaque pouvoir
(bicéphalisme pour le pouvoir exécutif, bicaméralisme pour le pouvoir
législatif, dualité de juridictions pour le pouvoir judiciaire), se trouve
remise en cause pour l’exécutif dans un premier temps. Le bicéphalisme
était un choix stratégique pour les constituants de 1989 et 1996. Il était
construit sur la base d’un véritable partage de compétences entre le
Président de la République et le Chef du gouvernement en vue de
déconcentrer le pouvoir et éviter ses dérives.
Mais délester le Premier ministre des ses principales prérogatives
constitue-t-il un simple aménagement interne à l’exécutif, comme
l’affirme le Conseil constitutionnel? Ou bien, ne va-il pas déborder sur le
pouvoir législatif et rompre l’équilibre déjà précaire entre exécutif et
Parlement?
– Les incidences de la réforme sur les attributions du Parlement
En réduisant au strict minimum les prérogatives du Premier
ministre en matière d’élaboration du programme et d’exercice de la
fonction exécutive, se pose alors la question de l’efficacité et de la
pertinence des dispositions constitutionnelles relatives à l’approbation
parlementaire du plan d’action du Premier ministre et celles relatives à la
censure du gouvernement. Ne sont-elles pas devenues caduques?
- L’approbation du plan d’action par l’Assemblée populaire
nationale (APN). Le Premier ministre met en œuvre le programme du
Président de la République. Pour ce faire, il arrête son plan d’action
en
vue de son exécution et le soumet à l’approbation de l’APN9. Toute la
procédure relative à l’approbation du programme du Chef du
Gouvernement a été maintenue (art. 81). La non approbation du plan
d’action du Premier ministre implique obligatoirement la démission du
9
- Au conseil de la Nation, il présente une simple communication sur ce plan.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
107
Gouvernement (art. 81). Un second rejet entraîne la dissolution de plein
droit de l’APN (art. 82).
Mais que peut reprocher l’APN au plan d’action du Premier
ministre au point de renverser ce dernier? Le programme détermine les
objectifs, les moyens pour les atteindre et les échéances; le plan d’action
se charge de le concrétiser. On se demander alors quelles pourraient être
les raisons suffisantes qui justifieraient le rejet du plan d’action avec
toutes les conséquences qui s’en suivent? Est-ce sa non conformité au
programme présidentiel, les échéances trop longues, l’insuffisance des
moyens de réalisations… Si tel est le cas, l’APN devient alors l’associé
du Président en matière de contrôle; elle se charge de vérifier le respect
de la volonté de ce dernier telle qu’elle se dégage de son programme. Ce
qui n’est assurément pas sa fonction.
Par ailleurs, les sanctions prévues en cas de rejet du plan d’action
(démission du gouvernement, dissolution de l’APN en cas de second
rejet) sont devenues franchement disproportionnées par rapport aux
maigres attributions conservées par le Premier ministre.
- La responsabilité du Premier ministre devant l’APN. Toutes les
dispositions relatives à la mise en jeu de la responsabilité du Premier
ministre devant l’APN ont été également maintenues; alors que la
révision a tendu soit à lui retirer certaines compétences, soit à les faire
partager avec le Président de la République.
L’article 135 prévoit la mise en jeu de la responsabilité du
Gouvernement par le dépôt d’une motion de censure qui ne peut être
introduite qu’à l’occasion du débat annuel sur la déclaration de politique
générale. Or, le Premier ministre n’a plus de programme politique propre
pour lequel il doit rendre compte au Parlement. C’est ainsi que sa
responsabilité politique ne peut pas être engagée pour une politique
générale qui n’est plus la sienne. En dépit de cette nouvelle situation, la
responsabilité parlementaire du Gouvernement a été maintenue dans les
mêmes conditions.
Là aussi les effets du contrôle, la censure du Gouvernement, sont
devenus disproportionnés par rapport aux faibles prérogatives dont le
Premier ministre reste encore investi. Désormais, les parlementaires
n’auront pour interlocuteur qu’un organe dépourvu de compétences
propres, un simple exécutant, mais à qui il faut demander de rendre
compte. La responsabilité réelle de ce dernier ne peut être établie que
devant le Président de la République qui l’a nommé et qui peut mettre
fin à ses fonctions à tout moment.
Le pouvoir de contrôle du Parlement se trouve réduit du fait du
rétrécissement des compétences du Premier ministre. Le contrôlesanction se transforme en un simple contrôle-information servant
uniquement à informer le Parlement du programme à appliquer et du
déroulement de sa mise en œuvre. L’organe législatif en porte la
responsabilité puisqu’il a adopté cette révision.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
108
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
II. Les Réformes politiques: L’instauration d’un multipartisme
sans alternance10
C’est la Constitution de 1989 qui institue pour la première fois le
droit de créer des partis politiques mais sous une appellation très
modeste association à caractère politique. (art. 40). La constitution de
1996 rétablit l’expression parti politique (art. 42).
1 - La création de partis politiques, un droit mal protégé
Si le droit de créer des partis politiques est, désormais, reconnu et
garanti par la Constitution, il connait cependant des limites: il ne peut
être invoqué pour attenter aux libertés fondamentales, aux valeurs et aux
composantes fondamentales de l’identité nationale, à la sécurité et
l’intégrité du territoire national, à l’indépendance du pays et à la
souveraineté du peuple ainsi qu’au caractère démocratique et républicain
de l’Etat. De plus, aucun parti ne peut être fondé sur une base religieuse,
linguistique, raciale, de sexe, corporatiste ou régionale. Ces conditions
n’ont pas été toujours respectées puisque plusieurs partis religieux ont
été agréés, depuis 1989 jusqu’à nos jours.
Quant à la procédure de création d’un parti, elle est déterminée,
depuis la Constitution de 1996, par une loi organique11. Des pouvoirs
exorbitants sont attribués au ministre chargé de l’Intérieur pour accepter
ou refuser un dossier de création d’un parti politique. Cette démarche
rend l’exercice de cette liberté aléatoire car dépendant, dans une large
mesure, du pouvoir discrétionnaire du ministre de l’Intérieur. Il existe,
en effet des partis politiques qui ont déposé la déclaration constitutive de
leur partis, mais n’ont obtenu de la part de ce ministère ni le récépissé de
dépôt prévu par l’article 12 de la loi de 1997, ni une réponse à leur
demande dans les délais de 60 jours. La publication du récépissé dans le
journal officiel dans le délai de 60 jours autorise les fondateurs à exercer
les activités partisanes et de réunir le congrès constitutif. A défaut de
cette publication, ou en cas d’absence d’une décision de rejet dans les
délais, les fondateurs sont autorisés de droit à poursuivre leurs activités.
Cette solution reste, cependant, théorique puisque l’administration
empêche toute activité partisane en l’absence d’une admission formelle
du dossier, même si les délais légaux ont expiré. Ces partis sont tout
simplement empêchés de fait, ce qui créé une situation de non droit. Un
10
- Yelles Chaouche Bachir, Le multipartisme en Algérie: une nouvelle donnée
constitutionnelle, in Revue international de droit comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440;
Voir également du même auteur: Constitution et partis politiques en Algérie, in
Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah Amor, Centre de Publications Universitaires,
Tunis, 2005, p. 947.
11
- Ordonnance n° 97-09 du 6 mars 1997 portant loi organique relative aux partis
politiques, Journal Officiel n° 12, 1997, p. 12.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
109
recours devant la juridiction administrative reste toujours possible, mais
ceux qui étaient concernés se sont gardés jusqu’à présent de le faire
estimant probablement que le juge ne présente pas, dans l’état actuel des
choses, les garanties suffisantes de neutralité et d’indépendance pour
résoudre un litige de nature politique.
La réforme de 2012 de la loi organique relative aux partis
politiques apporte quelques nouveautés concernant le régime juridique
des partis politiques. Elle établit des gardes fous supplémentaires pour se
prémunir contre une nouvelle tragédie en interdisant la création de partis
politiques aux responsables de la tragédie nationale. L’article 5 dispose:
“le droit de fonder un parti politique, de prendre part à sa fondation ou
de faire partie de ses organes dirigeants est interdit pour toute personne
responsable de l’instrumentalisation de la religion ayant conduit à la
tragédie nationale”.
“Ce droit est également interdit à quiconque ayant participé à des
actions de terroristes et qui refuse de reconnaître sa responsabilité dans
la conception, la conduite et l’exécution d’une politique prônant la
violence et la subversion contre la nation et les institutions de l’Etat”12.
Le code électoral renforce cette précaution en interdisant la
candidature aux élections locales et nationales aux personnes ayant fait
“l’objet d’une condamnation définitive pour cause de menace ou de
trouble à l’ordre public”13.
Les fondateurs du parti doivent déposer auprès du ministre chargé
de l’Intérieur une déclaration constitutive du parti sous forme d’un dépôt
de dossier. En cas de conformité de cette déclaration, le ministre délivre
une décision administrative autorisant la tenue du congrès constitutif; il
dispose d’un délai de 60 jours pour se prononcer. Le rejet de la
déclaration de constitution est susceptible d’un recours devant le Conseil
d’Etat. Le silence de l’administration après l’expiration de ce délai vaut
autorisation pour les membres fondateurs de tenir leur congrès
constitutif. Dans les 30 jours qui suivent la tenue de ce congrès, les
membres fondateurs déposent le dossier de demande d’agrément, le
ministre de l’Intérieur dispose d’un délai de 60 jours pour accorder ou
refuser l’agrément. Cette décision est susceptible de recours devant le
Conseil d’Etat (art. 27 à 30). “Le silence de l’administration après
expiration du délai de 60 jours qui lui est imparti vaut agrément du parti
politique”. “Le Ministre chargé de l’Intérieur le notifie dans les formes
prévues à l’art. 31”.
12
- Loi organique n° 12-04 du 12 janvier 2012 relative aux partis politiques, Journal
Officiel n° 01, 2012, p. 9.
13
- Art. 78 et 90 de la loi organique n° 12-01 du 12 janvier 2012, relative au régime
électoral, Journal Officiel, n° 01, 2012, p. 8.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
110
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
Il est à remarquer que si le silence de l’administration équivaut
accord de l’agrément (décision implicite d’acceptation), cet accord
n’aura cependant d’effet que si le ministre de l’Intérieur le lui notifie et
procède à sa publication au Journal officiel. Car les effets de
l’acceptation dépendent, en définitive, de sa publication dans ce journal,
car c’est cette publication officielle qui conférera au parti politique la
personnalité morale et la capacité juridique (art. 32 et 34). Ainsi, si le
ministre s’abstient de le faire, la demande d’agrément restera sans suite.
2 – Un multipartisme sans alternance
Le multipartisme en Algérie, pourquoi faire? Cette interrogation
trouve sa justification dans le fait que quand la Constitution a institué le
multipartisme, elle ne lui a pas assigné des objectifs ou des missions.
Cette omission a eu des répercussions sur les moyens devant être mis à
leurs dispositions pour assurer leur rôle. Le silence du constituant
algérien, à ce propos, marque le peu d’intérêt qu’il accordait au départ au
rôle des partis politiques dans l’organisation et l’expression de la volonté
populaire et leur contribution à l’exercice du pouvoir. Le constituant se
contentait par le biais de l’article 42 de garantir un certain degré
d’existence aux partis sans aller jusqu’à les investir d’une mission, si
minime soit-elle. Il garantissait l’existence, mais pas le rôle ou la
finalité.
La loi organique de 1997 tentera de combler cette lacune, mais de
manière très peu consistante. Elle affectera, dans son article 2, un rôle
très modeste aux partis politiques: “participer à la vie politique par des
moyens démocratiques et pacifiques…”. Examinée par rapport à la
pratique établie depuis 1989 jusqu’à nos jours, cette participation à la vie
politique ne semble être conçue et envisagée que de manière épisodique,
à travers la fonction électorale seulement.
Cette importante lacune vient d’être comblée par la récente loi
organique du 12 janvier 2012 relative aux partis politiques14, c’est tout le
chapitre 3, qui est consacré aux objectifs, rôle et missions des partis
politiques. L’article 3 définira le parti politique comme “un groupement
de citoyens… qui s’associent dans le but de mettre en œuvre un projet
politique commun et d’accéder, par des voies démocratiques et
pacifiques, à l’exercice des pouvoirs et des responsabilités dans la
conduite des affaires publiques”. Le lien entre partis politiques et accès
14
- Loi organique n° 12-04 du 12 janvier 2012, voir également avis du Conseil
constitutionnel n° 01/A du 8 janvier 2012, relatif au contrôle de sa conformité
Journal Officiel n° 02, 2012.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Bachir Yelles Chaouche
111
au pouvoir est désormais établi. Si un parti politique se constitue c’est
d’abord pour prétendre à l’exercice du pouvoir15. Mais là n’est pas sa
seule finalité, il est investi d’autres missions: il “œuvre à la formation de
la volonté politique dans tous les domaines de la vie publique en
contribuant à la formation de l’opinion publique…; en encourageant la
participation active des citoyens à la vie publique; en formant et en
préparant des élites à assumer des responsabilités publiques; en
proposant des candidats aux assemblées populaires locales et
nationales…; en œuvrant à la consécration de l’action démocratique et
de l’alternance au pouvoir et à la promotion des droits politiques de la
femme…” (art. 11).
On constate donc des avancées sur le plan des textes; désormais,
les partis politiques peuvent prétendre à l’alternance et accéder au
pouvoir. Mais il reste à vérifier concrètement l’impact de ces mesures
sur le terrain, car les contraintes liées à l’accès aux médias lourds qui
demeurent publics, et au financement subsistent toujours.
Il est à rappeler que la victoire du Fis aux élections législatives de
1991 et la rupture du processus électoral qui s’en suivie ont montré que
l’alternance n’était pas encore d’actualité. Après l’échec de la première
alternance, plusieurs moyens ont été mis en œuvre pour réduire les
marges d’incertitudes et empêcher l’alternance d’avoir lieu. Mais si les
partis ne sont pas encore admis à gouverner, sont-ils au moins investis
de la mission d’opposition à la majorité qui gouverne? Cette majorité au
pouvoir tarde à reconnaître à la minorité le droit de s’opposer à sa
politique et à lui accorder un statut qui la protège et qui la rehausse. Il est
à remarquer que le terme même d’opposition n’a pas encore intégré le
langage juridique.
Une autre réforme constitutionnelle est annoncée après les
élections législatives du 10 mai 2012, mais dont la teneur n’est pas
encore révélée. La réforme constitutionnelle n’est, donc, pas encore
achevée et l’espoir reste permis.
15
- Parmi les causes pouvant entrainer la dissolution d’un parti politique, la non
présentation de candidats à quatre élections législatives et locales consécutives au
moins (art. 70 de la loi organique du 12 janvier 2012 précitée).
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
112
Réformes Institutionnelles et Politiques en Algérie Entre Espoir et Déception
BIBLIOGRAPHIE
M. BOUSSOUMAH, La parenthèse des pouvoirs publics
constitutionnels de 1992 à 1998, OPU, 2005.
L’impact de la révision constitutionnelle sur l’équilibre
institutionnel en Algérie, in le débat juridique au Maghreb, de l’étatisme
à l’Etat de droit, Etudes en l’honneur de Ahmed Mahiou, PUBLISUDIREMAM, 2009.
Yelles Chaouche Bachir, “Le multipartisme en Algérie: une
nouvelle donnée constitutionnelle”, in Revue international de droit
comparé, tome 2, n° 3, 1990, p. 440; Aynı şekilde bkz. agy, Constitution
et partis politiques en Algérie, in Mélanges offerts au Doyen Abdelfettah
Amor, Centre de Publications Universitaires, Tunis, 2005.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
DEMOKRASİYE GEÇİŞİN 3 KOMİSYONU*
(3 COMMISSIONS FOR DEMOCRACY)
Neji Baccouche
Sfax Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörü/
Professor of Public Law at the Faculty of Law of Sfax
ÖZET
Demokratik bir rejime geçişi sağlayabilmek için, Tunus’un eski
diktatörü Ben Ali’nin 14 Ocak 2011’de kaçışını; yolsuzluk, rüşvet ve
zimmeti araştırmak üzere 3 Komisyonun kurulması izledi. Komisyon
üyelerinin belirlenmesindeki zorluklar, Devlet ve temsilcilerinin tüm
saygınlıklarını –ki hükümet edenlerle hükümet edilenler arasındaki güven kaybıyla açıklanan- yitirmesinden kaynaklanıyordu. Ne var ki, karşılaşılan güçlüklere rağmen 3 Komisyon, demokratik ilkeler üzerine kurulu bir rejime geçişin başlangıcında göz ardı edilemeyecek bir rol oynadılar. Siyasi reform komisyonu, Anayasayı hazırlamakla görevli bir Ulusal Kurucu Meclisin demokratik ve özgür bir şekilde seçilmesini düzenleyen kurumsal ve hukuksal düzenlemenin gerçekleştirilmesini sağladı.
Rüşvet ve zimmetin araştırılması komisyonu zimmet ve rüşvetin büyüklüğünü gösterdi ve bir yıldan kısa bir sürede 400’den fazla dosyayı
adalete intikal ettirdi. Nihayet, devrim sırasındaki yolsuzlukların araştırılması komisyonun; soruşturmalar sırasında güvenlik ve askeri sorumlular söz konusu olduğunda karşılaştığı zorluklar dikkate alındığnda ihlâl
edilmiş görünüyor. Bununla birlikte 23 Ekim 2011’deki Kurucu Meclis
seçimlerinin ertesinde, araştırma ve soruşturma süreci engellenmiş görünüyor. Ulusal Kurucu Meclis’in demokratik ve laik bir anayasa hazırlamasını engelleyen bölünme ve ayrışmalardan geçtiği görünüyor. Toplumun ve hukukunun modernleşmesi –özellikle kadının ve özgürlüklerin
statüsü “En Nahda” partisiyle partiden ayrılan grupların islamcı eğilimleriyle hiç olmadığı kadar tehdit edilmiş görünüyor; buysa, sanatçılar ile
aydınlara yönelik haksızlıklara götürüyor.
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
114
Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu
Anahtar Kelimeler: Tunus devrimi, demokratik geçiş, Ulusal Kurucu Meclis, Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu, yolsuzlukların araştırılması ulusal komisyonu, siyasi reform komisyonu
ABSTRACT
In order to transform the country into a democratic regime, after
the escape of the Dictator Ben Ali on January 14, 2011, 3 Commissions
were formed to investigate corruption. The difficulty in choosing the
members of the commissions was caused by a lack of public trust
regarding statesmen and government representatives. The governed did
not trust the government. Despite the difficulties 3 Commissions played
a fundamental role in the passage into a regime based on democratic
principles. The political reform commission was able to form the legal
basis for the formation of a National Constituent Assembly that would
prepare the new constitution. The commission for the investigation of
bribes and embezzlement was able to show the magnitude of corruption
and transferred more than 400 cases to the legal authorities in just one
year. Finally, the Commission for the investigation of corruption during
the revolution seems to have been breached regarding security and there
have been difficulties about meeting military officials responsible for
corruption. After the elections held on October 23, 2011, the
investigation process seems to have been interrupted. The National
Assembly had to deal with separations which prevented the preparation
of a democratic and secular constitution. The modernization process
was threatened by the En Nahda Party and the Islamist groups that split
from it. This also means injustice for the artists and the intelligentsia.
Keywords: the Tunisian revolution, Transforming the country into
a democratic regime, the National Constituent Assembly, The
commission for the investigation of bribes and embezzlement, he
Commission for the investigation of corruption during the revolution, the
Commission for the political reforms
***
1- Tunus devrimi 14 Ocak 2011’de, 23 yıllık mutlak iktidarından
sonra diktatörün ayrılmasıyla sonuçlandı. İktidar 20 yıl boyunca iğrenç
yöntemlerle kullanıldı: seçimlerde sahtecilik, kurucu erklerin, yargının
ve idarenin yozlaştırılması, siyasi muhaliflerin işkence, kayırma, haksız
çıkar sağlama, rüşvet ve zimmetle bastırılması. Ülkenin hak ve kurumları hükümet edilenler karşısında tüm itibarlarını yitiricek denli ihlâl
edildi. Haksızlık ve küstahlıklar hoşgörü sınırını geçti. Halkın canına tak
etmişti. Olaylar öylesine hızlı bir şekilde cereyan etti ki iktidar ipin
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Neji Baccouche
115
ucunu kaçırdı. Ben Ali’ye bütün bu haksızlık ve bozukluklar karşısında,
komisyonlar kurması telkin edildi. Eski Başkan ayrılmadan önceki son
konuşmasında aceleyle, taleplerin şiddetini durdurabilmek için 3 komisyon kurma niyetini açıklamıştı. Bunun için çok geçti zira, 14 Ocak
2011’de ülkeyi alelacele terketmek zorunda kaldı. 15 Ocak 2011’de hâlâ
emrinde tutmaya çalıştığı Anayasa Konseyince açığa alındı.
2- Devrim sonrası ilk hükümetin açıklaması sırasında demokratik
geçişe refakat edecek 3 komisyonun başkanları 17 Ocak 2011’de belirlendi.
-- Siyasi reform komisyonu, ki daha sonra ülkenin güvenlik durumunun dönüşümünü dikkate alarak daha karmaşık bir isim alacaktır.
(Devrimin, siyasi reformların ve demokratik geçiş hedeflerinin gerçekleştirilmesi yüksek makamı)
-- Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu
-- 17 Aralık 2010’dan amacını gerçekleştirinceye kadarki dönemde
kaydedilen yolsuzlukların araştırılması ulusal komisyonu
Bunlar Hükümeti başka komisyonlar kurmaya da yöneltti, özellikle eski başkanın ve çevresinin el koyulan malları ile yurtdışındaki
malvarlığının yönetimi. Aslolan, komisyonların kendi alanlarında tanınmış uzmanlardan ya da en azından eski iktidar ile yakın ilişkiler içinde
bulunmayan kimselerden oluşturulması idi.
3 – Bu 3 komisyonun kurulacağının ilânı yalnızca gözlemcileri
tatmin etmek için değildi, zira ülke iktidarın uygulamalarının soruşturulması için bağımsız komisyonları hiç bilmiyordu. Eskiden, bir bakan
gözden düştüğünde tartışma konusu yapılan uygulamalarını soruşturmakla yükümlü komisyon Devlet Başkanının tedbirlerini meşrulaştırmak
için donatılmıştı1. Kamuoyu bu tür kuruluşlara, bağımsızlıkları teminat
altında olmadığı için güven duymuyordu. Komisyonların kurulmasındaki güçlükler (I) eski rejimin hesaplarını kapatma sürecine girişilmesini
engellemedi (II).
I- Komisyonların gerçekleştirilmesindeki zorluklar
4- Bu 3 komisyonun üyelerinin belirlenmesi aynı anda rejimin
çöküşünü de hızlandıran ekonomik zorluklar ile sistematik tartışmaları
mümkün kılan yeni özgürlük anlayışına bağlı büyük karışıklıklar içerisinde gerçekleştirildi. Devletin ve temsilcilerinin genel olarak itibarsızlaşması herşeyi itiraza götürdü. Bu 3 komisyon da medya yahut da yargı
yoluyla yapılan keskin itirazlardan nasibini aldı. İtiraz kimileyin bizzat
1
1970’de bakanı Ahmed BEN SALAH’ı çökertmek için BOURGIBA iktidarı döneminde kurulan parlamenter komisyonun durumu böyledir. 1984’te içişleri bakanı kızağa çekildiğinde de aynısı oldu.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
116
Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu
komisyonların oluşturulması fikrine, kimileyinse bu geçiş kurumlarında
yer almak üzere belirlenen kişilere ilişkindi. Kimileri bundan faydalanarak, küçük hesaplaşmalarını yapmak üzere basın yayın araçlarıyla gerçek
bir karalama kampanyasına giriştiler. Devrim bağlamında, aralarında bir
uzlaşma sağlanabilecek kişileri bulmak bulmak güçtür ve tedbirin anlamı
da, gözlenmesi zor bir hâle gelmektedir.
5- Siyasi reform ve demokratik geçiş komisyonu için, kategori ve
bölgelerin temsili sorunu aşılması gereken bir zorluk idi. Komisyonun
terkibinin güncelleştirilmesi meselesi, kendisine reform önerileri yapmaktan daha önemli bir rol yüklenen bu yapının meşruiyet eksikliği
hakkındaki sıkıntıyı göstermektedir. Aktivistlerin özellikle La Kasba’da
dile getirdikleri özlemlerini dikkate alabilmek için komisyonu büyütmek
gerekiyordu ki 11 yıl boyunca Ben Ali’nin başbakanı da olan ancak zararsız bir siyasi olarak tanınan Muhammed Gannuşi hükümetinin kendilerine hak vermesiyle sonuçlandı. “Bir siyaset adamı değil ama basit
bir yönetici” olduğunu bizzat kendisinden duydum. Komisyonda sosyal
bileşenlerin, özellikle “devrimi koruma kurulları”nı temsili düşünülüyordu. Ki bu kurullar devrimin ertesinde, nadir bir sözsel şiddette ve
gücünü hiç sorunsuz eski başkanın karanlık geçmişinden alan bir halkçılık ile hemen her yerde kendiliklerinden kurulmuşlardı.
6- Fakat öte yandan, komisyonun görevi yasama sürecine yardım
eden organların 2011 Martında fesihleriyle kolaylaştı: iki meclisiyle
Parlamento, Ekonomik ve sosyal konsey ile Anayasa Konseyi. Bu kurumsal boşluk kendisine bir hareket alanı sağladı ve kimi üyelerini söz
konusu komisyonun yasakoyma ile yeni başbakanın (Sn. Beji Kaid
Essebsi) hükümetini (üstelik özgün bir hükümet idi) denetleme yetkilerinin meşruluğuna inandırdı. İki tarafın (Hükümet ve Komisyon) konumlarını uzlaştırmak zor oldu; Komisyon başkanı, kimi zaman çözülmesi
zor itirazları aşmak için çok çaba sarfetti. Eski sorumluların ve özellikle
eski başkanın geniş çevresinin siyasi yazgılarındaki aşırı ya da aşırı yanlısı konumları bir uyuşmazlık noktası idi. Destur Partisi üyelerine karşı
sertliğin gitgide artması, önce 24 Temmuz’da yapılması ilân edilen seçimlerin 23 Ekim 2011’e ertelenmesini sağlamıştı. Teknik nedenlerle
kaçınılmaz olan bu erteleme, anayasa çalışmalarının tamamlanması için
1 yıllık süre verilmesi hakkında bir referanduma gidilmesine dair bir
başka tartışmaya yol açtı. Nihayet, yönettiği 23 Ekim 2011 seçimlerine
ilişkin tartışma gene Komisyon’da hâlledildi
7- Fakat ne olursa olsun, Komisyon uzmanlar komitesi sayesinde
-seçim kanunu kayıtsız şartsız kaldırılmış olduğundan- anayasal meclis
seçimlerinin düzenlenmesini sağlayan hukuksal savunma araçlarını hayata geçirdi. Seçim yönteminin ve seçim yargısı yolunun belirlenmesi
gerekliydi. Bunun dışında Komisyon, basını, dernekleri ve siyasi partileri düzenleyen kimi özgürlükçü kanunların değiştirilmesine de katıldı.
Fakat teknik ve hukuki boyutlarının ötesinde modernlik sorunu, kamuoAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Neji Baccouche
117
yunun durumu dikkate alındığında her yerde kendisini gösteriyordu. Ki
bu toplumsal boyut Tunus siyasi dönüşümünün en önemli koz ve risklerini oluşturmaktadır.
8- Rüşvet ve zimmetin araştırılması komisyonu da siyasi ve
ekonomik bakımdan çıkar sağlamak isteyen kişileri büyüklüğüyle korkutan ve umutlandıran rüşvet karşısında, daha az önemli olmayan sınavlar verdi. Misyonunu gerçekleştirmesini önlemek için rüşvetin araştırılması komisyonuna karşı itiraf edilen ya da edilmeyen gerekçelerle bir
çok avukat tarafından yargı yoluna başvuruldu. Bazı hâkimler de bu 3
komisyona karşı hücum etmek üzere işin içine karıştılar. Gerçekte, itirazlar ya siyaset sahnesinden rol almak arzularını ya da bizzat bazılarının
korktukları soruşturmadan kaçmak niyetlerini fazla saklayamıyordu. İki
araştırma komisyonunun kurulması (rüşvete karşı komisyon ile
suistimallerin araştırılması komisyonu) yargı cihazına olan güvensizliğin
de bir göstergesi idi; ki kamuoyunun gözünde, iktidarın ve çevresinin
emrinde olduklarını söylemek gerekir. Yargı cihazına olan güvensizlik
çoğunluk tarafından paylaşılan bir görüştür. Eski iktidarın uygulamalarıyla bağlantılı hâkimler bu araştırma komisyonlarına tüm olanaklarıyla
yalnızca saldırıyorlardı.
II- Gerçek bir geçişin başlangıcı
9- İtiraz ve gerilim ortamı; Siyasi reform ve demokratik geçiş
komisyonunun yalnızca ulusal kurucu meclis seçimlerinin 23 Ekim
2011’de yapılmasını sağlayan büyük çaplı yasama çalışmasının tamamlanmasını engelleyemediği gibi, toplumun tercihlerindeki temel sorunlara dair siyasi partiler arasındaki siyasi gerilimi de yatıştırdı. Ülke, bu
Komisyon sayesinde demokratik bir şekilde seçilmiş ulusal bir kurucu
meclis ve meşru bir hükümetle donatıldı. Kadın ve genel olarak
modernite konularındaki tartışmalar Siyasi reform komisyonunun çalışmalarına hâkim oldu, bunun için Komisyon bir demokrasi atölyesi
kurdu. Hoşnutsuzların oturum ve tartışmalardan çekilmelerinden sonra,
neredeyse hep bir uzlaşma noktası bulundu. Komisyonda taraflar tartışma ve uzlaşmayı, yani ülke tek düşünceye ve Devlet Başkanı ve partisi tarafından dayatılan çözümlere alışmışken, demokrasinin kendisini
öğrendiler. Hiç kuşkusuz Tunuslular galip gelenlerin uzlaşmazlıkları ile
tesadüfi kararlarından ötürü hâkim olan belirsizliklerden gelecekleri için
endişe duyuyorlar. Fakat, sivil toplumun bileşenleri ile muhalefetin direnişi kimi tercih ve kararlarında hükümete geri adım attırdı. Ancak, Siyasi
reformlar komisyonundaki öğrenme dönemi anayasakoyucunun karşılaştığı uzlaşması imkânsız itirazları aşabilmeye yardım edebilmeliydi.
10- Bunun gibi Rüşvet ve zimmete karşı araştırma komisyonu
üyelerine yöneltilen bitmez tükenmez davalar ile savrulan tehditlere
rağmen yüzlerce dosyayı günışığına çıkartarak rüşvet ve yolsuzluğun
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
118
Demokrasiye Geçişin 3 Komisyonu
boyutunu göstermeyi başardı. Zimmetin boyutu hükümet edenleri öylesine itibarsızlaştırdı ki Devlet ve temsilcilerinin otoritelerini yeniden
kurmanın çok zor olacağı da bir gerçektir. Dini mirasın etkisinin ağırlığı
altında kamuoyu, şefin yanılmaz ve dokunulmazlığına alışkınken iktidarın asilinin kutsal olmaktan çıkarılması tam olarak gerçekleştirilmiştir.
Organizasyonunda yolsuzluk yapılan ve eski devlet başkanının yakınlarının suçlu oldukları hac farizası sırasında imamlar Mekke’deymiş gibi
hiç durmadan camilerde dua ediyorlardı.
11- Komisyon raporunun yayınlanmasının ertesinde pek çok zimmet ve rüşvet dosyası delil olarak söz konusu Komisyonun merkezine
gönderildi. Genel raportör olarak bana gelen, içerikleri, özetle söz konusu raporun yayınlanmasına kadar Komisyona itibar etmediklerini belirten birçok yoruma tanıklık edebilirim. Söz konusu fenomenin boyutu
kesin delillerle yüzlerce rüşvet ve zimmet dosyasının belirlenmesiyle
doğrulandı. Bununla birlikte Komisyon 2 Ocak 2012’de Komisyon Başkanı Prof. Abdelfattah Amor’un vefatıyla sekteye uğradı. Hükümet, bu
korkutucu araştırma makinesinin yeniden çalışır hâle getirmek için hiç
de acele etmedi, hâlbuki rüşvet ülkeyi ve değerlerini parçalamış, doğal
olarak da devrimi tetikleyen tahammülsüzlüğün nedeni olmuştu.
12- Komisyonun en sert karşıtları dahi raporu gördüklerinde yapılan çalışmanın yararını ve bunun bir olasılık kaçınılmaz bir geçiş adaletinin habercisi olduğunu kabul ettiler. Gerçekten de Komisyon 1.200’den
fazla kişiyi rahatsız edecek 400 dosyayı yargıya intikal ettirdi. Dosyalara
boğulan yargı, karmaşık nedenlerden ötürü karar vermekte büyük güçlük
çekmekte. Komisyon tarafından aydınlatılan dosyalara ismi karışanlar
arasında, çoğu olayda iktidar tarafından yasadışı uygulamalara teşvik
edilen pek çok ekonomik operatör vardır. Söz konusu kişilerin mallarının kamulaştırılması –bunun için ayrı bir Komisyon kurulmuştur- gibi,
faaliyetlerinin dondurulması uluslararası kriz ve devrim tarafından sınanan ekonomik faaliyeti tehdit etmektedir. Bu nedenledir ki ulusal bir
uzlaşma sağlamadan önce eski rejimle hesaplaşmak için bir geçiş yargısından kaçınmak bugün zor görünüyor.
13- Üçüncüsü, Vücut bütünlüğü ihlâllerinin soruşturulması komisyonu, aynı anda şehitleri, yaralıları, snaypırları ve suistimal ve ölümlerden sorumluları kapsayan hassas bir dosyaya ilişkin raporunu henüz yayınlamadı. Komisyon sözcüsünün söylediğine göre Komisyona 2.600
dosya geldi. Tüm vilâyetleri ziyaret sırasındaki görüşmelerde Komisyon
bazı önemli sayıları açıklamakla yetindi: 239 ölü ve 1.400 yaralı. Araştırmaların devamında gözlemlenen yavaşlıktan dolayı hüsrana uğramış
kurbanlar ile anne babalarının dinlenmesi çok yararlı oldu: sorumluların
davaları ve kurbanların tazmin edilmeleri.
14- Belli ki bu Komisyon -üzerinden, olur olmaz vaatlerin
durmayacağının anlaşıldığı ve suçlamaların sistematik olarak yapıldığıAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Neji Baccouche
119
dosyanın hassaslığı dikkate alındığında, kararının etkisinden çekiniyor.
Gerçek bir demagoji yarışı birbirini izliyor. Şu anki hükümet haksız yere
tazminat elde edebilmek için kaynak yapan sahte yaralıların mevcudiyetini itiraf etti. Ulusal kurucu meclis de bu patlayıcı dosyanın sapkın etkilerinden kaçamadı. 23 Kasım 2011’deki ilk toplantısında şehitlerin
listesinin okunması sırasında bazı isimlerin unutulması bazı bölgelerde
isyanlara yol açtı. Kurucu Meclis nezdinde bu dosyayla uğraşmak üzere
özel olarak kurulan bu Komisyonun bazı üyeleri iki haftadan beri, “hükümetin pasifliğini” gerekçe göstererek istifayla gözdağı veriyorlar.
Dosyadan sorumlu bakan, dosya ilgilileri (yaralılar ve şehit anne babaları) tarafından seçilmişti ve 2012 Nisan başında meydana gelen büyük
olaylar ülke siyasi gündemini meşgul etmişti.
15- Komisyonlar, kurulmalarından 15 ay sonra, muhakkak ki dikkate değer bir rol oynamışlar ama demokratik geçişin kolaylaştırılması
konusunda aynı derecede etkili olamamışlardır. Buna karşın özellikle iki
araştırma Komisyonunun tamamlanmamış çalışmaları yalnızca buruk bir
tad bırakmamakta ama aynı zamanda Kurucu Meclis’ten bu yana üyeleri
az ya da çok deneyimsiz ayrışık bir koalisyonla yönetilen ülkenin siyasi
durumunun gelişimi konusunda bir korku da yaratmaktadır. Ekonomi,
gücünü yitirmeye devam etmekte ve devrimi yapanların acıları yalnızca
büyümektedir. Adalet gerçekleştirilmeyi beklemektedir ki bu ilk sıradaki
bir zorunluluktur. Oysa yargı cihazı köklü reformlara ve sistemin yozlaşmasına neden olanların ayıklanabilmesi için “tasfiyeler”e ihtiyaç
duymaktadır. Anayasakoyucu temelden bölünmüş durumdadır. Kadının
statüsü ya da dinin yeri gibi temel sorunlardaki anlaşmazlık siyasi hayatı
acil çözümler gerektiren gerçek problemlerin aleyhine hâlâ zehirler görünmektedir. Yönetim görevlerine yapılan atamalar, uzmanların bağlılıklarını göstermediklerinden ötürü açıkta bırakıldıklarından, ekonomik
ve sosyal problemlerle mücadele endişesini taşımaktan uzaktır. Tunus şu
ana değin Mısır’dan daha iyi sıyrılmış bile olsa, belirsizlikler meşru korkuları beslemektedir.
Yani demokrasinin geleceği şu an için ipote altında görünüyor.
Arap baharı gelmekte gecikiyor.
KAYNAKÇA
Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration
du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er
Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010
Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif à l'élection d'une
assemblée nationale constituante
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
LES TROIS COMMISSIONS DE LA TRANSITION
DÉMOCRATIQUE
Néji Baccouche
Professeur de droit public à la Faculté de droit de Sfax
RÉSUMÉ
La fuite de l’ancien dictateur tunisien, BEN ALI, le 14 janvier
2011 a été suivie par la création de trois commissions pour enquêter sur
les abus, malversations et corruption et pour assurer la transition vers
un régime démocratique. Les difficultés de désignation des membres
étaient liées au discrédit total de l’Etat et ses représentants, lequel
discrédit s’explique par le manque de confiance qui a toujours marqué
le rapport gouvernants-gouvernés. Mais en dépit des difficultés
rencontrées, les trois commissions ont joué rôle non négligeable dans
l’amorce d’une transition vers un régime qui devrait reposer sur les
principes démocratiques. La commission de réforme politique a réussi à
mettre en place le dispositif juridique et institutionnel qui a permis
l’organisation d’une élection libre et démocratique d’une assemblée
nationale constituante chargée d’élaborer une constitution. La
commission anti-corruption a dévoilé l’ampleur des malversations et de
la corruption et a transmis en moins d’un an plus que 400 dossiers à la
justice. Enfin la commission d’enquête sur les abus durant la révolution
semble avoir piétiné compte tenu des difficultés rencontrées lors des
enquêtes qui mettent en cause des responsables de la sécurité et des
militaires. Cependant, au lendemain de l’élection de la constituante le
23 octobre 2011, le processus d’enquête et d’investigation semble
bloqué. L’Assemblée nationale constituante semble être traversée par
des divisions et clivages qui l’empêchent d’élaborer une constitution
moderne et démocratique. La modernité de la société et de son droit,
particulièrement le statut de la femme et des libertés, semble plus que
jamais menacée par la tentation d’islamisation du parti “Nahdha” et ses
démembrements qui se livrent à de véritables exactions contre les
artistes et intellectuels.
Mots-clefs: Commission de réforme politique, commission
nationale d’investigation, la corruption et la malversation, la
transformation démocratique, l’Assemblée nationale constituante.
***
122
Les Trois Commissions de la Transition Démocratique
1- La révolution tunisienne s’est soldée par le départ du dictateur
le 14 janvier 2011 après 23 ans de règne sans partage. L’exercice du
pouvoir pendant plus de deux décennies s’est accompagné par des
pratiques odieuses: falsification des élections, instrumentalisation des
pouvoirs constitués, de la justice et de l’administration, répression des
opposants politiques, torture, favoritisme, octroi des avantages indus,
corruption et malversations. Le droit et les institutions du pays ont été
malmenés jusqu’au discrédit total auprès des gouvernés. Les injustices et
l’arrogance ont dépassé les limites du tolérable. Le peuple en avait assez.
Les évènements se sont précipités à un rythme tellement accéléré que le
pouvoir avait perdu la maitrise. Il a été suggéré à BEN ALI de créer des
commissions pour enquêter sur cet ensemble d’injustices et d’anomalies.
Dans la précipitation et dans son dernier discours la veille de son départ,
l’ancien président avait annoncé son intension de créer trois
commissions pour contenir l’ardeur des revendications. Mais, ce fut trop
tard puisque, le 14 janvier 2011, il a dû précipitamment quitter le pays.
Sa mise à l’écart sera définitivement consacrée le 15 janvier 2011 par le
Conseil constitutionnel que Ben ALI a toujours cherché à soumettre à
ses ordres.
2- Lors de l’annonce du premier gouvernement post révolutionnaire
le 17 janvier 2011, il a été procédé à la désignation des présidents des
trois commissions qui vont accompagner la transition:
-- La commission de réforme politique qui, ultérieurement, prendra
un nom plus complexe compte tenu de l’évolution de la situation
sécuritaire du pays (l’instance supérieure pour la réalisation des objectifs
de la révolution, de la réforme politique et de la transition
démocratique).
-- La commission nationale d’investigation sur la corruption et la
malversation
-- La commission nationale d’investigation sur les abus enregistrés au
cours de la période allant du 17 décembre 2010 jusqu’à l’accomplissement
de son objet.
Le gouvernement a été amené à créer d’autres commissions, en
particulier pour enquêter sur les avoirs à l’étranger et pour gérer les biens
confisqués de l’ancien président et de son entourage. Pour l’essentiel, les
commissions sont composées d’experts réputés indépendants ou du moins
n’ayant pas eu un rapport de proximité avec l’ancien pouvoir.
3 - L’annonce de la création des trois commissions n’était pas, à
elle seule, de nature à rassurer l’observateur car le pays n’a jamais connu
de commissions indépendantes pour enquêter sur des pratiques du
pouvoir. Auparavant, lorsqu’un ministre, tombé en disgrâce, avait été
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Neji Baccouche
123
mis en cause, la commission chargée d’enquêter sur ses pratiques était
instrumentalisée pour légitimer les mesures du chef de l’Etat1. L’opinion
se méfiait de ce type de structures notamment lorsque leur indépendance
n’est pas garantie. Les difficultés de mise en place des commissions (I)
ne les avaient pas empêchés d’amorcer un processus pour solder le
compte de l’ancien régime (II).
I. Les difficultés de mise en place des commissions
4- La désignation des membres des trois commissions s’est faite dans
un contexte de grande agitation liée à la fois aux difficultés économiques
qui, par ailleurs, ont accéléré la chute du régime et au nouveau contexte de
liberté qui a rendu possible la contestation systématique. Le discrédit
général de l’Etat et ses représentants a conduit à tout contester. Les trois
commissions n’ont pas échappé à la contestation la plus virulente soit par
voie médiatique soit par voie juridictionnelle. Tantôt la contestation a
concerné le principe même de la mise en place des commissions, tantôt elle
a concerné les personnes désignées pour siéger dans ces structures de
transition. Profitant du nouveau contexte, certains ont choisi de régler leurs
comptes par une véritable diffamation à travers les médias. Dans le contexte
révolutionnaire, il est difficile de trouver des personnes autour desquelles un
consensus se dégage et le sens de la mesure devient difficile à observer.
5- Pour la commission de réforme politique et de la transition
démocratique la question de la représentation des catégories et des
régions fut la difficulté à surmonter. L’actualisation de la composition
illustre le malaise quant au déficit de légitimité de cette structure appelée
à jouer un rôle plus important que celui de faire des propositions de
réformes. Il fallait étendre sa composition pour tenir compte des aspirations
des activistes qui se sont exprimés, notamment à la KASBA et qui ont fini
par avoir raison du gouvernement de Mohamed GANNOUCHI, premier
ministre de BEN ALI pendant 11 ans mais qui avait la réputation d’être
politiquement inoffensif. Je l’ai personnellement entendu dire qu’il n’est
“pas un homme politique mais un simple gestionnaire”. La commission
était censée représenter les composantes sociales et en particulier les
“conseils de protection de la révolution” qui se sont autoproclamés un
peu partout au lendemain de la révolution avec une rare violence verbale
et un populisme qui puise, sans difficulté, dans le passé sombre de
l’ancien président.
6- Mais la tâche de la commission a été par ailleurs facilitée par la
dissolution, au cours du mois de mars 2011, des instances qui
1
Ce fut le cas sous le règne de BOURGUIBA lorsqu’une commission parlementaire
avait été chargée, en 1970, d’enfoncer le Ministre Ahmed BEN SALAH. Il en a été
de même en 1984 lorsque le ministre de l’intérieur avait été limogé.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
124
Les Trois Commissions de la Transition Démocratique
concouraient au processus de législation: le parlement avec ses deux
chambres, le conseil économique et social et le conseil constitutionnel.
Ce vide institutionnel lui donné un champ d’action et avait laissé croire à
certains membres que ladite commission était légitime pour légiférer et
pour contrôler le gouvernement du nouveau premier ministre (Mr Béji
KAID ESSEBSI) qui, par ailleurs, avait du caractère. Pour concilier la
position des deux parties (le gouvernement et la Commission), l’exercice
fut très difficile et le président de cette dernière a du faire preuve de
beaucoup d’habilité pour surmonter des oppositions qui parfois
paraissent irréductibles. Les positions extrêmes ou extrémistes sur le sort
politique des anciens responsables et en particulier l’étendue du cercle
de l’ancien président ont été un point de discorde. La surenchère quant à
la sévérité vis-à-vis des anciens membres du parti destourien a contribué
au report des élections initialement annoncées pour le 24 juillet au 23
octobre 2011. Ce report rendu inévitable par des considérations
techniques a fait émerger un autre débat sur l’éventuel référendum quant
à la fixation d’un délai d’un an pour l’accomplissement des travaux de la
constituante. Finalement, la commission a été le cadre ayant permis de
surmonter ce débat qui a présidé les élections du 23 octobre 2011.
7- Mais quoi qu’il en soit, la commission a mis en place, grâce à
son comité d’experts, l’arsenal juridique ayant permis l’organisation des
élections de l’assemblée nationale constituante puisque le droit électoral
devait être purement et simplement abrogée. Il était nécessaire de fixer le
mode de scrutin et le régime du contentieux électoral. En outre, la
commission avait contribué au remplacement de certaines lois liberticides
régissant la presse, les associations et les partis politiques. Mais au delà des
aspects techniques et juridiques, la question de la modernité était
omniprésente car, compte tenu de l’état de l’opinion, cette dimension
sociétale, est l’enjeu majeur de la transition politique en Tunisie.
8- La commission d’investigation sur la corruption et malversation
était elle aussi confronté à des défis non moins importants dans la
mesure où l’ampleur de la corruption faisait craindre et faisait rêver des
personnes voulant en profiter politiquent et financièrement. Pour
l’empêcher d’accomplir sa mission, la commission d’investigation
contre la corruption a été attaquée en justice par plusieurs avocats pour
des raisons avouées et des raisons non avouées. Certains magistrats se
sont mêlés de la partie pour attaquer les trois commissions. En réalité,
souvent la contestation cachait mal l’envie d’occuper la scene politique,
soit pour jouer un rôle, soit pour échapper à l’investigation que certains
juges eux-mêmes redoutaient. La création des deux commissions
d’investigation (commission anti-corruption et commission d’enquête
sur les abus de pouvoir) signifiait quelque part un manque de confiance
dans l’appareil judiciaire qui, il faut le dire, était aux yeux de l’opinion,
aux ordres du pouvoir et son entourage. La défiance dans l’appareil
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Neji Baccouche
125
judiciaire est largement partagée. Les magistrats concernés par les
pratiques de l’ancien pouvoir ne pouvaient qu’attaquer les commissions
d’enquête par tous les moyens.
II- L’amorce d’une transition réelle.
9- Le climat de contestation et de tension n’a pas empêché la
commission de réforme politique et de transition démocratique
d’accomplir non seulement un travail colossal de préparation de la
législation qui a permis les élections, le 23 octobre 2011, de l’assemblée
nationale constituante, mais d’apaisement des tensions politiques entre
des partis politiques qui s’opposent sur des questions fondamentales de
choix de société. Le pays s’est doté d’une Assemblée nationale
constituante démocratiquement élue et d’un gouvernement légitime
grâce au travail accompli par ladite commission. Les controverses au
sujet de la femme et plus généralement de la modernité ont dominé les
travaux de la commission de réforme politique et de ce fait, la
commission a constitué un lieu d’apprentissage de la démocratie. Après les
disputes et les retraits des mécontents des séances et travaux, le moment des
compromis a presque toujours été trouvé. Dans la commission, les partis ont
appris à négocier et à trouver les compromis, c'est-à-dire le propre de la
démocratie alors que le pays était habitué à la pensée unique et aux
solutions imposées par le chef de l’Etat et son parti. Certes les tunisiens sont
inquiets pour leur avenir en raison des incertitudes qui règnent, en raison de
l’intransigeance des vainqueurs et de leurs décisions hasardeuses. Mais, la
résistance des composantes de la société civile et de l’opposition ont fait
plier le gouvernement sur certains de ses choix et décisions. L’apprentissage
au sein de la commission de réformes politique devrait aider à surmonter les
oppositions les plus irréductibles au sein de la constituante.
10- De même, la commission d’investigation contre la corruption
et malversation a réussi, en dépit d’interminables procès et de menaces
proférées contre ses membres, à dévoiler plusieurs centaines de dossiers
qui montrent l’ampleur de la corruption et de la fraude. Il est vrai que
l’ampleur des malversations a discrédité les gouvernants et il sera
difficile de reconstruire l’autorité de l’Etat et ses représentants. Mais la
désacralisation du titulaire du pouvoir a été définitivement accomplie
alors que l’opinion était habituée, sous l’effet d’un héritage religieux
pesant, à l’infaillible et intouchable chef. Les imams ne cessaient de
prier pour lui dans les mosquées comme à la Mecque lors du pèlerinage
dont l’organisation n’avait, par ailleurs, pas échappé aux malversations
dont ont été coupables les proches de l’ancien chef de l’Etat.
11- Au lendemain de la publication du rapport de la commission,
de nombreux dossiers faisant état de malversation et corruption sont
parvenus au siège de ladite commission. En tant que rapporteur général,
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
126
Les Trois Commissions de la Transition Démocratique
je peux témoigner de plusieurs commentaires qui me sont parvenus et
dont la substance se résume en ce que les auteurs affirment qu’ils ne
croyaient pas, avant la publication dudit rapport, à la crédibilité de la
commission. L’identification de plusieurs centaines de dossiers de
corruption et malversation a confirmé, pièces à l’appui, les doutes sur
l’ampleur dudit phénomène. Cependant, cette commission a été
paralysée par le décès, le 2 janvier 2012, de son président le professeur
Abdelfattah AMOR. Le gouvernement ne s’est pas pressé pour remettre
cette machine redoutée d’investigation en marche, alors même que la
corruption a déstructuré le pays et ses valeurs et avait constitué, à
l’évidence, la cause de la révolte qui provoqué la révolution.
12- Les adversaires les plus féroces de la commission ont fini par
admettre, à la lumière de son rapport, l’utilité du travail accompli et qui,
probablement, préfigure d’une justice transitionnelle indispensable. En
effet, la commission a transmis à la justice plus que 400 dossiers
accablent directement quelque pas moins de 1200 personnes. La justice
est inondée de dossiers et manifestement elle éprouve d’énormes
difficultés à statuer pour des raisons complexes. Parmi les personnes
impliquées dans les affaires dévoilées par la commission figurent
plusieurs opérateurs économiques qui, dans de nombreux cas ont été
conduits par le pouvoir à des pratiques illégales. Le gel des activités de
telles personnes, comme la confiscation de biens pour laquelle on a créé
une autre commission, menace l’activité économique déjà sévèrement
éprouvée par la révolution et par la crise internationale. C’est pourquoi,
une justice transitionnelle parait aujourd’hui difficilement contournable
pour solder le compte de l’ancien régime avant d’envisager une
réconciliation nationale.
13- La troisième commission compétente pour enquêter sur les
atteintes à l’intégrité physique des individus n’a pas encore rendu son
rapport sur un dossier particulièrement sensible et qui concerne à la fois
les martyrs, les blessés, les snipeurs et les responsables d’abus et de
meurtres. Aux dires de son porte parole le 21 avril 2012, la commission
a reçu 2600 dossiers. Suite aux auditions à l’occasion des visites de tous
les gouvernorats de la République, la commission s’est contentée
d’annoncer quelques chiffres importants: 239 décès et 1400 blessés.
L’écoute des victimes et de leurs parents a été très utile même si les
personnes concernées vivent une frustration en raison de la lenteur
observée quant aux suites à donner aux investigations: procès des
responsables et indemnisation des victimes.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Neji Baccouche
127
14- Manifestement, cette commission redoute l’effet de son verdict
compte tenu de la sensibilité du dossier au sujet duquel la surenchère ne
semble pas s’arrêter et les accusations s’exercent régulièrement. Un
véritable concours de démagogues se poursuit. L’actuel gouvernement a
avoué l’existence de faux blessés qui se sont glissés pour obtenir
indument des indemnisations. L’Assemblée nationale constituante ellemême n’a pas échappé aux effets pervers de ce dossier explosif puisque
lors de sa première réunion le 23 novembre 2011, la lecture de la liste
des martyrs a provoqué des émeutes dans certaines régions en raison
d’oublis. Certains membres de la commission spécialement créée au sein
de la constituante pour s’occuper de ce dossier menacent, depuis deux
semaines, de démissionner en raison de ce qu’ils considèrent comme la
“passivité du gouvernement”. Le ministère en charge du dossier a été
investi par des personnes concernées (blessés et parents de martyrs) et
les graves incidents ont occupé l’actualité politique du pays en ce début
d’avril 2012.
15- Quinze mois après leur mise en place, les commissions ont
certes accompli un rôle non négligeable mais d’importance inégale quant
à la facilitation de la transition démocratique. Néanmoins, le travail
inachevé, notamment de celui des deux commissions d’investigation,
laisse non seulement un gout amer mais une crainte quant à l’évolution
de la situation politique du pays gouverné, depuis l’élection de la
constituante, par une coalition hétérogène et dont les membres sont, pour
le moins, inexpérimentés. L’économie continue de s’essouffler et les
souffrances de ceux qui ont fait la révolution ne font que s’accroitre. La
justice attend d’être rendue, c’est là une exigence du premier ordre. Or,
l’appareil judiciaire a besoin de réformes profondes et de “purges” pour
mettre à l’écart ceux qui avaient contribué à la pourriture du système. La
Constituante est profondément divisée. La discorde au sujet des
questions essentielles telles que celles concernant le statut de la femme
ou de la place de la religion semblent encore empoisonner la vie
politique au détriment des problèmes réels qui nécessitent des solutions
urgentes. Les nominations aux postes de direction sont loin de traduire le
souci de s’attaquer aux problèmes économiques et sociaux puisque les
experts, faute de déclarer leur allégeance, sont souvent mis à l’écart. Les
incertitudes alimentent des craintes légitimes même si, jusque là, la
Tunisie s’en sort beaucoup mieux que l’Egypte.
C’est dire que l’avenir de la démocratie semble pour le moment
hypothéqué. Le printemps arabe tarde à arriver.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
128
Les Trois Commissions de la Transition Démocratique
BIBLIOGRAPHIE
Constitution et Etat de Droit, actes du colloque de commémoration
du cinquentenaire de La promulgation de la contitution tunisienne du 1er
Juin 1959, Faculté de Droit de Sfax/Association, 2010
Décret-loi no 2011-35 du 10 2011, relatif à l'élection d'une
assemblée nationale constituante
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
- III MAŞRIK/MIDDLE EST/MACHREK
25 OCAK 2011 DEVRİMİNDEN BU YANA MISIR’DAKİ
ANAYASAL DÖNÜŞÜMLER*
(CONSTITUTIONAL DEVELOPMENTS IN EGYPT SINCE
THE REVOLUTION OF 2011)
Yousri Elassar
Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/
Professor of the constitutional Law at Cairo University
ÖZET
Ocak 2011’deki halk devriminden sonra Silahlı Kuvvetler Yüksek
Konseyi, başkanlık yetkilerini kullanmak üzere görevlendirilmiştir. Siyasi temsilcilerin çoğunluğu yeni seçimlerden önce anayasanın hazırlanmasını ve özellikle cumhurbaşkanının yetkilerinin azaltılmasını istemişlerdir. Ancak Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, büyük ölçüde önceki anayasadaki hak ve özgürlükleri içeren, bunun yanında seçimlerin şeffaflığını, aday olmanın kolaylaşmasını ve seçimlerin yargısal denetimini
içeren anayasal bir belge hazırlamayı tercih etmiştir. Yapılan seçimlerde,
hiçbir siyasi parti mutlak çoğunluğu sağlayamasa da, devrimci güçlerin
aksine İslami yapılar çoğunluğu sağlamışlardır. Ancak yeni oluşan parlamentoda muhalefet güçleri, yargısal yolları etkili biçimde kullanmışlardır. Muhalefetin seçim kanunlarının bağımsızlar ve siyasi partiler
arasında eşitsizlik bulunduğu gerekçesiyle anayasa mahkemesine yaptığı
başvuru kabul edilmiş ve Anayasa Mahkemesi, parlamentonun yokluğuna karar verilmiştir. İkinci olarak Danıştay’a yapılan başvuruda Mahkeme, ulusal meclis ve danışma meclisinin İslamcı vekillerinin kurucu
meclis üyelerini dışarıdan ve liyakate göre değil, siyasi motivasyonla
seçtiğini tespit etmiştir. Üçüncü olarak Danıştay, verdiği bir diğer
kararda ise Hüsnü Mübarek’in ulusal partisini feshetmiştir. Son olarak
ağır ceza mahkemesi, Hüsnü Mübarek ve İçişleri bakanını göstericilere
ateş açtırdıkları için müebbet hapse mahkûm etmiştir. Bu süreçte ulusal
partinin liderlerinin siyasetten men edilmesini öngören yasa ise Anayasa
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
130
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler
Mahkemesi tarafından iptal edilmiş, bu bağlamda ulusal parti cumhurbaşkanlığı seçimine katılmış ancak seçimi Müslüman Kardeşler’in adayı
sn. Morsi kazanmıştır. Yeni anayasa da Müslüman Kardeşler ve Selefistlerin görüşleri çerçevesinde hazırlanmıştır. Yeni cumhurbaşkanı Morsi’nin
seçimi ve faaliyetleri, Konsey ve Cumhubaşkanı arasında siyasi bir rekabet yaratmıştır. Konsey, anayasal bidirgede yaptığı bir değişiklikle cumhurbaşkanının yanında- yasama yetkisinin kullanımına ortak olmuş,
orduya ilişkin konularda münhasıran yetkili hale gelmiş ve yeni anayasa
konusunda veto yetkisine sahip olmuştur. Cumhurbaşkanı ise bu eylemler karşısında AYM’nin seçim kanununu iptal kararını ve Konsey’in
bildirge değişikliğini iptal etmiş, Konsey’i görevden alarak yerine bir
savunma bakanı atamıştır. Bu tasarruflar ise yeniden AYM önüne
taşınmıştır.
Siyasal açıdan ise Cumhurbaşkanının, yeni atamalarda nesnel
kriterlere göre değil, siyasi yandaşlığa göre atama yapması, devrimli
güçlere yönelik saldırılardan sorumlu içişlerini ayıklamaktan vazgeçip
ve eski rejime bağlılığıyla tanınan bir generali içişleri bakanı olarak
ataması muhalefet güçlerinde sert eleştirilere neden olmuştur. Öte yandan İslami güçler ile sol ve liberal muhalefet arasındaki diğer gerilim
alanlarını da anayasadaki şeriat ifadesinin nitelendirilme biçimi, siyasal
rejim tercihi konularında olmuştur. Ancak bütün siyasal güçler, ordunun
yetkilerinin ülke savunmasıyla sınırlandırılması, parlamento ve Sayıştay
denetimine tabi olması noktasında ortak yaklaşıma sahiptir. Gelinen
aşamada Mısır devriminin geleceği, iktidar gücünün, farklı siyasal güçlerinin meşruluğunu görmesi, anayasa tartışmasında sol ve liberallerin
görüşlerinin dikkate alınması ve başta işsizlik sorunu olmak üzere iktisadi krize karşı çözüm üretilmesine bağlıdır.
Anahtar Kelimeler: Mısır Devrimi, Müslüman Kardeşler, Salefitstler, Mısır’da’ta muhalefet, Mısır Anayasa Mahkemesi, parlamentonun feshi, Morsi, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi
ABSTRACT
After the people’s revolution on January 2011 the High Council of
Armed Forces was entrusted to use the presidential authority. Many of
the political representatives wanted to have a new constitution before
the election. They especially demanded that the power of President of
the Republic be diminished. But the High Council decided to prepare a
document that had more or less the same rights and freedoms with the
previous constitutions but also included transparency in elections, made
it easier for people to be candidates, and paved the way for judicial
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
131
control of the elections. Even though after the elections none of the
political parties had an absolute majority, instead of revolutionary
forces, the Islamists were able to hold the majority. But in the new
parliament the opposition was able to practice judiciary methods. The
objection of the opposition regarding the inequality between the
independents and political parties was accepted by the supreme court
and the court decided that the parliament was non-existent. In addition
after an admission to state council, the court decided the Islamist
deputies of the constituent assembly and the advisory council were not
chosen from outside and by merit, but by political motivation. Thirdly,
the state council dissolved Husnu Mubarak’s national party. Finally, the
criminal court gave Mubarak and the Minister of the Interior a life
sentence because they ordered the shooting of protestors. During this
process the law on political prohibition of all national party leaders was
canceled by the supreme court. In this context the national party entered
the election for President of the Republic and the candidate of Muslim
Brotherhood Mr Morsi won. The new constitution was prepared
according to Muslim Brotherhood’s and Selefist’s view. Morsi’s actions
created a competition between the president and the council. The
Council changed the constitutional charter and joined the president in
the use of legislative power, became the exclusive authority on matters
related to the army and obtained the right to veto the new constitution.
The president of the republic responded by nullifying the supreme
court's decision to nullify the election law and council’s decision to
change the constitutional charter. He then dissolved the council and
assigned a secretary of defense. The actions were carried to supreme
court as well.
From a political point of view, the president was criticized for
appointing not by objective criteria but by political partisanship, since
he appointed a general that was responsible of attacks against
revolutionary forces. Another tension point between the Islamists and
leftist and liberal opposition was about the definition of sharia in the
constitution and the choice of political regime. But all parties agreed
that the military authority had to be limited to national defense and that
the military had to be audited by the court. At this point, the future of
Egyptian revolution depends on the political power’s ability to see
acknowledge the legitimacy of different political forces, to consider the
ideas of the leftist and liberal opposition in the constitutional debate and
to provide solutions to economic crisis and unemployment.
Keywords: Egyption revolution, Egyption Constitutional Court,
Morsi, Islamistes, High Council nof Armed Forces
***
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
132
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler
GİRİŞ
Ordunun desteklediği ve koruduğu 25 ocak 2011 halk devrimi demokratik bir rejimi kurma ve nedeni olumsuz bilançosu olan eski devlet
başkanı Hüsnü Mübarek rejimini yıkmak için önemli anayasal değişiklikleri başardı. Bununla birlikte ülkenin demokratikleşme süreci, bir
yandan eski rejim yanlılarının devrimi başarısızlığa uğratmak ve hedeflerini gerçekleştirmesini engellemek amacıyla sarfettikleri büyük çabalar, öte yandansa geleneksel siyasi güçlerin kendi aralarındaki artık halk
kitlelerinin meşru özlemlerini karşılamayan tartışmalarının karşı karşıya
kaldığı ağır ekonomik kriz nedeniyle ciddi zorluklarla karşılaştı. Hâlbuki
Devrimi başlatan gençlerin gösterileri ne hükümette ne de yeni Parlamento’da temsil edildiler, bu siyasi tecrübelerinin eksikliği ve mali olanaklarının olmaması ile açıklanabilir.
Müslüman Kardeşler ile selefistlerden oluşan islamcı siyasi güçler
boşluğu doldurdular ve Devrim sonrası yeni seçilen Parlamento’daki
sandalyelerin çoğunluğunu kazandılar. Özgürlük ve Adalet Partisi’nin
(Müslüman Kardeşler’in partisi) siyasi lideri 2012 Haziranında yapılan
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. Yeni Cumhurbaşkanının kurduğu hükümet belli bir açıklığı da karakterize etmektedir. Hükümet
islamcı akımın üyeleriyle hiçbir siyasi partiye bağlı olmayan teknokratlardan oluşmakta.
Siyasi rejimin demokratikleştirilmesi süreci ciddi zorluklarla karşı
karşıyadır. Ülke baştanbaşa iki ana akıma bölünmüştür: İslamcı akım ve
liberal akım. Aralarındaki farklar yalnızca siyasi ve ekonomik konularda
değil fakat toplumun kimliğine de ilişkindir. İlk akımın büyük kısmı
resmi din kurumu olan El Ezher Üniversitesi’nin, kamu erklerinde bağlayıcılığı olacak, talimatlarına göre siyasi ve hukuki bir düzen tasarısını
hayata geçirmeye çalışmaktadır. İkinci akım ise Mısır toplumunun medeni ve özgürlükçü kimliğini savunmakta ve dini kurumlar tarafından
kabul edilmiş dini metinlerin yorumlarına herhangi bir hukuksal güç
vermeyi reddetmektedir.
Tebliğimizde şu üç nokta sırasıyla işlenecektir:
I- Geçiş sürecindeki anayasal dönüşümler
II- Yeni Cumhurbaşkanının seçimi ve tartışmalı Anayasanın
yayımlanması
III- Gelecek için perspektifler ve yeni düzenin başarı koşulları
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
133
I. Geçiş sürecindeki anayasal dönüşümler
25 Ocak 2011 Halk Devriminin başarıya ulaşmasının ardından,
eski başkan Mübarek istifa baskısı altında, yeni cumhurbaşkanının seçimiyle son bulacak geçici dönem boyunca Silahlı Kuvvetler Yüksek
Konseyi’ni başkanlık yetkilerini kullanmak üzere görevlendirdi.
Siyasi güçlerin temsilcilerinin çoğunluğu haklı olarak devrimin başarısının önceki 1971 Anayasasının yıkılmasına yol açtığını düşünüyor
ve yeni Cumhurbaşkanı ile yeni parlamentonun seçilmesinden önce yeni
bir anayasanın hazırlanması arzu ediyorlar. Yeni anayasanın daha dengeli olmasını, Cumhurbaşkanının 1971 Anayasasıyla çok genişletilmiş
ve fiili kullanımları güçlendirilmiş bu yetkilerinin azaltmasını diliyorlar.
Ancak Silâhlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, 30 Mart 2011 tarihinde, geçiş
dönemini düzenleyen 63 maddelik anayasal bir bildirge yayımlamayı
yeğliyor. Yeni anayasal bildirge temel hak ve özgürlükleri zaten önceki
anayasada düzenlenmiş temel hak ve özgürlüklere hasrediyor: kişisel
özgürlükler, düşünce özgürlükleri, siyasi özgürlükler, ekonomik ve sosyal hak ve özgürlükler. Siyasi parti özgürlüklerini genişleterek, kurulmaları için artık basit bir ön bildirimi öngörüyor.
Aynı zamanda cumhurbaşkanı seçilebilme koşullarını hafifletiyor.
Bir siyasi partinin adayı yahut da kendisine yetki veren 30.000 seçmenin
desteğinin olması yeterli kabul ediliyor. Yeni anayasal bildirge aynı şekilde, bir seçim yasasıyla, parlamentonun 2/3’ünü siyasi parti adaylarına
1/3’ünü ise bağımsız adaylara ayırdığı yeni bir ulusal meclis ile yeni bir
danışma meclisi öngörüyor. Bu iki meclise, yasama fonksiyonlarına ek
olarak, referanduma sunulacak yeni bir anayasa tasarısının hazırlanması
için 100 üyeden oluşan bir kurucu komisyonun seçilmesi misyonu yükleniyor.
Yasama seçimleri hâkimlerden oluşan kurulların tam gözetiminde
bir özgürlük ve şeffaflık havasında gerçekleşiyor. Yeni anayasal bildirgenin kararlaştırdığı reformlar arasında parlamentonun milletvekili seçimlerine ilişkin uyuşmazlıkları çözme yetkisinin kaldırılması ve bu konudaki yetkinin Anayasa Mahkemesine verilmesi de var. Parlamentonun
bu konuda, önceki rejimdeki uygulamaları doktrince eleştirilmişti. Parlamento çoğunluğu kendi üyelerini ayrıcalandırmak ve muhalefet milletvekillerini bastırmak için yetkilerini kötüye kullanıyordu.
Yeni parlamento, icraatını köstekleyen ciddi problemlerle karşı
karşıya: bir yandan, hiçbir siyasi parti tek başına çoğunluğu sağlayamadı. Merkez islami eğilimi temsil eden Müslüman Kardeşler Partisi
meclisteki sandalyelerin %45’ini, köktendinci radikal eğilimi temsil
eden selefistler %22’sini, liberal ve sol partiler ise yalnızca %33’ünü
kazandılar. Uyumlu bir çoğunluğun eksikliği yeni anayasa taslağını hazırlayacak kurucu komisyonun hazırlanmasını büyük zora sokmakta.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
134
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler
Ulusal ve danışma meclisleri tarafından kurulan Kurucu komisyonun Anayasası, bir dengesizlikle lekeli olduğundan doktrin ve muhalefet
partileri tarafından sert bir şekilde eleştirildi: Milletvekilleri tarafından
seçilen kurucu komisyonun %50’sini Müslüman Kardeşler ve selefistler
oluşturuyor. Kurucu komisyonun 2/3’ünü, -parlamento dışından seçilenler dahi- islâmi harekete dahil olanlardan oluşuyor. Kurucu komisyonun 1/3’ü, parlamenter çoğunluğu kurucu komisyonun yapısını yeniden
gözden geçirmeye zorlamak için, istifalarını sundular. İstifa eden üyeler
Mısır kilisesi ve El-Ezher’i (ılımlı ve liberal görüşte, resmi islami kuruluş) temsil eden üyeler ile, liberal ve sosyalist hareketlere mensup üyelerdir.
Öte yandan, yeni parlamentoya yönelik; bir tanesi, parlamentonun
seçildiği seçim kanunu için Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru
olan, birçok yargısal yola gidildi. Bu başvuru özellikle söz konusu kanunun; kendilerine 2/3’lük yer ayrılan siyasi parti adayları ile 1/3’lük yer
ayrılan bağımsız adaylar arasında, parti adaylarına kendilerine hasredilen
oranda değil ama parlamentonun tamamında yüzdesi 2/3’ü geçmeyen
sayıda aday olabilmeleri imkânı vermesinden ötürü yapılan haksız ayrımcılığa itiraz ediyor.
14 Haziran 2012 günü Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruyu
kabul ederek, parlamento seçimlerinin dayanağı olan seçim kanununun,
siyasi parti adayları ile bağımsız adaylar arasında eşitlik ilkesini ihlâl
ettiğinden anayasaya aykırılığına hükmedip, parlamentonun oluşumunun
yokluğuna karar vererek feshini istedi.
Bir başka başvuru da Danıştay’da ulusal meclis ile danışma meclisi vekillerinin kurucu komisyon üyelerinin yarısını seçtikleri ve çoğunluğunu islamcı akımlardan olan şahsiyetlere ayırdıkları karara karşı
yapıldı. Bu başvurunun sahipleri kendisine itiraz edilen kararın, parlamentoca bir yasama mercii olarak değil de bir bir seçim organı olarak
alındığından bahisle, bir yasama işlemi değil, bir idari bir işlem olduğunu düşünüyorlar.
Danıştay 10 Nisan 2012’de ulusal meclis ve danışma meclisinin,
kurucu komisyon üyelerinin belirlenmesine ilişkin işlemini, bu iki meclisin söz konusu kararı bir yasama mercii olarak değil bir seçim organı
olarak aldıklarından ötürü bir idari işlem olduğunu belirterek kendisini
davada yetkili kabul ediyor. Danıştay söz konusu kararı iptal ederek kararını şu iki temele dayandırıyor: bir yandan, ulusal meclis ve danışma
meclisi, kurucu komisyonu kendi üyeleri arasından değil ve fakat
dışardan seçmeli idi; öte yandan ise üyelerin seçimi ait oldukları siyasi
görüşe değil fakat yeteneklerine göre olmalı idi. Bu kararın ardından,
ulusal meclis ve danışma meclisi vekilleri Danıştay’ın kabul ettiği ilkeleri dikkate alarak önceki konseye nazaran dengeleri fazla gözeten yeni
bir kurucu konsey oluşturdular. Yeni konseye atanan üyelerin %25’inin
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
135
ulusal meclis ile danışma meclisi üyelerinden oluştuğu ile komisyon
üyelerinin %60’ının islamcı akım mensubu olduklarını not etmek gerekir.
Danıştay nezdinde bir makam olan yüksek idari yargı 16 Nisan
2011 T. kararıyla eski başkan Mübarek rejiminde iktidarı elinde bulunduran –liderliğini gene Mübarek’in yaptığı- Ulusal Parti’yi feshetti.
Mahkeme, kararını; devrimin akabinde eski başkanın rejiminin çöküşünün, bu dönem boyunca iktidarı elinde bulunduran baskın partinin feshini de kaçınılmaz kıldığı gerekçesine dayandırdı.
Üstelik ilk toplantısını 23 Ocak 2012’de yapan ve dayandığı seçim
kanununun Anayasa Mahkemesince Anayasaya aykırı bulunmasının
ardından feshedilmesinden ötürü yetkilerini yalnızca 6 ay kullanabilen
yeni parlamentonun seçimi konusundan bir başka konu da siyaset sahnesini meşgul etmeye devam ederek aydın çevreler ve siyasi güçlerin temsilcilerinin katıldığı ulusal bir tartışmaya yol açıyor: bu, eski cumhurbaşkanı Mübarek rejimi siyasetinin baş sorumlularının siyasetten men
edilmeleri hakkında siyasi kişiliklerin çoğunun katıldığı iradedir.
21 Kasım 2011’de cumhurbaşkanının yetkilerini kullanan Silâhlı
Kuvvetler Yüksek Konseyi kamuoyunun baskısıyla bir kanun hükmünde
kararname çıkartarak, Sn. Mübarek’in başkanlığında iktidarda olan ulusal parti şeflerinin, bir ağır ceza mahkemesi kararı gereğince rüşvet aldıklarının sabit olması durumunda, siyasetten men imkânlarını düzenliyor. Ancak böyle bir karardan önce cumhuriyet başsavcısı tarafından bir
soruşturmanın yapılmış olması gerekiyor. Bu kanun hükmünde kararname çok uzun ve yorucu süreçleri gerektirdiğinden hayata geçirilemedi.
Eski rejimin liderlerinden hiçbirisi bu KHK uyarınca yargılanmadı. Hâlen eski cumhurbaşkanı Mübarek ve bazı hükümet üyeleri polise ateş
emrini vererek göstericilerin ölümlerine sebep olmaya katılmak gibi ortak hukuk suçlarından ağır ceza mahkemesi önünde yargılanıyorlar. 2
Haziran 2012’de ağır ceza mahkemesi eski cumhurbaşkanı ile içişleri
bakanını ömür boyu hapse mahkûm etti.
Eski rejimin baş sorumlularının siyasetten menlerini düzenleyen
KHK’nin uygulama zorlukları, Sn. Mübarek’in hükümetinin başkanı ile
Cumhurbaşkanı yardımcısının da bulunduğu bazılarını 17 Haziran
2012’de yapılan başkanlık seçimlerinde adaylıklarını koymaya cesaretlendirdi. 12 Nisan 2012’de devrimden sonra seçilmiş yeni parlamento
birdenbire siyasi hakların kullanılmasına ilişkin kanunu oylayarak, eski
cumhurbaşkanının, yardımcısı ile başbakanının olduğu kadar Sn. Mübarek rejiminde iktidarda olan ulusal parti şeflerininin de siyasi haklarını
kullanmalarını men etti.
Bu kanun sert siyasi tartışmalara yol açıyor. Yorumcuların büyük
kısmı, böyle bir siyaset yasağının herhangi bir yargı kararı olmaksızın
getirilmesinin Anayasaya aykırı buluyor. 19 Nisan’da Silâhlı Kuvvetler
Yüksek Konseyi Başkanı, -seçimleri etkileyen her kanun Anayasa MahJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
136
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler
kemesinin ön denetimine tâbi olduğundan- parlamentoca onaylanan bu
kanunu, başkanlık seçimlerini etkilediğini düşünerek anayasaya uygunluğunun denetlenmesi için Anayasa Mahkemesine gönderiyor. Mahkeme
21 Nisan’da, parlamentoca oylanan bu kanun hakkında karar vermeye
yetkisiz olduğuna hükmediyor. İçtihadını siyasi hakların kullanılmasını
değiştiren söz konusu kanunun başkanlık seçimlerini doğrudan etkilemediği gerekçesine dayandırıyor. Oysa bu kanun Anayasa Mahkemesinin ön denetimine değil, son denetimine tâbi tutulabilirdi. Ancak söz
konusu kanun bir ikinci kere, başkanlık seçimlerini gözetmekle görevli
yargı komisyonu tarafından yetkisi gereği Anayasa Mahkemesinin son
denetimine (yasaların anayasallığı) sunulmuştur. 14 Haziran 2012’de
Anayasa Mahkemesi önceki rejimin baş sorumlularını kanunun ilânından önce işledikleri eylemlerden dolayı siyasetten men ederek siyasi bir
yaptırım içerdiği, dolayısıyla geçmişe yürürlü olduğu, bunun ise kanunların geçmişe yürümezliği ilkesine aykırı olduğundan bahisle söz konusu
kanunun anayasaya aykırılığına hükmetti. Böylelikle 17 ve 18 Haziran
2012’de gerçekleştirilen başkanlık seçimlerinde hiçbir aday dışarda kalmadı ve askeri konseyin, kendisine 30 Haziran 2012’de yetkilerini teslim
ettiği Müslüman Kardeşler Partisi’nin (Özgürlük ve Adalet Partisi) adayı
Sn. Morsi galip geldi.
25 Ocak 2011 Devriminin patlamasından yeni Cumhurbaşkanının
seçildiği ve yetkilerini kullanmaya başladığı 30 Haziran 2012 tarihine
kadar süren 17 aylık geçiş dönemindeki anayasal dönüşümleri gösterdikten sonra; Cumhurbaşkanı Morsi’nin seçiminden bu yana özellikle
referandumla Kabul edilen yeni Anayasa ve Müslüman Kardeşler ile
selefistlerin düşüncelerini yansıtan bu Anayasaya karşı liberal eğilimdeki siyasi partilerin muhalefetlerine damgasını vuran şu anki dönemin
anayasal dönüşümlerini sunacağız.
II. Yeni bir Cumhurbaşkanının seçimi ve tartışmalı bir Anayasanın yayımlanması:
Sayın Morsi’nin 30 Haziran 2012’de Cumhurbaşkanlığına çıkışı
17 ay süren geçiş döneminin son bulduğunu ve nispeten istikrarlı bir
dönemin başladığını göstermektedir. Yeni Cumhurbaşkanının vereceği
sınavlar oldukça fazladır:
1. İlk sınav: iki rakip gücün siyasi iktidardaki birlikteliği.
Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi. Bu güçlerden her birisi kendi ayrıcalıklarını artırmaya çalıştılar. Bu şekilde, Silahlı
Kuvvetler Yüksek Konseyi 30 Mart 2011’de geçiş dönemini düzenlemek
üzere yayınladığı anayasal bildirgeyi, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin yapıldığı 17 Haziran 2012 tarihinde değiştirdi. Yeni değişiklik uyarınca yasama erki yeni Anayasanın kabulünden sonra yeni
meclisin seçimine değin Cumhurbaşkanı ve Silahlı Kuvvetler Yüksek
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
137
Konseyi tarafından birlikte kullanılacaktır. (Burada, 2011 Kasımında
seçilen parlamentonun 14 Aralık 2012’de Anayasa Mahkemesince, seçimin dayanağı seçim kanunun –siyasi parti adaylarını bağımsız adaylar
aleyhine ayrıcalıklı kıldığından- anayasaya aykırılığı gerekçesiyle feshedildiğini hatırtalım.) Öte yandan bu anayasa değişikliği Silahlı Kuvvetler
Yüksek Konseyi’ne orduya ilişkin konularda karar alma yetkisini münhasıran veriyordu. Aynı şekilde; önceki Mısır anayasalarınca getirilmiş
ilkeleri sınırlayan hükümleri içermesi hâlinde, Kurucu Komisyonun hazırlamakla yükümlü olduğu yeni anayasa tasarısını veto etme hakkını da
veriyordu. Bu durumda Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi, önceki Mısır
Anayasalarınca getirilmiş ilkelere uygunluğunu açıklaması için Anayasa
Mahkemesine gönderme hakkı söz konusu idi. Ve Anayasa Mahkemesi
söz konusu hükümlerin belirtilen ilkelere aykırılığı durumunda bu hükümleri anayasa tasarısından çıkartacaktı.
Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin kendi yetkilerini Cumhurbaşkanının aleyhine genişletme teşebbüslerine engel olabilmek için, Sayın Morsi kendi yetkilerini güçlendirecek bir takım tedbirler alacaktır. 7
Temmuz 2012’de Cumhurbaşkanı Morsi, aldığı bir kararla Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin 15 Haziran 2012 tarihli, Anayasa Mahkemesi’nin, dayandığı seçim kanununun anayasaya aykırılığına hükmettiği
14 Haziran 2012 tarihli ulusal meclisin feshi kararının icrasına ilişkin
kararını iptal ediyor.
Cumhurbaşkanı Morsi kararını; Anayasa Mahkemesinin seçim kanununun anayasaya aykırılığına hükmetmesiyle siyasi parti adaylarına
meclisin –söz konusu kanun uyarınca 1/3’ü bağımsız adaylara ayrılmış
sandalyeleri de dahil olmak üzere- tüm sandalyelerine aday olabilmelerine izin verdiğinden hareketle meclisin oluşumunun bu 1/3’ü açısından
kısmen yoklukla malûl olduğu gerekçesine dayandırıyor. Buna karşılık
Cumhurbaşkanı Morsi, ulusal meclis’i meclis sandalyelerinin 1/3’ü üzerinde aday olma hakkı olan siyasi partilerin bağımsız adaylarına ek seçim düzenlemesi beklentisiyle toplantıya davet etti.
Fakat Sayın Morsi’nin muhalifleri, 14 Temmuz 2012 tarihli Meclis
seçimlerinin tamamının yoklukla malûl olduğu kararının kesin hüküm
teşkil ettiği ve tüm erkleri bağladığı gerekçesiyle, Cumhurbaşkanının
iptal kararına karşı Anayasa Mahkemesine itiraz ettiler.
10 Temmuz 2012’de Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanının
oluşumu mutlak butlanla malûl olan Meclis’in toplantıya çağrılması kararının yürütülmesinin durdurulmasına karar verdi.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Morsi yetkilerini güçlendirmek için
daha önemli tedbirler almaktadır. 12 Ağustos 2012’de Silahlı Kuvvetler
Yüksek Konseyi’ni görevden alıp yerine yeni bir Savunma Bakanı atayarak, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nce 17 Haziran 2012 tarihli
Konsey’in yetkilerini artıran ek anayasal bildirgeyi iptal ediyor. Ve SaJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
138
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler
yın Morsi bu bildirgeyi, yasama erkini münhasıran Cumhurbaşkanına
bağlayan bir başka bildirgeyle ikâme ediyor. Buna göre aynı zamanda,
görevinin hangi nedenle olursa olsun son bulması hâlinde Kurucu Komisyon’u yeniden kurma hakkını da Cumhurbaşkanına veriyor. (ör. Bu
komisyon bir Danıştay kararıyla fesholursa ki hâlihazırda kuruluş kararının iptali talebi mevcuttur ve benzeri bir durum önceki komisyonun
başına da gelmişti.)
Böylece, Cumhurbaşkanı Morsi; Devrim hedeflerini ve ülkenin
gelişimini Müslüman Kardeşler’in planlarına göre gerçekleştirmek üzere
gerekli tüm siyaseti olanakları kullanmak imkânı veren çok geniş yetkileri elinde toplamıştır.
2. İkinci sınav: Eski Başkan Hüsnü Mübarek düzeninin güçleri
tarafından Devrimden doğan düzene karşı yürütülen mücadele ile neredeyse kolluk güçlerinin tamamının silahsız masum vatandaşlara gaddarca yönelttiği planlı ve sistemli barbarca eylemler.
Bu cinai eylemlerin amacı halkı korkutmak ve devrimden doğan
düzenin, halkın güvenliğini gerçekleştirmek ve ülkedeki kamu düzenini
korumak için, başarısız olduğuna halkı inandırmak idi. Üstelik kolluk
kuvvetlerinin en üstteki şefleri, siyasi partilerce açıklanan –ki Devrim
karşıtı söz konusu fiilleri işleyen bu şeflerin emekliye ayrılmalarını talep
eden- İçişleri Bakanının ayıklama tasarısına düşmanca bir tavır içerisindeydiler.
Bu sorunla yüzleşmek için Cumhurbaşkanı Morsi İçişleri Bakanlığının ayıklanması fikrinden vazgeçerek bu Bakanlığa eski Cumhurbaşkanı Mübarek düzenine bağlılığıyla tanınan generallerden birisini atadı.
Bu tedbirin kamu güvenliğinin durumu üzerinde olumlu sonuçları oldu
ve barbarca fiiller büyük ölçüde dursa da İçişleri Bakanlığının ayıklanması tasarısından vaz geçilmesi muhalefet partileriyle gençlik hareketleri
tarafından eleştirildi.
3. Üçüncü sınav: Cumhurbaşkanı Morsi’nin en önemli sınavıdır
ki siyasi güçler arasında gittikçe daha da keskinleşen ve derinleşen bölünme.
Hâlihazırda siyasi güçler, üniter ruh ve devrim sırasındaki ortak
amaç etrafındaki toplanmaya aykırı bir şekilde, tüm siyasi ve ekonomik
konularda bölünmüş durumdadırlar. Liberal ve sol partiler ile gençlik
hareketlerinden oluşan muhalefet Cumhurbaşkanıyla hükümetini yanlı
bir politikayla siyasi görevlere ve kamu idaresinin tepelerine nesnel değil de öznel ölçütlerle kendi yandaşlarını atadığıyla suçlamaktadırlar.
Diğer bir ifadeyle bu atamalar yetki ve uzmanlık ölçütleri dikkate alınarak değil de güvenilirlik ölçütüne dayanmaktadırlar.
Siyasi güçler arasındaki çatışma ve bölünme Kurucu Komisyon tarafından hazırlanan yeni anayasa tasarısının etrafında önemli ölçüde
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
139
kendisini göstermektedir. Öyle ki tasarının pek çok noktası hararetli hukuksal ve siyasi tartışmaların konusu olmaktadır.
İlk nokta dinin hukuk düzenindeki yeri. 1971 Anayasasının 2.
Maddesine göre devletin dini islam ve şeriat ilkeleri yasamanın temel
kaynağı. Anayasa Mahkemesi islam ve modernizmi uzlaştıran bu maddeyi yararcı bir şekilde yorumluyor. Mahkemeye göre, şeriat ilkeleri
islâmın temel amaç ve hedeflerini (Özgürlük, sosyal adalet, eşitlik, ulusal dayanışma ve ahlâki değerlere saygı gibi) oluşturuyor.
Köktenci ve dogmatik Selefist akımın temsilcileri, yasamanın kaynakları olarak kabul edilen “şeriat ilkeleri” ifadesini; “kuran hükümleri,
sünnet (peygamberin sözleri) ve islam doktrinin düşünceleri” ifadesi ile
değiştirmek istiyorlar. Ilımlı islam ile liberal akımın temsilcileri ise hararetle yeni Anayasanın 1971 Anayasasında kullanılmış olan ve belirli bir
hukuksal içeriğe sahip “şeriat ilkeleri” ifadesinin korunmasını hararetle
tavsiye ediyorlar. Hâlbuki “kuran hükümleri, sünnet (peygamberin sözleri) ve islam doktrinin düşünceleri” ifadesi, birçok mezhebin varlığı ve
her mezhebin dini metinleri kendine özgü yorumlamasından ötürü birçok
belirsizliği taşıyan bir ifadedir ve “Şeriat ilkeleri”nin hukuk sistemindeki
yerine ilişkin Anayasa hükmünün uygulanmasında tartışmalara yol açabilir.
Kurucu Komisyon üyelerinin çoğunluğunun islamcı akımdan olmalarından, nihai Anayasa tasarı metni Komisyonca oylanmış ve Müslüman Kardeşler ile selefistlerin düşüncelerini Kabul etmiştir. Tasarı
kamu kurumlarını, şeriata ilişkin tüm konularda resmi dini kuruluş El
Ezher’in görüşünü almaya zorlamaktadır. Bu mecburiyet Hükümeti,
Parlamentoyu, ve dahi, kanunların ve düzenleyici işlemlerin şeriat ilkelerini kendisine düstur edinmiş Anayasa’ya uygunluğunu belirleyen Anayasa Mahkemesi’ni bağlamaktadır. Üstelik tasarı, şeriat hükümlerinin
yalnızca kuran hükümleriyle sünnetten değil ama aynı zamanda islamın
sünni doktrinince kabul edilen yorumlarından oluştuğunu da hüküm altına almaktadır.
Öte yandan, Mısır’da, ılımlı ve merkezci bağlamıyla dini ve
modernizmi uzlaştıran anayasal rejimin mevcut hâlini korumak için birçok yazar, kamu hak ve özgürlüklerinin ayrım gözetilmeksizin halkın
her kesimi için olduğunun göz önünde tutulmasını ve din adamlarının
siyasi iktidar üzerindeki nüfuzlarının reddi ile anayasaüstü ilkeler teorisinin modern ve demokratik devletin esasları olarak kabulünü öneriyorlar. Ancak bu tez islami eğilimde olan yazarlar tarafından reddedilmiştir.
Ulusal bir tartışmaya neden olan ikinci nokta hükümetin yönetim
biçiminin türünü belirlemektir. Siyasi güçlerin temsilcilerinin çoğunluğu
Fransa’daki gibi karma bir yönetimin kabulünü önerirken diğerleri İngiltere’deki parlamenter sistemin uygulamasını tercih etmektedirler. Kurucu Komisyon tarafından hazırlanan tasarı Fransa’daki V. Cumhuriyet
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
140
25 Ocak 2011 Devriminden Bu Yana Mısır’daki Anayasal Dönüşümler
Anayasasının kabul ettiği karma sistemi tercih etmektedir. 15 Ocak
2012’de bir referandumla kabul edilen Anayasa, Fransa’nın şu anki
Anayasasının kurduğu sisteme benzer bir sistemi kabul etmiştir.
Üçüncü nokta ise ordunun devlet içindeki rolüne ilişkindir. Siyasi
güçlerin tamamı Anayasanın orduya ülkeyi savunmak haricinde bir misyon yüklemesini kesin olarak reddetmekte ve ordu bütçesinin ekonomik
ve siyasi denetiminin parlamentoya ve ayrıca Sayıştay’a tâbi olmasını
istemektedirler. 15 Aralık 2012’de onaylanan yeni Anayasa ordunun
önceki statüsünde hiçbir değişiklik yapmadığı gibi ülke savunmasından
başka bir görev de vermemektedir.
III. Gelecek perspektifleri ve yeni düzenin başarı koşulları:
25 Ocak 2011 devrimi Mısır’da ikinci bir doğumu işaretliyor. Bu
büyük olaydan beri, tüm ülke devamlı hareket hâlinde. Farklı siyasi
güçler her siyasi olayda hızlı ve coşkun bir şekilde tepki veriyorlar. Sn.
Mübarek rejiminin devrilişinden bu yanaki Anayasal dönüşümler Mısır’ın tarihinde hiç görülmemiş bir şekilde gerçekleşti.
Bununla birlikte devrim henüz tüm hedeflerini gerçekleştirmedi:
eski cumhurbaşkanı ile yönetiminin baş sorumlularına karşı, işledikleri
rüşvet fiillerinden dolayı açılan davalar henüz mahkûmiyetle sonuçlanmadı ve bu eski cumhurbaşkanına isyan eden kalabalıkları yatıştırmadı.
Bir çok hukukçu ve siyasetçi haklı olarak devrimcilere karşı eski Cumhurbaşkanı Mübarek’in memurları ve düzen güçlerince işlenen suçların
araştırılması için, bir kanun hükmünde kararnameyle ayrı bir adli kurumun kurulmasını arzu etmektedirler. Bu öneri; devrimcilere karşı işlenen
suçlardan dolayı adalet önüne çıkan sanıkların büyük kısmının, olağan
mahkemelerde delillerin bu mahkemelerce incelenmesinden önce yok
edilmelerinden ötürü beraatleriyle sonuçlandığından, kendisini haklı
kılmaktadır.
Öte yandansa, Devrimi başlatan gençler mali kaynaklarının ve siyasi deneyimlerinin eksikliğinden parlamentoda ancak çok az sayıda
sandalyeyi kazanabildiler. Eski rejim yanlıları, kriz ve kargaşa hâli yaratmak ve yeni rejimi istikrarsızlaştırmak için bir karşı devrim hareketi
yürütüyorlar. Oysa siyasi partiler, önceki rejimde acı çekmiş ve ağır
ekonomik krizle karşı karşıya kalan halk kitlelerinin kaygı ve özlemlerinin uzağında siyasi kavgalar içerisindeler.
Mısır için birçok unsur daha iyi ve istikrarlı bir gelecek umudu veriyor: mevcut hükümet, Anayasa Mahkemesinin kararı uyarınca feshedilinceye değin görevlerini 6 ay boyunca yapmış parlamento ve siyasi parti
liderleri, aynı şekilde 17 Haziran 2012’de seçilmiş yeni cumhurbaşkanı,
ülkenin gelişmesi için coşkulu projeler önerdiler ve Mısır tarafından
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
141
imzalanmış uluslararası anlaşmalar kadar kamusal hak ve özgürlüklere
saygı göstereceklerine söz verdiler. Mısır kilisesi tarafından desteklenen
ılımlı ve merkezci resmi dini kurum El Ezher tüm farklı siyasi hizipleri
bir araya toplayabilmek için ortak hedefler etrafında bir ulusal birlik
gerçekleştirerek büyük çaba sarfediyor. Ve gençlik hareketleri hükümet
üzerinde bir halk denetimi uygulayan gerçek bir karşı iktidara dönüştüler.
Mısır’ı yöneten yeni rejimin başarısı üç etkene bağlı olacak:
-Farklı siyasi güçlerin, aralarındaki gerilimi azaltmak için, meşruluklarının dikkate alınması,
-2012 Aralığında yayımlanan Anayası değiştirmek ve liberal eğilimdeki siyasi partiler ve aydınlarca, gerçek bir ulusal uzlaşmaya dayalı
daha dengeli ve demokratik bir Anayasanın hazırlanabilmesi için, reddedilen tartışma ve ihtilaflara kapı açan hükümlerinin kaldırılması,
-Ve nihayet, ülkenin karşı karşıya kaldığı ekonomik krizin çözülmesi ile özellikle yeni iş alanları yaratarak her yıl çalışma dünyasına
katılan gençlerin işsizliği sorununu ortadan kaldıracak üretim sektörlerinin gelişmesi.
Eğer Hükümet bu üç hedefi gerçekleştiremez ise, bir dahaki seçimleri kazanamayacak ve demokrasinin kuralı gereği bir dahaki seçimlerde iktidardan uzaklaştırılacaktır.
KAYNAKÇA
Dr. Taimour Mostafa-Kamel, "L'élaboration de la Nouvelle
Constitution dans le Processus la Démocratisation en Egypte Enjeux et
Défis de la Nouvelle Période", Anayasa Hukuku Dergisi/Journal of
Constitutional Law/Revue de Droit Constitutionnel, 1/, 2012, pp. 493-532.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
LES EVOLUTIONS CONSTITUTIONNELLES
EN EGYPTE DEPUIS LA REVOLUTION
DU 25 JANVIER 2011
Yousri Elassar
Professeur de droit constitutionnel à l’Université du Caire
RÉSUMÉ
En Egypte, la Révolution populaire du janvier 2011 a abouti à des
transformations constitutionnelles importantes dans le but de batir un
regime démocratique. La réussite du nouveau régime qui gouverne l’Egypte
dépendra de deux facteurs: l’adoption d’une nouvelle constitution
équilibrée et démocratique, fondée sur un vrai consensus national. Si la
nouvelle majorité n’arrive pas à realiser ces deux objectifs, elle sera
écartée du pouvoir dans les prochaines échéences électorales, comme c’est
la règle de la démocratie.
Mots-clefs: la revolution populaire, la transformation constitutionnelle,
la transformation démocratique et équilibrée, consensus national.
***
INTRODUCTION
La révolution du peuple égyptien du 25 janvier 2011, que l’armée
a soutenue et protégée, a abouti à des transformations constitutionnelles
importantes dans le but d’instaurer un régime démocratique et rompre
avec le régime de l’ex–président Hosni Moubarak, dont le bilan négatif
etait la cause qui a déclanché la révolution. Pourtant, le processus de la
démocratisation du pays rencontre des difficultés assez sérieuses, car,
d’une part, les partisans de l’ancien régime déploient de grands efforts
pour faire échouer la révolution et l’empêcher de réaliser ses objectifs,
et, d’autre part, les forces politiques traditionnelles ménent des qurelles
entre elles qui ne correspondent guère aux aspirations légitimrs des
masses populaires, qui affrontent une crise économique aigue, tandis que
les mouvements des jeunes qui ont déclenché la Révolution ne sont
représentés ni au gouvernement ni au nouveau parlement, ceci s’explique
par leur manque d’expérience politique et de moyens financiers.
Les forces politiques islamistes, composées des Frères musulmans
et des Salaphistes ont rempli le vide au pouvoir et ont gagné la majorité
144
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 201
des sièges au nouveau parlement elu après la Révolution. Le chef du
parti de liberté et justice (celui des frères musulmans), a gagné les
élections présidentielles qui se sont déroulées en juin 2012. le
gouvernement que le nouveau président a formé se caractérise par une
certaine ouverture. Il comprend des membres appartenant au courant
islamiste et des technocrates qui n’appartienent à aucun parti politique.
Le processus de la démocratisation du régime politique affronte de
sérieuses difficultés. Le pays est profondement divisé en deux grands
courants: le courant islamiste et le courant libéral. La différence entre
eux ne se limite pas seulement aux questions politiques et économiques,
mais, elle touche l’identité même de la societé. Une grande partie du
premier courant essaie de mettre en oeuvre un projet d’instaurer un régime
politique et juridique dans lequel les directives d’Alazhar, l’établissement
religieux officiel, auront une autorité supérieure qui s’imposera aux
pouvoirs publics. Le second courant défend l’identité civique et libérale de
la societé égyptienne, et refuse d’accorder aucune autorité juridique aux
interprétations des textes de la religion adoptées par les établissements
réligieux.
Trois points vont être developpés successivement:
I- les transformations constitutionnelles pendant la période
transitionelle.
II- L’élection d’un nouveau président et la promulgation d’une
constitution controversée.
III- Les perspectives d’avenir et les conditions de la réussite du
nouveau régime.
I- Les tranformations constitutionnelles pendant la période
transitionelle:
A la suite de la réussite de la Révolution populaire du 25 janvier
2011, l’ex-président Moubarak a été contraint à démissionner et il a
chargé le conseil supérieur des forces militaries à exercer les pouvoirs du
président de la République pendant une période transitoire qui prendra
fin par l’élection d’un nouveau président de la République.
La plupart des représentants des forces politiques estiment, à juste
titre, que la réussite de la révolution a abouti à la chute de la Constitution
précédente, promulguée en 1971 et ils souhaitent l’élaboration d’une
nouvelle constitution avant l’élection du nouveau président de la
République et du nouveau parlement. Ils souhitent que la nouvelle
constitution soit plus équilibrée et qu’elle diminue les pouvoirs du
président de la République très élargis dans la Constitution de 1971 et
renforcés davantage dans l’exercice pratique de ces pouvoirs. Mais, le
Conseil supérieur des forces militaires opte pour une autre solution, le 30
mars 2011, le conseil promulgue une déclaration constitutionnelle
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
145
provisoire de 63 articles pour régir la période transitoire. La nouvelle
déclaration constitutionnelle consacre les droits et libertés fondamentaux
déjà consacrés par la constitution précédente de 1971: les libertés
personnelles, les libertés de pensée, les libertés politiques, et les droits et
libertés économiques et sociaux. Elle élargit la liberté des partis
politiques et n’exige pour leur constitution q’une simple déclaration
préalable.
Elle allège aussi les conditions exigées chez les candidats aux
élections présidentielles. Il suffit d’être le candidat d’un parti politique
ou bien d’avoir l’appui de 30 milles électeurs qui lui accordent
procuration officielle.
La nouvelle déclaration constitutionnelle prévoit également
l’élection d’une nouvelle Assemblée nationale et d’un nouveau Conseil
consultatif, selon une loi électorale qui réserve les deux tiers des sièges
du parlement aux candidats des partis politiques et le tiers aux candidats
indépendent des partis. Ces deux conseils ont pour mission, en plus de
leur fonction législative, d’élire une Commission constituante de 100
membres pour élaborer un projet d’une nouvelle constitution qui sera
soumis au référendum.
Les élections législatives se déroulent dans un climant de liberté et de
transparence, sous la supervision intégrale des commissions composées par
des magistrats. Parmi les réformes decidées par la nouvelle déclaration
constitutionnelle, la suppression de la compétence du parlement en matière
de solution des litiges relatifs aux élections légilatives, et l’octroi de cette
compétence à la cour de cassation. La pratique parlementaire dans ce
domaine sous le régime précédent était critiquée par la doctrine. La majorité
au sein du parlement abusait de son pouvoir pour privilégier ses membres et
opprimer les deputés de l’opposition.
Le nouveau parlement affronte des sérieuses difficultés qui
entravent son action: d’une part, aucun parti politique n’a eu à lui seul la
majorité absolue de sièges. Le parti des frères musulmans, qui représente
la tendance islamiste centriste gagne 45% de sièges, celui des
salaphistes, qui représente la tendance intégriste et fondamentaliste,
détient 22%, les partis libéraux et les partis de gauche n’ont que 33% des
sièges. L’absence d’une majorité cohérente rend très difficile la
désignation de la commission constituante qui va élaborer le projet de la
nouvelle constitution.
La constitution par l’assemblée nationale et le conseil consultatif
de la commission constituante fait l’objet de sévères critiques de la part
de la doctrine et des partis politiques de l’opposition, car elle est
entachée de désequilibre: 50 % des membres de la commission sont
choisis parmi les députés du parlement dont la majorite est composée
des frères musulmans et des salaphistes. Les deux tiers des membres de
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
146
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 201
la Commission constituante, même ceux choisis de l’extérieur du
parlement, appartiennent au courant islamiste. Pour obliger la majorité
parlementaire à reviser la composition de la commission constituante, le
tiers des membres de la commission ont présenté leur démission. Il s’agit
des membres appartenant au courant libéral et au courant socialiste, ainsi
que les représentants de l’église égyptienne et d’Alazhar (l’établissement
islamique officiel, moderé et libéral).
D’autre part, plusiers recours juridictionnels sont formés contre le
nouveau parlement, dont un recours devant la cour constitutionnelle
contre la loi électorale sur la base de laquelle le parlement a été élu. Ce
recours reproche à la loi d’opérer une discrimination injuste entre les
candidats des partis politiques, auxquels elle réserve les deux tiers des
sièges, et les candidats indépendants, auxquels elle n’accorde que le tiers
des sièges. En particulier, cette loi permet aux premiers de présenter
leurs candidatures pour tous les sièges au parlement et non pas
seulement pour les sièges qui leur sont réservés, dont le pourcentage
n’excède pas les deux tiers des sièges.
Le 14 juin 2012 la Cour constitutionnelle répond positivement au
dit recours et prononce une décision par laquelle elle déclare la non
constitutionnalité de la loi électorale sur la base de laquelle le parlement
a été élu, pour avoir enfreint le principe d’égalité entre les candidats des
partis politiques et les candidats indépendants, ce qui aboutit à la nullité
de la composition du parlement et impose sa dissolution.
Un autre recours est formé devant le Conseil d’Etat contre la
décision par laquelle les deputés de l’Assemblée nationale et du Conseil
consultatif ont désigné la moitié des membres de la Commission
constituante parmi les députés du parlement, en reservant la majorité des
sièges à des personnlités appartenant au courant islamiste. Les auteurs de
ce recours estiment que la décision attaquée est une décision
administrative et non pas un acte parlementaire, car le parlement a pris
cette décision en tant qu’organe électoral et non pas en tant qu’autorité
législative.
Le 10 avril 2012 le Conseil d’Etat prononce un arrêt par lequel il
se déclare compétent du recours dirigé contre la décision de l’Assemblée
nationale et du Conseil consultatif, relative à la désignation des membres
de la commission constituante, estimant qu’il s’agit d’une décision
administrative et non pas d’un acte parlementaire, car elle est édictée par
les deux conseils en tant qu’organe électoral ayant pour mission
l’élection des membres de la commission constituante, et non pas en tant
qu’autorité législative. Le CXonseil d’Etat annule la décision précitée et
fonde son arrêt sur deux fondements: d’une part, l’assemblée nationale et
le conseil consultatif devaient nommer les membres de la commission
constituante de l’extérieur de ces deux conseils et non pas parmi leurs
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
147
deputés, d’autre part, la désignation des membres de la Commission
constituante devait être basée sur leur compétence et non pas sur leur
appartenence aux partis politiques. A la suite de de cet arrêt, les députés
de l’Assemblée du peuple et du Conseil consultatif ont formé une
nouvelle commission constituante de façon plus équilibrée, qui prend en
considération les principes affirmés par le Conseil d’Etat, dans une
mesure plus grande par rapport à la commission précédente. A noter que
25% des membres de la nouvelle commission sont désignés parmi les
députés de l’assemblée du peuple et du conseil consultatif, et que 60%
des membres de la commission appartiennent au courant islamiste.
La haute cour administrative, qui est l’instance suprême au sein du
Conseil d’Etat, rend un autre arrêt, en date du 16 avril 2011, par lequel
elle dissout le parti national qui détenait le pouvoir sous le régime de
l’ex-président Moubarak, qui en était le président. La cour fonde son
arrêt sur le fait que la chute du régime de l’ex-président à la suite de la
révolution aboutit inévitablement à la dissolution du parti dominant qui a
détenu le pouvoir tout au long de la durée de ce régime.
En plus de l’élection du nouveau parlement, qui a tenu sa première
réunion le 23 janvier 2012, et qui n’a exercé ses fonctions que pendant
six mois, car il a été dissout à la suite de la décision de la cour
constitutionnelle déclarant l’inconstitutionnalité de la loi électorale sur la
base de la quelle le parlement a été élu, un autre sujet occupe la scène
politique et suscite un débat national auquel participent les représentants
des forces politiques et les intellectuels: il s’agit de la volonté exprimée
par un grand nombre de personnalités politiques d’exclure de la vie
politique les hauts resposables politiques du régime de l’ex-président
Moubarak.
Le 21 novembre 2011, le Conseil supérieur des forces armées, qui
exerce les pouvoirs du président de la République, édicte un décret – loi,
sous la pression de l’opinion publique, par lequel il prévoit la possibilité
d’exclure de la vie politique les leaders du parti national, qui occupait le
pouvoir sous la présidence de M. Moubarak, et cela en vertu d’un
jugement de la cour d’assises, s’il est prouvé qu’ils avaient corrompu la
vie politiqur. Une instruction opérée par le parquet général doit précéder
un tel jugement. Ce décret-loi n’a pas êté appliqué dans la pratique, car il
exige des procédures longues. Aucun des anciens leaders de l’ancien
régime n’a êté jugé en vertu de ce décret-loi. L’ex-président Moubarak
et les quelques membres de son gouvernement qui ont été jugés devant
la cour d’assises sont traduits devant cette cour pour des crimes de droit
commun, comme la participation dans le meurtre des manifestants en
donnant des ordres aux forces de la police de tirer sur ces derniers, ou en
s’abstenant de les empêcher de tirer sur eux. Le 2 juin 2012, la cour
d’assises prononce un arrêt par lequel elle condamne l’ex- président de
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
148
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 201
la République et son ancient ministre de l’intérieur à l’emprisonnemet à
perpétuité.
La difficulté de la mise en application du décret-loi sur l’exclusion
de la vie politique des hauts responsables de l’ancien régime a encouragé
certain d’entre eux à présenter leurs candidature aux élections
présidentielles, qui ont eu lieu le 17 juin 2012, dont le vice-président de la
République, ainsi que le chef du dernier gouvernement de M.Moubarak. Le
12 avril 2012, le nouveau parlement élu après la Révolution vote, à
l’improviste, une loi qui modifie la loi sur l’exercice des droits politiques,
en interdisant l’exércice des droits politiques à l’ex-président de la
République, à son vice-président, au chef de son dernier gouvernement,
ainsi qu’aux grands leaders du parti national, qui occupait le pouvoir sous
le régime de M. Moubarak.
Cette loi suscite un débat politique controversé. La plupart des
commentateurs estiment qu’elle est contraire à la Constitution, car elle
inflige une sanction politique sans jugement judiciaire. Le 19 avril le
chef du Conseil supérieur des forces armées défère la loi votée par le
parlement à la Cour constitutionnelle pour vérifier sa conformité à la
constitution, éstimant qu’elle touche aux élections présidentielles, dont
toute loi relative à ce sujet doit être soumise au contrôle préalable exercé
par cette cour. Le 21 avril, celle-ci prononce une décision par laquelle
elle se déclare incompétente por statuer sur la loi votée par le parlement.
Elle fonde sa jurisprudence sur le fait que la loi précitée porte
modification de la loi sur l’exercice des droits politiques et ne touche pas
directement aux élections présidetielles, or, elle ne peut pas être soumise
au contrôle à priori exercé par la cour constitutionnelle, mais au contrôle
à posteriori exercé par celle-ci. Mais, cette loi a été déférée, une
deuxième fois, à la cour constitutionnelle, cette fois dans le cadre de son
contrôle à postériori sur la constitutionnalité des lois, et cela sur renvoi
par la commission juridictionnelle qui a la charge de la supérvision des
élections présidentielles, à l’occasion de l’éxercice de ses fonctions. Le
14 juin 2012 la Cour constitutionnelle déclare l’inconstitutionnalité de la
dite loi car elle a un effet rétroactif, puisqu’elle contient une sanction
politique, à savoir l’exclusion de la vie politique des hauts responsables
du régime précédent, pour des faits qu’ils ont commis avant la
promulgation de cette loi, ce qui est contraire au principe constitutionnel
de la non rétroactivité des lois. Ainsi, aucun des candidats aux élections
présidentielles n’a été exclu des élections qui ont eu lieu les 17 et 18 juin
2012, et qui ont abouti au victoire de M. Morssi, le candidat du parti des
Frères musulmans (celui de la liberté et de la justice), à qui le conseil
militaire a transmi les pouvoirs du président de la République, le 30 juin
2012.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
149
Après avoir montré les évolutions constitutionnelles pendant la
période transitoire, qui a duré 17 mois depuis l’éclatement de la
Révolution le 25 janvier 2011, jusqu’à l’élection du nouveau président,
qui a commencé l’exércice de ses pouvoirs le 30 juin 2012, nous allons
exposer les évolutions constitutionnelles qui marquent la période actuelle
depuis l’élection du président Morssi, notamment la promulgation d’une
nouvelle constitution adoptée par référendum, et l’opposition des partis
politiqes de tendance libérale a cette constitution qui reflète les pensées des
frères musulmans et des salaphistes.
II- L’élection d’un nouveau président et la promulgation d’une
constitution controversée:
L’accès de M. Morssi à la présidence de la République le 30 juin
2012 marque la fin de la période transitionelle, qui a duré 17 mois, et le
début d’une période de stabilité relative. Les défis que le nouveau
président affronte sont nombreux:
1- le premier défi est la coexistence à la tête du pouvoir politique
de deux forces conquérantes: le président de la République et le Conseil
supérieur des forces militaires. chacune de ces deux forces a essayé de
renforcer ses prérogatives. Ainsi, le 17 juin 2012, le jour même des
élections présidentielles, le conseil supérieur des forces militaires a
modifié la déclaration constitutionnelle qu’il avait promulguée le 30
mars 2011 pour régir la période transitionelle. Selon la nouvelle
modification constitutionnelle le pouvoir législatif est détenu conjointement
par le président de la République et le Conseil supérieur des forces militaire
jusqu’ à l’élection d’un nouveau parlement après l’adoption de la nouvelle
constitution (il faut rappeler que le parlement élu en novemmre 2011 a été
dissout à la suite de la décision rendue par la cour constitutionnelle le 14
juin 2012, qui a déclaré l’inconstitutionnalité de la loi électorale sur la base
de laquelle ce parlement a été élu, et cela parceque cette loi a privilégié les
candidats des partis politiques au détriment des candidats indépendants).
D’autre part, la nouvelle modification constitutionnelle accorde au
Conseil supérieur des forces militaires le pouvoir exclusif de prendre
toutes les décisions relatives aux affaires de l’armée, elle accorde aussi
au Conseil le droit d’opposer son veto au projet de la nouvelle
constitution dont la commission constituante a la charge d’élaborer, si ce
projet contient des dispositions qui enfreignent les principes consacrés
par les précédentes constitutions égyptiennes. Dans un tel cas le conseil
militaire a le droit de renvoyer les dispositions contestées à la Cour
constitutionnelle pour qu’elle se prononce sur leur accord avec les
principes consacrés par les précédents constitutions égyptiennes, et si
elle juge que les dites dispositions sont contraires aux principes
mentionnés, elle les écartera du projet de la constitution.
Pour faire face aux tentatives du cCnseil militaries d’élargir ses
pouvoirs au détriment de ceux du président Morssi, celui –ci prend un
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
150
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 201
certain nombre de mesures dans le but de consolider ses pouvoirs. Le 7
juillet 2012, le président Morssi prend une décision par laquelle il annule
la décision prise par le chef du conseil supérieur des forces militaires le
15 juin 2012 relative à la dissolution de l’assemblée du peuple en
exécution de la décision rendue par la cour constitutionnelle le 14 juin
2012, qui déclare l’inconstitutionnalité de la loi électorale sur la base de
laquelle cette assemblée avait été constituée.
Le président Morssi fonde sa décision sur le fait que la Cour
constitutionnelle a déclaré l’inconstitutionnalité de la loi électorale du
fait qu’elle a autorisé les candidats des partis politiques à présenter leurs
candidatures pour tous les sièges de l’assemblée, y compris ceux
réservés aux candidats indépendants, à qui la loi avait réservé le tiers des
sièges, ce qui aboutit, selon le président Morssi à ce que la composition
de l’assemblée du peuple soit entachée de nullité partielle qui ne touche
que le tiers des sièges et non pas la totalité des sièges. Par conséquent, le
président Morssi a appelé l’assemblée du peuple, à se réunir, en
attendant d’organiser des élections complementaires pour élire des
députés indépendants des partis politiques qui ont droit au tiers des
sièges au sein de l’assemblée du peuple.
Mais, les opposants à M. Morssi ont présenté à la Cour
constitutionnelle un pourvoi en annulation contre la décision du
président de la République qui a porté atteinte à la décision de la cour
constitutionnelle, du 14 juillet 2012, relative à la nullité totale de la
composition de l’assemblée du peuple, qui a une autorité de la chose
jugée absolue qui s’impose à tous les pouvoirs.
Le 10 juillet 2012, la Cour constitutionnelle ordonne le sursis à
exécution de la décision du président de la République qui a appelé
l’assemblée du peule à se réunir, bien qu’elle soit entachée de nullité
absolue et totale dans sa composition.
D’autre part, le président Morssi prend une autre mesure plus
importante dans le but de consolider ses pouvoirs. Le 12 août 2012, il
destitute le chef du Conseil supérieur des forces militaires, nomme un
nouveau ministre de la défence, et annule la déclaration constitutionnelle
complementaire promulguée par le Conseil militaire le 17 juin 2012, qui
élargissait les prérogatives de ce dernier, et M. Morssi remplace cette
déclaration par une autre qui accorde execlusivement au président de la
République le monopole d’exercer le pouvoir législatif, jusque à
l’élection d’un nouveau parlement, et confère aussi au président le droit
de reconstituer la commission constituante dans le cas où son existence
prend fin pour une raison quelle qu’elle soit (si par exemple cette
commission est dissoute par un arrêt du Conseil d’Etat qui est saisi à
l’heure actuelle d’un recours ayant pour objet la demande d’annulation
de la décision par laquelle elle a été constituée, ce qui est déjà arrivé à la
précédente commission constituante).Ainsi, le président Morssi cumule
des pouvoirs très étendus qui lui permettent d’adopter toutes les
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
151
politiques nécessaries à la realisation des objectifs de la Révolution et au
développement du pays, selon les plans des frères musulmans.
2 - Le deuxième défi affronté par le nouveau président est le
combat mené par les forces du régime du précédent président, Hosni
Moubarak, contre le régime issu de la Révolution, et les actes de
vandalisme, planifiés et systématiques contre des citoyens innocents et
désarmés, avec l’inertie presque totale des forces de la police. Le but de
ces actes criminels était de terrifier la population et de faire croire que le
régime issu de la révolution a echoué à réaliser la sécurité de la
population et à maintenir l’ordre dans le pays. De plus, les grands
leaders des forces de la police étaient hostiles au projet de l’épuration du
ministère de l’intérieur, proclamé par les partis politiques, qui exigeaient
la mise à la retraite de ceux parmi ces grands officiers qui ont commis
des actions contre la révolution.
Pour faire face à ce problème, le président Morssi renonce à toute
idée d’épurer le ministère de l’intérieur, et nomme à la tête de ce
ministère l’un des généraux connu pour sa fidelité au régime de l’exprésident, Moubarak. Cette mesure a eu des repércutions positives sur
l’état de la sécurité publique, et les actes de vandalisme ont largement
diminué. Par contre, les mouvements des jeunes et les partis de
l’opposition ont critiqué l’abandon par le nouveau président du projet de
l’épuration du ministère de l’intérieur.
3 - Le troisieme défi devant le président Morssi, est le plus grand
que tous les autres défis, est la division qui sépare les forces politiques,
et qui devient de plus en plus aigue et profonde. Contrairement à l’esprit
unitaire et le ressemblement autour d’un objectif commun au moment de
la révolution, les forces politiques sont divisées à l’heure actuelle sur
toutes les questions politiques et économiques. L’opposition, composée
des partis libéraux, des partis de gauche et des mouvements des jeunes,
accuse le président de la République et son gouvernement de mener une
politique sectaire qui consiste à nommer leurs partisans aux postes
politiques et dans la haute administration publique, selon des critères
subjectifs et non pas objectif. En d’autres termes la nomination à ces
fonctions est basée sur la confiance et non pas en function de la
compétence et la spécialisation.
La division et l’affrontement entre les forces politiques se
manifeste de façon cruciale autour du projet de la nouvelle constitution
élaboré par la commission constituante. Plusieurs points dans ce projet
font l’objet d’un débat juridique et politique très vif. Le premier point est
relatif à la place de la religion dans l’ordre juridique. L’article 2 de la
constitution de 1971 dispose que l’islam est la religion de l’Etat et les
principes de la chariaa islamique constituent la source principale de la
législation. la cour constitutionnelle intérprete cette disposition de façon
pragmatique qui concilie l’islam et le modernisme. Selon la Cour, les
principes de la chariaa islamique sont les grands objectifs et finalités de
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
152
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 201
l’islam, à savoir: la liberté, la justice sociale, l’égalité, la solidarité
nationale, et le respet des valeurs morales.
Les représentants du courant salaphiste, intégriste et dogmatique,
souhaitent remplacer le terme: principes de la chariaa islamique par celui
des dispositions du couran et de la sonna (les paroles du prophet) et les
opinions de la doctrine islamique, comme sources de la législation. Les
représentants du courant libéral et du courant islamique modéré
préconisent que la nouvelle constitution garde le terme employé par la
constitution de 1971, à savoir, les principes de la chariaa islamique, car
ce terme a un contenu juridique précis, tandis que le terme de:
dispositions du couran et de la sonna et les opinions de la doctrine, porte
beaucoup d’équivoques, car il existe plusieurs écoles doctrinales,
chacune a ses interprétations propres des textes religieux, ce qui peut
aboutir à des controverses dans l’application de la disposition de la
constitution relative à la place de la chariaa islamique dans l’ordre
juridique.
Comme la majorité des membres de la commission constituante
appartenaient au courant islamiste, le projet final de la constitution voté par
la commission, a adopté les pensées des frères musulmans et des
salaphistes. Le projet impose aux autorités publiques de demander l’avis
d’AlAzhar, l’établissement réligieux official, sur toutes les matières
relatives à la chariaa islamique. Cette obligation s’impose au gouvernement,
au parlement, ainsi qu’à la cour constitutionnelle lorsqu’elle statue sur la
conformité des lois et des réglements à la disposition de la constitution qui
fait des principes de la chariaa islamique la source principale de la
législation. De plus, le projet dispose que les principes de la chariaa
comportent, non seulement le coran et la sonna, mais aussi les
interprétations adoptées par la doctrine islamique sounniste des textes du
coran et de la sonna. Le projet de la constitution voté à la majorite par
les membres de la commission constituante a été soumis au référendum
qui a eu lieu le 15 décembre 2012 et approuvé par la majorité des
électeurs.
D’autre part, pour garder l’aspect actuel du régime constitutionnel
en Egypte, qui concilie la religion dans sa conception centriste et
modérée et le modernisme, beaucoup d’auteurs proposent d’adopter la
théorie des principes supraconstitutionnels, et considérer les droits et
libertés publics pour toutes les catégoris du peuple, sans discrimination
aucune, et le refus de la domination du pouvoir politique par les
religieux, comme fondements de l’Etat moderne et démocratique. Mais,
cette thèse est rejetée par les auteurs, de tendance islamiste.
Le deuxième point qui suscite un débat national est celui de
déterminer la nature du régime du gouvernement. La majorité des
représentants des forces politiques préconise l’adoption du régime mixte
appliqué en France, tandis que d’autres préfèrent l’adoption du régime
parlementaire appliqué en grande Brétagne. Le projet élaboré par la
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Yousri Elassar
153
commission constituante opte pour le régime mixte adopté par la
constitution française actuelle, celle de la cinquième République. La
nouvelle constitution approuvée par référendum le 15 janvier 2012
adopte un régime semblable au régime instauré par la constitution
actuelle en France.
Le troisième point qui fait l’objet du débat national est relatif au
rôle de l’armée dans l’Etat. L’ensemble des forces politiques refusent,
catégoriquement, que la constitution accorde à l’armée une place autre
que sa mission de défender le pays, et exigent la soumission du budget
de l’armée au contôle financier et politique du parlement, en plus du
contrôle exercé par l’ Organisme central des comptes. La nouvelle
constitution approuvée le 15 décemmre 2012 ne change en rien le statut
précédent de l’armée, et ne lui accorde aucun rôle en dehors de son
devoir de défendre les frontièrse du pays.
III- Les perspectives d’avenir et les conditions de la réussite du
nouveau régime:
La révolution du 25 janvier 2011 marque une deuxième naissance
de l’Egypte. Depuis ce grand événement, le pays tout entier est en
mouvement permanent. Les différentes forces politiques réagissent
rapidement et vivement à chaque événement politique.Les évolutions
constitutionnelles qui ont eu lieu depuis la chute du régime de M.
Moubarak sont sans précédent dans l’histoire de l’Egypte
Pourtant, la révolution n’a pas encore réalisé tous ses objectifs: les
procès formés contre l’ex-président et les hauts responsables de son
régime n’ont abouti qu’à un nombre limité des condamnations, pour les
crimes commis contre les opposants au regime de l’ex-président, ainsi
que pour les actes de corruption qu’ils ont commis, ce qui n’a pas calmé
les esprits revoltés contre ce régime. Beaucoup de juristes et d’hommes
politiques souhaitent, à juste titre, la promulgation d’un décret- loi qui
crée un organisme judiciaire spécial qui aura pour mission les
investigations sur les actes criminels commis contre les révolutionnaires
par les forces de l’ordre et les agents de l’ex-président Moubarak. Cette
proposition se justifie par le fait que la plupart des accusés traduits
devant la justice pour des crimes commis contre les révolutionnaires ont
été acquités par les tribunaux ordinaries car les preuves ont été détruites
avant qu’elles soient examinées par ces cours.
D’autre part, les jeunes qui ont déclenché la révolution n’ont réussi
à avoir qu’un nombre minime de sièges au parlement, faute de moyens
financiers et d’expérience politique, les partisans de l’ancien régime
mènent une contre révolution pour créer un état de crise et de désordre
pour déstabiliser le nouveau régime, tandis que les partis politiques
mènent des batailles politiques loin des préoccpations et des aspirations
des masses populaires qui ont souffert sous le régime préccédent et qui
continuent à affronter une crise economique aigüe.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
154
Les Evolutions Constitutionnelles en Egypte Depuis la
Revolution du 25 Janvier 201
Plusieurs élements donent l’espoir d’un avenir meuilleur et stable
pour l’Egypte: le gouvernement actuel, le parlement, qui a exercé ses
fonctions pendant six mois avant d’être dissout en vertu de la décision de
la Cour constitutionnelle, et les leaders des partis politiques, ainsi que le
noveau président de la République élu le 17 juin 2012, proposent des
projets ambitieux pour le développement du pays, et s’ engagent à
respecter les droits et libertés publics, ainsi que les traités internationaux
signés par l’Egypte, Alazhar, qui est l’institution religieuse officielle,
centriste et modérée, déploie de grands efforts, appuyé par l’église
égyptienne, en vue de rassembler toutes les fractions politiques autour
des objectifs communs qui réalisent l’unité nationale, et les mouvements
des jeunes sont dévenues un vrai contre - pouvoir qui exerce un contrôle
populaire sur le gouvernement.
La réussite du nouveau régime qui gouverne l’Egypte actuellement
dépendra de trois facteurs: prendre en considération les aspirations
légitimes des différentes forces politiques pour diminuer les tensions
entre elles, modifier la Constitution promulguée en décembre 2012 et
abroger les dispositions qui ouvrent la porte à des conflits et des
controverses, et qui sont refusées par les partis politiques de tendance
libérale et les intellectuels, pour que la Constitution soit plus équilibrée
et démocratique, fondée sur un vrai consensus national, et enfin, la
résolution de la crise économique que le pays affronte, et surtout le
développement des secteurs productifs pour créer des nouveaux emplois
et résoudre le problème du chômage des jeunes qui arrivent chaque
année su le marché du travail. Si le gouvernement n’arrive pas à réaliser
ces trois objectifs, il ne pourra pas gagner les prochaines élections, et il
sera écarté du pouvoir dans les prochaines échéances électorales, comme
c’est la règle de la démocratie.
BIBLIOGRAPHIE
Dr. Taimour Mostafa-Kamel, "L'élaboration de la Nouvelle
Constitution dans le Processus la Démocratisation en Egypte Enjeux et
Défis de la Nouvelle Période", Anayasa Hukuku Dergisi/Journal of
Constitutional Law/Revue de Droit Constitutionnel, 1/, 2012, pp. 493-532.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
- IV TÜRKİYE’DE ANAYASAYI YENİLEME SÜRECI
PROCESS RENEWAL OF THE CONSTITUTION IN TURKEY
PROCESSUS DE RENOUVELLEMENT DE LA CONSTITUTION
EN TURQUIE
ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONU: TOPLUM SÖZLEŞMESİ
İÇİN BİR FIRSAT
(CONSTITUTIONAL RECONCILIATION: A CHANCE TO A NEW SOCIAL
CONTRACT FOR TURKEY)
Ahmet İyimaya
TBMM Üyesi/Member of the Great National Assembly of Turkey
ÖZET
30 yıldır yürürlükte olan anayasamız, mimarları, içeriği ve ruhu
bakımından toplumsal sözleşme niteliği taşımamaktadır. Mevcut anayasanın kaldırılması noktasında ortak irade mevcut olmasına rağmen, siyaset geleceği kurmak yerine konjonktürü kurtarma felsefesini tercih
etmiştir. Bu yüzden milletin gerisinde kalmıştır. Ancak bugün yeni anayasa noktasında bir oydaşma mevcuttur. Uzlaşma komisyonu üyeleri olarak
toplum sözleşmesi oluşturma şansını yitirmemek gerektiği bilinci ve sorumluluğu içerisindeyiz. Yeni anayasanın mimarı ve referans kaynağı millet olacaktır. Bu bağlamda millet iradesini doğru analiz etmeyi amaçlıyor denge ve
fren mekanizması güçlü bir sistem modelini arzuluyoruz.
Anahtar Kelimeler: Anayasa uzlaşma komisyonu, Türkiye için
yeni toplumsal sözleşme, Türkiye’de yeni anayasa yazım süreci
ABSTRACT
The current constitution which has been in force for 30 years does
not have a character of a social contract in the terms of its architects,
content and spirit. Although, there has been a common will at the point
of changing the current constitution, politics had preferred to save the
day instead of building the future. Therefore, the politics has been
behind the people. However, there is a consensus on a new constitution.
As the members of the Constitutional Reconciliation Commission, we are
aware of the need of seizing the chance to create a social contract, and
this is our responsibility. Architects and the reference source of the new
156
Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Fırsat
constitution will be people of Turkey. In that respect, we aim to analyze
correctly national will and want to establish a system, which has a
strong checks and balance mechanism.
Keywords: Constitutional Reconciliation Commission, new social
contract for Turkey, constitution-making process in Turkey.
***
Değerli başkanım, öncelikle; bu zamanı kendi yaşlarında yaşamak
istediğim genç öğrencileri selamlayarak başlıyorum. Misafir öğretim
üyelerini, anayasacıları, özellikle onların kimliğinde doğu dünyasında ilk
anayasa hareketini başlatan büyük beyin, dönemsel aydın; Tunuslu Hayrettin Paşa’nın ruhaniyetini selamlıyorum, kendilerine saygılar sunuyorum. Sayın başkanım sizleri de selamlıyorum, diğer ilgili makamları da.
Önemli bir zaman dilimindeyiz. Aslında çoğumuzun yüz yılda - iki
yüz yılda yaşayamayacağımız bir zamanı yaşıyoruz: Anayasa yapma
zamanı. Bizim anayasa serüvenimiz bir buçuk asrı aşıyor. Ama toplumsal sözleşme niteliğinde anayasayı Türk milleti, Türkiye, Türk Devleti
daha tam anlamıyla tadabilmiş değil.
Şu anda yürürlükte olan Anayasa 30 yaşında; 30 yıldır eleştiriliyor,
30 yıldır yürürlükten kaldırılması noktasında görüş birliği var. Çünkü
anayasanın kendisi; gerek yapım süreci bakımından, gerek mimarları
bakımından, gerekse içeriği ve ruhu bakımından; toplumsal sözleşme
diyebileceğimiz bir hukuk paketini, bir temel norm paketini tarif etmiyor.
Bilhassa öğrencilerden, pratik olarak şu anda hepimizi bağlayan
Anayasa’nın Başlangıç hükmünün bir fıkrasını yorumlamalarını istiyorum. Orada diyor ki: “Milletin çağrısı üzerine harekete geçildi, bu anayasayı milletin meşru temsilcileri yaptı ve doğrudan doğruya millet tarafından kabul edildi.” Başlangıç bölümü bile tamamen sosyolojik bir yalan üzerine kuruludur. Peki niye yapamadı 30 yıldır siyaset kurumu?
Millet, siyaset kurumunun -rahmetli vekillerimizin sözüyle- en az 30 yıl
ilerisindedir. Siyaset kurumu, 30 yıl geridedir.
Niye yapamadı? Bunun birinci sebebi; siyaset, geleceği kurmak
yerine konjonktürü kurtarma felsefesine, kurtarma psikolojisine, kurtarma tavrına ağırlık tanımıştır. Sonra; 1982 öncesi veya sonrası askeri
hareketler karşısında bir ortak refleks oluşturamadı, hatta bu hareketlerden bıyık altı gülüşlerle iktidar devşirmek isteyenler oldu. Fakat toplum
saydamlaştı, birey özgürleşti, taleplerin iletişimi ve dönüşümü; kan dolaşımından, sinir dolaşımından daha hızlı hale geldi ve toplumsal talep
artık anayasa istiyor.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Ahmet İyimaya
157
Sevinçle ifade ederim ki parlamentoda temsil edilen ve edilmeyen
tüm siyasal partiler, artık yeni anayasanın yapılması ve yürürlüğe konulması noktasında; bir oydaşmaya, bir consensusa, bir oybirliğine ulaşıyor.
Bir Uzlaşma Komisyonu oluşturduk. Tarihi bir sıçrama noktası burası; tarihsel bir tasarım, tasavvur ve kurgu noktasındayız. Uzlaşma Komisyonu üyeleri olarak, her bir üyemiz tek tek hata yapma şansımızın
olmadığını, tarihi sorumluluğumuzun bulunduğunu, toplumsal sözleşme
yapmak gibi ortak ve şerefli amacı ıskalamak gibi bir seçeneğimizin
olmadığını düşünüyoruz.
Bir gözlemci olarak, -akademik kriterler içerisinde yaptığım gözlemlerle- şunu müşahede ediyorum ki bugün Uzlaşma Komisyonu, bir
bütün olarak; sanki bağımsız bir varlık kazanmış, bir uzlaşma hükmünü
oluşturmuş ve anayasayı hazırlama noktasında görüş, hareket ve eylem
birliği içindedir.
Yüksek Komisyon evvela, anayasa hazırlamasının yöntemini, usul
hukukunu; tartıştı, oluşturdu, bu denendi. Bunu iki bölüme ayırıyorum:
Birinci bölüm; teknikleşme olgunluğuna gelene kadarki aşama.
İkinci bölümde suskun kaldı. Çünkü teknikleşme olgunluğuna geldikten sonraki hukuk ve tâbi olacağı usul meselesi, erkenden tartışılmamalıydı. Aşağı yukarı onun ipuçları bizim beynimizde var, bizim gönlümüzde var. Ama beklemekteyiz; hazırlanmış metin, 15 maddeden ibaret olan bir usul metnidir ve burada süreçler, evreler tarif edilmiştir.
Bir defa, bu noktada şunu sizlerle paylaşmak istiyorum: Komisyonun da, siyasal iradenin de, toplumun da talebi; 1982 Anayasasının revizyonu veya kılcal değişimi değil; tamamen yepyeni bir anayasadır.
Birinci ilke; kurgusuyla, ruhuyla, felsefesiyle yepyeni bir anayasadır.
İkinci ilke; biz milletin mikrofonu gibiyiz, milletin kalemi gibiyiz.
Bu anayasayı; ne beynimiz yazacak, ne dilimiz konuşacak. Bu anayasanın mimarı, millet olacak. Onun için bizim temel referansımız, temel
kaynağımız (Tüzük’te de o takip olunmuştur, işleyişte de o takip olunmuştur): Biz evvela milletin katılımını öngörüp; sivil toplum örgütleri,
bireyler, bilim kuruluşları ve tüm gelmiş olanların anayasa konusunda
düşüncelerini, projelerini, iradelerini “anayasa uzlaşma havuzu”na aktarıyoruz. Şu anda aşağı - yukarı, birim sayısı olarak, otuz bine yakın; teklif, irade ve proje bize ulaşmıştır. Biz katılım aşamasını aşağı - yukarı
son bir ay içerisinde -altı ay sürdü- tamamlamış vaziyetteyiz. Bakın
bundan sonraki bizim esas görevimiz, önümüzdeki hafta içerisinde başlayacak; esas yazım, o zor görevimiz orada başlayacaktır.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
158
Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Fırsat
Peki, bir teklif ortaya çıktı, anayasa modeli ortaya çıktı. Bu nasıl
görüşülecek? Teklifin görüşülmesi nasıl olacak? Onu o aşamaya baktığınız zaman göreceksiniz. Görüşler: Anayasanın 175. maddesine özel bir
norm mu ekleyeceğiz yoksa kurucu iktidarın serbest inisiyatifi içerisinde
ayrı bir hukuk mu oluşturacağız? Oylama gizli mi olacak? Oylama kapalı mı olacak? Salt çoğunluk mu olacak? gibi sorulara bu yöntemle cevap vereceğiz.
Ama Sayın Kaboğlu’na da seslenerek söylüyorum: Çünkü bizim
yöntemimize en anlamlı eleştiriyi anayasa derneği yapmıştı, yararlandık
ondan. Tek tek o eleştirileri karşılayan, o metnin hazırlayıcıları tamamen
hukukçular var komisyonda.
1913 yılında, 33 yaşında hayatını kaybeden bir büyük anayasacıdan bahsetmeliyim: Baban-zâde İsmail Hakkı. Bizim anayasa tarihçilerimiz, anayasacılarımız pek buna işaret etmez. 1913 yılında İsmail
Hakkı, “Hukuk-i Esasiye” adıyla bir kitap yazdı; bugünkü anayasa doktrinine kök söktürecek bir mükemmeliyettedir. Aynen okuyorum:
“Kanun-i Esasi; hiçbir vatan, hiçbir millet için bir zehir olamaz.
Bu Kanun her ne kadar tebliğ ve neşri ile kuvvetler üzerinde bir husur ve
teslimi hasır olabilir ise de milleti hiçbir suretle takyid etmez. Millet
nasıl isterse Kanun-i Esasi’sini takip veya tayin eder ve hatta bugün için
daha evvel Kanun-i Esasi’de mukadder olan, kuyud ve şüyu’na tekabül
olmaz.”
Binâenaleyh, kurucu iktidar öğretisinin Türkiye’deki ilerleyen tartışması giderek büyüyor. Biz Uzlaşma Komisyonu olarak az önce zikrettiğim, 175. maddeye bir geçici hüküm koyma veya kurucu iktidara
inisiyatif tanınması görüşlerine sahibiz.
Bizim en zor görevimiz, birinci referans; ortadaki millet iradesidir.
Havuzu parça parça doğru yöntemle analiz etmek, havuzdaki anayasal
iradeyi doğru teşhis etmektir. Onun için, “Anayasayı nasıl yapacaksınız?
Anayasanın içeriği ne olacaktır?” sorusu şu saat itibariyle bile, erken bir
sorudur. Millet ne diyorsa öyle olacak, onun takdiri ne ise öyle olacak.
Tabii bir yanda anayasa hukuku bilgimiz var, otuz yıldır anayasal tartışmalar var, otuz yıldır üretilen anayasa projeleri var. Bu aşamada otuz kırk’a yakın sırf; bazı üniversiteler, bazı bilim adamları, bazı sivil toplum örgütleri anayasa projeleri üretti. Bunlardan yararlanıyoruz.
Ama anayasanın içeriği konusunda ben bile şu anda ancak temennide bulunabilirim; “şöyle olacaktır” deme imkanım yok. Ama şunu
söyleyebiliriz: Dünyada bir Türk anayasa yapım modelinin doğuyor olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Zorluklar var; zaten kolayı yapmak
kolaydır. Zorluklar, çok zorluklarımız var.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Ahmet İyimaya
159
Sorunları itibariyle zorluklarımız var, yansımaları itibariyle zorluklarımız var, ayırt etmeyle ilgili zorluklarımız var ama irade oldukça
bu zorlukları bütün dünya aşmış. Bakın Lübnan’daki olay; Lübnan’daki
Hıristiyan - Müslüman, heterojen yapılar, bir uzlaşma ortaya koymuşlar
(rahatlıkla). Orada benim bir sözüm var; basitten mürekkebe, kolaydan
zora doğru; en zorları bir yere bırakırız, sonra seçenekleri belirleyince
onu çözmeye çalışırız.
İçerik için şunları söyleyebilirim: Bir defa, denge ve fren sistemi
güçlü bir sistem modellemesi hepimizin arzusu, görülüyor ki milletin
arzusu da bu. Bilhassa kuvvetler ayrılığı, kuvvetlerin üç kuvvet dışındaki
diğer kuvvetlerle ilgili bağlı ilişkileri bakımından sorunlar var, bunları
aşarız. Ama “içeriği nasıl olacaktır?” sorusunu şu anda -bir baraj gücünde büyüyen, çeşitlenen toplumsal iradeyi deşifre etmeden- anayasanın içeriği konusunda herhangi bir beyanda bulunmamız doğru olmaz.
Sonra bu -teklif aşamasına gelmeden evvel- millet iradesi doğrultusunda
hazırlanan anayasa projesi; topluma, tartışmaya açılacak, bu tartışma ile
netlik kazanacak, ondan sonra teklif aşamasına gelecek. Ben bu anlayış
içerisinde bilhassa her zaman etkilendiğim, zamanlarını şu anda yaşamak
istediğim gençleri saygıyla selamlıyor, sevgiler - saygılar sunuyorum1.
1
Soru1- Başlangıç bölümünden Sayın Ahmet İyimaya’nın okuduğu bölümü bulamadım? (Mahmut Tanal).
1- Soru 2.- Kendisi halk iradesinin dolduğu bir havuzdan bahsetti. “Halkın iradesiyle,
halkı temsil edeceğiz, halkın anayasasını yapacağız.” dediniz. 4+4+4 Yasasıyla, Sayın Başbakanın “dindar gençlik” tabiriyle, basının içeri alınmasıyla, üniversitelerden
hocalarımızın içeri alınmasıyla, halkı tabandan bölmeleriyle nasıl bir halk iradesinden bahsediyorsunuz? Nasıl bir anayasa yapım sürecinden bahsediyorsunuz? Nasıl
bir consensustan bahsediyorsunuz? Biz nasıl barış sağlayacağız, nasıl demokratikleşeceğiz? Ben bunları sizden duymak istiyorum, çok merak ediyorum: İnsanlar birbirine düşmüş durumda, insanlar bölünmüş durumda ve siz hala diyorsunuz ki “biz
uzlaşacağız, biz barış sağlayacağız, biz anayasa yapacağız” Siz %10 barajını
kadırmamışsınız, siz İç Hizmet Kanunu 35. maddeyi (darbeleri yasallaştıran maddeyi) kaldırmamışsınız, Siyasal Partiler Kanunu’nu kaldırmamışsınız, demokrasinin
önündeki taşları bir bir kaldırıp anayasal sürece gitmemişsiniz; şimdi çıkmışsınız ortaya, “Biz anayasa yapacağız” diyorsunuz. Bizi mi kandırıyorsunuz? Tiyatro mu oynuyorsunuz? Gülelim mi, ağlayalım mı?
Cevap: Ben gündem sınırları içerisinde ve süresi içerisinde kalarak sorunun değerlendirmesini sizlerle paylaştım. Anayasa yapım sürecini bir hükümet ve icraatlarını tenkit sürecine döndürmek mümkün. Sizlerle birkaç hususu -düşünce bazında- paylaşmak istiyorum: Şu andaki anayasa yapım iradesini fitilleyen temel sosyolojik dinamit, 2010 anayasa referandumudur. Orada millet; 26 maddelik anayasa projesini, iktidarın taban desteğini aşan bir çoğunlukla revize etti.
Ben anayasa yapım süreçlerinin ve zamanlarının zor süreçler ve zor zamanlar olduğunu biliyorum. Ama zaten siyaset, bu süreçlerde ve zamanlarda başarı performansını gösterirse o milletin gururu olur. Ben muhalefetiyle, iktidarıyla bu süreçten bir
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
160
Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Toplum Sözleşmesi İçin Bir Fırsat
KAYNAKÇA
BABANZÂDE İsmail Hakkı, Prof.Dr., Hukuk-u Esâssiyye,
Kostantiniyye, 2. Tab, 1329.
İYİMAYA Ahmet, Siyaset Kurumunun Ortak Günahı: Yasama
Reformu,(TBBD.S.93, s.283-339, Ankara, 2011.
millet anayasasının çıkacağını düşünüyorum. Korkuyu, nefreti ve ayrışmayı sosyolojik bakışla- bir abartılı söylem olarak görüyorum. Doğrudur, ihtilal hukukunun sadece anayasasını değil; mevzuatını da tamamen tasfiye etmek lazım. Bu
sadece bizim dönemimizin değil; tüm dönemlerin yüküdür. Zaten ben ilk anlatımımda; siyaset kurumunun bu anlamda toplumsal taleplerin en az otuz yıl gerisinde
kaldığını ifade etmiştim. Ben -bir parti sözcüsü, Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilcisi olarak değil- ömrünü, bilimsel çabasını, siyasal çabasını; anayasaya oldukça
yoğun şekilde harcayan bir kardeşiniz olarak bir hususu paylaşmak istiyorum: Bu
dönemde diyelim ki bu anayasa değişikliği, anayasayı yeniden yapma projesi başarılı
olamıyor; bu treni durdurmak mümkün değil. Ama ben -ilk defa- aykırı bir fikir olarak şunu söylüyorum (şu anda bu, partim adına temsili bir söz değil): Bu parlamentonun anayasayı yazma başarısı gösterememesi halinde, yapabileceği en hayırlı iş,
1982 Anayasası’nın yürürlükten kaldırıldığına ilişkin bir anayasa tadil kanunu düzenlemek ve referandumla milletin tasdikine sunmak. “Anayasasızlık mı; bu ne?”
ürkmemek lazım; ben önemli bir pratik olacağını düşünüyorum; kurumlarımız var,
bunların yasaları var ve özgüvene elbette daha derince kavuşabiliriz. Daha ötesi,
böyle bir anayasasızlık dönemi siyaset kurumunu da ırgalayacak bir anayasa talebi
tsunamisine yol açabilir.
Somut sorulara gelelim: 1982 Anayasası -bir cümle-;
1- olduğu süreçle itibariyle arızalı
2- içeriği itibariyle sorun çözen, kriz önleyen değil; kriz üreten bir anayasadır.
Çıkış garantilerinin; yani darbe rejimlerinin, demokrasiye geçişlerinde arayacakları
güvenceler bakımından çıkış garantilerinin; en fazla yer aldığı bir anayasadır. Çıkış
garantileri de halen de vardır. Sonra; mimarı millet olmamıştır.
Anayasanın başlangıç hükmü 1995’te değiştirilmiştir. Okuduğum, yapım döneminde
var olan bir cümledir.
Algı, değerlendirme; hep aynı düzlemde, ölçüde olamaz; haklı olarak farklı olur.
Farklı görüşler önemli; ama bizim -senin de (üçüncü soruyu soran öğrenciyi kastederek) negatif desteğinle olsun, pozitif desteğinle olsun- öykülere ve öykülerin farklı
yorumlarına kafayı takmaksızın, bu anayasa trenini yürütme irademiz var. Senin de
desteğini bekliyoruz.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI ÖNÜNDE BİR ENGEL
OLARAK 1982 ANAYASASI’NIN RUHU
(THE SPIRIT OF 1982 CONSTITUTION AS AN OBSTACLE IN FRONT OF
DEMOCRACY AND HUMAN RIGHTS)
Atilla Kart
TBMM Üyesi/Member of the Great National Assembly of Turkey
ÖZET
Uzlaşma komisyonu faaliyetleri kapsamında toplumun her kesimine ulaşarak yaptığımız doğrudan görüşmelerde halkın büyük bir kesiminde ayrışma duygusu, korku ve baskı ikliminin egemen olduğunu
gözlemledik. Mevcut Anayasa’nın 87 maddesi değiştirilmiştir. Özellikle
13.maddede gerçekleştirilen değişiklikler temel hak ve özgürlükler alanında ciddi gelişmeler sağlamıştır. Ancak Anayasa’da mevcut olan darbe
ruhu, bu değişikliklerin uygulamaya yansımasını engellemiştir. Bu da
meselenin sadece anayasa yazma ile çözülemeyeceğini göstermiştir. Siyasi Partiler Kanunu, seçim mevzuatı, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, %10 barajı ve sendikal örgütlenmelere dair mevzuat’ın da değiştirilmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sosyal ayrışma, 1982 anayasasındaki değişiklikler, Türkiye’de anayasa yazımı, anayasa uzlaşma komisyonu
ABSTRACT
We observed social decomposition, atmosphere of fear and
pressure over a large segment of the people, during the meetings hold
within the scope of the activities of the Commission and by reaching all
segments of the society. 87 articles of the current Constitution were
amended. Amendments in the Article 13 specifically provided significant
developments in the field of fundamental rights and freedoms. The spirit
of the military coup prevented the execution of these amendments in the
practice, indicating that writing a new constitution is not enough to
solve the problem. It is necessary to make amendments over the Law on
the Political Parties, electoral legislation, the Law on Meetings and
Demonstration Marches, the Law on Duties and Powers of the Police,
10% nationwide threshold, legislation on union organization.
162 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu
Keywords: Social decomposition, constitutional amendments in the
1982 Constitution of Turkey, constitution-making in Turkey, Constitutional
Reconciliation Commission
***
Sayın Başkanım, yurtdışından gelen saygıdeğer konuklarımız,
Marmara Üniversitesi’nin muhterem mensupları, değerli hukukçular;
hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlıyorum.
Marmara Üniversitesi gibi tarihi önemi olan, yetkin bir üniversitenin mensuplarıyla birlikte olmanın mutluluğunu yaşadığımı ifade ediyorum. Bu duygumu öncelikle paylaşmak istiyorum.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak altı aydan bu yana çalışma
içindeyiz. Bölge toplantıları yaptık. Bölge toplantıları yanında -üç alt
komisyon şeklinde- toplumun her kesimiyle, olabildiğince her kesimine
ulaşarak doğrudan görüşmeler yaptık, onların görüşlerini doğrudan dinledik. Bölge toplantıları kapsamında; Ankara, Konya, Edirne, Diyarbakır, İzmir, Antalya, Gaziantep, Trabzon, Samsun, Erzurum illerimizde
toplantılar yaptık. Yarın (28 Nisan) da İstanbul’da yapacağımız toplantıyla; bu toplantıları sonlandıracağız.
Bu yaptığımız toplantılarda; sivil toplum örgütlerinin başta olmak
üzere, çatı örgütlerinin organizasyonunda her yaptığımız toplantıda;
toplumun olabildiğince her kesimini temsil edecek şekilde, genellikle
600 kişinin, 650 kişinin katıldığı toplantılar teşkil ettik. Ben burada;
böylesine yetkin katılımcıların, akademisyenlerin bulunduğu bir toplantıda; akademik ve teknik bir değerlendirme yapmak istemiyorum. Buna
gerek de görmüyorum. Çünkü bizler bu yapacağımız çalışmalarda; sizin
çalışmalarınızdan, sizin kaynaklarınızdan, imkanlarınızdan yararlanacağız. Bu sebeple bu konularda bir değerlendirme yapmayı çok da anlamlı
bulmuyorum. Ama altı aylık süre içinde Türkiye pratiğini, Türkiye gerçeklerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Anayasa yapımı sürecinde gerçekçi olmak adına, ayaklarımızın yere basması adına; bunları paylaşmak
gerekiyor, bunları değerlendirmek gerekiyor, bunları bilmemiz gerekiyor. Çünkü zaman zaman öyle bir sunuş yapılıyor ki her şey sanki mükemmel gidiyor, Türkiye bugünden yarına anayasasını yapmaya hazır
(böyle bir sunuş yapılıyor). Bu ne derece gerçekçi, bu ne derece doğrudur? Bunları o altı aylık süredeki gözlemlerimize dayanarak sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Burada ülkenin birçok noktasından -vilayet adı vermiyorum- gidiyorsunuz bir vilayete, kendi dünyasında yaşıyor o vilayet; kendi lokal
dünyasında yaşıyor. Türkiye’den; zannedersiniz ki Türkiye’yle hiçbir
bağlantısı yok, hiçbir ilgisi yok. Başka bir ile gidiyorsunuz, orada simitAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Atilla Kart
163
çinin siyaset yaptığını görüyorsunuz; böylesine politize olmuş bir yapı
var. Bir Türkiye gerçeğinden söz ediyorum.
Bu altı aylık süre içinde toplumun her kesiminden insanları dinledik, kurumları dinledik, kesimleri dinledik. Orada ortaya çıkan şöyle bir
ortak tabloyu, ortak ölçüyü özellikle sizlerle paylaşmak istiyorum: Toplumun önemli bir kesiminde; maalesef bir ayrışma duygusunun, bir
korku ve baskı ikliminin egemen olduğunu görüyoruz. Hani demokratikleşme dönemindeyiz ya, ileri demokrasi dönemindeyiz ya ama neyi
görüyoruz? Bu görüşmelerimizde, sade vatandaştan tutun da aydın kesimine kadar hepsinin doğrudan ya da dolaylı olarak bize söylediği şu:
“Vekilim, ben görüşümü açıkça ifade edersem başıma bir iş gelir.” bunu
toplumun her kesiminden duyuyorsunuz. Bakıyorsunuz sade vatandaşta
bu duygu var. Bakıyorsunuz ekonomik bakımdan en güçlü olan (hep
isim vermiyorum tabii) o kesimin temsilcileri geliyor; sorunlarını anlatıyor, mesleki sorunlarını anlatıyorlar, sektörün sorunlarını anlatıyorlar.
Ama bir türlü o yere gelmiyorlar; dolaşıyorlar, diplomatik bir dil kullanıyorlar. “Acaba bu yaptığımız eleştirilerden, değerlendirmelerden hükümet rahatsız olur mu? Acaba hükümetin hedefi haline gelir miyiz?”
Bunu özelikle ifade etmek, tespit etmek, vurgulamak gereğini duyuyorum.
70 yaşındaki gayrimüslim vatandaşımız geliyor; hukukçu ve tarihçi. Benim de ortaya çıkardığım çelişkiyi tamamlıyor ve bunu da içini
doldurarak söylüyor, samimi olarak söylüyor: “Ben antisemitizmden
endişeliyim, ben toplumdaki nefret söyleminden endişe ediyorum. Bana
Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi yetmiyor. Ben anayasal güvence
istiyorum” diyor. Bana göre son derece haklı bir şekilde kaygısını dile
getiriyor.
Biz Uzlaşma Komisyonu olarak; orada o kişi ve kurumları dinlerken nötr konumdayız, dinleyici konumdayız. Böyle bir ilke, böyle bir
uygulama içindeyiz. Ama takdir edersiniz ki, Uzlaşma Komisyonu dışında, Türkiye’nin bu gerçeklerini sizlerle paylaşmak durumundayız.
Türkiye’de o nefret söylemini korku ve baskı iklimini kimler yaratıyor?
Bunu sorgulamamız gerekiyor. Bunun sorumlusu kim? Buna rağmen
anayasa yapımında başarılı olacak mıyız? Sorun budur. Bunu sorgulamak gerekiyor.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak, çalışmalara başlarken ilk
gün şunu dile getirdik, Cumhuriyet Halk Partisi adına, şunu ifade ettik:
“Tamam, anayasa değiştirmek gerekiyor elbette değiştirmek gerekiyor,
yeni anayasayı yapmamız gerekiyor. Peki, olay anayasayı yapmak ya da
yeni anayasa yapmaktan mı ibaret?” Bunu sorgulamamız gerekiyor,
bunu görmemiz gerekiyor. Anayasanın 87 maddesini değiştirmişiz. Bazı
maddeler birden fazla değişmiş; 113 kez değişmiş. Bu muazzam bir de-
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
164 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu
ğişiklik (evet doğru), kabul ediyorum. Fakat o ihtilal ruhu terk etmiyor;
başka bazı maddelerde duruyor.
Ama kabul etmek gerekir ki yapılan değişikliklerle; 13. maddede
yapılan değişikliklerle, temel hak ve özgürlüklerde yapılan değişikliklerle çok ciddi mesafeler alınmış durumda. Yazmışız anayasamıza “basın
özgürlüğü” demişiz, “özel hayatın güvenliği” demişiz, “kişi güvenliği”
demişiz. Peki, Türkiye bugün bu temel hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasının sıkıntılarını yaşıyor. Türkiye bugün bu temel hakların
ihlal edilmesinden dolayı bir kutuplaşmayı, bir ayrışmayı yaşıyor. Demek ki anayasayı yazmakla bu iş bitmiyor. Anayasa yazmakla bitmiyor.
Nedir Türkiye’deki sorun? Türkiye’deki sorunun en önemli unsurlarından birisi, en önemli karakterinden birisi şu: O ihtilal ruhu, anayasayla
birlikte başka yasal mevzuatımızda var. 12 Eylül 1980 - 6 Aralık 1983;
yüz beş civarındaki ihtilal kanunu, temel kanun niteliğindeki kanun, halen yürürlükte. Hangi kanunlar bunlar? Siyasi Partiler Kanunu, seçim
mevzuatı, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Polis Vazife ve
Selahiyet Kanunu, %10 barajı, sendikal örgütlenmelere dair mevzuat;
hepsi de demokrasinin esasını, özünü teşkil eden mevzuat bunlar. Bunları değiştirmemiz gerekiyor. Bunları biz “Uzlaşma Komisyonu” olarak;
Sayın Bal’ın, Sayın İyimaya’nın da bulunduğu alt komisyonda; biz “ihtilal kanunlarının da anayasayla birlikte değişmesi gerekiyor” diye irademizi ortaya koyduk. Evet, o ihtilal kanunlarını bugünden yarına değiştirmek bizim elimizde değil; ama anayasa çalışmalarının etkili olması,
güvenli olması, samimi olduğumuzun tescil edilmesi adına; anayasa değişikliği beklenmeden hayata geçmesi mümkün olan ihtilal kanunlarının
da değişmesi gerekiyor. En basitini söylüyorum, %10 barajının kalkması
gerekiyor. Milli irade hırsızlığının kaynağını teşkil eden barajın kalkması gerekiyor. İç Hizmet Kanunu 35’in kalkması gerekiyor.
Bunu kim tartışmıyor? Bunu iktidar tartışmıyor. Bunu ısrarla dile
getiriyoruz. Fakat Uzlaşma Komisyonu üyesi arkadaşlarımız diyorlar ki:
“Bize bu yetki verilmedi.” Evet, bize bu yetki verilmedi, tamam kabul.
Ama bunu bir irade beyanı olarak dile getirmemizde ne engel var, ne
sakınca var? Yani bu kadar mı cesaret edemiyorsunuz? Biz bu kadar mı
birilerine tâbi bir şekilde anayasa yapacağız? O zaman burada ne işimiz
var bizim?
Bakın bunları niye anlatıyorum; oturumun konu başlığı: “1982
Anayasası’nın Yenileme Süreci: İlerleme ve Zorluklar”. İşte buyurun:
yaşadığımız zorlukların temelindeki dinamitleri anlatıyorum. Gerçekçi
olmak adına, bunları paylaşmak gereğini duyuyorum.
Böyle bir tabloda bakıyorsunuz, anayasa yapımı sürecinde; barış
dilini kullanmamız gerekirken, diyalog dilini kullanmamız gerekirken;
en üst seviyeden bir nefret söyleminin, -inançlar üzerinden, etnik yapılar
üzerinden- dile getirildiğini görüyoruz. Böylesi bir metot yok ki. Yani
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Atilla Kart
165
evrensel demokrasinin, evrensel hukukun, çağdaş hukukun esasını teşkil
eden; insanların, kişilerin inancını açıklamaya zorlanmaması noktasında
bile en üst seviyede ayrımcılık yapıldığını görüyorsunuz. Takdir edersiniz ki bunlar yeni anayasa sürecini olumsuz anlamda zorlaştıran çok
önemli konular.
Bir diğer önemli konu nedir? Tutuklu vekiller olayı... Türkiye’nin
geldiği noktaya bakar mısınız? Üç muhalefet partisine mensup, 8 milletvekili hala tutuklu. -10 ay olmuş- hala tutuklu ve birileri diyor ki: “Efendim, onları milletvekili adayı gösterirken bana mı danıştınız?” Buyurun… Yani bu; sözün bittiği yer. Şimdi, milletvekili adayı olarak göstereceklerimizi birilerine mi danışacağız? Kimin milletvekili olacağı,
özellikleri mevzuatımızda bellidir: Anayasamızda bellidir; bunu denetleyen bir Yüksek Seçim Kurulu vardır, Anayasa Mahkemesi vardır. “Masumiyet karinesi” denen bir karine var; işte yüzyıllar boyunca evrensel
hukukun oluşturduğu bir temel ilke var. Ama bunların hepsini göz ardı
eden bir iklimden söz ediyoruz, bir siyaset anlayışından söz ediyoruz.
Bunların hepsi; geldiğimiz noktada bizler için çok önemli zorluklar, engeller teşkil ediyor.
Yeni anayasa yapımı sürecinde, demokratikleşme konusunda bütün mesele; samimi olmak, dürüst olmak, tutarlı olmak, halka verdiğimiz
sözden dönmüş olmamak. Ben özellikle, bu noktada bir değerlendirmenin yapılmasını; bu anlattığım somut olgular karşısında kamuoyu ve
sizlerin takdirine sunuyorum. Şu tehlike bekliyor bizi: Muktedirlerin izin
verdiği demokrasiyi kabul etmiyoruz. Böyle bir demokrasi olamaz.
Muktedirlerin iznine tâbi bir demokrasi, muktedirlerin iznine tâbi bir
anayasa yapım sürecini kabul etmiyoruz.
1995, 2001 değişikliklerine bakın; koalisyon hükümetleri var. Ama
bakıyorsunuz o 1995, 2001 değişikliklerine; bana göre -ki bunu taraflı/tarafsız çoğu akademisyen kabul ediyor- demokrasi anlamında, temel hak ve özgürlükler anlamında, demokratikleşme anlamında çok
önemli kalelerin yapıldığı anayasal değişikliklerdir. Mesele ne? Sorun
ne? Sorun, -gerçekten- demokratikleşme konusunda; samimi olmak,
dürüst olmak; iktidar olmanın verdiği gücün arkasına sığınmamak; iktidar gücünü dayatmacı bir anlayışla, baskıcı bir anlayışla uygulamamak.
Yeni anayasa yapımı sürecinde, bu süreçleri çok önemsediğimizi ifade
etmek istiyorum.
Yine bu süreçte bir cümleyle; bir hususu daha, bir gözlemimi daha
paylaşmak istiyorum: Türkiye’de maalesef, söylenecek daha pek çok şey
var ama toplantının konusunu elbette fazla zorlamak istemiyorum. Maalesef, yargı ve siyasetin gündemini; Türkiye’de, istihbarat belirliyor.
Hem de hangi istihbarat belirliyor? Yurtdışındakilerin ağır bastığı istihbarat belirliyor.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
166 Demokrasi ve İnsan Hakları Önünde Bir Engel Olarak 1982 Anayasası’nın Ruhu
Bütün bu gerçekleri (gerçekçi olmak adına) sizlerle paylaşarak bu
şartlar içinde, böyle bir ortam içinde, anayasa yapımı sürecinde bir çalışma içinde olduğumuzu: Bütün bunlara rağmen bir ortak paydayı; temel hak ve özgürlükler anlamında, cumhuriyetin değer ve kazanımları
anlamında, Türkiye’nin güncel yapısı anlamında; bunları göz önüne alarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının tümünü kucaklayan, tümünün
aidiyetine hitap eden bir anayasa yapma anlayışı ve sorumluluğu içinde
olduğumuzu, -Cumhuriyet Halk Partisi olarak- ifade ediyorum. Bu değerlendirmelerle hepinizi saygıyla selamlıyorum1.
1
1- Soru: Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun kompozisyonunda kimler var? Nasıl
oluştu? Komisyonda üç alt komisyon olduğunu söylediniz; bu alt komisyonlar nelerle
uğraşıyorlar? 1982 Anayasası’nın çok eleştirildiğini söylediniz ve bu konuda bir
consensus var; bu anayasanın temel eksikliği nedir?
Cevap: Öncelikle eksik kalan bir gözlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Anayasa
yapım sürecinde temel unsur, temel dinamik; toplumsal irade, toplumsal sözleşme
(dönüp dönüp bunu söylüyoruz). İşin esası budur; burada bir barış dilinin kullanılmasıdır; ayrıştırıcı bir üslup yerine birleştirici bir üslubun kullanılmasıdır; toplumda
ötekileştirilmenin yaratılmamasıdır.
1961 Anayasası -bunu Sayın Altan Öymen’in huzurunda benim ifade etmem pek de
doğru değil belki ama- temel hak ve özgürlükler bakımından Türkiye’de anayasalar
tarihinde en önemli anayasalardan birisiydi (genellikle kabul gören bir değerlendirmedir). Ama o anayasanın temel handikabı şuydu: O anayasa yapılırken, anayasayı
yapan irade bir önceki iktidar mensuplarına oy veren Demokrat Parti kitlesini, Adalet
Partisi kitlesini dışarıda tuttu. O anayasa yapım sürecinin dışında bıraktı; bu yanlıştır.
Ne oldu? Başka dinamiklerin de tesiriyle, %61 ile kabul edildi. Ama en önemli yanı kişisel kanaatim- burada bir kitlenin dışlanmasıdır, bir kesimin dışlanmasıdır. O anayasa kalıcı olamadı. Şimdi halen buradan ders almıyorsak; 1982 Anayasasını zaten
geçiyorum %90 kabul etti de ne oldu? Orada zaten toplumsal bir irade yok.
Ama biz geldiğimiz noktada, 12 Eylül 2010 referandumunda kabul edilen 26 maddeyi referans alacaksak “çok işimiz var” demektir; “bu işe hiç başlamayalım” demektir. Yani ne yaptık biz 12 Eylül 2010’da? %58’le kabul edildi ama toplumu kutuplaştırdık, toplumu böldük, bir toplumu bölerek uzlaşmacı anayasa yapamazsınız
(dönüp dönüp bunu söylüyoruz). Eğer aynı noktadaysak; eğer 12 Eylül 2010 tarihinde referandumla kabul edilen 26 maddeyi, dokunulmaz bir referans olarak esas
alıyorsak; bu Uzlaşma Komisyonu çalışması başlamadan bitmiş demektir.
Bağımsız yargı, yargı bağımsızlığı dönüp dönüp bunu söylüyoruz; bunu çok talihsiz
bir değerlendirme olarak görmek mümkün, özellikle ifade etmek istiyorum. Yani
anayasa yapacaksak; sözlerle yapacağız, diyalogla yapacağız, uzlaşmayla yapacağız;
dayatmayla yapmayacağız. Muktedirlere tâbi olarak yapmayacağız; bunun anlamı
budur. “12 Eylül 2010, bizim referansımızdır.” derseniz; o “Muktedirlere tâbi olarak
anayasa yapmak anlayışında biz ısrarcıyız.” demektir, bu kabul edilemez.
İkinci temel cevap vermem gereken konu: 1982 Anayasasının tüm kesimler tarafından eleştirildiği doğrudur. Tabii, 82 Anayasasının aslında büyük ölçüde handikapları
giderilmiş durumda; ama elbette yapılması gereken daha çok şey var. Temel haklar
anlamında, yargının yapılanması anlamında, yargı bağımsızlığı anlamında, cumhurbaşkanının yetkileri anlamında, “dokunulmazlık” kavramı anlamında, yasama yetkisinin sınırları anlamında, kamu personelleri anlamında, YÖK başta olmak üzere üst
kurumlar anlamında; yapılması gereken pek çok düzenleme var. Ama tekrar ifade
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Atilla Kart
167
KAYNAKÇA
Anayasa Uzlaşma Komisyonunun Çalışma Usulleri,
https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismaesaslari.aspx
ediyorum: O anayasal düzenlemeyle beraber yasal düzenlemenin, yürürlükte olan temel kanun niteliğindeki- ihtilal kanunlarının, ivedi olarak ve paralel olarak hemen
değiştirilmesi gereğiyle genel bir yaklaşımı ifade ediyorum
Anayasa Uzlaşma Komisyonu olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen dört siyasi partiden -milletvekili sayılarına bakılmaksızın- her dört gruptan da
üçer milletvekili olacak şekilde; toplam 12 kişilik bir Uzlaşma Komisyonu kuruldu.
Bu Uzlaşma Komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının tamamen sembolik anlamdaki başkanlığıyla çalışmalarını sürdürüyor. Bu Uzlaşma Komisyonu,
kendi bünyesinde, dörder kişiden oluşan üç alt komisyon oluşturdu. Her komisyonda;
yine her siyasi partiden birer temsilci olacak şekilde, üç alt komisyon oluştu.
- Bir numaralı alt komisyon; anayasal kurum ve kuruluşlarla doğrudan görüşmeler
yaptı.
- İki numaralı alt komisyon; siyasi partiler ve derneklerle görüşmeler yaptı.
- Üç numaralı alt komisyon ise; cemaatler, sivil toplum örgütleriyle doğrudan görüşmeler yaptı.
Ayrıca 12 kişilik Komisyon, (konuşmamın başında söylediğim) bölgelerdeki
toplantıları yaptı; çatı örgütleriyle beraber en azından 600 - 650 kişinin katıldığı ve
yarın İstanbul’da sonuncusunu yapacağımız toplantılar yapıldı. Böyle bir yöntem uyguladık; altı ayın bitiminde -30 Nisan itibariyle- “katılım süreci”ni böylece tamamlamış oluyoruz. 1 Mayıs itibariyle artık 12 kişilik bir Komisyon, taslak ve hazırlık
çalışmasına; danışmanlarımızla birlikte, anayasa hukukçu öğretim üyelerimizle, siyaset bilimi öğretim üyeleriyle; onların da katkılarını sağlayarak, onların da desteklerini
sağlayarak; (1 mayıstan itibaren) taslak yazımı çalışmasına başlayacağız. O taslak
yazımı çalışması 1 ay da sürebilir, üç ay da sürebilir. Bunun adını koymuyoruz, koyamıyoruz; o tamamen komisyonun çalışma temposuna ve doğacak olan mutabakata
göre şekillenecek. Onun devamında -taslak metin ortaya çıktıktan sonra- o taslak
metni, kamuoyunun tartışmasına sunulacak, kamuoyunun bilgisine sunulacak. Kamuoyu bunu bir ay - iki ay tartışacak. Ondan sonra, biz komisyon olarak, nihai bir
tasarı kendi aramızda hazırlayacağız. Bunu teklif aşamasına getirip, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı’na sunacağız. İşte o aşamadan itibaren; “Anayasa 175’e
göre geçici bir düzenleme mi yapılacak?” (nasıl bir çalışma yapılacak?) onlar da ayrıca değerlendirilecek. Yapılacak olan çalışmanın genel sistematiği budur, bilgilerinize sunuyorum.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
TARİHSEL ORTAK DEĞERLER IŞIĞINDA
YENİ ANAYASA SÜRECİ
(NEW CONSTITUTION-MAKING PROCESS IN THE LIGHT
OF THE HISTORICAL COMMON VALUES)
Faruk Bal
TBMM Üyesi/Member of the Great National Assembly of Turkey
ÖZET
Türkiye’de bir demokrasi sorunu olduğu toplumun bütün kesimleri
tarafından kabul edilmektedir. İfade özgürlüğü önünde ciddi engeller
vardır. Nefret söylemleri güçlenmektedir. Nefret söyleminin olduğu
yerde demokratik değerlere ulaşmak zordur. Türkiye, kanun hükmünde
kararnameler ile yönetilmektedir. Kanun hükmünde kararnameler yasama yetkisinin devir aracıdır. Türk milletinin geçmişine yakışmayan
darbelerin ürünü olan bu Anayasa değişmelidir. Hep birlikte verdiğimiz
Kurtuluş Savaşı ile kurulan bu devletin kuruluş felsefesine uygun olarak
yeniden yazılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Yeni anayasa yazım süreci, nefret söylemi
sorunu, Türkiye’nin kuruluş felsefesi
ABSTRACT
Each segment of the society accepts that there is a democracy
problem in Turkey. There are serious obstacles against the freedom of
expression. Hate speech in the society is getting stronger. It is very hard
to reach democratic values in the countries where there is hate speech.
Turkey is administered by decrees having the force of law. The decree
having the force of law is a tool for transfer of the legislative power. The
current constitution, a result of coup d’etat which is dishonour in the
history of Turkish nation must change. We must write a new constitution
in the light of the founding philosophy of this country, founded as a
result of the Independence War, a war of a nation as a whole.
Keywords: Process of new constitution drafting, problem of hate
speech, founding philosophy of Turkey
***
170
Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci
Marmara Üniversitesinin çok değerli bilim adamları, bizi bu toplantıya davet eden değerli hocam Sayın Kaboğlu, yurtdışından katılan
değerli bilim adamları ve geleceğimizin teminatı siz gençler, değerli
öğrenci arkadaşlarım; hepinizi Milliyetçi Hareket Partisi adına sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Anayasa yapmak, ciddi ve zor bir iştir.
Bu ciddi ve zor iş, öyle görünüyor ki, bizim neslimiz tarafından
gerçekleştirilecektir.
Ama, bizim yapacağımız anayasa, sizin geleceğinizi -Konfüçyüs’ün
ifadesiyle- ya cennet ya cehennem haline getirecektir.
Dolayısıyla bugün ilgi göstererek salonu doldurmuş olan genç kardeşlerimize Milliyetçi Hareket Partisi’nin görüşlerini, anayasa yapımı
süreci içerisinde, “sorunlara çözümler” bakışı ile dile getirmek arzusundayım.
Türkiye’de bugün herkesin kabul ettiği şekilde, bir demokrasi sorunu var.
Öncelikle, Türkiye’de “ifade özgürlüğü” önünde ciddi engel vardır.
İfade özgürlüğünün eksik olduğu bir ülkede, demokrasiden söz
edilemez. Türkiye’de insanlar düşüncelerini “Acaba açıklarsam başıma
bir iş gelir mi?” kaygısını taşıyarak ifade ediyorlar. Sıradan bir esnaf,
“Ben Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmasına katılırsam, yarın Mal
Müdürü kapımı çalar mı?”, “Sigorta Müfettişi kapımı çalar mı?” kaygısını dile getiriyor.
Elbette ki aynı kaygıyı yaşayanlar arasında, çok değerli bilim
adamları da bulunmaktadır. Bilim adamları hiç korkmaması gereken bir
kitleyi temsil etmektedir. Onlar bilim adına konuşmalıdır, objektif şeyler
söyleyebilmelidir ve bunu yaparken bir kaygı, endişe duymamalıdır.
Böyle bir gelişmenin yaşandığı ülkede, demokrasi arayışı -elbette
ki- vardır ve olacaktır.
İkinci sorun, nefret ve ötekileştirme söylemi, toplumda gelişmektedir, güçlenmemektedir. Nefret ve ötekileştirme demokrasinin en
önemli fazileti olan, hoşgörüyü ortadan kaldıran bir duygudur. Dolayısıyla nefret ve ötekileştirme söyleminin olduğu bir yerde demokratik
değerlere ulaşmada zorluk vardır.
Üçüncü sorun, “Basın özgürlüğü diye bir şey var mıdır?” ben bunu
sizlere soruyorum ve bunu hiç tartışmadan: Türkiye’de “basın özgürlüğü” diye bir özgürlükten söz edilemeyeceğini büyük bir vicdani kanaatle ifade ediyorum.
Dördüncü sorun, Türkiye, 1971, 1980 ve 1990’lı yılların kanun
hükmünde kararnameleriyle idare edilmektedir.
Türkiye 21. yüzyılda, 2011 yılının kanun hükmünde kararnameleriyle idare edilmektedir.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Faruk Bal
171
Kanun hükmünde kararname; sizin seçtiğiniz milletvekillerinin
elinden yasama yetkisinin alınıp, Bakanlar Kurulu’nun -milletvekili
adına- kanun yetkisinde karar alması demektir. Yani millet iradesinin
yok sayıldığı, yürütme organının millet iradesinin önüne geçtiği bir süreci yaşıyoruz. Bunun anlamı yargı ile ilgili değerlendirmeleri de dikkate
aldığımızda parlamenter sistemin yasama, yürütme ve yargı ekleri arasındaki denge ve denetim mekanizması bozulmuştur.
Böyle bir ortamda Türkiye’de çok açık seçik bir şekilde demokrasi
talebi açığa çıkmıştır. Bu demokrasi talebi; doğrudur, yanlıştır, eksiktir,
fazladır; fakat vardır.
Demokrasi talebi 12 Haziran seçimlerinden sonra güçlü bir biçimde anayasa değişikliği veya anayasanın yenilenmesi ya da yeni bir
anayasa beklentisine dönüşmüştür.
İşte bizim üzerinde durduğumuz konu budur. Bu beklentinin karşılanabilmesi, demokrasinin kısaca sıraladığımız sorunlarına çözüm bulabilmemiz vatandaşlarımıza 21. yüzyıl değerleri ile barışık bir anayasa
hazırlayabilmemiz için, seçimlerden sonra, Meclis’te, bir Uzlaşma Komisyonu kurulmuştur.
Ben şahsım adına, millet adına böyle bir anayasa yapımına vesile
olan bütün siyasi partileri Türkiye’de milletin iradesine dayalı bir anayasa yapımına zemin hazırladıkları için tebrik ediyorum.
Çünkü 1960 yılından itibaren gelişmelere baktığımızda; 1960
İhtilali Türkiye’de bir darbe anayasası yarattı; o anayasa, Türkiye’ye bol
geldi. 1960 İhtilalinden sonra iki defa darbe teşebbüsü oldu. 1971 yılında
bir askeri muhtıra yaşandı, bu muhtıradan sonra Anayasa’da ciddi değişiklikler yapıldı. 1980 İhtilali oldu. Bu ihtilalin arkasından, 12 Eylül
darbe ruhunu yansıtan; millet ile Devlet arasında kırgınlık, küskünlük
yaratan “l982 Anayasası” ortaya çıktı. Bu Anayasa ülkeye dar geldi. Bu
arada iki muhtıra daha yaşadık; 28 Şubat ve “e-muhtıra”.
Türk Milletinin dünya milletler ailesi içerisinde haysiyetli ve şerefli bir yeri vardır. Evrensel insanlık değerlerinin oluşmasına; kültürüyle, yarattığı medeniyetlerle katkıda bulunmuş olan Türk milletine,
darbelerle yapılan muhtıralarla değiştirilen bir geçmiş yakışmıyor. Yani
askeri darbelerle anayasa yapmak bu anayasayı askeri muhtıralarla değiştirmek bize yakışmıyor, 21. yüzyılın demokrasi değerlerine ve özgürlükler geliştiği dünyada böyle bir geçmiş bize yakışmıyor.
O halde, demokrasi ve anayasa sorununun çözümünü basitleştirmek ve netleştirmek lazım.
Bireyler açısından özgürlükler herkese tanınmalı ve genişletilmeli,
hiç kimse dışlanmamalı ve herkes hukuk önünde eşit olmalıdır.
Herkesin saygı duyabileceği ve herkesin kendini sadakatle bağlı
hissedebileceği bir anayasaya kavuşmanın yolu budur.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
172
Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci
Anayasa yapımında herkes ile hiç kimsenin anlamı biz demektir.
Biz diyebiliyor isek, bize uygun bir anayasa yapmalıyız.
Biz, bize uygun bir anayasa yapamaz isek; bize başkaları anayasa
yapar; ya dışarıdan yaparlar, ya içeriden dayatırlar. Dışarıdan yapılan
anayasa ile iç veya dayatma ile yapılan anayasaların ortak özelliği millet
iradesini dışlamaktır.
Dışarıdan yapanlara örnek vermek istiyorum: İkinci Dünya Savaşı
bittikten sonra İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri; mağlup devletlere anayasa yaptılar ellerine verdiler. Buna dikte ettirilen anayasa denir.
Türkiye, bu aşamada böyle bir riskle karşı karşıya değildir.
İç veya dış müdahale ile yapılan anayasalar ise dayatma anayasadır.
Dışarıdan yapılan dayatma anayasaya 1876 tarihli Kanuni Esasi’yi
örnek verebiliriz.
1961 ve 1982 anayasaları ise içeriden yapılan dayatma anayasalara
örnektir. Her ikisi de darbe ürünüdür, her ikisi de milli irade yok sayılarak yapılıp millete tasdik ettirilmiştir. Her ikisi de demokrasi sorunu
yaratmıştır, birincisi Türkiye’ye bol gelmiş, ikincisi dar gelmiştir.
Dışarıdan dayatılan l876 Kanuni Esasi Osmanlı İmparatorluğunun
çöküşünü hızlandırmıştır.
Elbette ki Osmanlı İmparatorluğu çöküyordu: İlimde, fende, sanatta, mühendislikte, sanayide geriye gittiği için; eğitimde ilerleyemediği için; çağının gerisine düştüğü için İmparatorluk zafiyet içindeydi.
Çare çalışmak, üretmek, başarmak iken; Osmanlı İmparatorluğu
çareyi Avrupa Devleti olmakta arıyordu. Osmanlı Devleti Avrupa devleti olarak kabul edilmesi için dış güçlere talepte bulundukça ıslahat adı
altında dayatmalar ile karşı karşıya kalıyordu. Islahat yaptıkça yeni talepler geliyordu.
Bu arayış, 1856’ya geldiğinde sonuçlandı. Osmanlı’nın; -Rus tehdidini de dikkate alarak- Avrupa Devleti olabilmek için yaptığı müracaatı, 1856 Paris Anlaşması ile kabul edildi. Paris Anlaşması’ndaki Avrupa
Devletleri; İngiltere, İtalya ve Fransa’dır.
Bu ülkeler: sizi Avrupa Devleti olarak kabul etmenin dışında ayrıca toprak bütünlüğünüzü de koruyacağız. Ancak, şu ıslahatları yapacaksınız dediler.
İlk anayasamız, 1876 tarihli Kanuni Esasi bu dayatma ile kabul
edildi, Anayasa hukuku açısından Osmanlının dağılma süreci böyle
başladı.
Bu sözleşmenin yapıldığı tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarına baktığımızda; Osmanlının Kuzey Afrika’da bulunan toprakları
Fransa ve İtalya tarafından, Mısır ve Arap Yarımadası İngiltere ve
Fransa tarafından, Başkenti İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından işgal
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Faruk Bal
173
edilmiş, bu ülkelerin ve Rusya’nın tahrik ve teşviki ile Balkanlarda isyanlar çıkarılmış, Balkan savaşı ile tarihin en büyük faciası yaşanmıştır.
Osmanlı bir facia, bir çöküş dönemi yaşamıştır. 1856 Paris Antlaşmasına göre Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumayı taahhüt eden
ülkeler Osmanlı topraklarını lime lime ettikten sonra Maraş’a kadar
gelmişler. Maraş, kahramanca bir mücadele vermiş. Antep’e kadar gelmişler; Antep bu mücadelede gazi olmuş. Urfa’ya kadar gelmişler; Urfa
şanlı bir direnç göstermiş.
Bu şehirlerimiz unvanlarını Kurtuluş Mücadelesinin neticesinde
elde etmişlerdir.
Çöken imparatorluk Serv Antlaşması ile teslim olmuştu. Osmanlı
İmparatorluğunun külleri arasından yeni bir devlet yaratmayı biz başardık. Yeni bir devletin kuruluş mücadelesini biz verdik.
Osmanlı’nın başkenti işgal altında, ortada Devlet yok; “Türk milleti” kimliği altında toplanan Anadolu ayağa kalkıyor, Gazi Mustafa
Kemal Atatürk’ün önderliğinde “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa
vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Milletin geleceğine ancak milletin kendisi karar verir. Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir.” Diyor, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ni topluyor ve bu Meclis bir Kurtuluş Savaşı veriyor, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Türkiye Devleti’ni kuruyor.
Bu şartlar altında ikinci anayasamız olan 1921 Anayasasını yaptık.
Bunu biz başardık ve bu başarının dünyada başka bir örneği yok.
Anayasa yaparken; biz, herkes ve hiç kimse kavramlarına atfettiğimiz önemi anlatabilmek, Kurtuluş Savaşı ile ödediğimiz ağır bedelleri
siz gençlere hatırlatmak ve tarihin tekerrürünü önlemek için sizlere bir
kez daha hatırlatmak istedim.
Demek ki, Anayasa yapımında bunlardan ders almalıyız. Gelecek
nesilleri de kapsayacak şekilde yapacağımız anayasa, hepimizin anayasası olacak.
O halde, bizim Kurtuluş Savaşımız ile kurulan bu Devletin kuruluş
felsefesine hassasiyet göstermemiz gerekmektedir. O felsefenin anayasaya yansıtılması gerekir.
Üçüncü Anayasamız, 1924 tarihli Anayasadır. Bu Anayasa ile yeni
kurulan Devlete siyasi bir şekil verildi. Bu siyasi şekil; Osmanlı’nın İmparatorluk düzeninden, bir üniter devlet düzenine geçiştir. Bu siyasi şekil; Osmanlı’nın kul, reaya, tebaa dediğimiz düzeni yerine; -çağına göre
en modern- vatandaşları arasında dil, din, soy, zümre, sosyal düşünce,
siyasi düşünce farkı gözetmeksizin herkesi eşit vatandaş haline getiren
ve vatandaşlık hakkını veren bir siyasi haklar düzenidir.
1924 Anayasası vatandaşları bu şekilde, pozitif hukukta vatandaşlık kimliğine kavuştururken; çağının en ileri hak ve hürriyetlerini; seçme
ve seçilme haklarını vatandaşlarına tanımış olma özelliğiyle de karşıJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
174
Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci
mıza çıkmaktadır. İlerleyen süreçte demokrasinin gelişmesine bağlı olarak; hukuk devletine, sosyal devlete, laik devletin tüm kurumlarıyla
oluşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla bizim 1924 anayasasından almamız
gereken ders vardır.
Bu ders nedir?
Bu ders Cumhuriyetin temel nitelikleridir ve yeni Anayasa yapımında vazgeçilmez ilkelerdendir.
Bundan sonraki Anayasayı hiç söylememe gerek yok. Bundan sonraki anayasamızı, ben sizin gibi öğrenciyken, 1969 yılında Anayasa Hukuku dersi aldım. Benim Anayasa Hukuku hocalarım iki taneydi; biri Allah rahmet eylesin- Hüseyin Nail Kubalı, “1961 Anayasası’nı yaptım”
diye övünürdü; diğeri Prof. Orhan Aldıkaçtı da “1982 Anayasası’nı yaptım” diye övünürdü.
Her iki hocamızın yolları yanlıştı. Her ikisinin yürüdüğü yollarda
yürümememiz gerekiyor.
Çünkü ikisinin de yaptığı Anayasalar, milletin iradesine dayalı değildi; iç ve dış dayatma gücünün anayasasıydı.
Şimdi kendi irademiz ile evrensel değerler ile barışık bir anayasa
yapma vakti gelmiştir.
İşte o Anayasayı yapabilmek için de Uzlaşma Komisyonunda,
milletin sesine kulak veriyoruz. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na on
binlerce -otuz bini aşkın- öneri geldi; öneride bulunanların ciddi bir bölümü bizzat Komisyon huzurunda görüşlerini şifahi olarak açıklayabilme
imkânına kavuşturuldu.
Ayrıca, sivil toplum kuruluşları, çatı kuruluşlar adı altında bir
araya gelerek bir proje hazırladı. Bu dünyada İzlanda’dan sonra ikinci
bir örnek olarak uygulandı; vatandaşların anayasa konusundaki önerileri,
konuşmaları, kayıt altına alındı. Yapacağımız anayasada, milletin bu
sesin kulak vereceğiz.
Bu noktada, sürekli olarak tarihin tekerrür etmemesi için ders alma
gereğini vurguladığım için; Churchill’in bir sözünü ifade etmek istiyorum: geleceği ne kadar görmek istersek; o kadar geriye bakmak gerekir.
İleriye, geleceğe bakarak, 21. Yüzyılın evrensel değerleri ile Türkiye için bir anayasa yapacağız, demokrasimizi, kurum ve kuruluşlarımızı, devletimizin yapısını, milletimizin, toplumumuzun yapısını, bireyin temel hak ve özgürlüklerini 21. yüzyılın değerleriyle örtüştüreceğiz
diyoruz.
Bunu yaparken geriye de bakacağız. Ödediğimiz bedelleri bir daha
ödememek için, tarihin tekerrür etmesini önlemek için anayasa geçmişimize bakacağız. Eski anayasalarımızı iyi yönlerinden elbette faydalanacağız. Kötü yönlerinden ders alacağız.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Faruk Bal
175
İleriyi görmek için önümüzde insanlığın geliştirmiş olduğu evrensel değerler vardır.
Bu evrensel değerler, insanlığın ortak paydasıdır. Anayasa yapımında evrensel değerlerden yararlanmamız gerekir, yararlanacağız.
İnsanlığın inşa ettiği bu evrensel değerlerin başında da, bizim de
sıkı sıkıya kendimizi bağlı hissetmemiz gereken temel ilke; hukukun
üstünlüğüdür. Hukukun üstünlüğü ilkesini hayata geçirebildiğimiz zaman; yargının bağımsızlığı, kişinin özel korunması, düşünce ve ifade
hürriyeti ve diğer insan olma şeref ve haysiyetine bağlı temel hak ve
hürriyetler peşinden gelir,
Dolaysıyla insanların bir şeyleri açıklarken “polisler mi gelecek?
maliyeci mi gelecek? sigortacı mı gelecek?” diye kaygıya düşmesi ortadan kalkar. Korku devletinin, ceberrut devletin yerini demokratik toplum
düzeninin gerekleri yer alır.
Hukuk devletini, biz herkesi kucaklayan, hiç kimseyi dışlamayan
insan şeref ve haysiyetine yakışan yeni anayasayı inşa edebilirsek, bugün
yaşadığımız gelişmelerin büyük bir bölümü ortadan kalkar, gelecek nesillere kederi ve tasayı paylaşan, huzur ve güven içinde birlikte bir arada
yaşayan bir gelecek armağan etmiş oluruz.
Hukukun üstünlüğü ile birlikte ekonomik kaynaklar açısından, piyasa ekonomisi kurallarını iyi bir şekilde düzenlediğimiz takdirde, herkesin şikâyet ettiği kamu kaynaklarından yandaşları yararlandırma sorunu ortadan kalkar. Piyasa ekonomisi şartları çerçevesi içerisinde, herkesin nimetlerden eşit olarak yararlanır, külfetlere eşit olarak katlanır.
Geriye baktığımızda ise, üç başlık altında sözlerimi toparlayarak
konuşmama son vermek istiyorum;
1- Elbette yeni anayasa ile, insan şeref ve haysiyetine dayanmalı,
temel hak ve hürriyetlerin bireysel kullanımında, evrensel standartları
karşılamalı, bireyin özgürlük alanı genişletilmelidir.
2- Yeni anayasayı yaparken, geçmişte ödediğimiz bedelleri unutmayacağız; bir imparatorluktan gelmişiz, bir Kurtuluş Savaşı vermişiz,
imparatorluk rejiminden milli ve üniter devlete, parlamenter demokrasi
içinde laik, sosyal ve yargının bağımsız ve tarafsızlığına dayalı hukuk
devletine, Cumhuriyete geçmişiz; iki darbe, üç muhtıra yaşamışız; bunları yaşarken ödediğimiz bedelleri unutmayacağız, edindiğimiz tecrübelerden yararlanacağız.
3- Bu anayasayı renksiz ve kişiliksiz ve kimliksiz olmayacaktır.
Bu anayasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasası olacaktır. Türk
Milletinin anayasası olacaktır. Bu anayasa Türkiye’de herkesi eşit kabul
eden, hiç kimseyi hiçbir sebeple dışlamayan, her birisi birinci sınıf vatandaş olan, bizim, yani, Türk vatandaşlarının anayasası olacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
176
Tarihsel Ortak Değerler Işığında Yeni Anayasa Süreci
Faruk Bal: Ben son sözlerimi ifade ederken, gençlere sesleniyorum. Bu anayasayı bizim neslimiz yapacak ama sizin ve sizden sonra
gelecek nesle uygulanacaktır.
Bu bakımdan gençlerin anayasa yapımıyla ilgilenmelerini rica ediyorum. “Hayatınız cennet mi cehennem mi olacak?” sorusunun cevabını
anayasa yapım sürecine katılımınız ile vereceksiniz, geleceğinizi belirleyeceksiniz.
Bunun için de size, futbol transferiyle ilgili -uyarsa- bir benzetmeyi anlatmak istiyorum. Şimdi futbolcular transfer edileceği zaman
kondisyonuna, fiziğine, boyuna bakıyorlar. Ama eski tarihlerde bunlar
yoktu. Eskiden transfer edilecek futbolcuyu getirirlermiş sahanın ortasına, eline bir top vererek: “hadi bakalım, bu topu havaya dik” derlermiş.
Kim ne kadar yukarıya atarsa; onu transfer ederlermiş.
Anayasa çalışmalarından buradan çıkaracağınız bir ders var değerli
arkadaşlar. En çok tekrar edilen en doğru değildir. Aksine yanlışı tekrar
ede ede hakikat olarak sunmak isteyenler var, bunlar kirli bilgidir. Birazcık dikkat ederseniz; çok sık tekrarlanan kirli bilginin hakikat olmadığını
fark edersiniz
Özellikle anayasa yapım sürecinde bilimsel değerlere aykırı, insani
değerlere aykırı; televizyonlarda sizin karşınıza geçip, kirli bilgi yayanları akıl süzgecinden geçirirseniz, daha kolay fark edebilirsiniz. Bunu
size hatırlatmak istedim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum1.
KAYNAKÇA
Anayasa Uzlaşma Komisyonunun Çalışma Usulleri,
https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismaesaslari.aspx
1
Soru üzerine: “Ben son sözlerimi ifade ederken, gençlere sesleniyorum. Bu anayasayı
bizim neslimiz yapacak ama uygulanacak olan kitle, sizin yaşayacağınız çağı ilgilendiriyor. O bakımdan anayasa yapımıyla çok ilgilenmelerini rica ediyorum. “Hayatınız
cennet mi cehennem mi olacak?” anayasayla belirleyeceksiniz. Bunun için de size,
futbol transferiyle ilgili -uyarsa- bir benzetmeyi anlatmak istiyorum. Şimdi futbolcular transfer edileceği zaman kondisyonuna, fiziğine, boyuna bakıyorlar. Ama eski tarihlerde bunlar yoktu. Eskiden transfer edilecek futbolcuyu getirirlermiş sahanın ortasına, eline bir top vererek: “hadi bakalım, bunu havaya dik” derlermiş. Kim ne kadar yukarıya atarsa; onu transfer ederlermiş. Anayasa çalışmalarından buradan çıkaracağınız bir ders var değerli arkadaşlar, “kirli bilgi”ye dikkat ederek; çok tekrar
edilen kirli bilginin hakikat olmadığını idrak edin. Çünkü özellikle anayasa yapım
sürecinde bilimsel değerlere aykırı, insani değerlere aykırı; televizyonlarda sizin karşınıza geçip, kirli bilgi yayanlara salt aklınızla dikkat ederseniz fark edebileceğiniz
bir durum oluşacak. Ben bunu sizlere aktarmak istedim.”
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
- VKUZEY AKDENİZ: KRİZ DÖNEMİNDE ANAYASACILIK
NORTH MEDITERRANEAN: CONSTITUTIONNALISM IN THE
CRISIS PERIOD
MÉDITERRANÉE DU NORD: CONSTITUTIONNALISME EN
PÉRIOD DES CRISES
AVRUPA VE İSPANYA’DAKİ ANAYASAL SÜREÇLER*
(EUROPE AND CONSTITUTIONAL PROCESSUS IN SPAIN)
Angel Rodriguez
Malaga Üniversitesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/
Professor of Constitutional Law, University of Malaga (Spain)
ÖZET
Bu tebliğ; “Avrupa fikri”nin Franko dönemi ertesinde 1978’de kabul edilen yeni İspanya Anayasasındaki değişiklik tasarısına etkisini ve
her ikisi de Avrupa’nın taleplerinin bir sonucu olan 1992 ve 2011 Anayasa değişikliklerinde, Avrupa gerekçesinin nasıl bir rol oynadığını incelemektedir. 1978’de İspanya’da yeni demokratik rejimin kurulması,
kamuoyu tarafından ülkenin “avrupalılaştırılmasının” bir başka adımı
olarak görülmüştür: “Avrupa fikri” anayasal tartışmalar boyunca “demokrasi” ya da “hukuk devleti” gibi kavramlara sıkı sıkıya bağlanmış ve
anayasal sürecin bütününü meşrulaştırmak için yeterli görülmüştür.
Anayasa; 1992’de Avrupa Birliği Anlaşması’na uyumu sağlayabilmek için
Avrupa vatandaşlarına oy hakkının düzenlenmesi konusunda, 2011’de de
gene Avrupa Birliği’nden gelen bütçesel istikrar taleplerini yanıtlayabilmek
için değiştirilmiştir. 1978’dekinin aksine ve Avrupa’nın bu iki değişiklikte
önemli bir rol oynamasına karşın bugün Avrupa gerekçesinin anayasal
süreci meşrulaştıran bir fikir olmaktan çıktığı söylenebilir.
Anahtar sözcükler: İspanya anayasası, Avrupa Birliği, Avrupa
Birliği anlaşması, avrupalaştırılma
ABSTRACT
This paper reviews the influence of the idea of “Europe” in the
process of drafting the new Spanish Constitution passed in 1978 after
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
178
Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler
the francoism, and how the European argument has evolved in the two
only amendments to the Constitution that have been passed to date,
those of 1992 and 2011, both of them due to European exigencies. In
1978, the establishment of a new democratic regime for Spain was seen
by the public opinion as another step of the “europeanization” of the
country: the idea of “Europe” which was present along the
constitutional debates was then intimately linked to concepts such as
“democracy” or “rule of law”, and was extremely relevant to legitimate
the constitutional process as a whole. In 1992, the Constitution was
amended to comply with the European Union Treaty regulations on the
voting rights of European citizens, and in 2011 to fulfill the requirements
of budgetary stability also emanated from the European Union. But, by
contrast to what happened in 1978, and although “Europe” also played
an important role in these two constitutional reforms, it may be said that
the European argument lost part of its potential as a legitimating idea
for the constitutional process.
Keywords: Spanish Constitution, European Union, European
Union Treaty, europeanization
***
GİRİŞ
Şu anki İspanya Anayasasında (İA) yapılan ikinci reform 27 Eylül
2011’de kabul edildi. Bunun gibi Franko diktasının sonundaki siyasi
geçiş sırasında 1978 Aralığında kabul edilen anayasada yapılan 1992
reformları da, yapılan tek değişikliklerdir. Her iki hâlde de anayasal reform, Anayasanın tek bir maddesine ilişkindi: 1992’de söz konusu İspanya’daki yabancıların seçim haklarını düzenleyen İA’nın 13. maddesi;
ve 2011’deki değişiklik de bütçe dengesine ilişkin bir dizi ilke düzenlediği İA’nın 135. maddesi idi.
İA’nın otuzbeş yıl boyunca böylesine az reforma uğramış olmasının nedenleri hukuki olduğu denli siyasidir de. Bu reformun onaylanabilmesi için, çoğunluğu oluşturan siyasi güçlerin (merkez solda Sosyalist
Parti ve merkez sağda Halk Partisi) gerekli siyasi uzlaşmayı sağlayabilecek yeterlikten yoksun olmalarına ve reform tartışmalarının somut bir
boyuttan polemik konusu diğer boyutlara da (özellikle mülki yapı) geçebileceği korkusuna dayanan bu son değişiklikler, açıktır ki en önemlilerindendir. Hukuksal açıdan reformların az sayıda olmasının temel nedeni, reformlar için kimi maddeleri çok sıkı bir şekilde koruyan (nitelikli
çoğunluk şartı, reform önerisi getiren meclislerin feshi ve erken seçim ile
onay referandumu gibi) karmaşık bir usûl öngören Anayasanın katılığında yatmaktadır.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
179
Bu sunumumuz sırasında İspanya’da demokrasinin kurulmasından
beri gerçekleştirilen üç anayasal süreçte rol oynayan Avrupa fikrini inceleyeceğiz: İlk önce, 1978 Anayasasının kabulü, daha sonra 1992 ve
son olarak da 2011 reformları.
AVRUPA FİKRİ VE 1978 ANAYASASININ KABULÜ
20. yy.’ın başında İspanyol filozof Jose Ortega y Gasset “İspanya
bir sorun, Avrupa bir çözüm” dedi. 19. yy. boyunca ispanyol milletini
kasıp kavuran felâketlerin kaynağı kimilerine göre İmparatorluğun 400
yüzyıl evvel, ülkenin tum kıtadan tecridine yol açtığı düşünülen kaybına
kadar uzanıyor. “1898 nesli” (son ispanyol kolonisi Küba’nın bağımsızlığını ilân ettiği yıl) diye adlandırılan aydın seçkinlerde hâkim olan, ulusal uyanışın “Avrupa’dan” geleceği kanısı 2. Cumhuriyetin kuruluşu
sırasında dile getirilmiş ve 1936-1938 iç savaşından zaferle çıkan General Franko diktasına muhalif siyasi güçlerde 40 yıl boyunca yaşamaya
devam etmiştir. 1975’te Franko’nun ölümünden sonra siyasi dönüşümün
ve yeni bir anayasal sürecin başında “bir çözüm olarak Avrupa” fikri çok
güçlü bir şekilde yayılmıştır.
Siyasi değişiklik sürecinin açılmasıyla, yeni Anayasanın nihayet
İspanya’nın bir istisna olmaktan çıkıp tam bir “Avrupa” devleti olarak
kıta komşularıyla aynı hizada olduğunu doğrulayan fikri kamu oyuna
yerleşmiştir. 1978 İA’nı onaylayan, meclisteki (“las Cortes”) mevcut
tüm siyasi partiler kararlı bir şekilde Avrupacı idiler. Ülkenin
“avrupalılaştırılmasının” sorunların çözümünde gerekli olduğunu söyleyen Ortega y Gasset’nin bildirisine inanıyorlardı. Ve böylece İspanya’nın avrupalılaştırılması fikri anayasal metne de taşındı.
Avrupa fikrinin 1978 Anayasal sürecindeki çoklu etkisinin yeni
Anayasadaki sonuçları üç ana kategoride toplanarak açıklanabilir: demokratik meşruluğun kaynağı olarak, deneyim kaynağı olarak ve İspanya’nın avrupa siyasi teşkilâtlarına uyumunu kolaylaştıracak bir unsur
olarak.
Bu kategorilerin ilki demokratik meşruluğun kaynağı olarak
Avrupa fikri anayasal süreçte sıklıkla mevcut idi. Tartışmalar sırasında
kimi kararların meşruluğunda bir ölçüt olarak Avrupa’ya dayanmak
yaygındı. “Avrupalı” gibiymişçesine yapmaya olan atıf, özellikle İnsan
Hakları Hukuku konusunda sıklıkla eleştirisiz bir şekilde kerameti kendinden menkul itiraz edilemeyen bir gerekçe olarak Avrupa’dan büyük
ders almaya ihtiyacı olan İspanya’da kullanıldı.
Avrupa fikrinin kullanımının eleştirisiz niteliğinin bir meşruluk
kaynağı olması kendisini Kurucu Meclis’in çalışmaları sırasında haklar
meselesinde Avrupa’ya çoğunlukla kerameti kendinden menkul bir gerekçe olarak atıfta bulunulmasında göstermektedir.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
180
Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler
Bu etkinin çarpıcı bir örneği Anayasal Haklar Bildirgesinin bizzat
kendisinde bulunmaktadır. Anayasa tartışmaları sırasında Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesine basit bir atfın yeterli olacağı önerilmiş ise de netice itibariyle Anayasanın ilk başlığının tamamı anayasal temel hakların
düzenlenmesine ayrılmıştır. İspanya’nın AİHS’ni o tarihte henüz onaylamamış olmasından ötürü bu öneri uygulanamamıştır.
Her hâlükârda tüm hukuksal aktörleri; insan haklarına ilişkin iç
hukuk normlarını uluslararası sözleşmeler ile birlikte yoruma zorlayan
bir anayasa hükmünü (İA m. 10.2) dahil etmesi sayesindedir ki, İspanya
Anayasa Mahkemesi ve ardından da diğer ispanyol mahkemeleri insan
hakları konusundaki avrupa hukukunu iç hukuk düzenine girmesini sağlayarak -AİHS ile Strazburg içtihatlarını- anayasal normlarını bir yorum
kuralı olarak kullanmaktadırlar.
Bu dahil etmeye gösterilen eleştirel tavır daha yenidir. Örneğin
Anayasa Mahkemesi, nadir de olsa bir iki davada, AİHS’nin uygulanması talebini Sözleşmesel korumanın düzeyini iç hukukun altında kabul
ederek reddetti. Ancak ispanyol mahkemeleri; sözleşmesel hükümleri
neredeyse hep, her türlü eleştiriden uzak bir şekilde zımnen sırf avrupa
meşruluğuna dayanarak, hakların korunmasının Sözleşmesel standardını
sanki uygulanabilir bir iç standart gibiymişçesine yerleştirmek üzere
uyguladılar. Unutulan ise iç hukukun standardının bu Sözleşmesel standardı geçebileceği hususu idi.
İkinci olarak, Avrupa fikri 1978 Anayasasında bir deneyim kaynağı olarak yer almaktadır. Bu kategoriyi, İspanyol anayasakoyucusunun erklerin düzenlenmesi konusunda, daha önce diğer avrupa ülkelerinde -ki çoğunluğu, 2. Dünya Savaşı ertesinde kabul edilmiş yeni
anayasalardır- alınmış kararlardan mülhem kararları oluşturmaktadır. Bu
konudaki örnekler çoktur. En açık etkilerden söz etmek gerekirse, örneğin monarşinin düzenlenmesi konusunda iskandinav anayasaları; rasyonel parlamentarizm bağlamında Parlamento ve Hükümet arasındaki ilişkiler ile Anayasa Mahkemesine verilen görevler hakkında Bonn Anayasası; hâkimlerin idaresine ilişkin özel bir kurumun kurulması hakkında
İtalya Anayasası (ki İspanya’da Yargı Erki Genel Konseyi adını taşımaktadır [Consejo General del Poder Judicial]) belirtilmelidir.
Demokrasi ya da insan hakları fikrine nazaran, avrupa gerekçesinin anayasal süreçte bir meşruluk kaynağı olarak kullanıldığı hâllerden
farklı olarak; anayasa tartışma gerekçelerine, diğer avrupa ülkelerinden
kimi anayasal mühendislik tercihlerini almanın uygun olup olmadığını
tartışmak üzere eleştirel bir perspektif dahil edildi. Bu eleştirel yaklaşım;
özellikle azınlık grupların, kimi tekniklerin diğer avrupa ülkelerinden
ithaline karşı çıkan müdahalelerinde kendini gösteriyor: Örneğin Bonn
Anayasasından alınan yapıcı gensoru önergesi verilmesine ilişkin düzenlemenin Almanya’da güvensizliğe yol açtığına dikkat çekilmesi ya da
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
181
İspanya örneğinde hükümetin istikrarına aşırı önem verilmesinin Parlamentonun denetim işlevlerinin aleyhine bir bozukluk yaratabileceğinin
altının çizilmesi gibi.
Bununla birlikte, kurumsal yaklaşım konusundaki yoğun tartışmalar temel hakların korunmasına ilişkin olduğunda (Almanya’dan hakların
Anayasa Mahkemesi önünde [amparo] “koruması” denetimi usûlünün
ithâl edilmesinde olduğu gibi), Meclisin bakışı bir meşruluk kaynağı
olarak -yukarıda adlandırdığımız- Avrupa fikrine yaklaştığından eleştirel
gerekçeler azalıyordu
Üçüncü olarak, Avrupa fikrinin kıtanın, uluslarüstü kurumlarına
–yani Avrupa Konseyi ve asıl olarak Avrupa Birliği- uyumu kolaylaştırıcı bir unsur olduğunun altını çizmek gerekir. Paradoksal bir şekilde
Avrupa Birliği (o sırada, Avrupa Topluluğu olarak anılıyordu), anayasal
metinde açıkça belirtilmemesine karşın; İspanya Anayasasının diğer
avrupa ülkelerininkilerle türdeşleştirilmesi yönündeki genel düşünce,
yalnızca demokrasiye ulaşılmasının olmazsa olmaz koşulunu değil, bunun aynı zamanda İspanya’nın gelecekteki avrupa kurumlarına uyumunu
kolaylaştırıcı bir unsuru olduğunu da temsil ediyordu. Bir olasılık bu, o
sırada, anayasal metni diğer kıta devletlerininkilere uyarlamak için artı
bir neden oldu. Diğer anayasalara ne kadar çok benzerse, uyumu da o
denli kolay ve çabuk olacaktı.
O dönemin kamuoyu bilincinde, “demokrasi”, “hukuk devleti” ve
“Avrupa” fikirleri neredeye aynı anlama geliyordu. Yeni anayasayı kabul ederek, bu kimlikle yalnızca İspanya’da demokrasi kurulmadı, ama
Avrupa kurumlarına gelecekteki bir uyumun temelleri de atılmış oldu.
Anayasa’nın aynı anda, uygulamada pek belli olmayan iki hedefi vardı.
Oturumların açılış konuşmasında bizzat Millet Meclisi Anayasa
Komisyonu Başkanı tarafından altı çizilen bu düşünceye göre: Anayasa
“Avrupa’ya uyumu tam olarak sağlayacaktır.” Parlamenter sürecin sonunda, yeni Anayasanın Kongrede son oylanması sırasında bu fikir yeniden ortaya çıktı, ki son oylama Meclis Başkanının davetiyle gelen Avrupa Parlamentosu temsilcilerinin coşkun alkışıyla gerçekleşti.
Avrupa fikrinin, genel olarak 1978 İspanyol anayasal sürecinde neredeyse tüm önemli kısımlarında temel atıf olduğu doğrulanabilir.
Önünde kendisini etkileyebilecek (özellikle Avrupa’nın federal devletleri gibi) önemli örnekler olmasına karşın, Anayasanın, daha sonra
özerklikler devleti diye adlandırılan kendine özgü bir sistemin kabul
edildiği yerel teşkilât modeli hariç…
Mülki boyut hariç Anayasadaki avrupa etkisi, 19. ve 20. yüzyıllarda yürürlükte olan anayasal metinlerin olası etkilerini bertaraf etti.
Genelde önceki İspanya anayasaları (ki ilki 1812 Cadix ve sonuncusu
1931 tarihli 2. Cumhuriyet Anayasası olmak üzere 9 tanedir), anayasal
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
182
Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler
meclisi oluşturan çoğunluk grupları tarafından, işleyen avrupa anayasal
kavramları karşısında başarısız modeller olarak değerlendirilmişlerdir.
Kısaca, 1978 İspanya Anayasası İspanya’da kurulması gereken
demokrasi modeli olarak Avrupa’yla ve Avrupa devletleriyle birlikte
hazırlandı. Tony Judt’un Kuzey Akdeniz kıyı devletlerinin siyasi seçkinlerinin 20. yy’ın son otuz yılında sırayla demokrasiye geçişleri sırasındaki yaklaşım değişikliklerini betimlemek için kullandığı bu ifade,
ispanyol anayasa süreci için de kullanılabilir: o dönemde “geriye doğru
bakanlar şimdi Kuzeye bakmaktadır, Öyle görünüyor ki, coğrafya tarihi
yenmiştir”.
AVRUPA FİKRİ VE 1992 AY’NIN 13. MADDESİNDEKİ
REFORM
Avrupa 15 yıl sonra kabul edilen, ilk ispanyol anayasal reformu
için de bir öncü olmuştur. Ne var ki bu sefer 1978 anayasa sürecinin
aksine 1986’da, herhangi bir anayasal reform gerçekleştirmek zorunda
olmadan katıldığı Avrupa Topluluğu’nun (o zamanlar bu adla anılıyordu) bir üyesi olmasının mecburi sonucu idi.
1992’de Avrupa Birliği’ni kuran Maastricht Anlaşmasının kabulü
sırasında İspanya hükümeti, Anlaşmayı onaylamadan önce herhangi bir
anayasal reform yapmak gerekip gerekmediğini öğrenmek için Anayasa
Mahkemesinden görüş istedi. Anlaşmada söz konusu olan engel, Anlaşmada toplanan egemenliğin transferi değil, Anlaşmanın Birlik vatandaşlığına yeni bir hak bağlayarak, özellikle bir başka üye devlette ikâmet
eden avrupa vatandaşlarına yerel seçimlerde oy hakkını vermesi idi.
İspanya Anayasası Anlaşmaya göre açık bir çelişki içeriyordu.
İA’nın 13. maddesi –avrupa vatandaşı ya da değil- “yabancılar”ın ancak
belli koşulları sağlamaları durumunda istisnai olarak yerel seçimlerde
aktif seçim hakkı olan oy hakkını düzenliyordu.
Anayasayla olan çelişki açık olsa da, İspanyol doktrininin önemli
bir kısmı ile bizzat hükümet anayasal bir reformun gerekli olmadığını
düşünüyorlardı. ATAD’nın Topluluk Hukukunun üstünlüğü doktrininden ilham aldığı açık olan ancak İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından
kabul edilmeyen temel gerekçe, İspanya’nın Avrupa Topluluğu’na katılımının Topluluk Hukuku hükümlerini ulusal Anayasaya üstün kıldığı
idi. Bu açıdan, Birlik hukukunun üstün gelebilmesi için; bizzat Anayasaca öngörülen hüküm (İA m. 93), uluslararası kurumlara “Anayasadan
kaynaklanan yetkilerin”, anayasal reforma gerek kalmaksızın bir organik
kanun ile “devri” için yeterliydi.
Sonuç olarak, sorunun çözümü Hükümetçe Anayasa Mahkemesine
bırakıldı. Ki Anayasa Mahkemesi, Anlaşmanın onaylanmasının Anayasaca yabancıların yerel seçimlerde “etken” seçim hakkının yanına “ve
edilgen” sözcüklerinin eklendiği bir ön reformun yapılması gerekliliğini
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
183
beyan etti. Tuhaf bir şekilde ne hükümet Anlaşmanın diğer hükümlerinin
Anayasaya uygunluğunu Anayasa Mahkemesine danışma, ne de Anayasa Mahkemesi kendisine sorulmayan sorulara yanıtlama ihtiyacı duydular. Aslında, Anlaşmada düzenlenen yerel seçmen haklarıyla birlikte
avrupa vatandaşlarının diğer seçmen hakları –Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki seçmen hakları- Anayasa Mahkemesinin görüşünde yer
almadı, ve böylece –bugün dahi- Anayasaya göre siyasi katılım hakkı
yerel seçimlerde oy hakkı hariç (Avrupa Parlamentosu seçimleri de birlikte olmak üzere) münhasıran ispanyollara ait bir hak olarak kaldı.
Anayasa Mahkemesinin görüşünün ardından, Anayasa reformu;
Parlamentonun iki meclisinde tek okumalı bir yöntemle neredeyse tartışmasız ve hızlı bir şekilde yapıldı.
Kısaca Avrupa Birliği’ne katılım ya da Avrupa Anlaşmalarında
arkası arkasına gerçekleştirilen değişiklikler nedeniyle diğer üye devletlerde gerçekleştirilen önemli anayasal reformlara karşın İspanya’da
2011’e dek tek bir anayasal reform yapıldı. Ki o da İA’nın 13. maddesindeki, yabancıların yerel seçimlerdeki edilgen seçim haklarına ilişkin
13. maddesinde yapılan çok sınırlı reform idi. Ve bu reform, tüm bu zaman boyunca Birlik içinde çok önemli değişiklikler olurken yapıldı.
Yalnızca bununla da kalmadı: 2005’te başarısız Avrupa Anayasası
tasarısı kabul edildiğinde, İspanya Hükümeti Parlamentoya onaylatmaya
girişmeden (ve bir referanduma sunmadan) önce Anayasa Mahkemesinden söz konusu tasarının Anayasaya uygunluğu için yeniden görüş istedi. Mahkeme bu sefer görüşünde, her ikisi arasında bir çelişki
görmediğindern Avrupa Anayasasının onaylanması için önceden bir
Anayasa reformuna gerek olmadığını belirtti.
AVRUPA FİKRİ VE 2011 AY’NIN 135. MADDESİ REFORMU
16 Nisan 2004’te José Luis Rodríguez Zapatero ilk defa Milletvekilleri Kongresi’nin güvenini elde ederek Hükümet Başkanı seçildi.
Meclis önündeki ilk konuşmasında kurmak istediği hükümetin programına bir anayasal reform maddesi dahil etmişti. Reform dört noktadan
oluşuyordu: Tahta geçiş sırasında erkeğin kadına olan önceliğini kaldırmak, Senatonun yerel yönetimleri temsil eden bir meclis olarak yeniden
düzenlenmesi, İspanya’da kurulmuş 17 özerk bölgenin adlarının anayasal metinde açıkça belirtilmesi ile diğer avrupa anayasalarında olduğu
üzere İspanya’nın Avrupa Birliği’ne uyumuna anayasal meşruluk verecek bir “Avrupa şartı”nın Anayasaya sokulması.
Bu reformlar esasta, Parlamentodaki mevcut siyasi gruplarda bir
güvensizlik yaratmamasına karşın hiçbirisi kabul edilmedi. Tasarının
önemi etrafında gerekli uzlaşmayı sağlamasının imkânsızlığı onaylanmasını da engelledi. 4 yıl sonra 2008’de Hükümet Başkanı Parlamentodan yeni bir hükümet kurmak üzere güvenoyu isterken, söz konusu giriJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
184
Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler
şiminin başarısızlığını bizzat kabul etti. Bu vesileyle, reddedilmiş addederek, artık herhangi bir anayasal reformu düşünmediğini teslim etti.
Fakat gene de bu Hükümet Başkanı olarak ikinci yetkilendirilmesinde idi ve söz konusu ikinci ve şu an için sonuncusu olan, 1978 Anayasası reformu gerçekleştirildi. 2011 Eylül tarihli bu reform açık bir biçimde “Avrupa fikri” ile şartlanmış idi.
Hiç kuşkusuz 2011 yılı siyaset sahnesini birkaç yıl öncesinden
tahmin etmek zordu: uluslararası banka krizinin ağırlaşması tüm Birlik
üyesi ülkelerde dramatik sonuçlara yol açtı, özellikle avroyu ortak para
birimi olarak kabul eden ülkelerde. Bazısı ödemeleri gereken devlet
borçları için çok yüksek faiz oranlarının baskısına marûz kalmışlar veya
avrupa kurumları ya da diğer üye devletler tarafından “kurtarılmışlar”
veyahut da çok şiddetli düzenleme tedbirlerini alabilmek için tek yol
olan teknokrat karakterli yeni hükümetler kurmak zorunda kalmışlardı.
Bu uluslararası ekonomik kriz bağlamında gücü çok zayıflayan Hükümet
başkanı 2011 Temmuz’unda Parlamentoyu Eylül ayında feshedeceğini
ve erken seçime gidileceğini açıkladı. Ancak Parlamentonun feshinin
öngörüldüğü tarihten birkaç hafta önce Hükümet sürpriz bir şekilde muhalefetin çoğunluk grubunun desteğiyle anayasal bir reforma gidileceğini
ilân etti.
Reform Anayasaya Avrupa Birliği’nin talep ettiği ifadeler ile yalnızca İspanya devletinin genel bütçesine değil ve fakat şu ana değin
kendi bütçelerinin yönetiminde büyük bir mali özerklikten yararlanmış
olan özerk yönetimler ile yerel hükümetlere de uygulanacak bir bütçesel
istikrar hükmü koyarak, Anayasanın 135. maddesinin anlamını tamamen
değiştirecekti.
Anayasanın yeni 135. maddesine göre, “bütçesel istikrar” ilkesi
bütün ispanyol kamu idarelerinin işlemlerine uygulanabilecektir. Devlet;
bir organik kanun aracılığıyla Devlete ve özerk yönetimlere tanınmış
azami yapısal açığı düzenlemekle yetkilendirilmiştir ve yerel kurumlar
bütçesel bir denge arz etmekle zorundadırlar. Yeni madde aynı zamanda,
bütün bu yönetimlerin kamu borcu kredi ödemelerinin mutlak bir öncelikten yararlanacağını düzenlemektedir.
Anayasaya bütçesel istikrar yetkisinin konulması, Avrupa Birliği
makamlarıyla -bazı üyelerinki en önemlisidir (özellikle Almanya’nınki)uluslararası mali kuruluşların baskısı sonucu olmuştur ki; ortak para birimini kullanan bazı Birlik üyesi devletlerin karşı karşıya oldukları ve
tüm Avrupa’ya yayılabilecek mali kriz tehlikesi karşısında, bu düzenleyici siyaseti dikte etmişlerdir.
Avrupa tarafından istenen tedbirlerin bizzat Anayasaya konulmasının dışında, söz konusu anayasal reform Anayasaya ilk defa Avrupa
Birliği ifadesini sokarak, ispanyol mali siyasetinin, Birlik amaçlarına
bağlanmasını da düzenlemiştir. Yani, İA’nın yeni 135. maddesi, DevleAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
185
tin ve özerk yönetimlerin yapısal açıklarının Avrupa Birliği’nin üye
devletler için belirlediği oranları, ispanyol kamu borçlarının bütününün
de Avrupa Birliği İşleyiş Anlaşmasında düzenlenen referans değerleri
aşamayacağını açıkça belirtmektedir.
Avrupa etkisi; yalnızca Anayasanın yeni mali ilkelerini kayıtlamamış, ama aynı zamanda, ilk kez Anayasa açık bir ifadeyle, o zamana
değin hükümetlere, ulusal meclisler ve özerk yönetimlere bıraktığı, mali
siyaset kararlarının alınmasını Birliğe devretmeyi de başarmıştır. Bunun
yanısıra bizzat reformun gerçekleşmesi sürecinde alışılmamış bir ritme
zorlayarak, rekor sayılabilecek bir zamanda önerilmiş, tartışılmış, onaylanmış ve yürürlüğe girmiştir.
Gerçekten, bu “acele reform” önerisi Kongre’ye 26 Ağustos 2011
Cuma günü yapılmış ve 6 gün sonra 2 Eylül’de tartışılmış ve kabul
edilmiştir. Senato’daki gerekli işlemler içinse bu -5 gün içerisinde- daha
hızlı olmuş, yürürlüğe girmesi içinse 15 gün fazladan beklemek gerekmiştir. Bu ise, Anayasanın iki meclisten birisinin üyelerinin 1/10’unun
Parlamento’dan referandum talep edebilmesi için öngördüğü bu süreden
kaynaklanmaktadır. Üye sayısı yeterli olmadığı için referanduma da gidilmemiştir.
Kongre’deki parlamenter gruplardan birisi; anayasa reformunun
acil bir yöntemle, tek okumalı olarak böylesine kısa sürelerde yapıldığından ötürü parlamenterler olarak onların ius ad officium’unu ihlâl ettiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne Anayasaya aykırılık başvurusunda bulunmuştur. Ancak Anayasa Mahkemesi itirazın esastan bir inceleme yapmayı gerektirecek önemde olmadığından bahisle, reformu bu
şekilde onaylayarak başvuruyu reddetmiştir.
SONUÇ
“Avrupa fikri” ve avrupalılaştırmaya dayalı gerekçeler Franko’culuğun yıkılışından bu yana İspanya’da gerçekleşen üç anayasal
süreçte –yani yeni 1978 İA’nı kabulle sonuçlanan süreç ile bugüne değin
sadece iki kez yapılan anayasal reformda (1992 ve 2011 anayasal reformları)- çok önemli bir rol oynamıştır. Her üçü de “avrupa fikri” ile şu
ya da bu ölçüde etkilenmiş, şartlanmış ve hatta belirlenmiştir.
Geçiş döneminde, İspanya’nın avrupalılaştırılması ile demokrasi
arasındaki hiç olmazsa 19. yy’ın sonundan beri kültürlü ispanyol kamuoyundaki mevcut kimlik arayışı, yeni 1978 Anayasasının kimliğindeki
emarelerden birisi olarak Avrupa’ya açılmaya dönüşmüştür. Ardından,
anayasal değişikliklerin fazlasıyla katı olduğu hukuksal bir bağlamda;
demokrasiye geçiş zamanına ve anayasal süreçte tam olarak çözülememiş konuların yeniden açılması korkusuna denk gelen yeniden uzlaşmayı
sağlayacak siyasi güçlük, gerekli anayasal reformları yıllar boyunca engellemiştir. Önce 1992 Maastricht Anlaşmasının kabulü, yakın zamanda
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
186
Avrupa ve İspanya’daki Anayasal Süreçler
ise 2012 Mart’ındaki İstikrar, İşbirliği ve Yönetim Anlaşması’nın imzalanmasından yana olmasıyla; yalnızca Avrupa ilkelerine uyum ihtiyacı,
İspanya’da anayasal reform tasarılarının, -en azından aynı önemdeki iç
sorunlarına yanıt getirmese de-, meyve vermesini sağlamıştır.
İspanya’da Anayasa reformu için, Avrupa’nın taleplerini karşılamak, yeterli siyasi uzlaşmanın sağlanmasında tek yol olarak görünmektedir.
Buna karşın, bu üç anayasal süreçte açık farklılıklar vardır. Aynı
şekilde 1978’den beri ispanyol kamuoyunda hâkim olan Avrupa fikri ile
35 yıl sonra bugün var olan Avrupa fikri arasında da.
Daha 1992 ve özellikle 2011 reformlarında, Avrupa fikri’ne kerametinden menkul bir gerekçeymişçesine basit bir atıf, reforma yönelebilecek eleştirel tavırların doğuşunu engellemeye yeterli değildi. Kuşkusuz
daha az olsa da geçiş döneminde ve bugün –yukarıda söz ettiğimiz- deneyim kaynağı olarak avrupa fikri vardı. O zamandan farklı olarak, bugün söz konusu olan meşruluk kaynağı olarak avrupa fikri’dir.
Bütün bu süreçte hiç olmazsa bir paradoks gözlemlenebilir: 1978
Anayasasının orjinal metni ya da 1992’deki mini reform yahut da
2004’te başarısızlığa uğrayan girişim olsun, İspanyol anayasal metnine
açık bir ifadeyle Avrupa Birliği ifadesinin dahil edilmesinin imkânsızlığı. Bu dahil etme 2011 reformunu beklemek zorunda kaldı ve bugün
için de tektir.
Artık, birkaç yıl önce ispanyolların özgürlük ve demokratik özlemlerini ifade ettikleri Avrupa fikri bugün İspanya Anayasasında bir yer
buldu. Ama yalnızca bütçesel istikrarın bekçisi olarak.
KAYNAKÇA
Les grandes démocraties, Constitutions des Etats-Unis, de
l'Allemagne, de l'Espagne et de l'Italie, Textes présentés par Ferdinand
Mélin-Soucramanien, Armand Colin, Dalloz 2005.
L'Union européenne apres le Traité de Lisbone (ratifié par la
France le 14 février 2008), Gualino, Paris 2008.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
L’EUROPE ET LES PROCESSUS
CONSTITUTIONNELS EN ESPAGNE
Ángel Rodriguez
Professeur de Droit Constitutionnel Université de Málaga (Espagne)
RÉSUMÉ
L’Europe et les arguments fondés sur l’européisme ont joué un
role très important dans les trois processus constitutionnels qui ont eu
lieu en Espagne depuis la chute du franquisme. En Espagne, accomplir
les exigencies européennes semble être le seul moyen de susciter le
consensus politique suffisant pour réformer la Constitution. La liberté et
la démocratie sont conçues les fondements essentiels de la Constitution
espagnole.
Mots-cles: révisions constitutionnelles, l’Europe comme source de
légitimité démocratique, l’Europe comme source de légitimité
constitutionnelle, institutions supranationales.
***
INTRODUCTION
La seconde réforme de l’actuelle Constitution espagnole (CE) a été
adoptée le 27 septembre 2011. Celle-ci ainsi qu’une autre de 1992 sont
les seules réformes de la Constitution, approuvée en Décembre 1978 lors
de la transition politique à la fin de la dictature franquiste. Dans les deux
cas, la réforme constitutionnelle touchait exclusivement à un article de la
Constitution: en 1992 il s’agissait de l’article 13 CE, qui règle le droit de
suffrage des étrangers en Espagne; et en 2011, l’article 135 CE, dans
lequel une série de principes relatifs a la stabilité budgétaire a été
incorporée.
Les raisons pour lesquelles la CE à été soumises a un nombre si
limité de réformes au cours de ses presque trente-cinq années
d’existence sont aussi bien juridiques que politiques. Ces dernières sont
évidemment les plus importantes, et portent sur la faible capacité des
forces politiques majoritaires (Parti Socialiste, de centre gauche, et le
Parti Populaire, de centre droit) d’arriver au consensus politique
nécessaire pour approuver la réforme, et à la crainte que le débat de la
188
L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne
réforme d’un aspect concret de la constitution puisse ouvrir la porte à la
possibilité de réviser d’autres aspects plus polémiques (essentiellement
l’organisation territoriale). Du point de vue juridique, la cause principale
du nombre réduit des réformes se trouve dans la grande rigidité de la
Constitution, qui prévoit un processus complexe pour les réformes et
dont certains articles sont protégés de façon rigoureuse, ce qui exige,
pour les réformer, des majorités très élevées, la dissolution des
Chambres proposantes et la convocation d’élections et d’un référendum
de ratification.
Au cours de cette présentation nous allons analyser le rôle que
l’idée de l’Europe a joué dans les trois processus constitutionnels qui ont
eu lieu en Espagne depuis l’instauration de la démocratie: d’abord, dans
l’approbation de la Constitution de 1978; ensuite, dans la réforme de
1992; et finalement, dans la réforme récente de 2011.
L’EUROPE ET L’APPROBATION DE LA CONSTITUTION
(1978)
Au début du 20ème siècle, le philosophe espagnol José ORTEGA
Y GASSET proclama: “L’Espagne est le problème, l’Europe est la
solution”. Les maux qui avaient affligé la nation espagnole tout au long
du 19ème siècle, dont les origines, pour certains, remontaient à la perte
de l’empire quatre cent ans auparavant, étaient dus, en grande partie, à
l’isolement du pays du reste du continent. La conviction que la
régénération nationale viendrait “de l’Europe”, qui s’empara de l’élite
intellectuelle dénommée “la génération de 1898” (l’année de
l’Independence de Cuba, la dernière des colonies espagnoles), fut présente
lors de l’instauration de la Seconde République (1931) et survécut parmi les
forces politiques opposées à la dictature instaurée par le général Franco
pendant presque quarante ans à la suite de son triomphe dans la guerre
civile de 1936-1939. Au début de la transition politique après la mort de
Franco en 1975 et de l’ouverture d’un nouveau processus constituant,
l’idée de “l’Europe comme solution” s’est propagée de nouveau avec
beaucoup de force.
Avec l’ouverture du processus de changement politique, l’idée que
la nouvelle Constitution allait enfin certifier que l’Espagne avait cessée
d’être une exception et qu’elle s’alignait sur ses voisins du continent en
tant qu’état entièrement “européen” s’est installée dans l’opinion publique.
Tous les partis politiques présents à l’assemblée (“las Cortes”) qui approuva
la Constitution de 1978 étaient résolument européistes. Ils croyaient à la
déclaration de ORTEGA Y GASSET que “l’européisation” du pays était
essentielle pour pouvoir résoudre ses problèmes. Et donc l’idée
d’européiser l’Espagne fut transférée au texte même de la constitution.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
189
L’influence multiple de l’idée de l’Europe dans le processus
constituant de 1978 peut s’expliquer en classant son incidence sur la
nouvelle Constitution en trois grandes catégories: comme source de
légitimité démocratique, comme source d’expérience et comme élément
qui facilitera l’ultérieure intégration espagnole dans les organisations
politiques européennes.
La première de ces catégories, l’idée de l’Europe comme source
de légitimité démocratique, a été très souvent présente au cours du
processus constituant. Lors des débats, le recours à l’Europe comme
critère de légitimation de certaines décisions fut courant. La référence à
la façon de faire “européenne”, bien souvent de manière non critique, fut
utilisée en tant qu’argument d’autorité sans appel, en particulier par
rapport aux Droits de l’Homme, matière dont l’Espagne avait grand
besoin de leçons de l’Europe.
Le caractère non critique de l’utilisation de l’idée de l’Europe
comme source de légitimité est illustré, lors de l’assemblée constituante,
dans la majorité des références à l’Europe comme argument d’autorité
en matière de droits.
Un exemple significatif de cette influence se trouve dans la
Déclaration des Droits de la Constitution elle-même. Finalement, un
Titre entier de la Constitution, le Premier, est utilisé pour établir les
droits fondamentaux constitutionnels, bien qu’au cours des débats
constituants il avait été suggéré qu’il suffisait d’avoir dans le texte
constitutionnel une simple référence à la Convention européenne des
droits de l’homme. Cette proposition ne fut pas adoptée car l’Espagne
n’avait pas encore ratifié le texte de ladite Convention.
En tout cas, c’est grâce à l’inclusion d’une disposition
constitutionnelle (l’article 10.2 CE) obligeant tous les acteurs juridiques
à interpréter les normes internes relatives aux droits de l’homme en
accord avec les traités internationaux sur la matière que le Tribunal
Constitutionnel espagnol, et ensuite le reste des tribunaux espagnols,
utilisent la Convention européenne des droits de l’homme et la
jurisprudence de la Cour de Strasbourg comme règle d’interprétation des
normes constitutionnelles, incorporant ainsi à l’ordre juridique interne le
droit européen en matière des droits de l’homme.
L’attitude critique envers cette incorporation est très récente. Par
exemple, il y a eu quelques cas, encore rares, lors desquels le Tribunal
Constitutionnel a rejeté l’application du niveau de protection
conventionnelle en le considérant inférieur au niveau interne. Néanmoins,
pendant presque tout ce temps les tribunaux espagnols ont utilisé la règle
conventionnelle de manière non critique, faisant appel implicitement à la
légitimité européenne pour placer le standard conventionnel de protection
des droits comme standard interne entièrement applicable, en oubliant
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
190
L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne
qu’il s’agit, selon les dispositions de la propre Convention et de la
jurisprudence de Strasbourg, d’un standard commun minime de
protection que le droit interne peut toujours dépasser.
Deuxièmement, l’Europe fut présente aussi dans la Constitution de
1978 comme source d’expérience. Cette catégorie correspond à toutes
les occasions au cours desquelles les décisions constituantes espagnoles
au sujet de l’organisation des pouvoirs se sont inspirées de celles qui
avaient été prises auparavant dans d’autres pays européens – la plupart
dans les nouvelles constitutions approuvées à la suite de la Seconde
Guerre Mondiale. Ici les exemples sont multiples. Pour parler
uniquement des influences les plus évidentes, il faut citer: l’exemple des
constitutions scandinaves en ce qui concerne la régulation de la
monarchie; de la Loi fondamentale de Bonn sur les relations entre le
Parlement et le Gouvernement dans le contexte d’un parlementarisme
rationalisé et sur les fonctions confiées au Tribunal Constitutionnel; et de
la Constitution italienne par rapport à l’établissement d’un organe propre
pour la gouvernance des juges, qui dans le cas espagnol a été appelé
Conseil général du pouvoir judiciaire [Consejo General del Poder
Judicial].
A la différence des occasions lors desquelles l’argument européen
fut utilisé dans le processus constituant comme source de légitimité par
rapport à l’idée de démocratie elle-même ou des droits de l’homme, une
perspective critique fut incorporée dans les arguments des débats
constituants pour discuter si il convenait ou non de prendre d’autres pays
européens certaines options d’ingénierie constitutionnelle. Cette attitude
critique fut manifeste surtout dans les interventions des groupes
minoritaires qui s’opposaient à importer d’autres pays européens
quelques-unes de ces techniques: par exemple, dans le cas de la motion
de censure constructive importée de la Loi fondamentale de Bonn, en
faisant remarquer la méfiance que cette régulation avait suscitée en
Allemagne, ou en soulignant les dysfonctionnements qu’une préoccupation
excessive pour la stabilité gouvernementale, au détriment des fonctions de
contrôle du Parlement, pourrait produire dans le cas espagnol.
Néanmoins, lorsque les débats au sujet de la conception
institutionnelle se rapportaient plus intensément sur la protection des
droits fondamentaux (comme, par exemple, au moment d’importer de
l’Allemagne la procédure de “protection” [amparo] des droits auprès du
Tribunal Constitutionnel), les arguments critiques diminuèrent, la vision
de l’Assemblée se rapprochant à ce que nous avons appelé l’idée de
l’Europe comme source de légitimité.
Troisièmement, il faut souligner le rôle de l’idée de l’Europe
comme facilitateur de l’intégration dans les institutions
supranationales du continent, c’est à dire le Conseil de l’Europe et
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
191
fondamentalement, l’Union Européenne. Bien que, paradoxalement,
l’Union (à ce moment-là appelée Communauté) Européenne ne soit pas
mentionnée explicitement comme telle dans le texte constitutionnel, la
pensée généralisée était que de homogénéiser la Constitution espagnole
avec celle d’autres pays européens représentait non seulement une
condition sine qua non pour atteindre la démocratie, mais aussi un
élément facilitateur de la future intégration de l’Espagne dans les
organisations européennes. Cela fut, probablement, une raison de plus
pour aligner le texte constitutionnel sur ceux qui étaient en force à ce
moment-là dans d’autres états du continent. Plus elle ressemblerait aux
autres constitutions, plus facile et plus rapide serait l’intégration.
Dans la conscience de l’opinion publique de l’époque, les idées de
“démocratie”, “état de droit” et “Europe” signifiaient pratiquement la
même chose. Cette identité permettait d’affirmer que, en approuvant la
nouvelle Constitution, non seulement la démocratie était restaurée en
Espagne, mais aussi que les bases d’une future intégration dans les
organisations européennes étaient créées. La Constitution servait en
même temps les deux objectifs, qui dans la pratique étaient indistincts.
Le Président de la Commission Constitutionnelle de la Chambre
des Députées souligna lui-même cette idée le jour de l’ouverture des
débats constitutionnels: lors du discours inaugural des sessions, il dit que
la Constitution “allait permettre notre intégration définitive en Europe”.
Et elle émergea de nouveau, à la fin de tout le processus parlementaire,
le jour de la dernière votation du texte de la nouvelle Constitution au
Congrès, lorsque sur invitation du Président de la Chambre, la votation
finale fut précédée d’une chaleureuse ovation à la représentation du
Parlement Européen qui avait été invitée à l’acte.
En général, il est possible d’affirmer que l’Europe fut la principale
référence du processus constituant espagnol de 1978 dans pratiquement
tous les aspects essentiels de la Constitution, avec la seule exception du
modèle d’organisation territoriale, pour laquelle un système sui generis
fut adopté, qui par la suite serait appelé l’État des autonomies, malgré le
fait d’avoir des exemples qui aurait pu aussi exercer sur ce point une
influence considérable (essentiellement, celle des états fédéraux
européens).
À l’exception unique de l’aspect territoriale, l’influence européenne
dans la Constitution déplaça celle que les textes constitutionnels qui avaient
été en vigueur en Espagne aux 19ème et 20ème siècles auraient pu avoir.
Les Constitutions espagnoles précédentes (neuf, dont la première fut celle
de Cadix de 1812 et la dernière celle de la IIème République de 1931)
étaient généralement considérées par les groupes majoritaires de
l’assemblée constitutionnelle comme des modèles qui avaient échoué,
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
192
L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne
avec très peu à dire face aux concepts constitutionnels européens qui
fonctionnaient.
En définitive, la Constitution espagnole de 1978 fut rédigée avec
l’Europe et les pays européens comme modèle de la démocratie qu’il
fallait instaurer en Espagne. Les mots utilisés par Tony JUDT pour
décrire le changement d’attitude des élites politiques des pays riverains
du nord de la Méditerranée lorsqu’ils ont initié leurs respectives
transitions vers la démocratie au cours du dernier tiers du XXème siècle
sont tout à fait applicable au processus constituant espagnol: ceux qui à
l’époque avaient “regardé résolument en arrière, regardait maintenant
vers le nord. Il semblait que la géographie avait vaincu l’histoire”.
L’EUROPE ET LA REFORME DE L’ARTICLE 13 CE (1992)
L’Europe fut aussi protagoniste de la première réforme
constitutionnelle espagnole, quinze années après son approbation, bien
que cette fois-ci, contrairement au processus constituant de 1978, cela
fut la conséquence obligée de la situation de l’Espagne en tant que
membre de la Communauté Européenne (ainsi dénommée en ce temps) à
laquelle elle avait adhéré en 1986 sans avoir à réaliser aucune réforme
constitutionnelle.
En 1992, lors de l’approbation du Traité de Maastricht établissant
la nouvelle Union Européenne, le gouvernement espagnol a consulté le
Tribunal Constitutionnel pour savoir si la Constitution devait être
réformée avant de ratifier le Traité. L’obstacle n’était pas le transfert de
souveraineté recueilli dans le Traité, sinon l’un des droits que le Traité
associait à la nouvelle citoyenneté de l’Union, notamment le droit
attribué aux citoyens européens résidants dans un autre état membre de
voter dans des élections locales du pays de résidence.
La Constitution espagnole contenait une contradiction claire par
rapport au Traité. L’article 13 CE envisageait la possibilité de que les
“étrangers” - citoyens européens ou non – pouvaient, exceptionnellement
et s’ils satisfaisaient à certaines exigences, voter dans les élections
locales, mais uniquement dans l’exercice du droit de suffrage “actif”.
Pourtant, le Traité établissait explicitement les aspects actif et passif de
l’exercice de ce droit.
Quoique la contradiction avec la Constitution fût évidente, une
partie considérable de la doctrine espagnole, et le gouvernement luimême, pensait qu’une réforme constitutionnelle n’était pas nécessaire.
L’argument principal était que l’adhésion de l’Espagne à la
Communauté Européenne situait les normes de la Communauté audessus même de la Constitution nationale, une idée clairement inspirée
par la doctrine de la suprématie du droit communautaire du Tribunal de
Justice de l’Union Européenne, mais qui n’avait pas été acceptée par le
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
193
Tribunal Constitutionnel espagnol. Dans cette perspective, pour que le
droit de l’union prévaille, l’habilitation prévue dans la Constitution ellemême (à l’article 93 CE) suffisait, moyennant une loi organique et sans
besoin de réforme constitutionnelle, pour transférer aux organismes
internationaux les “compétences dérivées de la Constitution”.
Finalement, la question fut soumise par le gouvernement au
Tribunal Constitutionnel, qui se prononça en déclarant que la ratification
du Traité exigeait la réforme préalable de la Constitution, dans laquelle il
suffisait de rajouter les mots “et passif” à côté de la reconnaissance de la
possibilité de suffrage “actif” pour les étrangers dans les élections
locales. Curieusement, ni le gouvernement ressentit le besoin de
consulter le Tribunal Constitutionnel au sujet de la compatibilité d’aucun
autre aspect du Traité avec la Constitution, ni le Tribunal ressentit non
plus le besoin de répondre à des questions qui ne lui avaient pas été
posées. En effet, l’autre droit électoral des citoyens européens consacré
dans le Traité avec le droit de suffrage dans les élections locales – le
droit de suffrage dans les élections au Parlement européen - n’a même
pas été l’objet de déclaration du Tribunal Constitutionnel, et cela malgré
le fait qu’à ce moment-là, et encore de nos jours, le suffrage dans les
élections locales (pas dans les européennes) est la seule exception prévue
par la Constitution en attribuant le droit de participation politique
exclusivement aux espagnols.
Suite à la déclaration du Tribunal Constitutionnel, la réforme de la
Constitution a été effectuée rapidement moyennant une procédure de
lecture unique dans les deux chambres du parlement et pratiquement
sans débat.
En définitive, par rapport aux réformes constitutionnelles
importantes réalisées dans d’autres états membres à cause de l’adhésion
à l´Union Européenne, ou à l’occasion des modifications successives des
Traitées européens, la seule réforme constitutionnelle effectuée en
Espagne, jusqu’en 2011, fut la réforme très limitée de l’article 13 CE
relative au suffrage local passif des étrangers. Et cela malgré les
changements très importants qui ont eu lieu pendant tout ce temps au
sein de l’Union.
Et non seulement cela: en 2005, lorsque le projet échoué de
Constitution Européenne fut approuvé, le gouvernement espagnol, avant
de procéder à la faire ratifier par le parlement (et la soumettre à un
référendum), a demandé de nouveau l’avis du Tribunal Constitutionnel
au sujet de la compatibilité du projet avec la Constitution espagnole.
Dans sa déclaration, le Tribunal a établi que cette fois une réforme de la
Constitution espagnole n’était pas nécessaire préalable à la ratification
de la Constitution européenne, car il ne voyait aucune contradiction entre
les deux.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
194
L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne
L’EUROPE ET LA REFORME DE L’ARTICLE 135 CE (2011)
Le 16 avril 2004, José Luis Rodríguez Zapatero obtint pour la
première fois la confiance du Congrès des Députées et fut investi
Président du gouvernement. Dans son discours d’investiture devant la
Chambre il avait inclus une proposition de réforme constitutionnelle au
programme du gouvernement qu’il voulait former. La réforme comprenait
quatre points: l’abrogation de la préférence de l’homme sur la femme dans
l’ordre de succession au Trône, une nouvelle régulation du Sénat comme
chambre de représentation territoriale, la mention expresse dans le texte
constitutionnel des dix-sept communautés autonomes et les deux villes
autonomes qui avaient été établies en Espagne, et l’introduction dans la
constitution, comme dans d’autres textes constitutionnels européens, d’une
“clause Europe”, donnant une légitimité constitutionnelle à l’intégration de
l’Espagne dans l’Union Européenne.
Malgré le fait qu’aucune de ces réformes n’a provoqué la
méfiance, sur le fond, des groupes politiques présents au parlement,
aucune n’a pu être approuvée. L’impossibilité de susciter le consensus
nécessaire autour de l’importance du projet empêcha qu’il puisse être
approuvé. En 2008, quatre années plus tard, le Président du
gouvernement lui-même admit l’échec de son initiative lorsqu’il
demanda pour la deuxième fois la confiance parlementaire pour former
un gouvernement. À cette occasion il reconnut qu’il ne pensait plus à la
possibilité de réaliser la réforme constitutionnelle, qui était donc
considéré comme rejetée.
Et pourtant, ce fut lors de son deuxième mandat comme Président
du gouvernement que la seconde, et pour le moment la dernière, réforme
de la Constitution de 1978 allait être réalisé. Cette réforme de septembre
2011 a été aussi conditionnée, de façon claire, par “l’Europe”.
Certes, la scène politique de 2011 était difficile à imaginer
quelques années auparavant: l’aggravation de la crise bancaire
internationale avait eu des conséquences dramatiques pour tous les états
membres de l’Union, surtout dans les pays qui avaient adopté l’euro
comme monnaie commune, certains desquels, soumis à la grande
pression des taux d’intérêts très élevés qu’ils devaient payer pour leur
dette souveraine, ont été ou bien “sauvés” par les institutions
européennes ou les autres états membres, ou bien obligés d’établir de
nouveaux gouvernements de caractère technocrate comme unique voie
pour mettre en place des mesures d’ajustement draconiennes. Dans ce
contexte de crise économique internationale, le Président du
gouvernement, terriblement affaibli, annonça en juillet 2011 qu’il allait
dissoudre le Parlement en septembre et convoquer des élections
générales anticipées. Mais quelques semaines avant la dissolution prévue
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
195
du parlement, le gouvernement annonça par surprise une réforme
constitutionnelle, avec le soutien du groupe majoritaire de l’opposition.
La réforme allait complètement changer le sens de l’article 135
CE, introduisant dans la Constitution une clause de stabilité budgétaire
dans les termes exigés par l’Union européenne, clause qui serait
appliquée non seulement au budget général de l’état espagnol mais aussi
aux communautés autonomes et aux gouvernements locaux, qui jusqu’à
ce moment avait joui d’une grande autonomie financière pour la gestion
de leurs propres budgets.
Selon le nouvel article 135 CE, le principe de “stabilité
budgétaire” est applicable aux actions de toutes les administrations
publiques espagnoles. L’état est autorisé á établir, moyennant une loi
organique, le déficit structurel maximum permis à l’État et aux
Communautés Autonomes, et les entités locales doivent présenter un
équilibre budgétaire. Le nouvel article stipule aussi que le paiement des
crédits de la dette publique de toutes ces administrations profitera d’une
priorité absolue.
L’insertion dans la Constitution du mandat de stabilité budgétaire a
été la conséquence de la pression des autorités de l’Union Européenne,
de certains de ses membres les plus importants (en particulier
l’Allemagne) et des organismes financiers internationaux, qui ont dicté
cette politique d’ajustement face au risque que la crise financière de
certains des états membres de l’union qui partagent une monnaie
commune puissent contaminer toute l’Europe.
En outre de l’inclusion dans la Constitution elle-même des
mesures demandées par l’Europe, la réforme constitutionnelle a établi le
principe de subordination de la politique fiscale espagnole aux desseins
de l’Union, introduisant pour la première fois une mention expresse de
l’Union Européenne dans le texte constitutionnel. Donc, le nouvel article
135 CE précise que le déficit structurel de l´État et des Communautés
Autonomes ne peut pas dépasser les marges établies par l’Union
Européenne pour ses états membres et que l’ensemble de la dette
publique espagnole ne peut pas dépasser la valeur de référence établie
dans le Traité de Fonctionnement de l’Union Européenne.
Non seulement l’influence européenne a-t-elle conditionné les
nouveaux principes financiers de la Constitution et réussi, pour la
première fois, à ce que la Constitution transfère expressément à l’Union
des décisions de politique financière qui jusque-là était confiée aux
gouvernements et parlements de la nation et des Communautés
Autonomes. En outre, elle a imposé un rythme insolite au propre
processus de mise en marche de la réforme, qui fut proposée, débattue,
approuvée et est entrée en vigueur en un temps record.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
196
L’europe et les Processus Constitutionnels en Espagne
En effet, la proposition de cette “réforme express” a été déposée au
Congrès vendredi 26 août 2011, et six jours plus tard, le 2 Septembre,
elle avait été débattue et approuvée. Au Sénat la formalité a été plus
rapide (seulement cinq jours) et bien qu’il ait fallu attendre quinze jours
de plus pour que la réforme entre en vigueur, cela a été du tout
simplement au fait que la Constitution établit ce délai au cas où une
dixième des membres d’une des deux chambres du parlement exige un
referendum. Comme le nombre de membres n’a pas été suffisant, le
referendum n’a pas été convoqué.
Un des groupes parlementaires du Congrès à interjeté un recours
d’inconstitutionnalité au Tribunal Constitutionnel, alléguant que la
réforme constitutionnelle moyennant une procédure d’urgence et de
lecture unique, avec de si courts délais, portait atteinte à leur ius ad
officium en tant que parlementaires. Pourtant, le Tribunal
Constitutionnel a considéré que la plainte était si peu importante qu’une
décision sur le fond de la question n’était pas nécessaire, et n’a pas
admis le recours, confirmant de cette manière la réforme.
CONCLUSION
“L’Europe” et les arguments fondés sur l’européisme ont joué un
rôle très important dans les trois processus constitutionnels qui ont eu
lieu en Espagne depuis la chute du franquisme, c’est à dire dans le
processus constituant qui aboutit à l’approbation de la nouvelle
Constitution de 1978 et dans ses deux uniques réformes jusqu’à présent,
celle de 1992 et celle de 2011. Tous les trois ont été, d’une manière ou
d’une autre, influencés, conditionnés ou même déterminés par l’idée
européenne.
Pendant la transition, l’identification entre l’européisation de
l’Espagne et la démocratie, présente dans l’opinion publique espagnole
cultivée depuis au moins la fin du 19éme siècle, convertit l’ouverture
vers l’Europe en un des signes d’identité de la nouvelle constitution de
1978. Par la suite, dans un contexte juridique de grande rigidité
constitutionnelle, la difficulté politique à créer de nouveau le consensus
atteint pendant la transition à la démocratie et la crainte de rouvrir les
sujets qui n’avaient pas été complètement résolus lors du processus
constituant ont bloqué pendant des années des réformes constitutionnelles
nécessaires. Seul le besoin de s’adapter aux principes européens, d’abord
avec l’approbation du Traité de Maastricht (1992), et plus récemment, en
allant au-devant de la signature du Traité de stabilité, coordination et
gouvernance du mois de mars 2012, a réussi à faire fructifier en Espagne
des projets de réformes constitutionnelles, qui pourtant ne s’adressent pas
encore aux autres problèmes internes d’une importance au moins égale.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Angel Rodriguez
197
En Espagne, accomplir les exigences européennes semble être le
seul moyen de susciter le consensus politique suffisant pour réformer la
Constitution.
Pourtant, il y a des différences claires entre ces trois processus, de
même qu’il existe une différence entre l’idée de l’Europe qui
prédominait dans l’opinion publique espagnole de 1978 et celle qui
existe de nos jours, trente-cinq ans plus tard.
Déjà pour la réforme de 1992 et surtout pour la plus récente de
2011, le simple appel à l’Europe comme argument d’autorité n’a pas été
suffisant pour empêcher la naissance de positions critiques envers la
réforme, qui certes existaient pendant la transition mais beaucoup moins
et seulement par rapport avec ce que nous avons dénommés auparavant
l’argument européen comme source d’expérience. Contrairement à ce
moment-là, ce qui est en jeux à présent c’est l’argument européen
comme source de légitimité.
Au moins un paradoxe important peut être observé dans tout ce
processus: l’impossibilité d’incorporer dans le texte de la Constitution
espagnole, que cela soit dans la version originale de 1978, avec la
succincte réforme de 1992, ou à la suite de l’initiative échouée de 2004,
une mention expresse de l’Union Européenne. Cette incorporation a dû
attendre jusqu’à la réforme de 2011, et pour l’instant elle est toujours la
seule.
À présent, l’Europe avec laquelle les espagnols identifiaient il y a
quelques années la liberté et leurs aspirations démocratiques a trouvé
une place dans le texte de la Constitution Espagnole. Mais seulement en
tant que gardienne de la stabilité budgétaire.
BIBLIOGRAPHIE
Les grandes démocraties, Constitutions des Etats-Unis, de
l'Allemagne, de l'Espagne et de l'Italie, Textes présentés par Ferdinand
Mélin-Soucramanien, Armand Colin, Dalloz 2005.
L'Union européenne àpres le Traité de Lisbone (ratifié par la
France le 14 février 2008), Gualino, Paris 2008.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
FRANSA’DAKİ MALİ KRİZİN ANAYASAL SONUÇLARI*
(CONSTITUTIONAL EFFECTS OF THE FINANCIAL CRISIS IN FRANCE)
Benoît Jean-Antoine
Rouen Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi/
Lecturer in public law at the University of Rouen
ÖZET
Mali krizlerin Anayasa hukuku üzerindeki etkisi Fransa’da yeni
değildir. Tarih, kriz dönemlerinin temel metinlerdeki hükümleri değişikliğe götürdüğünü göstermektedir ki bunlardan en önemlisi Eski Rejimin
sonunda meydana gelen mali krizin siyasal ve hukuksal sonucu olan 26
Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’dir. Bununla
birlikte Anayasa hukuku ile Kamu maliyesi disiplinlerinin kavşağında
duran güncel kriz 2008’den önce başlayan bütün bu geniş reformları
açıklamıyor. Kamu harcamalarına olabildiğince hâkimiyet iradesi bu
şekilde “Fransa’nın yeni mali anayasası” sayılan 1 Ağustos 2001 tarihli
Mali kanunlara ilişkin organik kanun ile krizden birkaç ay önce yapılan
2008 anayasal değişikliğinden çıkmaktadır. Ancak, bu son krizden kaynaklanan artan dengesiz kamu harcamalarındaki bozukluk karşısında,
anayasal bir “altın kural”ın düzenlenmesine ilişkin tartışma bir önceki
hükümetin arzusuyla ertelenmiştir; Alman anayasal hükmü dikkate alındığında ise bu kamu gelir ve harcamaları dengesinin sağlanması hedeflenmektedir. Ancak bu iyiniyetlerin bir etkisi olmadı. Anayasal metinde
olsun, Anayasa Konseyi’nin içtihatlarında olsun, krizin etkisi paradoksal
bir biçimde hâla zayıftır.
Anahtar sözcükler: Fransa, mali kriz, kamu maliyesi, Anayasa
hukuku
ABSTARCT
The impact of financial crises on constitutional law is not new in
France. History shows that periods of crisis have often resulted in the
development of basic textual provisions, the most emblematic being the
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
200
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
Declaration of Rights of August 26, 1789, legal and political consequence
of the financial crisis at the end of the “Ancien Régime”. The current
crisis does not explain the whole reform movement, which began well
before 2008, located at the intersection of both disciplines, constitutional
law and public finance. The will of a larger greater control of public
spending is therefore apparent in the organic law on finance laws from
August 1, 2001, the new "financial constitution of France" and in the
constitutional revision of 2008, a few months before the crisis. However,
given the increased degradation of public accounts, the debate was
revived with the previous government’s wish to include in the
constitution a "golden rule" just like the German constitutional rule. It
would have been intended to restore the balance between revenue and
expenditure. These good intentions have not yet been acted upon.
Whether in the constitutional text itself or in the jurisprudence of the
Constitutional Council, the impact of the crisis remains, even today,
paradoxically low.
Keywords: France - financial crisis – Public Finance - Constitutional
Law
***
Beni bugün önünüze getiren tebliğin konusu “Fransa’daki Mali
Krizin Anayasal Sonuçları”, zengin bir konu. Aslında, içinden geçtiğimiz bu zor mali duruma ayak uydurabilmek için temel yasayı değiştirmenin yerinde olup olmadığı hakkındaki tartışmalar Fransa’da oldukça
fazla. Bununla birlikte, bu doğrulamayı incelemeye geçmeden önce birkaç sözcükle hatırlatalım ki mali kriz ile anayasa hukuku arasındaki
ilişki Fransa için yeni değildir. Gerçekten de, Anayasa tarihi ile maliye
tarihi birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar.
İlki, zaten ikincisinin kargaşasından doğmuştur. Fransa’da anayasa
hukukunun ilk ortaya çıkışı tam da bir mali kriz sonucudur: Eski Rejimin sonundaki bu mali krizin şiddeti 1789 devrimine yol açmıştır. Bu
son derece harap mali durumun nedenleri çoktur (Fransa’nın Amerikan
bağımsızlık savaşına katılımının bedeli, Sarayın müsrifliği, alınan borçların çokluğu, vergi sisteminin eşitsizliği). Krizi çözebilmek için Kral,
yeni bir vergi –arazi vergisi-koymak ve bunu yetkileri sınırlı ve eski
toplumun 3 sınıfını temsil edenlerden oluşan Genel Meclis’e kabul ettirmek ister: Soylular, Ruhban sınıfı ve Üçüncü Sınıf –ki tek başına halkın %98’ini oluşturuyordu-. Monarşinin mali yönetiminin yeniden tartışma konusu yapılması öylesine şiddetli olacaktır ki Üçüncü Sınıf (diğer
sınıflardan birkaç kişi de katılacaktır) önce Ulusal Meclis, ardından da
Ulusal Kurucu Meclis olarak toplanacaktır. Bu yeni meclisin ilk eylemi
gücünü güçlü bir işlemle sürekli kılmak amacıyla vergi koyma imtiyaAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
201
zını ele geçirmek olacaktı. 17 Haziran 1789 tarihli bu yasama gücündeki
kararname böylece, kamu maliyesini anayasa hukukuna: “…Ulusun temsilcilerinin resmi rızası olmaksızın krallıkta alınan tüm vergi ve harçlara
karşı ilelebet kutsal anayasal (bir) ilke(yle)” 1 sabitleyecektir. Ardından
Meclis, birbirini izleyen krallar tarafından ulusun açık rızası olmaksızın
konulan önceki (Eski Düzen’in) vergileri yasadışı ilân edecektir.
Vergiye rıza anayasal ilkesi birkaç hafta sonra, 17 Haziran kararnamesinden (yalnızca yasama) daha üst bir hukuksal değerdeki metne
hasredilecektir ki şu anki anayasa bloğunun bir parçası teşkil ettiğinden
Fransa’da hep uygulanagelmiştir. Bu, 26 ağustos 1789 İnsan ve Yurtaş
Hakları Beyannamesidir. Beyannamenin 14. maddesi: “Bütün yurttaşlar
bizzat veya temsilcileri aracılığıyla verginin gerekliliğini tespit ile bunu
serbestçe kabul etme, bu vergilerin kullanımını gözlemleme ve verginin
miktarını, matrahını, tahsil şekli ve süresini saptama hakkına sahiptir.”
demektedir. Haklı olarak denilebilir ki: “modern anayasa hukuku netice
itibariyle belli bir siyasi eğitim düzeyine ulaşan halkların, kralın daha
kendilerinden vergi talep etmesinden önce, temsilcileri vasıtasıyla fikirlerinin alınması talebinden çıkmıştır.” 2
1789’dan sonraki anayasal metinlerin çoğunda eğer mali hükümler
(çoğunlukla vergi yahut bütçe konularında) var ise de, çok azı doğrudan
bir mali krizden doğmuştur. Bununla birlikte üç tanesini burada zikredebiliriz:
-Hikâye gibi ama ilginç. 22 Ağustos 1795 (5 fructidor III) tarihli
Cumhuriyet Anayasasının Direktuar düzeninin kurumlarını düzenleyen
68. maddesi meclislerin üyelerinin “miryagram buğday” olarak yıllık
bir harç almalarını düzenliyor. Temsilcilerin ödemeleri kental tahıl olarak almaları o dönemdeki ağır devalüasyonla –ki “asinya” denilen kâğıt
paranın hiçbir değeri yoktu- ve sonuç olarak Fransa’nın iflas durumu ile
açıklanmaktadır.
-4 Kasım 1848 Anayasasının (II. Cumhuriyet) başlangıcı Cumhuriyetin amacı olarak “yükümlülüklerin ve kazanımların gittikçe daha adil
bir dağılımını temin etmek üzere kamu harcamaları ile vergileri kademeli olarak azaltarak herkesin refahını artırma(yı)” öngörmüştür (m. I).
Bu önlem, daha bütçede tasarruf hedefinden önce, sıkı gelir gider dengesine yakın şaşırtıcı bir anayasallaştırmadır. Söz konusu önlem, uygulamada, işsiz işçilerin istihdam edildiği kamu hizmetleri olan ulusal atöl1
J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et
avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris,
1824, pp. 27 et 28; Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E.
Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII, séance du 17 juin
1789, p. 128.
2
J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933, p. 791.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
202
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
yelerin kurulmasıyla başdöndürücü bir şekilde artan kamu harcamaları
ile açıklanıyor. Bu sorunu çözebilmek içinse doğrudan vergiler %50
artırılıyor (frank başına “45 santim” ek vergiyle). Yani bu anayasal
madde, söz konusu müsrif siyasete tepki olarak kaleme alınıyor. 1848
Anayasakoyucularının getirdiği bu “ucuzcu hükümet” 3 buna rağmen
teorik kalacak ve bütçe açığı, izleyen yıllarda da devam edecektir.
-Nihayet son örnek, III. Cumhuriyet Anayasasında (1875 anayasa
değişikliği kanunları) “Milli Savunma bonoları ve kamu borçlarının
ödenmesi yönetimi Sandığı”nın4 özerkliğine hasredilen ve tamamen mali
nitelikte bir anayasal değişiklik olan 10 Ağustos 1926 tarihli kanundur.
Bu özel hüküm 1. Dünya Savaşının yol açtığı borçların geri ödenmesi ve
güçlü bir frankın yeniden getirilmesi amacıyla, bir mali kriz bağlamında
kaleme alınmıştır. Bu metin, geri ödemeler Sandığı’nı siyasetin müdahalelerinden koruyarak, Devlet alacaklılarının korunmasını, dolayısıyla
kamu borçlarının teminat altına alınmasını teknik olarak düzenlemektedir. Metin, Sandığı neredeyse “dokunulmaz” bir anayasal düzeye çıkartarak ödeneğini, farklı amaçlarla kullanılmaması amacıyla Parlamentonun yıllık bütçe oylamalarından ayırmaktadır. Sandık 30’lu yıllara kadar
Fransa’nın borçlarının büyük bir kısmını ödeyecek –dolayısıyla varlık
nedenini yitirecek- ve yeni bir mali kriz nedeniyle fonları kademeli olarak devlet bütçesine aktarılacaktır.
Bu tarihi değerlendirmeler, kamu erklerinin mali konularda kendi
kendilerini sınırlama yöntemlerinin anayasallığı konusunun, Fransa’daki
son mali krizden kaynaklı “altın kural” tartışmalarından çok önce de –
özellikle 1848 ve 1926 metinlerinde- var olduğunu gösteriyor (bkz. aşağıda). Geçmiş uygulamalar, şaşırtıcı bir şekilde günümüzdeki sorunlara
yakın gözüküyor. Bununla birlikte 2008 riskli ipotek kredileri krizinden
[Crise des subprimes/Subprime mortgage crisis – ç.n.] doğan şu anki
3
İlk değişiklik sırasında temsilci Bauchart tarafından kullanılan bir terimdir, in Compte
Rendu des Séances de l’Assemblée nationale, Noblet, Imprimerie de l’Assemblée
nationale, Paris, 1849, t. III, 7 septembre 1848, p. 842.
4
10 Ağustos 1926 T. Anayasanın kısmen değiştirilmesine ilişkin kanun:
“25 Şubat 1875 tarihli ve kamu erklerinin düzenlenmesine dair anayasa değişikliği
kanunu şu maddeyle tamamlanmıştır:
Milli Savunma bonolarının ve kamu borcunun ödenmesi yönetimi Sandığı’nın özerkliği anayasal niteliktedir.
Milli Savunma bono ve tahvillerinin tamamen ödenmesine değil aşağıdaki kalemler
Sandığa tahsis edilecektir:
I) Tütün satımı net gelirleri;
2) Miras hakkının ilk intikalinde istisnai olarak alınan ek vergi ve gönüllü vergi gelirleri;
3) Yukardaki kaynakların Sandık’ça yönetilen bonoların ve hazırlanan tahvillerin
ödenmelerinin temin edilemesinde yetersizliği durumunda bütçede en azından bir
yıllık ödeme öngörülmüştür.”
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
203
mali krizin, geçmişte olduğu üzere bir anayasal etkisinin olup olmadığı
sorulabilir. Şu anki mali kriz, gerçekten de, kamu erklerince kamu maliyesinde çok önceden başlatılan büyük reformcu hareketi açıklamıyor (I.
Bölüm). Ancak bu kriz gene de anayasa değişikliği süreci ve artan kamu
harcamalarının önüne geçmenin etrafında yapılan tartışmaları yeniden
başlattı (II. Bölüm). Son üç yılın bir sonucu olan anayasal değişiklikler,
gene de zayıf kalıyor (III. Bölüm).
I. Krizden önceki reformcu bir hareket
Kamu gelirlerinin daha iyi kullanımına doğru giden hükümlerin
varlığı Fransa’da yeni değildir. Bu, krizden bağımsız ve hatta bütçede
tasarruf iradesinden ayrı bir bağlamda olabilirdi. Kamu harcamalarının
daha iyi ve daha etkili bir şekilde yapılabilmesini hedefleyen bu reformcu harekete Fransa’da tam olarak 2001 yılında (yani krizden çok
önce) başlandı. Gerçekten de 1975’ten beri dengede olmayan bütçedeki
açığın büyümesi, daha krizden önce endişe verici idi. Şu son otuz yılda
kamu kuruluşlarının bütçe açıkları hiçbir zaman GSYİH’nın %1,
5’uğundan [Gayri Safi Yurt İçi Hasıla – ç.n.] aşağı olmamış idi, ki on
yıldır bu aşılmış durumdadır5.
A. Parlamenterlerin mali yasalar önerme reformu
Şu anki V. Cumhuriyet Anayasasının 40. maddesi Parlamentonun
mali gücünü sınırlaması iradesi açısından dikkat çekici bir örnektir.
1958’den beri Anayasada olan bu madde: “Parlamento üyeleri tarafından; kabul edilmeleri durumunda kamusal kaynakların azalması, yeni
bir kamusal yükümlülük yaratılması ya da böyle bir yükümlülüğün
ağırlaştırılması sonucunu doğurabilecek kanun teklif ve değişiklikleri
kabul edilemez.” demektedir. Parlamenterlerin mali yasalar önerme hakkının bu sınırlanması Fransa’da (ki şu anki Türk Anayasasının 163.
Maddesine6 yakındır) olduğu üzere aklileştirilmiş parlamenter rejimin
özelliğidir. Bu hüküm 1958 anayasakoyucusunun; önceki dönemlerde
parlamenterlerin gereksiz, demagojik ya da seçim propagandası türünden
5
6
Verilen sayılar için bkz. J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à
l’équilibre des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011, p. 7.
“Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek miktarın sınırını gösterir. Harcanabilecek miktar sınırının Bakanlar Kurulu kararıyla aşılabileceğine dair
bütçelere hüküm konulamaz. Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname ile
bütçede değişiklik yapmak yetkisi verilemez. Carî yıl bütçesindeki ödenek artışını öngören değişiklik tasarılarında ve carî ve ileriki yıl bütçelerine malî yük getirecek nitelikteki kanun tasarı ve tekliflerinde, belirtilen giderleri karşılayabilecek malî kaynak gösterilmesi zorunludur.”.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
204
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
harcamalar yaratma eğiliminde oldukları düşüncesinden hareket ediyor.
Söz konusu madde 2001’den bu yana dikkatleri üzerinde toplamıştır.
Fransa’nın, devletin maliyesini düzenleyen yeni “mali Anayasa”sı
olan 1 Ağustos 2001 tarihli Mali kanunlara ilişkin organik kanun
(MKOK) [La Loi organique relative aux lois de finances/LOLF – ç.n.]
ise tam tersine, Anayasanın 40. maddesinin esnek yorumu sayesinde
“kamu yükümlülüğü” kavramını büyük kredilere bağlayarak parlamenterlerin mali değişiklikler önerme hakkını genişletme eğilimine gideceklerdir (m. 47) 7.
20088 Anayasa değişikliklerinin (ki yalnızca mali hükümlere dokunmuyordu) başlangıcında, 2007 Ekim’inde, kurumlar reformu üzerinde çalışmakla görevli Baladür Komitesi 40. maddeyi biraz daha yumuşatacak bir madde üzerinde çalışacaktır. Komite 32 no’lu önerisinde
kamu yükümlülüklerini kendi aralarında dengelemek olasılığını salık
veriyordu ki, kamu gelirlerinde önceden bu mümkün değildi. Ancak
Hükümet bu öneriyi dikkate almayacaktır.
Birkaç ay sonra, –söz konusu 40. maddeyi bizzat uygulayacak
olan- Ulusal Meclis ile Senato mali komisyonlarının başkanları Le
Monde gazetesinde bir makale yayınlayarak Anayasanın 40. Maddesinin
kaldırılmasını önerdiler9. Parlamenterlere “bütçe konularında tam
sorumluluğun” tanınmasını istiyorlardı. Gerçi bu anayasal madde, art
arda gelen hükümetlerin (yürütme erkinin) 1, 2 trilyon avroya ulaşan kamusal borçları bırakmasını ve kamu harcamalarının GSYİH’yı 20 puan
artmasını engelleyemedi: “Bütçesel işlevsellik konusunda Anayasanın
40. Maddesi beklenen etkililiği gösteremedi” 10.
Bununla birlikte son mali kriz bu tartışmayı, böylesi bir dönemde artmasından korkulan- parlamenterleri yeniden “bütçebur” görme riskinden ötürü daha “doğmadan öldürüp” unutturmuş görünüyor. Anayasanın
40. maddesi belki de kriz nedeniyle şu hâliyle korundu.
B. Kamu harcamalarına hâkimiyetin son zamanlardaki kuralları
1 Ağustos 2001 tarihli MKOK;
7
“Anayasanın 39 ve 40. Maddelerinden, yükümlülükten, misyon kredileri kullanılmasını gerektiren değişiklikleri anlıyor.
8
V. Cumhuriyetin Kurumlarının Yeniden Dengelenmesi ve Modernleştirilmesi için
Çalışma ve Öneri Komisyonu”, Une Ve République plus démocratique, rapport au
Président de la République, La documentation française, Paris, 29 octobre 2007.
9
J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons l’article 40”, Le
Monde, samedi 17 mai 2008
10
J. Arthuis/D. Migaud, agm.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
205
-Olanaklar (1959 tarihli önceki metinden kaynaklı) mantığından,
gelişim ve başarı temelli sonuçlar mantığına geçerek, ana harcama hedefleriyle (misyon ve programlarıyla) temsil edilen bir devlet bütçesi
öngören,
-Bütçe metinleri denli kamu hesaplarına da uygulanabilir bir bütçede doğruluk ilkesi getiren,
-Mali komisyonlar ile Sayıştay’ın bütçenin yürütülmesi üzerindeki
denetimlerini güçlendiren (özellikle idare nezdindeki haberli ve habersiz
denetimlerle) bir kamu harcamalarına hâkimiyet mantığından hareket
etmektedir
2007’de başlanan Kamu politikalarının genel olarak yeniden gözden geçirilişi (KPYG) [La Révision générale des politiques publiques/
RGPP - ç.n.] devlet reformunun genel çerçevesinde, MKOK’un devamında yer alacaktır. Bu yüzlerce tedbirden 2 hedef çıkmaktadır: idareleri
kullanıcılar (ör. vatandaşlar için tek mali gişe, internet üzerinde vergi
beyanında bulunmak) yararına daha iyi düzenlemek ve denk bütçeyi
yeniden sağlayabilmek için kamu harcamalarının önüne geçmek (kanuna
dayanmayan 3 yıllık bir kılavuz bütçenin hayata geçirilmesi ya da
emekliye ayrılacak her iki memurdan birinin yerine bir yenisinin
getirilmemesi). Sonuçları denli kendileri de önemli olan MKOK’na da
KPYG tedbirlerinin bütünü bununla birlikte anayasaaltı bir çerçeve
içinde bulunmaktadırlar.
Bununla birlikte 2008 yılında krizden hemen önce, çok yıllı
[pluriannuel – ç.n.] bir hükmün yanısıra mali denge kavramını öngören
(kanunun uygulama alanını düzenleyen) 34. maddeyle bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmişti. –Hâlâ uygulanan- bu metne göre, kamu maliyesini çokyıllı programlayan kanunlar “kamu idarelerinin hesaplarındaki
denge hedefinde yer alıyorlar”. Bu metin birçok sakıncayı da içinde barındırıyor. Herşeyden önce burada söz konusu olan, mali planın yaptırımdan yoksun çokyıllılığıdır: Program kanunları yıllık mali kanunlara
bir şey dayatmadığı gibi çelişme hâlinde Anayasa Konseyi’nce de denetlenemiyor. Burada söz konusu olan denge, bütçenin değil de kamu
hesaplarının dengesidir, yani önceleyen değil sonralayan bir denge.
2010 yılından itibaren, krizden ötürü değiştirilmek istenen hüküm
budur. Program kanunları tam da bu anda sınırlarını göstererek başarısız
olacaklardır. Sayıştay’ın tespiti de bu yöndedir: “9 Şubat 2009 program
kanunuyla belirlenen, harcamaların azaltılmasına ve gelirlerin korunmasına ilişkin kural ve hedefler kriz boyunca isabetlerini korudular ancak uyulmadılar, ki bu da 2010’daki yeniden başlama planının dışında,
yapısal açığın ağırlaşmasına etkili oldu” 11. 2009-2012 arası program
11
Sayıştay, Rapport public annuel, Tome 1, 2011, p. 9; J.-L. Warsman, op. cit., p. 24.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
206
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
kanunu daha yürürlüğünden önce geçerliğini kaybetmiş ekonomik varsayımlara dayanıyordu ve boşluklardan yararlanarak kaçırılan vergilerin
1, 9 milyar avroya yükselmesini engelleyemedi12.
II. Krizle yeniden başlatılan anayasa değişikliği süreci
Kriz, önceden kabul edilen kuralların sınırlarını tespit için bir fırsat
olacaktır. Bu kurallar kamu hesaplarının denetimden çıkmasına izin
vermedi. 2010 yılında kamu açığı, 136 milyar avronun da üstünde13
GSYİH’nın %7’sine, kamu borçları ise 1 trilyon 717, 3 milyar avroya
GSYİH’nun 85, 8’in de yukarısında doruk noktasına ulaşmaktadır14. Bu
duruma bir çözüm bulabilmek için, kriz, aynı zamanda anayasaya öncelikli olarak bir “altın kural”ın düzenlenmesi meselesine geri gelme fırsatı
da verecektir.
A. Anayasal tasarının bağlamsal koz ve riskleri
Bugüne kadar kendisine uyulmayan program kanunları, ve bozulmuş bir bütçe bağlamındadır ki kamu maliyelerinin dengesine dair anayasal değişiklik tasarısı sunulmuş ve Parlamentoca kabul edilmiştir.
Michel Camdessus çalışma grubunun değerlendirmelerinden esinlenmiş15 bu metin, 34. maddede düzenlenmiş önceki hükümleri daha da
sertleştirmeyi önermektedir (bkz. yukarda). Şu var ki bu tasarı yürürlük
şartı olan, Kongre’ce henüz onaylanmamıştır (Parlamentonun Versay’da
toplanan iki meclisi).
Bu –içeriği aşağıda incelenecek olan- “altın kural” tasarısı son
Alman anayasa değişikliğinden esinlenmektedir. Almanya’da sayılara
dökülmüş bir kural anayasaca düzenlenmiştir. Anayasaya 109 ve 143.
Maddeleriyle16 giren hükümler federal yapısal açığın 2016’dan itibaren
GSYİH’nın 0, 35’ini geçemeyeceğini ve eyaletlerin yapısal bütçelerinin
2020 yılına değin dengelerini sağlamalarını öngörmektedir. Ancak ilerde
göreceğimiz gibi, Fransız metin Almanya’dakinin tersine tam olarak
sayılara dökülmüş hükümler düzenlemeyecektir (bkz. aşağıda). Fransız
metin bir “altın kural”ı harfiyen değil, yalnızca özüyle ve fikriyle dikkate
12
Adı geçen rapor; J. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par
l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis Sénat, 8 juin
2011, p. 16.
13
Sayılar için bkz. agm, p. 7.
14
Sayılar UİEÇE’nin (Ulusal İstatistik ve Ekonomik Çalışmalar Enstitüsü/INSEE)
sayfasından alınmıştır.
15
M. Camdessus (başkanlığındaki çalışma grubu), Réaliser l’objectif constitutionnel
d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010.
16
V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et en Allemagne:
convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112, nov. 2010, p. 191.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
207
alacaktır. Bir ayrıntı olarak işaret edelim ki Alman Anayasasının aksine
birçok yerde geçen “bütçe krizi” ya da “mali kriz” ifadeleri (özellikle m.
109) Fransız Anayasasında aynı şekilde kullanılmamıştır.
Aynı şekilde fransız tasarısını, kriz boyunca bir çok Avrupa mali
reformu eşlik etmiş hatta desteklemiştir. Peki bir Avrupa altın kuralı yok
mudur? Aslına bakılırsa, 1997 İstikrar ve Büyüme Paktına (ki azami
açığı GSYİH’nın %3’ü, borcuysa %60’ı olarak olarak tespit ediyordu) o
kadar kötü uyuldu ki Avrupa Parlamentosu 2011 eylül sonunda paktı
güçlendirecek bir “6’lı paket”i kabul etti17. Hâlbuki aynı dönemde Avrupa Komisyonu ve Komisyon Başkanı Herman Van Rompuy “altın
kural”ın zaruri niteliğine ilişkin kayıtları dile getirmişlerdi; ancak bunların genelleştirilmesini şu yakınlarda talep edenler devlet ve hükümet
başkanları oldular. 26 Ekim 2011 tarihli olağandışı Avrupa zirvesi bildirisinde “İstikrar ve Büyüme Paktını ulusal mevzuata uyarlayan bütçe
yapısal denge kurallarının, 2012 yılı sonuna değin avro bölgesi tüm
üyeler tarafından, tercihen anayasal veya eşdeğer düzeyde kabulü” 18
isteniyordu.
Hükümetlerarası bir antlaşma tasarısı 2012 Mart başından bu yana
kabul edilmişti. Bu metin, üye devletleri –yeterli onay çoğunluğu sağlandığı takdirde- “altın kural”ı, Avrupa Topluluğu Adalet Divanı’nın
denetiminde, kendi anayasalarına uyarlamalarına mecbur edecektir. Bu
“yeni bütçe paktı”; kamu idarelerinin bütçelerinin “dengede veya denge
fazlası” (yapısal açığı GSYİH’nın 0, 5’ini geçmeyen) olmasını öngören
ve %3’lük açık tavanının altında kalması için otomatik düzeltim mekanizmalarını kuran kesin bir ulusal kuralın düzenlenmesini emredecektir.
B. Anayasal tasarının içeriği
Yani Fransız tasarısı, Anayasa’da -krizin yanıtlarından birisi olarak- bir “altın kural”ın düzenlenmesi amaçlıdır. Ancak önce bu kavramın
anlamında anlaşmak gerekir. Dar olan ilk anlamıyla bir “altın kural”;
işleyiş harcamalarından kaynaklanan açıkları yasaklamakta yani yatırım
harcamalarını karşılayabilmek için borç alınmasına izin vermemektedir19. Bu tür hükümler Fransız hukukunda yerel yönetimler düzeyinde
zaten mevcuttu. Gerçekten Yerel Yönetimler Genel Kanununun L 16124. Maddesi işleyiş harcamalarını karşılayabilmek için borç alınması yoluna gidilmesini yasaklamıştır. Daha geniş ikinci anlamıyla ise bir “altın
17
Aşırı açık sürecini önleyici aşamada olası yaptırımları, denetim ve daha iyi bir
bilgilendirme ile yalnızca açığı değil aşırı borçlanmanın hesaba katılmasını da öngören bir “6’lı paket”.
18
bkz., Euro summit statement, 26 octobre 2011, Avrupa Konseyi sitesi.
19
bkz., Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances
publiques 2008, site de la Cour des comptes, pp. 68 et s.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
208
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
kural” bütçe dengesine dönüşü sağlayan tüm hukukusal kurallardır; yani
söz konusu olan, bu alandaki kamu erklerine20 dayatılan güçlüklerin
bütünüdür -gerçek “bütçe otomatiklikleri”- 21. Denge kuralları da denilen bu kurallara göndermede bulunan “Altın kural”ın, geçenlerde yapılan
anayasa değişikliği tasarısına ilişkin meclis tartışmalarıyla da bağlantılı
bu geniş anlamı, basında olsun, öğretide olsun kendisini kabul
ettirmektededir.
Böylelikle 1958 Anayasasının 34. Maddesinde, reforma götüren
birçok tedbir görüşüldü. Size burada (Kongre’de değil de) parlamenter
meclislerce onaylandığı şekliyle sunuyorum:
- Mevcut program kanunlarının yerine; “kamu idarelerinin hesap
dengelerini sağlayabilmek” amacıyla en az 3 yıllığına kabul edilen
“kamu maliyesinin dengesi çerçeve kanunları”nın hazırlanması. Bu çerçeve kanunlar her sene harcamaların tavanını ve gelirlere düşen yeni
asgari tedbirleri tespit etmekle yükümlüler. Mali kanunlar ile sosyal güvenlik gelirleri kanunları bu çerçeve kanunlara uymak zorundadırlar. Bu
harcama tavanın aşılması durumunda örneğin, Anayasa Konseyi denetim
yetkisini kullanabilecektir. Mali kanunlar ve sosyal güvenlik gelirleri
kanunları demek ki, “mali hükümler hiyerarşisi”22 gereğince daha tutarlı
çerçeve kanununa bağlı olacaklardır. Buna uyulmaması durumunda ise
Anayasa Konseyi mali kanunları ya da sosyal güvenlik gelirleri kanunlarını denetleyebilecektir.
- Normlar hiyerarşisinde Anayasa ile sıradan kanunlar (ve mali kanunlar) arasında bulunan organik bir kanun bu çerçeve kanunların içeriğini belirlemelidir.
- Nihayet, önceden görüşülen Avrupa’nın gerekleri ile ulusal maliyeler arasında uyumu sağlayan yeni bir 88-8. Madde düzenlenmiştir.
Hükümet her yıl istikrar program tasarısını, Avrupa kurumlarından önce
Parlamentoya bildirmelidir.
Sert bir Anayasal “altın kural”dan uzak tasarı, sonuç olarak, içeriği
daha sonra organik yasayı koyan tarafından belirlenecek, oldukça bulanık çerçeve kanunlarına göndermede bulunmayı tercih etmektedir; demek oluyor ki söz konusu tasarıyı tüm önemiyle değerlendirebilmek için
farklı metinsel aşamaları beklemek gerekecektir23.
20
bkz., F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The insconsistency
of optimal plans”, The Journal of political economy, vol. 85, n° 3, juin 1977, p. 487.
21
M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n° 113, fév. 2011, p. VI.
22
J. Arthuis/Ph. Marini, agr., p. 29.
23
bkz., J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire: nécessité ou
artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et fiscales, 12 mai 2011.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
209
III. Hâlâ sınırlı anayasal uygulamalarda bir kriz
Yakın zamandaki teşebbüslere rağmen, krizin anayasal uygulamaları gerek metinlerin birleştirilmeleri [kodifikasyonu ç.n.] gerekse Anayasa Konseyi içtihatları meselelerinde sınırlı kalacaktır.
A. Anayasal değişiklik tasarısının başarısızlığı
Fransız anayasal değişiklik tasarısı, daha önceki çalışmalarda ve
meclis görüşmelerinde bir çok kereler belirtildiği üzere, doğrudan krizin
sonucudur. Oysa tasarı tamamlanmamıştır ve bunun nedenlerini anlamak
gerekir.
Kriz bağlamı, Camdessus grubunun çalışmalarından itibaren, daha
tasarının başında, gelecekteki anayasal tedbirleri haklı göstermek için
ileri sürülmüştür: “Çalışma grubu […]krizden çıkışımızın başarısının,
ekonomik ve bütçesel ıslah tedbirleri ile kamu maliyesi kurallarının
güçlendirilmesinin aynı anda kabulünden geçtiği hususunda hemfikirdir.
Güven, ancak böyle, bu çift engelle yüzleşme yeterliğimizde kurulabilecektir.” Bu rapor “neredeyse küreselleşmeye eşlik eden konjonktürel
geçiciliği yüksek bir istikrarsızlık bağlamında”, mali mevzuatımızın güç
saptanabilir eksikliklerini göstermektedir. Yalnızca bir tek mali mevzuatın pekiştirilmesi, Devlet alacaklılarının güvenini yeniden kurmaya izin
vereceği gibi fransızların da “krizden çıkmak için istenen ıslah çabalarına” katkılarını sağlayacaktır24.
Yani çalışma grubunun önerilerindeki krizin etkisi gerçek bir etkidir. Hükümet, grubun anayasal değişiklik tasarısı çalışmaları sırasında
başka bir şey söylemeyecektir. Gerekçenin, bizzat tasarıyı doğrulayan
tanım özetinden çıkan ilk cümlesi göstermektedir ki: “kamu maliyesinin
incelenmesi […] Fransa’nın büyük ölçekte bütçesel dengesizliklerle
karşı karşıya olduğunu ortaya koymaktadır”. Yine de, birçok yıldan beri
girişilen reformların devamında yer alan bu etki daha sonra –gene gerekçede- göreceleştirilmiştir; sonraki durum ise yeterince endişe vericiydi:
“2008-2009 arası dünyadaki durgunluğın etkisinin ötesinde, kamu hesaplarımızın son otuz yıldır –özellikle büyüme dönemlerinde- yeterince
iyi idare edilememesi şu anki bütçe dengesizliklerine götürdü”. Artık söz
konusu olan, Fransa’nın durumundaki yapısal dengesizlikler ile krize
bağlı konjonktürel dengesizliklerdir.
Üstelik bir sosyalist senatör Yves Daudigny, kamuya açık bir oturumda, tasarının gerçekten 2008 kriziyle ilgisinin olup olmadığını soracak ve ironik bir şekilde “herşeyi açıklayacak”tır. Şu soruyu sorar
Daudigny: “Hem, hangi krizden söz ediyoruz?”. Gerçekten de anayasal
değişiklik tasarısı sırasında sunulan Ulusal Meclis raporlarının ilk cüm24
Camdessus Raporu, age, pp. 7, 39 et 40.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
210
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
lelerine dayanarak, “Mali Komisyonun raporu herşeyi 2008 kriziyle
açıklıyor, Sosyal İşler komisyonunki 1983’e atıfta bulunuyor, Yasa Komisyonunun raporu ise 1975 yılına kadar gidiyor… Peki o zaman neden
Gustave Flaubert’in Peşin Fikirler Sözlüğü’nde25de bütçe sözcüğünün
karşısına “hep açık” diye yazdığı 1850’ye kadar gitmeyelim?” 26
“Krizden ders çıkartmak”, bu ifade özellikle Maliye Bakanı
François Baroin tarafından parlamenterler önünde, kamu maliyesinin
dengesine ilişkin anayasa değişikliği tasarısını gerekçelendirirken kullandığı ifadedir. Kriz, tartışmaların tam göbeğindedir; çoğunluk, metnin
kabulü için durumun ağırlığının dikkate alınmamasını isteyerek muhalefete, muhalefet ise yıllar boyunca ekonomik durumdan bağımsız yapısal
açıktan sorumlu tutarak çoğunluğa itiraz etmektedir. Muhalefet Sayıştay’ın yapısal açık sayılarını, kötü konjonktürden bağımsız GSYİH’nın
%5’i (tüm kamusal açığın %7, 9’u) olarak rakamlandırdığı 2009 tarihli –
ki Fransa krizin tam ortasındayken- bir raporuna dayanmaktadır27.
Bunlar mali krizden bağımsız kamu açığının neredeyse 2/3’ünü
oluşturmaktadır ve geçmiş yılların kötü yönetimlerinden kaynaklanmaktadır.
Muhalefet bu metni oylamayı reddedecek, dahası ona göre, Parlamentonun mali haklarını sınırlayarak, bu faaliyetini çerçeve kanunlara
bırakacaktır. Oysa çoğunluk, her meclisin içerisinde muhalefetin yardımı
olmaksızın bir metni kabul edebilir, bir anayasa değişikliğiyse ek olarak
Kongrenin (Versay’da toplanan milletvekili ve senatörlerin tümü) onayını gerektirecektir ki, üyelerin nitelikli çoğunluğu olan 3/5’iyle dolayısıyla muhalefetin onayıyla gerçekleştirecektir. Cumhurbaşkanı kabul
edilme şansı düşük olduğundan, ta baştan Kongreyi toplamayı tercih
etmedi. “Altın kural” anayasa tasarısı şimdilik Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle unutulmuş durumda.
B. Anayasa Konseyi’nin krizden fazla etkilenmemiş içtihatları
Bu anayasa degişikliği teşebbüsünün dışında, krizin, Anayasaya
saygıyı sağlamak gibi ağır bir yükü olan Anayasa Konseyi’nin içtihatları
üzerinde etkisinin olup olmadığını da sormak gerekir. Anayasa Konseyi’nin kararları kapalı oturumda alındığı için, bunun sağlamasını tam
bir kesinlikle yapabilecek çok az veri vardır. Buna karşın bazen, mevcut
25
ç.n.] söz konusu kitap Hasan Âli Yücel tarafından “Yerleşik Düşünceler Sözlüğü”
olarak çevrilmiştir.
Sénat, séance du 14 juin 2011.
26
Sénat, séance du 14 juin 2011.
27
Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances
publiques, p. 14.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
211
kriz durumuyla bağlantılı bazı verileri kararların okunmasından çıkartmak mümkündür.
Öncelikle krizin etkilerinin en görülür olduğu yer yerel vergiler
hakkındakilerdir. Gerçekten, kamu hesaplarının bozulması nedeniyle
devlet, bölgesindeki harcamaların denetimini daha fazla talep etmekte ve
böylelikle kamu idarelerinin tamamının topluluk hedeflerine saygısını
sağlatmaktadır. Bunun için, –yerel idarelerin serbest yönetimi anayasal
ilkesinden (AY m. 72) ötürü denetlenebilirlikleri zor olduğundan- birçok
yerel vergiyi kaldırarak, yerlerine doğrudan aktardığı yardımları getirmektedir. Prof. Michel Bouvier’e göre “Bu son kriz ve kamu borçlarıyla
kamu açığının önemli şekilde artışıyla hızlanan küreselleşmenin gelişimi
bu son yıllarda devletin faaliyetini yerinde ve kaçınılmaz olarak yeniden
düşünmeye yöneltti. Devletin, hedefi mali iktidardaki –neticede vergiselpatlama riskine hâkimiyet olan, kamu maliyesi sistemine kılavuzluk işlevinin güçlendirilmesi eğilimine tanıklık ediyoruz.”28. Bölgelerin mali
kaynaklarının üçte birini sağlayan meslek vergisinin yasakoyucu tarafından kaldırılması, yerel planda en çok tartışılan son reformlardan birisi
olmuştur. Şu var ki, Anayasa Konseyi 29 Aralık 2009 tarihinde “yerel
yönetimlerin bir mali özerklikten yararlandığı hususunun ne Anayasanın
72-2. Maddesinden ne de başka herhangi bir hükmünden çıktığı”na karar vermiştir29. Netice itibariyle Anayasa Konseyi bu kararıyla, gerçekleşmekte olan dönüşümü onaylamakta ve krizden bu yana daha da güçlenen adem-i merkeziyetten yeniden merkezileştirmeye olan bu hareketi
hiçbir şekilde tartışma konusu yapmamaktadır.
2008 yılından bu yana vatandaşlara ve aynı zamanda yerel yönetimlere tanınan Anayasa Konseyi’ne “Anayasanın garanti altına aldığı
hak ve özgürlükleri çiğneyen bir yasal hüküme” anayasaya aykırılık itirazında bulunabilme hakkı çerçevesinde (AAİ) [Question prioritaire de
constitutionnalité/(QPC) – ç.n.] yapılan itirazların çoğu belediyeler,
vilâyetler ya da bölgelerin kriz döneminde etkilenen mali ayrıcalıklarını
korumak için yaptıkları itirazlardan oluşmaktadır. Oysa Anayasa Konseyi bu itirazlara karşı daha ziyade ihtiyatlı davranarak yasakoyucudan
yana taraf oldu. Aynı şekilde yerel yönetimler arasındaki mali eşitleme
ilkesinin Anayasanın 72-2. Maddesi gereğince bir AAİ olarak bir hak ya
da özgürlük olarak öne sürülemeyeceğini ve fakat bir “eşitlik hedefi”
tesis ettiğine karar verdi30.
Bunun gibi, vilâyetlerin sosyal yardım harcamaları –etkin dayanışma geliri (RSA), kişiselleştirilmiş otonomi yardımı (APA) ve malûli28
M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les transformations de
l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai 2011, p. 267
29
Décision n° 2009-599 DC du 29 décembre 2009.
30
Décision n° 2010-29/37 QPC du 17 septembre 2010.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
212
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
yetin telafisi yardımı (PCH)- meslek vergisinin kaldırılmasından çok
etkilenmişlerdir. Oysa, 1992’den 2010 yılına kadar, vilâyetlerin sosyal
yardım harcamaları 11 milyar avrodan 30, 4 milyar avroya çıkarak, neredeyse üçe katlamıştır. Bunlar, devlet yardımlarının yetersizliğini gerekçe
göstererek, yerel yönetimlerin serbest yönetimi (AY m. 72) ve mali
özerkliği ilkeleri adına (AY m. 72-2) Anayasa yargıcına başvurmuşlardır31. Buna karşılık Anayasa Konseyi 2011 Haziranında verdiği birçok
kararında32; devletin, yerel yönetimlere devrettiği bir yetkinin söz konusu olmadığını, sosyal yardımların, Anayasanın 72-2. maddesi bakımından tam telafi değil de, vilâyetlerin yetkilendirilmesi yahut da yetkilerinin genişletilmesi çerçevesinde devlet tarafından bağlanan “gelirlerine ek bir yardım” 33 oluşturduğuna karar verdi; Konsey “yerel
yönetimlerin serbest yönetimi prensibi”ne bir aykırılığın söz konusu
olmadığını belirtti. Demek oluyor ki, kriz yasakoyucudan yana çıkan
Anayasa Konseyi’nin geriye dönen içtihatlarını henüz etkilemedi. Loic
Levoyer’e göre Anayasa Konseyi yargıcı vilâyetlerin “maliyelerinin
endişe verici bozulmasını” kabulü reddediyor ve “her açıdan, çıkmazda
olan sosyal adem-i merkeziyetin harcamalarını geçici de olsa oldukça
güç bir mali bağlamda bırakıyor” 34.
Krizin diğer etkilerinden birisi de -bu sefer devlet düzeyinde-, değişken ekonomik konjonktüre uyum sağlamaya çalışmak için Parlamentoca onaylanan mali uyum kanunlarının sayısındaki artıştır. Bu şekilde, 2011 yılında en az dört mali uyum kanunu kabul edildi. Bu mali
uyum kanunları, baştaki öngörüleri düzenli olarak düzelterek Anayasa
Konseyince kullanıldığı gibi bütçede doğruluk ilkesine -yani “mali kanunlarca belirlenmiş dengenin ana hatlarını bozma kastının olmaması”
35
- uyulmasını zamanında sağlayacaktır. Gene de hatırlatalım ki Anayasa
Konseyi’nin bu ilkeyi gözönünde tutarak denetlediği bir mali kanun ya
da mali değişiklik kanunu yoktur36.
Sonuç olarak, mali kriz olası yeni bir anayasa değişkiliğine dair bir
çok tartışmayı da başlatmıştır. Yerel yönetimlerin Anayasa Konseyi’ne
yaptıkları pek çok başvuru da herhâlde bu bozulmuş bağlama fazla yabancı değildir. Ancak paradoksal bir şekilde, kriz ne anayasal değişikliğin yapılmasına ne de genelde yasakoyucunun iradesinden yana olan
31
bkz., L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse?”,
RDSS, 2012, p. 76.
32
Décisions n° 2011-142/145 QPC, n° 2011-143 QPC, n° 2011-144 QPC.
33
Décision n° 2004-509 DC, cons. 7 à 9
34
L. Levoyer, agm.
35
V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et programmation pluriannuelle”,
RFFP, n° 117, fév. 2012, p. 96.
36
2011’deki mali uyum kanunlarına ilişkin kararları da dahil olmak üzere: décision n°
2011-638 DC du 28 juillet 2011 et 2011-645 du 28 décembre 2011.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
213
Anayasa Konseyi’nin mali içtihatlarında büyük çalkantılara yol açacaktır. Gene paradoksal olarak, bu çizgideki anayasal değişikliklerin
(2008’deki kamu maliyesi program kanunlarının anayasaya girmesi gibi)
en önemlileri krizden önce yapılmış olanlardır.
En büyük devrimcilerimizden biri olan Mirabeau 1789’da şöyle
diyordu: “kamu borçları özgürlüğümüzün tohumları olmuştu” 37. 1789
mali krizi anayasa hukukunun kaynağı olsa da, şu anki krizin de böyle
olduğu söylenemez. Demek oluyor ki bugün Fransa’da, denge kuralına
uyulup uyulmamasına zorlayan yalnızca yöneticilerin siyasi iradesidir
yoksa bu konuda hâlâ daha az zorlayıcı olan anayasal metnin bizzat kendisi değil.
KAYNAKÇA
J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre
chronologique, Guyot et scribe, Paris, 1824.
27 et 28; Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J.
Mavidal/E. Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799),
t. VIII, séance du 17 juin 1789.
J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933.
J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre
des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011.
V. Cumhuriyetin Kurumlarının Yeniden Dengelenmesi ve Modernleştirilmesi için Çalışma ve Öneri Komisyonu”, Une Ve République
plus démocratique, rapport au Président de la République, La
documentation française, Paris, 29 octobre 2007.
J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons
l’article 40”, Le Monde, samedi 17 mai 2008
Sayıştay, Rapport public annuel, Tome 1, 2011.
Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par
l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis
Sénat, 8 juin 2011.
M. Camdessus (başkanlığındaki çalışma grubu), Réaliser l’objectif
constitutionnel d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010.
V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et
en Allemagne: convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112,
nov. 2010.
37
Alıntılayan: Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle, PUF, 3e
éd., Paris, 2001, t. II, p. 298.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
214
Fransa’daki Mali Krizin Anayasal Sonuçları
Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des
finances publiques 2008, site de la Cour des comptes.
F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The
insconsistency of optimal plans”, The Journal of political economy, vol.
85, n° 3, juin 1977.
M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n°
113, fév. 2011.
J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire:
nécessité ou artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et
fiscales, 12 mai 2011.
Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des
finances publiques.
M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les
transformations de l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai
2011.
L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans
l'impasse?”, RDSS, 2012.
V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et
programmation pluriannuelle”, RFFP, n° 117, fév. 2012.
Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle,
PUF, 3e éd., Paris, 2001.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
LES INCIDENCES CONSTITUTIONNELLES DE LA CRISE
FINANCIÈRE EN FRANCE
Benoît Jean-Antoine
Maître de conférences en droit public à l’Université de Rouen
RÉSUMÉ
L’influence des crises financières sur le droit constitutionnel n’est
pas nouvelle en France. L’histoire montre que les périodes de crise ont
souvent entrainé un développement de dispositions textuelles
fondamentales, la plus emblématique étant la Déclaration des droits de
l’homme et du citoyen du 26 août 1789, conséquence politique et
juridique de la crise financière de la fin de l’Ancien Régime. La crise
actuelle n’explique cependant pas l’ensemble du vaste mouvement
réformateur, amorcé bien avant 2008, se situant à la croisée des deux
disciplines que sont le droit constitutionnel et les finances publiques. La
volonté d’une plus grande maîtrise des dépenses publiques ressort ainsi
de la loi organique relative aux lois de finances du 1er août 2001,
nouvelle “Constitution financière de la France” et, de la révision
constitutionnelle de 2008 antérieure de quelques mois à la crise.
Néanmoins, face à la dégradation accrue des comptes publics issue de
cette dernière, le débat a été relancé avec le souhait du précédent
gouvernement d’inscrire constitutionnellement d’une “règle d’or”; à
l’image de la règle constitutionnelle allemande, celle-ci aurait eu pour
objectif de rétablir l’équilibre des recettes et des dépenses publiques.
Ces bonnes intentions n’ont pourtant pas encore été suivies d’effets. Que
ce soit dans le texte constitutionnel lui-même ou bien dans la
jurisprudence du Conseil constitutionnel, l’impact de la crise reste,
aujourd’hui encore, paradoxalement faible.
Mots-clés: France – crise financière – finances publiques – droit
constitutionnel
***
Le sujet de l’intervention qui me fait être devant vous aujourd’hui,
“Les incidences constitutionnelles de la crise financière”, est un sujet
riche. Les débats sont, en effet, actuellement nombreux en France sur la
pertinence ou non de modifier notre règle fondamentale pour l’adapter à
la situation financière difficile que nous traversons. Toutefois, avant de
développer cette affirmation, nous pouvons rappeler, en quelques propos
216
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
introductifs, que le lien entre crise financière et droit constitutionnel
n’est pas nouveau en France. Histoire constitutionnelle et histoire
financière sont, en effet, étroitement liées.
La première est d’ailleurs issue des tumultes de la seconde. Le
moment premier, fondateur du droit constitutionnel en France, est
justement issu d’une crise financière: celle de la fin de l’Ancien Régime
et dont l’ampleur entraînera la Révolution de 1789. Les raisons de cette
situation financière particulièrement dégradée sont alors nombreuses
(coût de la participation française de la France à la guerre
d’indépendance en Amérique, gaspillages de la Cour, emprunts
nombreux, complexité et inégalité du système fiscal). Afin de résoudre
la crise, le roi cherche à établir un nouvel impôt – la subvention
territoriale – et à la faire approuver par les États généraux, assemblée
aux pouvoirs limités représentant les trois ordres de l’ancienne société:
la Noblesse, le Clergé et le Tiers État (à lui seul 98 % de la population).
La remise en cause de la gestion financière monarchique sera tellement
forte que les députés du Tiers État (rejoints ensuite par quelques-uns des
deux autres ordres) vont se réunir en Assemblée nationale puis en
Assemblée nationale Constituante. Le premier acte de cette nouvelle
assemblée sera de se saisir du droit exclusif de voter l’impôt, le but étant
de pérenniser son pouvoir nouveau par un acte fort. Ce décret du 17 juin
1789, ayant alors valeur législative, va ainsi relier finances publiques et
doit constitutionnel en fixant un “…principe constitutionnel et à jamais
sacré […] qui s’oppose à toute levée de deniers et de contributions dans
le royaume, sans le consentement formel des représentants de la
Nation”1. L’Assemblée déclare ensuite illégaux, les impôts préexistants,
c’est-à-dire tous ceux de l’Ancien Régime, car établis par les monarques
successifs sans le consentement de la Nation.
Le principe constitutionnel du consentement de l’impôt sera
totalement consacré quelques semaines plus tard, dans un texte dont la
valeur juridique sera supérieure à celle du décret du 17 juin (simplement
législative) et qui reste toujours appliqué en France car faisant partie de
notre bloc de constitutionnalité actuel. Il s’agit de la Déclaration des
droits de l’homme et du citoyen du 26 août 1789. Son article 14 prévoit
ainsi que: “Tous les citoyens ont le droit de constater, par eux-mêmes ou
par leurs représentants, la nécessité de la contribution publique, de la
consentir librement, d’en suivre l’emploi et d’en déterminer la quotité,
l’assiette, le recouvrement et la durée”. Il a pu donc, à juste titre, être dit
1
J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets, Ordonnances, Règlements, et
avis du Conseil d’État, depuis 1788 par ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris,
1824, pp. 27 et 28; Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E.
Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII, séance du 17 juin
1789, p. 128.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
217
que: “le droit constitutionnel moderne est sorti, en somme, de la
prétention des peuples arrivés à un certain degré d’éducation politique
d’être consultés, dans la personne de leurs représentants, sur les impôts
que le roi avait l’intention d’exiger d’eux”2.
Si la plupart des textes constitutionnels postérieurs à 1789
contiendront des dispositions financières (en matière fiscale ou
budgétaire pour la plupart), rares seront celles directement issues d’une
crise financière. On peut toutefois en mentionner trois:
- Presque anecdotique mais intéressant, l’article 68 de la
Constitution républicaine du 5 fructidor an III (22 août 1795), régissant
les institutions du régime du Directoire, prévoit que les membres des
assemblées reçoivent une indemnité annuelle en “myriagrammes de
froment”. Le paiement des représentants en quintaux de céréale se
justifie à l’époque par la forte dévaluation monétaire – le papier monnaie
appelé “assignat” ne valant plus rien – et l’état de faillite financière de la
France en résultant.
- Le préambule de la Constitution du 4 novembre 1848 (IIe
République) prévoit que le but de la République est d’ “assurer une
répartition de plus en plus équitable des charges et des avantages de la
société, d’augmenter l’aisance de chacun par la réduction graduée des
dépenses publiques et des impôts” (article I). Cette mesure, est une
étonnante constitutionnalisation avant l’heure d’un objectif de rigueur
budgétaire, proche de l’équilibre strict des dépenses et des recettes. Elle
s’explique, dans les faits, par la création des ateliers nationaux, services
publics employant des ouvriers au chômage et ayant fait augmenter les
dépenses publiques de manière vertigineuse. Pour résoudre ce problème,
une augmentation de 50% des impôts directs avait dû être effectuée
(impôt additionnel de “45 centimes” par franc). L’article constitutionnel
a donc été écrit en réaction de cette politique dépensière. Ce
“gouvernement bon marché”, tel que voulu par les constituants de 18483,
restera toutefois bien théorique, le déficit demeurant malgré tout de mise
les années suivantes.
- Enfin, dernier exemple, une loi de révision constitutionnelle
exclusivement financière, du 10 août 1926, consacre dans la Constitution
de la IIIe République (lois constitutionnelles de 1875), l’autonomie d’une
“Caisse de gestion des bons de la Défense nationale et d’amortissement
2
3
J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933, p. 791.
Les termes sont alors employés par le représentant Bauchart à l’origine d’un premier
amendement, in Compte Rendu des Séances de l’Assemblée nationale, Noblet,
Imprimerie de l’Assemblée nationale, Paris, 1849, t. III, séance du 7 septembre 1848,
p. 842.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
218
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
de la dette publique“4. Cette disposition particulière est écrite, dans un
contexte de crise financière, dans le but de rembourser la dette issue de
la première guerre mondiale et relancer un franc fort. Ce texte organise
techniquement la protection du créancier de l’État, et donc la garantie de
la dette publique en protégeant la Caisse d’amortissement des incursions
du politique. En hissant la Caisse à un niveau constitutionnel quasi
“intouchable”, le texte détache sa dotation du vote annuel du budget par
le Parlement afin qu’elle ne soit pas utilisée par celui-ci à d’autres
desseins. La Caisse permettra de liquider une grande partie de la dette
française jusqu’aux années 30, où ses fonds seront mis à contribution des
budgets successifs de l’État – et perdra donc sa raison d’être – en raison
de la nouvelle crise financière.
Ces considérations historiques montrent – et notamment dans les
textes de 1848 et 1926 – que la constitutionnalisation de procédures
d’autolimitation des pouvoirs publics en matière financière, existait bien
avant le débat actuel portant sur la “règle d’or” en France, issu de la crise
financière récente (v. infra). Les réalisations passées semblent
étonnamment proches de nos problématiques actuelles. Néanmoins, la
question peut se poser de savoir si la crise financière née de la crise des
subprimes de 2008 a, comme par le passé, eu un impact constitutionnel.
La crise financière actuelle n’explique pas, en effet, le vaste mouvement
réformateur qui avait été amorcé bien auparavant, par les pouvoirs
publics, concernant les finances publiques (partie I). Elle a néanmoins
permis de relancer le processus constituant et les débats autour d’une
maîtrise accrue des dépenses publiques (partie II). Les réalisations
constitutionnelles restent toutefois pauvres à l’issue de ces trois
dernières années (partie III).
4
Loi du 10 août 1926, portant révision partielle des lois constitutionnelles:
“La loi constitutionnelle du 25 février 1875 relative à l’organisation des pouvoirs
publics est complétée par un article ainsi conçu:
L’autonomie de la caisse de gestion des bons de la Défense nationale et
d’amortissement de la dette publique a le caractère constitutionnel.
Seront affectés à cette caisse, jusqu’à l’amortissent complet des bons de la Défense
nationale et des titres par la caisse:
I°) Les recettes nettes de la vente des tabacs;
2°) Le produit de la taxe complémentaire et exceptionnelle sur la première mutation
des droits de succession, et les contributions volontaires;
3°) En cas d’insuffisance des ressources ci-dessus pour assurer le service des bons
gérés par la caisse et des titres créés par elle, une annuité au moins égale, inscrite
au budget.”
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
219
I. Un mouvement réformateur antérieur à la crise
L’existence de dispositifs allant vers une meilleure utilisation des
deniers publics n’est pas nouvelle en France. Celle-ci a pu être
indépendante d’un contexte de crise, de même que la volonté de rigueur
budgétaire. Ce mouvement réformateur connu en France a véritablement
été amorcé en 2001 (donc bien avant la crise) dans le sens d’une
meilleure efficacité et d’une meilleure maîtrise des dépenses publiques.
En effet, l’accumulation des déficits était déjà, avant la crise, un sujet
réel de préoccupation, le budget de l’État n’ayant pas été en équilibre
depuis 1975. Ces trente dernières années, le déficit des administrations
publiques n’a jamais été inférieur à 1, 5 % du produit intérieur brut
(PIB), chiffre dépassé depuis dix ans5.
A. Une réforme de l’initiative financière des parlementaires
L’article 40 de la Constitution actuelle de la Cinquième
République est l’exemple marquant de cette volonté de limiter les
pouvoirs financiers du Parlement. Inscrit dans le texte dès 1958, il
prévoit que “Les propositions et amendements formulés par les membres
du Parlement ne sont pas recevables lorsque leur adoption aurait pour
conséquence, soit une diminution des ressources publiques, soit la
création ou l’aggravation d’une charge publique”. Cette limitation du
droit d’initiative financier des parlementaires est caractéristique du
régime parlementaire rationalisé tel qu’il est appliqué en France (et
proche de l’article 163 de l’actuelle Constitution turque6). Elle partait de
l’idée des constituants de 1958 que les parlementaires avaient tendance,
sous les régimes précédents, à créer des dépenses inutiles, démagogiques
ou électoralistes. L’article 40 a été l’objet de nombreuses attentions
depuis 2001.
La Loi organique relative aux lois de finances (LOLF) du 1er août
2001, nouvelle “Constitution financière” de la France, et régissant les
finances de l’État va aller au contraire vers une tendance à un
élargissement du droit d’amendement financier des parlementaires, et
cela grâce à une interprétation plus souple de l’article 40 de la
5
Chiffres donnés par J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre
des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011, p. 7.
6
“Les projets d'amendements prévoyant une augmentation des crédits dans le cadre du
budget de l'année en cours, ainsi que les projets et propositions de lois de nature à
entraîner une charge financière dans le cadre des budgets de l'année en cours et de
l'année suivante, doivent contenir l'indication de ressources financières en
contrepartie des dépenses qu'ils prévoient”.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
220
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
Constitution et de la notion de “charge publique” renvoyant à des
enveloppes larges de crédits (article 47)7.
En octobre 2007, le Comité Balladur chargé de réfléchir sur la
réforme des institutions et à l’origine d’une révision constitutionnelle de
20088 (ne touchant pas uniquement les champs financiers) va réfléchir à
un assouplissement supplémentaire de l’article 40. Il suggère, dans sa
proposition n° 32, la possibilité de compenser les charges publiques
entre elles, ce qui n’était possible auparavant que pour les recettes
publiques. Cette proposition ne sera pas suivie par le Gouvernement.
Quelques mois plus tard, les présidents des commissions des
finances du Sénat et de l’Assemblée nationale – ceux mêmes ayant à
appliquer l’article 40 au quotidien – proposent dans un article du journal
Le Monde la suppression de l’article 40 de la Constitution9. Ils
souhaitent une reconnaissance de la “pleine responsabilité en matière
budgétaire” des parlementaires. En effet, cet article constitutionnel n’a
pas empêché les gouvernements successifs (et donc le pouvoir exécutif)
de laisser la dette publique atteindre plus de 1200 milliards d’euros en
2007, et les dépenses publiques augmenter de 20 points de PIB depuis
1958: “En matière de vertu budgétaire, l’article 40 de la Constitution
n’a donc pas eu l’efficacité recherchée”10.
Toutefois, la crise financière récente semble avoir enterré ce débat
aussitôt “tué dans l’œuf”, le risque de revoir des parlementaires
“budgétivores” étant d’autant plus à craindre dans une telle période.
L’article 40 de la constitution a sans doute été préservé en l’état actuel
en raison de la crise.
B. Des règles récentes de maîtrise des dépenses publiques
La LOLF du 1er août 2001 s’inscrit dans une logique de maîtrise
des dépenses publiques en prévoyant un budget de l’État présenté par
grands objectifs de dépenses (les missions et les programmes) passant
d’une logique de moyens (issue du texte précédent datant de 1959) à une
logique de résultats fondée sur l’évaluation et la performance, en
prévoyant un principe de sincérité applicable tant aux textes budgétaires
qu’aux comptes publics et en renforçant les contrôles financiers des
7
“Au sens des articles 39 et 40 de la Constitution, la charge s’entend, s’agissant des
amendements s’appliquant aux crédits de la mission”.
8
Comité de réflexion et de proposition sur la modernisation et le rééquilibrage des
institutions de la Ve République, Une Ve République plus démocratique, rapport au
Président de la République, La documentation française, Paris, 29 octobre 2007.
9
J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons l’article 40”, Le
Monde, samedi 17 mai 2008
10
Ibidem.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
221
commissions des finances et de la Cour des comptes sur l’exécution du
budget (notamment par des contrôles sur pièces et sur place au sein des
administrations). La Révision générale des politiques publiques (RGPP)
amorcée en 2007 se situera dans la continuité de la LOLF, dans le cadre
général de la réforme de l’État. Deux objectifs ressortent de cette
centaine de mesures: mieux adapter les administrations aux besoins des
usagers (ex: guichet fiscal unique pour les citoyens, déclaration fiscale
en ligne) et maîtriser les dépenses publiques pour revenir à l’équilibre
budgétaire (avec la mise en place d’un budget indicatif triennal ne
relevant toutefois pas de la loi ou le non-remplacement d’un
fonctionnaire sur deux partant à la retraite). L’ensemble des mesures de
la LOLF ou de la RGPP, aussi importantes soient-elles dans leurs
conséquences, se situent néanmoins dans un cadre infraconstitutionnel.
Une révision constitutionnelle avait pourtant déjà eu lieu en 2008,
peu de temps avant la crise, prévoyant déjà une notion d’équilibre
financier à l’article 34 (fixant le domaine de la loi), associée à un
dispositif pluriannuel. Selon ce texte (encore appliqué), les lois de
programmation pluriannuelles des finances publiques “s'inscrivent dans
l'objectif d'équilibre des comptes des administrations publiques”.
Plusieurs écueils ressortent de ce texte. Tout d’abord il s’agit d’une
pluriannualité dépourvue de force obligatoire au plan financier: les lois
de programmation ne s’imposent pas sur les lois de finances annuelles et
ne sont pas à même d’être censurées par le Conseil constitutionnel en cas
de contradiction avec celles-ci. Ensuite, il s’agit d’un objectif d’équilibre
et non d’un véritable principe d’équilibre. Enfin, il s’agit d’un équilibre
des comptes publics et non d’un équilibre budgétaire, un équilibre a
posteriori et non a priori.
C’est cette disposition que l’on voudra modifier à partir de 2010 en
raison de la crise. Ces lois de programmation seront, en effet, un échec,
montrant toute leur limite à ce moment-là. C’est le constat fait par la
Cour des comptes: “d’une manière générale, les objectifs et les règles
relatifs à la maîtrise des dépenses et à la préservation des recettes qui
avaient été fixés par la loi de programmation du 9 février 2009 ont
gardé toute leur pertinence durant la crise, mais n’ont pas été respectés,
ce qui a contribué à une nouvelle aggravation du déficit structurel, hors
plan de relance, en 2010”11. La loi de programmation portant sur les
années 2009 à 2012 reposait sur des hypothèses économiques dépassées
11
Cour des comptes, Rapport public annuel, Tome 1, 2011, p. 9; J.-L. Warsman, op.
cit., p. 24.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
222
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
avant même son entrée en vigueur et n’a pas empêché une augmentation
des niches fiscales de 1, 9 milliards d’euros en 201012.
II. Un processus constituant relancé par la crise
La crise sera l’occasion de constater les limites des règles adoptées
préalablement. Elles n’ont en effet pas permis le dérapage des comptes
publics. Le déficit public a atteint 7 % du PIB en 2010, soit plus de 136
milliards d’euros13, et la dette publique culmine à plus de 85, 8 % du PIB
fin 2011, soit 1717, 3 milliards d’euros14. Afin d’aider à remédier à cette
situation, la crise sera également l’occasion de voir revenir la question
de l’inscription constitutionnelle d’une “règle d’or” sur le devant de la
scène.
A. Les enjeux contextuels du projet constitutionnel
Les lois de programmation n’ayant pas été respectées jusqu’à
présent, et ce dans un contexte budgétaire dégradé, un projet de loi
constitutionnelle relatif à l’équilibre des finances publiques a été
présenté puis adopté au Parlement en 2011. Ce texte, inspiré des
conclusions du Groupe de travail de Michel Camdessus15, souhaite
durcir les dispositions antérieures fixées à l’article 34 (v. supra).
Toutefois, ce projet n’a pas été encore adopté par le Congrès (réunissant
à Versailles les deux assemblées parlementaire), condition nécessaire à
son effectivité.
Ce projet de “règle d’or” – dont le contenu sera examiné en infra –
s’inspire de la récente révision constitutionnelle allemande. Une règle
chiffrée a été constitutionnalisée en Allemagne. Introduite en 2009 dans
la Loi fondamentale (articles 109 et 143)16, elle prévoit que le déficit
structurel fédéral ne peut dépasser 0, 35 % du PIB à partir de 2016 et que
les budgets structurels des Länder doivent être équilibrés à l’horizon
2020. Toutefois, on le verra, le texte français ne reprendra pas l’idée de
dispositions précisément chiffrées comme en Allemagne (v. infra). Plus
que la lettre, le texte français respectera donc l’esprit, l’idée seulement,
d’une “règle d’or”. Signalons pour l’anecdote, que contrairement à la
Loi fondamentale allemande où les mots “crise budgétaire” ou “crise
12
Ibidem; J. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par l’Assemblée
nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis Sénat, 8 juin 2011, p. 16.
13
Chiffres donnés par idem, p. 7.
14
Chiffres sur le site de l’INSEE.
15
M. Camdessus (Groupe de travail présidé par), Réaliser l’objectif constitutionnel
d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010.
16
V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et en Allemagne:
convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112, nov. 2010, p. 191.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
223
financière” apparaissent plusieurs fois (et notamment à l’article 109), il
n’en est pas de même dans la Constitution française.
De même, le projet français a été accompagné, voire soutenu, par
les nombreuses réformes financières européennes découlant de la crise.
N’existait-il d’ailleurs pas déjà une règle d’or européenne? En effet, le
Pacte de stabilité et de croissance de 1997 (fixant un déficit maximal de
3 % du PIB et une dette de 60 %) a été mal respecté par les États au
point que le Parlement européen a, fin septembre 2011, voté son
renforcement dans un “paquet de six”17. Alors qu’à la même période, la
Commission européenne et le président du Conseil européen Herman
Van Rompuy avaient émis des réserves sur le caractère indispensable de
ces “règles d’or”, ce sont les chefs d’État et de Gouvernement qui, au
contraire, ont récemment appelé à leur généralisation. Dans une
déclaration du sommet européen extraordinaire du 26 octobre 2011, ils
souhaitent “que soit adopté dans chaque pays membre de la zone euro
des règles d'équilibre structurel du budget qui transposent dans la
législation nationale le Pacte de stabilité et de croissance, de préférence
à un niveau constitutionnel ou équivalent, d'ici la fin de l'année 2012”18.
Un projet de traité intergouvernemental a depuis été adopté, début
mars 2012. Ce texte obligera – en cas de ratifications suffisamment
nombreuses – chaque État à transposer la règle d’or dans sa constitution
et ce, sous le contrôle de la Cour de justice de l’Union européenne. Ce
"nouveau pacte budgétaire" exigera une règle nationale précise
prévoyant que les budgets des administrations publiques soient "à
l’équilibre ou en excédent" (le déficit structurel ne devant pas dépasser
0, 5 % du PIB) et fixant des mécanismes de correction automatiques
pour rester en-deçà du plafond de 3 % de déficit.
B. Le contenu du projet constitutionnel
Le projet français a donc pour but d’inscrire une “règle d’or” dans
la Constitution, comme l’une des réponses à la crise. Mais il faut d’abord
s’entendre sur la signification de la notion. Un sens premier, assez strict,
veut généralement qu’une “règle d’or”, soit une règle interdisant les
déficits en matière de dépenses de fonctionnement, et ne permettant donc
d’emprunter que pour financer les dépenses d’investissement19. Ce type
de règle existe déjà en droit français au niveau des collectivités locales.
17
prévoyant entre autres, une meilleure prise en compte de l’endettement excessif et
pas seulement du déficit, des sanctions possibles en phase préventive de la procédure
de déficit excessif, des contrôles et une information de meilleure qualité…
18
V., Euro summit statement, 26 octobre 2011, site du Conseil européen.
19
V., Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances
publiques 2008, site de la Cour des comptes, pp. 68 et s.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
224
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
En effet l’article L. 1612-4 du code général des collectivités territoriales
bannit ainsi le recours à l’emprunt pour financer les dépenses de
fonctionnement. Un sens second, bien plus large, considère comme étant
une “règle d’or” toute règle juridique permettant le retour à l’équilibre
budgétaire; il s’agit ainsi de l’ensemble des contraintes imposées –
véritables “automatismes budgétaires”20 – aux pouvoirs publics en ce
domaine21. Ce sens large de la notion de “règle d’or”, renvoyant
finalement à toute règle dite d’équilibre, s’impose de plus en plus en
France, que ce soit dans la presse ou au sein même de la doctrine, et ce
en lien avec le débat parlementaire récent relatif au projet de loi
constitutionnelle.
Plusieurs mesures ont ainsi été discutées allant vers une réforme de
l’article 34 de la Constitution de 1958. Je les présente telles que votées
en l’état par les assemblées parlementaires (mais pas par le Congrès):
- La création à la place des lois de programmation actuelles de
“lois-cadres d’équilibre des finances publiques”, votées pour au moins 3
années afin d’ “assurer l’équilibre des comptes des administrations
publiques”. Ces lois-cadres doivent fixer, chaque année, un plafond de
dépenses et un minimum de mesures nouvelles afférentes aux recettes et
doivent être respectées par les lois de finances et les lois de financement
de la sécurité sociale. En cas de dépassement de ce plafond de dépenses
par exemple, le Conseil constitutionnel pourrait exercer sa censure. Les
lois de finances et les lois de financement de la sécurité sociale seront
donc subordonnées à la loi-cadre selon une “hiérarchie des normes
financières”22 plus cohérente. En cas de non-respect de celle-ci le
Conseil constitutionnel pourra censurer les lois de finances ou les lois de
financement de la sécurité sociale.
- Une loi organique, située dans la hiérarchie des normes entre la
constitution et les lois ordinaires (et lois de finances), doit préciser le
contenu de ces lois-cadres
- Enfin un nouvel article 88-8 est créé mettant en cohérence les
finances nationales avec les exigences européennes préalablement vues.
Le Gouvernement doit transmettre chaque année au Parlement le projet
de programme de stabilité avant qu’il ne soit transmis aux institutions
européennes.
Loin d’une “règle d’or” constitutionnelle rigoureuse, le projet
préfère finalement renvoyer à des lois-cadres assez floues, dont le
contenu serait précisé ensuite par le législateur organique; il faudra donc
20
M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n° 113, fév. 2011, p. VI.
V., F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The insconsistency of
optimal plans”, The Journal of political economy, vol. 85, n° 3, juin 1977, p. 487.
22
J. Arthuis/Ph. Marini, op. cit., p. 29.
21
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
225
attendre23 la mise en place de ces différentes étapes textuelles pour
apprécier la pleine portée du dit projet.
III. Une crise aux réalisations constitutionnelles encore limitées
Malgré les tentatives récentes, les réalisations constitutionnelles de
la crise resteront limitées, tant en matière de codification textuelle qu’en
matière de jurisprudence du Conseil constitutionnel.
A. L’échec du projet de révision constitutionnelle
Le projet constitutionnel français est directement issu de la crise,
celle-ci ayant été invoquée de nombreuses fois dans les travaux
antérieurs et les débats parlementaires. Or le projet n’a pas abouti; il faut
en comprendre les raisons.
Dès les travaux du Groupe de travail Camdessus, à l’origine du
projet, le contexte de crise est invoqué pour justifier les futures mesures
constitutionnelles: “Unanime […] le groupe l’a été aussi pour
considérer que le succès de notre sortie de crise passe par l’adoption
simultanée de mesures de redressement économique et budgétaire et le
renforcement de nos règles de finances publiques. Ce n’est qu’ainsi que
la confiance pourra être rétablie dans notre capacité à faire face à ce
double handicap”; et le rapport de pointer les lacunes de notre
législation financière mal identifiable “dans le contexte de forte volatilité
conjoncturelle, voire d’instabilité qui accompagne aujourd’hui la
mondialisation”. Seul un renforcement de celle-ci pourrait permettre de
rétablir la confiance des créanciers de l’État mais aussi des français ainsi
que contribuer “aux efforts de redressement exigés par la sortie de
crise”24.
L’impact de la crise est donc réel sur les propositions du Groupe
de travail. Le Gouvernement ne dira pas autre chose au moment de la
présentation du projet de loi constitutionnelle découlant de ces travaux.
La première phrase de l’exposé des motifs, sorte de résumé introductif
justifiant le projet lui-même, le montre: “Le diagnostic sur la situation
des finances publiques […] démontre que la France est confrontée à des
déséquilibres budgétaires de grande ampleur”. Toutefois, s’inscrivant
dans la continuité des réformes qui avaient été engagées depuis plusieurs
années, cet impact est ensuite – toujours dans les motifs – relativisé; la
situation antérieure était déjà préoccupante: “Au-delà de l’impact de la
récession mondiale de 2008-2009, c’est l’insuffisante maîtrise de nos
23
V., J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire: nécessité ou
artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et fiscales, 12 mai 2011.
24
Rapport Camdessus, op. cit., pp. 7, 39 et 40.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
226
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
comptes publics au cours des trente dernières années, notamment en
période de croissance, qui a conduit aux déséquilibres budgétaires
actuels”. Dès lors, se pose la question des déséquilibres structurels
intrinsèques à la situation française et les déséquilibres conjoncturels,
liés à la crise.
D’ailleurs, un sénateur socialiste, Yves Daudigny, demandera, en
séance publique, si le projet a véritablement un lien avec la crise de 2008
qui selon lui, et de manière ironique, “expliquerait tout”. Il pose la
question: “D’ailleurs, de quelle crise, parle-t-on?”. En effet, s’appuyant
sur les premières phrases des rapports de l’Assemblée nationale émis à
l’occasion du projet de révision, il estime que le rapport “de la
commission des finances explique tout par la crise de 2008, celui des
affaires sociales se réfère à 1983 et celui de la commission des lois
remonte à 1975… Pourquoi ne pas aller jusqu’à 1850, lorsque Gustave
Flaubert, dans son Dictionnaire des idées reçues, inscrivait en face du
mot "budget": "toujours en déficit"?”25.
“Tirer les leçons de la crise”, ce sont les termes notamment
utilisés par le ministre des finances François Baroin, devant les
parlementaires, pour justifier le projet de réforme constitutionnel relatif à
l’équilibre des finances publiques. La crise est d’ailleurs au cœur des
débats, la majorité reprochant à l’opposition de ne pas tenir compte de la
gravité de la situation pour voter le texte, l’opposition reprochant à la
majorité d’avoir créé durant plusieurs années du déficit structurel
indépendant des circonstances économiques. L’opposition s’appuie en
cela sur un rapport de la Cour des comptes chiffrant pour l’année 2009 –
alors que la France est pleinement touchée par la crise – un déficit
structurel pourtant indépendant de la mauvaise conjoncture, à 5 % de
PIB (sur un déficit public total de 7, 9 %)26. Ce sont donc presque les
deux tiers du déficit public qui seraient indépendants de la crise
financière et liés à la mauvaise gestion des dernières années.
L’opposition, refusera donc de voter ce texte, limitant qui plus est,
et selon elle, les droits financiers du Parlement, en enfermant son action
dans des lois-cadres. Or si la majorité peut, au sein de chaque assemblée,
faire adopter un texte sans le concours de l’opposition, un projet de loi
constitutionnelle nécessite également une adoption supplémentaire par le
Congrès (réunissant à Versailles l’ensemble des députés et des
sénateurs); celle-ci a lieu à la majorité qualifiée des trois cinquième de
ses membres et donc avec l’accord de l’opposition. Le président de la
République préféra ne pas réunir le Congrès, le projet ayant ainsi dès
25
26
Sénat, séance du 14 juin 2011.
Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des finances
publiques, p. 14.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
227
l’origine peu de chance d’être adopté. Le projet constitutionnel de “règle
d’or” est pour l’instant oublié en raison de l’élection présidentielle.
B. Une jurisprudence du Conseil constitutionnel peu influencée
par la crise
En dehors de cette tentative de révision de la Constitution, il faut
aussi se demander si la crise a pu avoir une influence sur la
jurisprudence du Conseil constitutionnel, juridiction ayant la lourde
tâche de faire respecter la norme suprême. Peu d’éléments permettent de
l’assurer avec certitude, les décisions du Conseil étant délibérées à huitclos. Néanmoins, il est parfois possible à la lecture des décisions d’y voir
quelques éléments pouvant avoir des liens avec la situation de crise
actuelle.
C’est principalement à propos des impôts locaux que les effets de
la crise sont le plus visible. En effet, l’État en raison de la dégradation
des comptes publics souhaite de plus en plus contrôler les financements
sur son territoire et faire respecter ainsi les objectifs européens par
l’ensemble des administrations publiques. Pour cela, il supprime de
nombreux impôts locaux – difficilement contrôlables par lui car relevant
du principe constitutionnel de libre administration des collectivités
locales (article 72 de la Constitution) – pour les remplacer par des
subventions qu’il leur verse directement. Selon le professeur Michel
Bouvier: “Le développement de la globalisation, accentué par la crise
récente et l'aggravation considérable du déficit et de l'endettement
publics, a amené ces dernières années à reconsidérer l'action de l'État
comme pertinente et indispensable. On assiste à une tendance au
renforcement de la fonction de pilotage du système financier public par
l'État, l'objectif étant de maîtriser le risque d'un éclatement du pouvoir
financier et, par conséquent, fiscal”27. La suppression par le législateur
de la taxe professionnelle qui rapportait près d’un tiers des ressources
départementales est l’une des réformes récentes les plus contestées au
plan local. Néanmoins le conseil Constitutionnel a considéré, dans une
décision du 29 décembre 2009 “qu'il ne résulte ni de l'article 72-2 de la
Constitution ni d'aucune autre disposition constitutionnelle que les
collectivités territoriales bénéficient d'une autonomie fiscale”28.
Finalement, par cette décision le Conseil entérine l’évolution en cours et
ne remet nullement en cause ce mouvement de “recentralisation” de la
“décentralisation”, d’autant plus fort depuis la crise.
27
M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les transformations de
l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai 2011, p. 267
28
Décision n° 2009-599 DC du 29 décembre 2009.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
228
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
Dans le cadre de la Question prioritaire de constitutionnalité
(QPC) qui permet depuis 2008 aux citoyens mais aussi aux collectivités
locales de saisir le Conseil constitutionnel lorsqu'une “disposition
législative porte atteinte aux droits et libertés que la Constitution
garantit” (article 61-1 de la Constitution), nombreuses ont été les
saisines des communes, des départements ou des régions pour protéger
leurs prérogatives financières affectées en période de crise. Or le Conseil
s’est plutôt montré réservé à leur égard et favorable au législateur. Il a
ainsi estimé que le principe de péréquation financière entre collectivités
territoriales n’est pas un droit ou une liberté invocable dans le cadre
d’une QPC de l’article 72-2 de la Constitution mais constitue seulement
un “objectif d’égalité”29.
De même, le financement par les départements des aides sociales –
revenu de solidarité active (RSA), allocation personnalisée d'autonomie
(APA) et prestation de compensation du handicap (PCH) – est très
affecté par la suppression de la taxe professionnelle. Or, de 1992 à 2010,
les dépenses d'aide sociale des départements ont quasiment triplé,
passant de 11 à 30, 4 milliards d'euros. Ces derniers ont saisi le juge
constitutionnel, en arguant de l’insuffisante compensation versée par
l’État et ce, au nom des principes de libre administration des collectivités
locales (de l’article 72) et d’autonomie financière (de l’article 72-2)30. Or
le Conseil a estimé, dans plusieurs décisions de juin 201131 que ces aides
sociales ne sont pas un transfert de compétences de l’État aux
collectivités locales impliquant une compensation intégrale au regard de
l’article 72-2 mais seulement une création ou une extension de compétences
des départements, nécessitant seulement un “accompagnement de ressources”
allouées par l’État32; le Conseil a considéré qu’il n’y avait pas atteinte “au
principe de libre administration des collectivités territoriales”. La crise
n’a donc pas influé, là encore sur la jurisprudence récurrente du Conseil
et largement favorable au législateur. Selon Loïc Levoyer, le juge
constitutionnel refuse de reconnaître “la dégradation préoccupante des
finances” des départements; il laisse “dans un contexte financier
particulièrement difficile, […] à bien des égards, le financement de la
décentralisation sociale dans l'impasse... au moins momentanément”33.
Au niveau de l’État cette fois, l’un des autres effets de la crise est
d’augmenter le nombre de lois de finances rectificatives votées par le
29
Décision n° 2010-29/37 QPC du 17 septembre 2010.
V., L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale dans l'impasse?”,
RDSS, 2012, p. 76.
31
Décisions n° 2011-142/145 QPC, n° 2011-143 QPC, n° 2011-144 QPC.
32
Décision n° 2004-509 DC, cons. 7 à 9
33
L. Levoyer, ibidem.
30
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Benoît Jean-Antoine
229
Parlement, afin de s’adapter à la conjoncture économique toujours
changeante. Pas moins de quatre lois de finances rectificatives ont ainsi
été adoptées en 2011. Ces lois de finances rectificatives pourraient à
terme permettre, en modifiant régulièrement les prévisions initiales, de
mieux respecter le principe de sincérité budgétaire tel qu’il est appliqué
par le Conseil constitutionnel, à savoir “l’absence d’intention de fausser
les grandes lignes du l’équilibre défini par la loi de finances”34.
Rappelons néanmoins que le Conseil n’a jamais censuré une loi de
finances ou une loi de finances rectificative sur la base de ce principe35.
Pour conclure, la crise financière a bien entraîné de nombreux
débats sur une possible nouvelle révision constitutionnelle. De même,
les saisines nombreuses du Conseil constitutionnel par les collectivités
locales ne sont sans doute pas étrangères à ce contexte dégradé.
Néanmoins, paradoxalement, la crise n’aura permis, ni à la révision
constitutionnelle d’aboutir, ni des bouleversements majeurs dans la
jurisprudence financière du Conseil qui reste dans l’ensemble favorable
à la volonté du législateur. Paradoxalement encore, c’est antérieurement
à cette crise que les changements les plus importants ont été réalisés
dans un cadre constitutionnel (comme l’inscription constitutionnelle de
lois de programmation des finances publiques en 2008).
Mirabeau, l’un de nos grands révolutionnaires disait en 1789: “la
dette publique a été le germe de notre liberté”36. En effet, si la crise
financière de 1789 a été à l’origine du droit constitutionnel, il ne semble
pas en être de même pour la crise actuelle. C’est donc aujourd’hui la
seule volonté politique des dirigeants qui impose ou non en France le
respect d’une règle d’équilibre et non le texte constitutionnel lui-même,
encore trop peu contraignant à ce sujet.
BIBLIOGRAPHIE
J.-B. Duvergier, Collection complète des Lois, Décrets,
Ordonnances, Règlements, et avis du Conseil d’État, depuis 1788 par
ordre chronologique, Guyot et scribe, Paris, 1824.
Archives parlementaires de 1787 à 1860, fondé par J. Mavidal/E.
Laurent, Dupont, Paris, 1867-2005, 1ère série (1789 à 1799), t. VIII,
séance du 17 juin 1789.
34
V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et programmation pluriannuelle”,
RFFP, n° 117, fév. 2012, p. 96.
35
Y compris dans les décisions récentes de 2011 relatives aux lois de finances
rectificatives: décision n° 2011-638 DC du 28 juillet 2011 et 2011-645 du 28
décembre 2011.
36
Cité par Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle, PUF, 3e éd.,
Paris, 2001, t. II, p. 298.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
230
Les Incidences Constitutionnelles de la Crise Financière en France
J. Barthélemy/P. Duez, Traité de droit constitutionnel, Dalloz, Paris, 1933.
J.-L. Warsman, Projet de loi constitutionnelle relatif à l’équilibre
des finances publiques, rapport Assemblée nationale, 13 avril 2011.
Comité de réflexion et de proposition sur la modernisation et le
rééquilibrage des institutions de la Ve République, Une Ve République
plus démocratique, rapport au Président de la République, La
documentation française, Paris, 29 octobre 2007.
J. Arthuis/D. Migaud, “Réforme de la Constitution: supprimons
l’article 40”, Le Monde, samedi 17 mai 2008
J. Arthuis/Ph. Marini, Projet de loi constitutionnelle, adopté par
l’Assemblée nationale, relatif à l’équilibre des finances publiques, avis
Sénat, 8 juin 2011.
M. Camdessus (Groupe de travail présidé par), Réaliser l’objectif
constitutionnel d’équilibre des finances publiques, rapport, 21 juin 2010.
V., C. Soulay, “La "règle d’or" des finances publiques en France et
en Allemagne: convergence au-delà des différences?”, RFFP, n° 112,
nov. 2010.
V., Euro summit statement, 26 octobre 2011, site du Conseil
européen.
V., Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives
des finances publiques 2008, site de la Cour des comptes.
M. Bouvier, “La règle d’or: un concept à construire?”, RFFP, n°
113, fév. 2011.
V., F. E. Kyland/E. C. Prescott, “Rules rather than discretion: The
insconsistency of optimal plans”, The Journal of political economy, vol.
85, n° 3, juin 1977.
V., J.-Ph. Feldmann, “Constitutionnaliser l’équilibre budgétaire:
nécessité ou artifice?”, site de l’Institut de recherches économiques et
fiscales, 12 mai 2011.
Cour des comptes, Rapport sur la situation et les perspectives des
finances publiques.
M. Bouvier, “La réforme de la taxe professionnelle et les
transformations de l'autonomie financière locale”, RFDA, n° 2, mai
2011.
V., L. Levoyer, “Le financement de la décentralisation sociale
dans l'impasse?”, RDSS, 2012.
V. A. Pariente, “Équilibre des finances publiques et
programmation pluriannuelle”, RFFP, n° 117, fév. 2012.
Ph. Sueur, Histoire du droit public français XVe-XVIIIe siècle,
PUF, 3e éd., Paris, 2001, t. II.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
- VI TÜRKİYE/AKDENİZ VE AVRUPA
TURKEY/MADITERRANE/EUROPE
TURQUIE/MÉDITERRANÉE/EUROPE
TUNUS’TA ANAYASAL VE DEMOKRATİK GEÇİŞ ÜZERİNE
DÜŞÜNCE VE DEĞERLENDİRMELER*
(EVALUATION ON THE CONSTITUTIONAL AND DEMOCRATIC
TRANSITION IN TUNISIA)
Chawki Gaddes
Tunus Anayasa Hukuku Derneği Genel Sekreteri, Anayasa Hukuku
Uluslararası Akademisi Yönetici Sekreteri, Tunus Kartaca Ünversitesi
Hukuk Bilimleri Fakültesi Öğretim Görevlisi/
Secretary General of the Tunisian Association of Constitutional Law,
Executive Secretary of the International Academy of Constitutional Law,
Lecturer at the University of Carthage, Faculty of Legal Sciences of
Tunis
ÖZET
Tunus’ta demokratik geçiş süreci iki aşamalıdır. İlk aşamada, devrik cumhurbaşkanının kaçışının ardından, 1959 Tunus anayasası olağan
bir şekilde işlememiştir. Sokağın talep ve tepkileri, devlet başkanlığı,
parlamento ve Anayasa Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey gibi anayasal yapıların feshine yol açmıştır. Ardından devrimin amaçlarının gerçekleştirilmesi, yolsuzlukların açığa çıkartılması ve devrim sürecindeki
hak ihlallerinin tespiti için üç önemli yapı oluşturulmuştur.
Demokratik geçişin halen süregelen ikinci aşaması, anılan yapıların yerlerini ulusal kurucu meclise bırakmasıyla başlamıştır. Ulusal kurucu meclis, anayasanın hazırlanmasına yoğunlaşabilmek için fazla görev alması, çalışma süresinin belirsizliği ve çalışmaların şeffaflık eksikliği taşıması gibi sorunlar taşımaktadır.
İkinci aşamanın diğer önemli aktörleri ise sürekli yeniden biçimlenen siyasi partiler, demokratik geçişin genç ve ayrışık katalizörleri olarak sivil toplum aktörleri ve demokratik sürecin katalizör eleştirel tanıkları olarak kitle iletişim araçlarıdır. Bu aktörlerin de dâhil olduğu ikinci
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
232
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
aşamadaki karar alma yöntemi -ilk aşamadaki uzlaşmacı karar alma
yönteminin aksine- çoğunlukçu ve empoze edici hale gelmiştir. Ulusal
kurucu mecliste özellikle En Nahda’nın etkin olduğu troyka, kendi metinlerini dayatmakta ve kamusal görevlere atamada kendi tercihlerini tek
taraflı kabul ettirmektedir. Ancak süreç devam etmektedir ve ne getireceğini zaman gösterecektir.
Anahtar Kelimeler: Tunus anayasası, demokratik geçiş, kitle iletişim araçları, sivil toplum örgütleri, ulusal kurucu meclis, siyasi partiler,
çoğunlukçuluk ve çoğulculuk
ABSTRACT
The process of transition to the Democracy in Tunisia has two
stages. At the first stage which started with the ousted president’s
escape, the Constitution of 1959 of Tunisia did not work in an ordinary
manner. Some constitutional structures such the Presidency, the
Parliament and the Constitutional Council, the Economic and Social
Council as were abolished as a result of reactions and demands in the
streets. Three critical institutions were established for the purposes of
the revolution, investigation of the corruption allegations, proof of
human rights violations in the process of revolution.
The second stage of the democratic transition has started with
establishment of the constituent assembly in place of the three
constitutional structures. The national constituent assembly has some
difficulties. Intensive working tempo, uncertainty of the working period,
lack of transparency can be accepted as examples for these difficulties.
Other important actors in the second stage are the political parties
which constantly reshape civil society actors as heterogeneous catalysis
of the democratic transition, mass media as the catalytic critical
witnesses of the democratic transition. The decision-making method in
the second stage, which includes these actors, became imposing and
majoritarian on the contrary of the consensual decision-making method.
In the national constituent assembly, troika, in which especially En
Nahda is effective, imposes its own text and their preferences in the
assignment of public tasks unilaterally. However, process goes on and
the time show will what happens.
Keywords: The Constitution of Tunisia, mass communication, nongovernmental organization in Tunisia, the political parties in Tunisia,
transforming the country into a democratic regime, majoritarianism and
pluralism
***
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
233
PLAN: I. DEMOKRATİK GEÇİŞ, TEKil mi çoğul mu?: A.
Tunus’ta demokratik geçişin ilk aşaması, ilk demokratik danışmasının
heyecanını yaşayan bir toplum; B. tunus’ta demokratik geçişin ikinci
aşaması, anayasanın hazırlanmasına doğru
II. demokratik GEÇİŞ, hangi aktörler?: A. tunus ulusal kurucu
meclisi, demokratik geçişin temel ayağı; B. Siyasi Partiler, sürekli yeniden biçimlenen demokratik geçişin aktörleri; C. sivil toplum, demokratik
geçişin genç ve ayrışık katalizörü; D. kitle iletişim araçları, demokratik
sürecin katalizör eleştirel tanıkları.
III. demokratik GEÇİŞ, hangi karar alma yöntemi?: A. uzlaşma,
geçişin ilk aşamasındaki karar alma yöntemi; B. çoğunlukçu oylama,
geçişin ikinci aşamasında empoze edilen karar alma yöntemi
IV. ne sonuç çıkartmalı?
Tunus’taki anayasal ve demokratik geçiş hakkında yapabileceğimiz üç sorgulama şu noktalar etrafında gerçekleşmektedir:
• Demokratik geçiş ne kadar sürececek?
• Demokratik geçişin tarafları olan aktörler kimlerdir?
• Demokratik geçiş çerçevesinde kabul edilen karar alma yöntemi nedir?
I. Demokratik geçiş, tekil mi çoğul mu?
Tunus’ta 14 Ocak 2011’den sonraki döneme eğilen bir araştırmacı
ülkenin kurucu bir süreçte tek ve devam eden bir evrim geçirdiğini sanır.
Ancak konuya girdikçe diktatörlük rejimi ile demokratik rejim arasındaki sürecin bir anda, tek bir zamansal bütünde gerçekleşmesinin mümkün olmadığını farkederiz.
Tunus’taki demokratik geçiş, birbirinden farklı özelliklerdeki iki
ayrı dönemde gerçekleşmektedir1: İlki, devrik Cumhurbaşkanı Zeynel
Abidin Ben Ali’nin 14 Ocak 2011 saat 18’de kaçışının2 ertesinde Anayasa Konseyi’nin iktidarın başının kesin olarak boş kaldığını 15 Ocak
2011’de bildirmesinden3 23 Ekim 2011’deki4 seçimlere kadar süreç.
İkincisi ise Ulusal Kurucu Meclis’in ilk toplantısı 22 Kasım 2011’den5,
1
Olayların kronolojik olarak verildiği bir bağlantı için: www.espacemanager.com/
politique/les-dates-phares-de-la-transition-tunisienne.html
2
http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/ben-ali-retour-sur-une-fuitechaotique.html
3
www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/01003-20110115ARTFIG00402-tunisie-lepresident-ecarte-definitivement-du-pouvoir.php
4
www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/
5
www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituante-entame-ses-travaux-2211-2011-1399177_24.php
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
234
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
bugün hâlâ bir tahmin olan, siyasi aktörlerce haziran 2013 ya da ekim
20136 olarak açıklanan ama kanımızca daha da ileri bir tarihte
gerçekleşecek gelecek seçimlere kadarki süreç.
A. Tunus’ta demokratik geçişin ilk aşaması, ilk demokratik
danışmanın heyecanını yaşayan bir toplum
İlk geçiş dönemi, dönemin aktörlerinden Dekan Yadh Ben Achour
tarafından sempozyuma sunulan giriş tebliğinde çok güzel bir şekilde
anlatılmış, yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Bu ilk dönemin en belirgin özelliği süreçle yükümlü yapıların demokratik meşruluklarının yokluğudur. Vekâleten cumhurbaşkanı Sayın Fuad Mebaza Anayasanın 57.
Maddesi uyarınca7 60 gün içerisinde seçimleri düzenlemekle yükümlü
idi. Ne var ki bu, sokağın tepkisini hesaba katmadığından gerçekleşemeyecektir. La Kasbah (I) adıyla bilinen hükümet meydanındaki oturma
eylemi Devlet başkanının Anayasayı askıya alması ve parlamentonun
her iki meclisini de Anayasa Komisyonu ile birlikte feshi ve 24 Temmuz
2011’de Ulusal Kurucu Meclisi çağırmasıyla sonuçlanacaktır8.
Hukukçular ve anayasacılar, hukukta vekil Devlet Başkanının
hangi temele dayanarak böyle kararlar alabildiğini soruyor. Devlet Başkanı 1959 Anayasasının hükümleriyle ve özellikle 57. Maddesiyle bağlıydı ve madde ne kendisinin 60 günden fazla kalmasına ne de parlamentoyu feshine müsaade ediyordu. Kararı tamamiyle siyasiydi ve 1959
Anayasasının metninin koyduğu hukuksal zinciri, sadece Anayasayı askıya alarak çözdü.
Siyasi sahnenin tüm analizleri hem fikirdi, bir seçenek yoktu, sokağın kendisine sağır kalınamayacak talepleri vardı. Gerçekten de kararlarını açıkladığı konuşmasının ardından sokak alkışladı ve siyasi sınıf
6
www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23-juin-seront-elles-reportees- aoctobre-2013.html
7
Madde 57 (25 Temmuz 1988 T. ve 88-88 S. ile 1Haziran 2002 ve 2002-51 S. anayasal
kanunlar ile değişik). “Cumhurbaşkanı ölüm, istifa ya da görevini tamamen yerine
getirememesi durumunda Anayasa Konseyi derhal toplanarak boşluğu kesin olarak
üye oy çokluğuyla tespit eder. Bu konuda Danışma ve Milletvekilleri Meclis Başkanlarını bilgilendirir ve Meclis başkanı en az kırk beş en çok altmış günlük bir süre
için vekâleten Cumhurbaşkanının yerine geçer. Eğer kesin boşluk Milletvekilleri
Meclisinin feshiyle çakışırsa bu durumda görevi aynı süreler için vekâleten Danışma
Meclisi Başkanı üstlenir...”
“Cumhurbaşkanı ölüm, istifa ya da görevini tamamen yerine getirememesi nedeniyle
Meclis başkanı en az kırk beş en çok altmış günlük bir süre için geçici olarak Cumhurbaşkanının yerine geçer. Cumhurbaşkanı yerine geçici sıfatıyla vekâlet eden
kimse istifa etse dahi Cumhurbaşkanlığına aday olamaz. Bu geçici dönemde yeni
cumhurbaşkanı beş yıllık bir süre için seçilir...”
8
www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituante-pour-passer-a-ladeuxieme-republique.html
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
235
ya açık bir şekilde veya üstü kapalı bildirilerle yaut da kabul manasına
gelen bir sessizlikle bunu tasdik etti. Tunus merkez sendikası [Tunus
Ulusal İşçi Birliği - UGTT – ç.n.] ve uç muhalefet partileri de kabul ettiler9. Sendikacılar oturma eylemleri ile kısmi grevlere son vereceklerine
söz bile verdiler.
Tunus böylece anayasal metinden yoksunlukla nitelendirilen zor
bir dönemi böyle tamamladı. Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine
ilişkin kanun hükmünde kararnamenin yayım tarihi olan 23 Mart 2011’i
beklemek gerekecekti10. Metnin gerekçeleri söz konusu metnin hukuksal
dayanağının yokluğunu çok güzel göstermektedir:
“14 Ocak 2011 devrimi sırasında egemenliğini tam olarak kullanma iradesini ifade ettiğini dikkate alarak yeni anayasa çerçevesinde,
Devletin, Cumhurbaşkanlığının -Anayasa Konseyi’nin 15 Ocak
2011 tarihli Tunus Resmi Gazetesi’nde yayımlanan bildirisiyle tespit
ettiği üzere- 14 Ocak 2011’de kesin olarak boşalmış olmasının ardından
şu anki durumu kamu erklerinin düzenli bir şekilde işleyişine imkân
vermemekte ve anayasa hükümlerinin uygulanmasının imkânsız hâle
geldiğini dikkate alarak,
Cumhurbaşkanının ulusal bağımsızlığın, toprak bütünlüğünün ve
yasalara saygı ile uluslararası anlaşmaların yürütülmesinin teminatı olduğunu ve devletin devamını temin eden kamu erklerinin düzenli işleyişlerini gözettiğini dikkate alarak”.
Kanun hükmünde kararname 2. Maddesiyle parlamentonun iki
meclisi ile Anayasa Konseyi ve Ekonomik ve Sosyal Konsey’i –Danıştay’ı (Devlet Konseyi) yerinde tutarak- feshetmiştir. Söz konusu kanun
hükmünde kararname belirlediği konularda, Cumhurbaşkanının, Hükümetin önerisiyle kanun hükmünde kararnameler yayınlayarak yasama
erkini kullanmasını onaylamaktadır. Yürütme erkine geldikte, Cumhurbaşkanı tarafından vekâleten kullanılmakta ve hükümet bir başbakan
tarafından idare edilmektedir. Bu görevleri ifa edenler kurucu meclis
seçimlerine katılamayacakları gibi 11. Maddeye göre11 Devlet Başkanlığı 15. Maddesine göre12 Hükümete aday da olamazlar.
9
“Konuşması en uç muhalefet paritleriyle en etkili merkez sendikası UGTT de dahil
herkes kesimden büyük kabul gördü, www.lexpress.fr/actualite/monde/la-revolutiontunisienne-franchit-une-nouvelle-etape_968650.html
10
Décret-loi n° 2011-14 du 23 mars 2011, portant organisation provisoire des pouvoirs
publics.
11
Madde 11 – Vekil Cumhurbaşkanı ne Ulusal Kurucu Meclis seçimlerine ne de yeni
anayasanın ardından bir diğer seçime adaylığını koyamaz.
12
Madde 15 – Geçici hükümetin Başbakanı ile üyeleri Ulusal Kurucu Meclis seçimlerine adaylıklarını koyamazlar.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
236
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
Üç yapı hayata geçirilip, ülkeyi daha istikrarlı ve özellikle demokratik bir duruma doğru geliştirmek üzere tatmin edici bir şekilde çalışmaları sağlandı. Başkanlığını Dekan Yadh Ben Achour’un yaptığı Devrimin, siyasi reformların ve demokratik geçiş hedeflerinin gerçekleştirilmesi yüksek makamı’nın13 amacı “siyasi teşkilata ilişkin yasal metinleri incelemek ve demokratik sürece ilişkin devrim hedeflerini hayata
geçirmek için reformlar önermek”ti. Başkanlığını merhum Dekan
Abdelfettah Amor’un yaptığı Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal
komisyonu14 ise “Komisyonun faaliyetine ve rüşvet ve zimmetle mücadele için stratejilerin belirlenmesine ilişkin temel yönelimleri incelemek”
ile görevliydi. Nihayet başkanlığını Avukat Tevfik Buderbala’nın yaptığı
17 Aralık 2010’dan amacını gerçekleştirinceye kadarki dönemde kaydedilen ihlâllerin araştırılması ulusal komisyonu da15 “söz konusu dönemde kaydedilen ihlâllere ilişkin belgeleri ve bilgileri toplamak”tı.
Tüm bu ortaklaşa yapılar başkanlarının önerisiyle hükümet tarafından atanmış üyelerden oluşuyordu. Gerçek bir karar gücünden yoksun
olsalar da, Tunus’taki demokratik geçişin geleceği üzerinde kamu oyunu
rahatlatarak katkıda bulundular. Bu durum ülkeyi 9 ay boyunca gerçekten demokratik bir şekilde tartışılan ve Bağımsız Yüksek Seçim Makamı16
tarafından 23 Ekim 2011’de düzenlenen ilk seçimlere götürdü. Ulusal
olduğu denli uluslararası gözlemcilerin düşüncesi de seçimlerin niteliği
konusunda değişkendi17. Ancak hiçbir parti sonuçlara itiraz etmedi, ki bu
da, demokratik geçişin ikinci aşamasına ulaşmayı sağladı.
13
Décret-loi n° 2011-6 du 18 février 2011, portant création de l'instance supérieure
pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la
transition démocratique.
14
Décret-loi n° 2011-7 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale
d'investigation sur la corruption et la malversation
15
Décret-loi n° 2011-8 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale
d'investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du 17 décembre
2010 jusqu'à l'accomplissement de son objet
16
Décret-loi n° 2011-27 du 18 avril 2011, portant création d’une instance supérieure
indépendante pour les élections
17
Bu açıdan gözlemcilerin raporlarının okunması önerilir ki Tunus’ta en azından üç
uluslararası yapı temsil edilmektedir: Avrupa Birliği
(www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-ue-tunisie2011_fr.pdf)
Fransızcagil Teşkilâtı
(http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Rapport_de_Mission
_DEF.pdf) ve özellikle Carter Merkezi’nin hazırladığı rapor
(www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/peace_publications/election_reports/tuni
sia-final-Oct2011-fr.pdf)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
237
B. Tunus’ta demokratik geçişin ikinci aşaması, Anayasanın
hazırlanmasına doğru
İlk aşamanın tüm yapıları dereceli olarak yerlerini Ulusal Kurucu
Meclis’e ve ondan doğan makamlara bıraktılar. Meşruluktan yoksun
makamlar demokratik seçimlerle oluşmuş yeni biçimler karşısında yavaş
yavaş silineceklerdi.
Ulusal Kurucu Meclis’in toplanabilmesi için seçimlerden sonra 1
ay beklemek gerekti. 22 Kasım 2011 Salı günü, ilk oturum tüm ulusal
televizyonlardan canlı olarak yayınlandı. Siyasi hayatın tüm idaresi artık
muhalefetin safdışı bırakılmasıyla yapılacaktı. Bu işlem troyka tarafından tekelleştirilecekti.
Bunun ardından, En Nahda, Ettakatol ve Cumhuriyet için Kongre
[CPR – ç.n.] arasındaki siyasi koalisyon resmileşti. Bu sayede söz konusu koalisyonun başkanlığını yapan Ettakatol Partisi’nin lideri Mustafa
Ben Cafer oyların 2/3’ünü elde etti. Meclis İç Tüzüğü gibi Kamu erklerinin geçici düzenlenmesi kanunu hazırlayan komisyonlar Ulusal Kurucu
Meclis tarafından seçildiler ve asıl olarak Troyka üyelerinden oluşmaktaydılar. Komisyonların hazırladığı iki taslak Meclis toplantısında televizyondan gecenin ikisine değin naklen tartışıldı. İlk metin, Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kurucu kanundur ki, Ulusal Kurucu
Meclis’in anayasal ve yasal erklerle donanmış bir meclis siyaseti rejimini kurarak, verdiği güvenoyuna dayalı görevlerini ifa edecek hükümeti
kuran bir Başbakanı seçmekle görevli Cumhurbaşkanını seçmektedir.
Münsef Marzuki işte bu şekilde Ulusal Kurucu Meclis tarafından 217
oydan 153’ünü alarak geçici Devlet Başkanı seçildi18. Marzuki 14 Aralık
2011’de Hammadi Cibali’yi hükümeti19 kurmakla görevlendirir. Cibali,
Ulusal Kurucu Meclis’in güvenoyunu 38 red, 11 çekimser oya karşı 154
oyla aldı.
Böylece Troyka, devletin anahtar görevlerini kendi arasında paylaştı. Ulusal Kurucu Meclis başkanlığı Ettakatol’a, Cumhurbaşkanlığı ve
Başbakanlık ise En Nahda Partisi’ne gitti. Ki bu sonuncusu, yürütme
erkinin neredeyse tamamını elinde toplamış oldu.
İlk geçiş dönemini yürütmekle görevli hükümet ile anayasayı hazırlayanlar arasındaki devir örnek oldu. Bu tören sırasında Hammadi
Cibali “Erklerin bu devri ülkemizin ve devrimimizin en güzel tablosunu
yanıstmaktadır. Bu, Arap ve müslüman dünyasında, iktidarın akışkan
18
www.espacemanager.com/politique/tunisie-moncef-marzouki-elu-president-de-larepublique.html
www.lexpress.fr/actualites/1/actualite/tunisie-moncef-marzouki-succede-a-ben-alicomme-president-de-la-1e-republique-arabe-libre_1060773.html
19
www.espacemanager.com/politique/tunisie-hamadi-jebali-officiellement-chef-dugouvernement.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
238
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
dönüşümlülüğünün ilk tecrübesidir” değerlendirmesini yaptı20. Ancak bu
güzel tablo fazla sürmeyecek, sosyal ve ekonomik talepler eskisinden
daha güçlü bir şekilde yeniden başlayacaktı.
Devrimin üç makamı farklı zamanlarda raporlarını teslim ederek
görevlerinin son bulduğunu açıkladılar. Yüksek Makam21 bunu seçimlerden 10 gün önce açıkladı. Yüksek Makam’ı, bunu seçimlerden 15 gün
sonra yapmaya çaba gösteren Yolsuzluklara karşı Komisyon22 izledi.
Devrim ihlâlleri komisyonu23 da raporunu yeni hükümetin kurulması için
Mayıs 2012’yi bekleyecekti. Teşkilâtı uzmanlar komisyonuna indirgenen
Yüksek Makam ise boş yere Hükümet ve Meclisin hukuk komisyonuna
dönüştürülmek için bekledi. Bunun gerçekleşmemesi üzerine Yüksek
Makam başkanı Yadh Ben Achour 27 Ağustos 2012’de24 Yüksek Makam Uzmanlar Komisyonu’nun görevinin sona erdiğini ve söz konusu
Makamın üyelerince Demokratik Geçiş Araştırma Derneği’ni kurduklarını açıkladı. Yolsuzluklara karşı Komisyon raporunu sunduğu gün,
Cumhurbaşkanı Fuad Mebaza’nın, Komisyonun çalışmalarını düzenleyen yeni kanun hükmünde kararnameyi imzaladığını gördü. Başkanı
Dekan Abdelfettah Amor’un vefatı üzerine25 yerine 27 Mart 2012’de
Avukat Samir Annabi26 geçti.
İlk dönemde kimi alanları yürütmekle görevlendirilen bağımsız
makamlar birbiri ardına çekildiler. Ve maskeli balo başladı, Bağımsız
Yüksek Seçim Makamı Başkanı Sayın Kemal Cendubi Cumhurbaşkanına
20
www.lefigaro.fr/flash-actu/2011/12/26/97001-20111226FILWWW00199-tunisiele1er-ministre-fait-des-promesses.php
21
Yüksek Makam’ın 13 Ekim 2011 tarihinde raporunu Sayın Cumhurbaşkanı Fuad
Mebaza’ya sunuş töreni: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/11038-cloturedes-travaux-de-la-hi-pour-la-realisation-des-objectifs-de-la-revolution.html
22
Rapor Cumhurbaşkanı Fuad Mebaza’ya 10 Kasım 2011’de sunuldu:
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12821-la-cnicm-fait-la-lumiere-sur-sonrapport.html
23
Rapor 3 Mayıs 2012’de Cumhurbaşkanına sunuldu: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/
300-politique/24847-la-liste-definitive-des-martyrs-et-des-blesses-de-la-revolutionest-fixee-bouderbela.html
Rapport remis le 3 mai 2012 aux présidents de l’ANC et du gouvernement:
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/24885-le-rapport-final-de-lacommission-detablissement-des-faits-remis-a-jebali-et-ben-jaafar.html
Remis au ministre des droits de l’homme le 18 mai 2012: www.tap.info.
tn/fr/fr/politique/300-politique/25784-le-rapport-final-de-la-commission-debouderbala-remis-au-ministre-des-droits-de-lhomme.html
24
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/31573-yadh-ben-achour-la-commissiondes-experts-renoncera-definitivement-a-ses-fonctions-a-partir-du-27-aout.html
25
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/15823-deces-de-abdelfattah-amorpresident-de-la-cicm.html
26
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/22272-nomination-de-samir-annabi-ala-tete-de-linstance-nationale-de-lutte-contre-la-corruption.html
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
239
ve Ulusal Kurucu Meclis Başkanı’na kesin raporunu 20 Şubat 2012’de
sundu27. 18 Nisan 2011’de Bağımsız Yüksek Seçim Makamı’nı kuran
2011-27 sayılı kanun hükmünde kararname ilk maddesinde “görevinin
kesin seçim sonuçlarının açıklanmasıyla son bulacağı(nı)” söylemektedir. Metindeki boşluk Yüksek Seçim Makamı’nın kesin sonuçları 14 Kasım 2011’de açıklamasının28 ardından raporunu hazırlayabilmesi için
varlığını sürdürmeye devam etmesi zorunluğunda ortaya çıktı. Söz konusu kanun hükmünde kararnamenin 4. Madesi de Bağımsız Yüksek Seçim Makamı’nı “seçimlerin gerçekleşişi üzerine bir rapor hazırlayıp yayınlamak”la yükümlü kılmaktaydı. Böylece 2011 Şubat ayı itibariyle
Bağımsız Yüksek Seçim Makamı’nın yasal varlığı kalmamıştır. Bu durum
Yüksek Seçim Makamı başkanının 21 Şubat 2011 tarihinde medyaya raporunu sunumu sırasında29 faaliyetlerini sürdürme konusunda Hükümetin herhangi resmi bir talebinin olmadığı açıklamasını yapmasına yol
açtı. Bu diğer gerekliliklerin yanısıra, bir dahaki seçimlere hazırlık olarak Tunus’luların seçim listelerine kayıtlarının devamı için bir gereklilikti.
Kendisinden istenmemesina rağmen bir başka makam daha sahneden çekildi. Mart 2011’de kurulan İletişim ve Haberleşme Ulusal Makamı başkanı Sayın Kemal Labidi makamın bir işe yaramadığı, mevcut
hükümet ile işbirliğinin imkânsızlığı ile tavsiyelerinin dikkate alınmadığı
tespitini yaparak 4 Temmuz 2012’de kendini feshetti30. Söz konusu makam raporunu iki ay önce 30 Nisan 2012’de sunmuş idi.
Kış uykusundaki tek yapı Yolsuzluklara karşı Komisyon’dur ki şu
an itibariyle yalnızca Başkanından oluşmakta ve üyelerinin atanmasını
beklemektedir. Görünüşe bakılırsa her ne kadar geçiş dönemi adaleti
projesi çerçevesinde üstelik kendisine müsteşarlık ayrılan bir teşkilât
zaruri olsa da, Hükümetin siyasi iradesi bu komisyonun yeniden faal
olması yolunda görünmüyor.
Geçişin ilk aşamasını gerçekleştiren tüm yapıların bir bir ortadan
kalkmasıyla ortaya çıkan tesadüfi boşluk devamlılıktan çok bir kesinti
arzusunun işaretidir. Böylece Cumhurbaşkanı; Kamu erklerinin geçici
düzenlenmesine ilişkin kurucu kanunla hukuken olduğu denli fiilen siyasi aktörlerin tavırlarıyla da uca kaymıştır. Tüm siyasi oyun böylece
Ulusal Kurucu Meclis ve kendisinden çıkan hükümet tarafından oynan27
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19421-marzouki-recoit-le-rapport-finalde-lisie.html
28
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12943-resultats-definitifs-des-electionsde-lassemblee-nationale-constituante.html
29
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19469--kamel-jendoubi-lnous-navonsrecu-aucune-demande-officielle-de-poursuivre-notre-actionr.html
30
www.tap.info.tn/fr/fr/medias/28773--laabidi-annonce-la-fin-de-la-mission-delinric.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
240
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
maktadır. Bu iki teşkilât Troyka’nın özellikle En Nahda Partisi’nin güdümündedir.
Geçişin bu ikinci aşaması bir siyasi teşkilâtın; karar alma yöntemlerine olduğu denli yapılara da el koymasıyla karakterize edilebilecektir.
Ki şimdi, bunu inceleyeceğiz.
II. Demokratik geçiş, hangi aktörler?
Demokratik geçişin aktörleri pek çok ve oldukça değişiktir. Bunları tek tek belirterek özellikleri kadar önemlerini de belirginleştirmeye
çalışacağız. Bunlar öncelikle Ulusal Kurucu Meclis (A), siyasi partiler
(B), sivil toplum aktörleri ve en başta sendika birliği (C), sosyal ağlar
seçeneklerine ayrı bir yer ayıracağımız kitle iletişim araçları (D).
A. Tunus Ulusal Kurucu Meclisi, demokratik geçişin temel ayağı
Demokratik geçiş sürecinin ana parçası halk tarafından demokratik
bir şekilde seçilen Ulusal Kurucu Meclis’tir. İlk aşama bunun hayata
geçirilmesine ayrılmıştır. İkincisi ise çalışmaları, koridor gürültüleri ve
üyeleriyle koalisyonlarının dedikleriyle, faaliyetlerinin ritminde sürmektedir31.
Tunus’taki demokratik geçişi yönetmekle görevli yapıya ilişkin
temel sorun üçlü bir sorundur: Görevleri o kadar önemli ki, kurucu erk
için etkililiğinin sınavını olacak (1), görev süresinin belirsizliği, halkın
ve siyasi aktörlerin kendisine olan güvenini kırıyor (2), ve başta şeffaflıktan uzak olarak nitelendirilen çalışması sivil toplumun baskısıyla şeffaflığa yöneliyor (3).
1. Anayasanın hazırlanmasına yoğunlaşabilmek için fazla zaman alan görevler yüklenmiş bir Meclis
6 sayılı Kamu erklerinin geçici olarak düzenlenmesine dair anayasal kanun bu meclise düşen görevleri tek tek sayıyor. 2. Maddesi ana
görevinin yanısıra Ulusal Kurucu Meclis şu görevlerle de yükümlüdür:
yasama görevinin kullanılması, Ulusal Kurucu Meclis başkanının seçimi, Cumhurbaşkanının seçimi ve Hükümet faaliyetlerinin denetimi.
Daha hükmün kaleme alışından açıkça bellidir ki Meclisin ana görevi Anayasayı hazırlamaktır. Diğer görevlerin özellikle de çok zaman
alan yasama görevinin asgaride tutulmasını umuyorduk. Eğer kurucu
meclis anayasanın hazırlanması konusunda bir uzmanlar grubunu görevlendirmiş olsaydı bu başlangıçtaki dilemma aşılabilirdi. Kurucuların
31
İkinci aşamanın iki temel metni “kamu erklerinin geçici teşkilâtı” ile “Meclis İç
Tüzüğü”dür. Gayriresmi fransızca çevirileri için bkz.: www.fichier-pdf.fr/
2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
241
yeğlediği seçenek başka oldu. Sivil toplumun ve bazı siyasi partilerin
hazırladığı kırk kadar anayasa tasarısını bir kenara bırakarak sıfırdan
başlamaya karar verdiler.
2012 Mayıs ayının başında süreli bir yayın32 Ulusal Kurucu Meclis’in çalışmalarının başlamasından altı ay sonra anayasanın hiçbir satırı
henüz yazılmamıştı diye manşet atmıştı. Medyanın çıkarttığı gürültü
Ulusal Kurucu Meclis başkanını “23 Ekim 2012, Anayasanın maddelerinin tamamlanması için son tarihtir” açıklamasını yapmaya itiyordu33.
Carter Merkezi hazırladığı 11 Mayıs 2012 tarihli bir belgede
“Carter Merkezi ayrıntılı ve halka açık bir çalışma planının yokluğunun
Ulusal Kurucu Meclis’in ve komisyonlarının kendi faaliyetlerini planlama ve yapılandırma kapasitesini sınırlıyor olmasından ve, bu yokluğun
öte yandan, Meclis’in çalışmasının halk tarafından anlaşılmasını ve sürece olan güveni azalttığından endişe duymaktadır” diye not düşülüyordu34.
Bu yapının omuzlarına yüklenen bu büyük çalışma yükünün anlaşılabilmesi için 124 maddeden daha az olmayan Ulusal Kurucu Meclis İç
Tüzüğü’ne35 göz atmak yeterli olacaktır. Meclis İç Tüzüğü asıl görevi
hızlı bir şekilde anayasanın hazırlanması olan geçici bir yapı için fazla
gelişmiş bir iç teşkilâtı düzenlemektedir. Kalabalık yapılarını saydığımızda şematik olarak şöyle bir sonuç çıkmaktadır:
Ulusal Meclis Komisyonu Bürosu bir başkan, 2’si başkan yardımcısı ve 7’si başkan sekreteri olmak üzere 9 üyeden oluşmaktadır. Büro,
Meclis çarkının düzenli bir şekilde işlemesini gözetir ve bunun için gerekli tedbirleri alır.
Başkanlar toplantısı [La conférence des présidents – ç.n.] Başkan
ve iki yardımcısıyla Anayasa genel raportörü ve daimi komisyon başkanları ile Meclis grup başkanlarından oluşur. Diğer görevlerinin
yanısıra görevi, Meclis’in ve genel oturumlarının çalışmasını planlamaktır.
6 tane Anayasa Komisyonu36: Anayasanın hazırlanmasıyla görevli
bu komisyonlar; her biri müstakbel anayasanın bir bölümünün maddelerini kaleme almakla yetkili 22’şer milletvekilinden oluşmaktadır.
32
Le Maghreb en langue arabe, 5 mais 2012,
www.businessnews.com.tn/Ben-Ja%C3%A2far--%C2%ABLa-Constitution-refl%C3
%A8tera-la-v%C3%A9ritable-nature-de-la-soci%C3%A9t%C3%A9-tunisiennemusulmane%C2%BB, 520, 33270, 2
34
www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf
35
İç Tüzüğün Meclis hukuk danışmanlarından birisi tarafından yapılan gayri resmi
fransızca çevirisi için bkz.: http://fr.scribd.com/doc/81162618/RI-ANC-Fr-TunisieBsiliAdeL
36
1. Anayasanın başlangıç ve temel ilkeleri ile değiştirilmesi komisyonu
33
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
242
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
Bu altı komisyonun üstüne, bir de İşbirliği ve Redaksiyon Komisyonunu eklemek gerekir ki, Ulusal Kurucu Meclis Başkanı ve iki yardımcısı, Anayasa genel raportörü ile iki yardımcı raportör, komisyon
başkanlarıyla yardımcı başkanları ve raportörlerinden oluşmaktadır. Bu
komisyon kabulü ve onaylanması Meclis genel toplantısına tâbi tutulan
nihai metnin düzenlenmesiyle görevlidir.
8 tane yasama komisyonu37 ki herbiri 22 üyeden oluşmakta ve
yasamanın farklı alanlarını paylaşmaktadırlar. Ulusal Kurucu Meclis’e
çalışmaya başladığından beri 85 kadar yasa teklifi gelmiştir38. Buna karşın 2012 Ocak ayından bu yana yalnızca 20 kanun yayımlanmıştır39.
Hâkimler Geçici Makamı ya da Seçim Makamı hakkındaki önemli kanunlar ise onaylanmayı beklemektedirler.
Ve nihayet Ulusal Kurucu Meclis iki özel komisyonu içermektedir
ki birisi dokunulmazlık ve iç tüzüğe ilişkindir, ikincisiyse izleme. Bu
amaçla öngörülen bu komisyonlardan birincisi devrim şehit ve gazileri
2. Haklar ve özgürlükler komisyonu
3. Yasama ve yürütme erkleriyle aralarındaki ilişki komisyonu
4. Adli, idari, mali ve anayasal yargı komisyonu
5. Anayasal makamlar komisyonu
6. Bölgesel ve yerel kamu yönetimleri komisyonu
37
Meclis İç Tüzüğünün 67. maddesi: 1. Haklar ve özgürlükler ile dış ilişkiler komisyonu: kamu özgürlükleri, insan hakları, din işleri, sivil toplum, kitle iletişim araçları,
savunma, milli güvenlik, dış ilişkiler ve uluslararası işbirliğine ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir.
2. Genel yasama komisyonu: yargı sistemlerine, milliyete ve kişi statüsüne ilişkin
konu ve tasarıları incelemekle görevlidir. Ticari, cezai, af ve idarenin genel düzenlenmesi ile seçim sistemi, mülkiyet ve ayni haklara ilikin konu ve tasarılarda da yetkilidir.
3. Maliye, planlama ve gelişme komisyonu: Para, vergi, ticaret, mali işler, bütçe, gelişmenin planlanması, ödünç, Devletin mali anlaşmaları, ve kamu tüzel kişilerinin faaliyetlerine ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir.
4. Üretim sektörleri komisyonu: Ziraat, balıkçılık, su, endüstri, enerji, madenler ve
zanaate ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir.
5. Hizmet sektörleri komisyonu: Ticaret, fiyatlar, iletişim ve turizme ilişkin konu ve
tasarıları incelemekle yükümlüdür.
6. Altyapı ve çevre komisyonu: Ekipman, konut, yurt topraklarının düzenlenmesi,
yeni teknolojiler ve çevreye ilişkin konu ve tasarılarının incelenmesiyle görevlidir.
7. Sosyal işler komisyonu: sosyal güvenlik, kamu sağlığı, iş ve aileye ilişkin konu ve
tasarıları incelemekle görevlidir.
8. Eğitim işleri komisyonu: Eğitim, formasyon, bilimsel araştırma, kültür, gençlik,
eğlence ve spora ilişkin konu ve tasarıları incelemekle görevlidir.
38
www.anc.tn/site/main/AR/docs/projets/liste_projets.jsp
39
www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_183260-730-tzrIjyLTTM/
AfficheJORT/SYNC_-1550203406: dernière loi numéro 20 en date du 12 juillet
2012 autorisant le gouvernement à augmenter a participation au Fond monétaire
international.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
243
ile genel affa, diğeriyse yolsuzluklar ve idari reforma ilişkindir. Anlaşıldığı üzere İç Tüzük, Ulusal Kurucu Meclis’e benzeri komisyonlar kurma
yetkisi vermektedir.
Farkedildiği gibi, Ulusal Meclis’in iç yapı ve teşkilâtı, geçici ve
geçiş dönemini -tanımı gereği- mümkün olduğunca kısa tutması gereken
bir yapıya nazaran fazla gelişkindir. Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin kanunun maddeleriyle birlikte İç Tüzüğün 146 maddesi, geçiş döneminde sürekli hâle gelmeyeceği şeklindeki siyasi iradeyi tekzip
etmektedir.
İç Tüzüğün hükümet faaliyetinin denetimine ilişkin 6. başlığını
gözden geçirdiğimizde bunun yasakoyuculardan çok anayasakoyucuların
görevine örnek olduğudur. 114. madde milletvekillerine hükümete yazılı
ya da sözlü soru sorabilme ve Ulusal Kurucu Meclis’e hükümet ile aylık
bir diyalog seansı düzenlemesi imkânını vermektedir. Bir yasama makamına düşen bu görev milletvekillerinin tüm zamanını alacak ve anayasa maddelerinin tartışılmasının askıya alınacağı birçok genel oturum
yapılacaktır. Gerçekten, pratikte olan da budur. Milletvekillerini pek de
rahatsız etmiyormuş gibi görünen sorun, yetki sürelerinin belirsizliğidir.
2. Bir çalışma süresi yani belirsiz bir yetki!
Bu sorun sanki herşeyden önce, süresi belirsiz bir yetkiye dayanmanın mantıksızlığı açısından tüm yoğunluğuyla ortaya çıkıyor. Ulusal
Kurucu Meclis üye seçimlerine katılacak seçmenlerin çağrılmasına ilişkin 3 Ağustos 2011 tarihli ve 1086 sayılı kararnamenin 6. Maddesi Meclisin seçimlerin açıklanmasından sonra toplanmasını ve “Anayasanın,
seçildikleri tarihten itibaren azami bir yıl içinde hazırlanması” görevini
yüklemektedir. Bu hükmün, ki Cumhurbaşkanı Münsef Marzuki’nin
partisi Cumhuriyet için Kongrenin [CPR - ç.n.] de katılmış olduğu, Geçici süreç bildirisi’nde40 de mevcut olduğu hatırlanmalıdır41. Sorun siyasi sahnede o denli kritik bir duruma dönüşmüş ve genel havayı zehirlemiştir ki seçimlerin ardından daha 7 hafta geçmeden Meclis’in yetki
süresinin belirlenmesi hakkında bir referandum düzenlenmesi fikri ortaya atılmıştır42.
Sorun böylece tartışma masasında askıda kalacak ve 2011 Aralık
ayında Kamu erklerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin kanunun onay40
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html
41
www.tap.info.tn/fr/fr/partis/9373-cpr--limiter-le-mandat-de-la-constituante-a-uneannee-lnest-pas-realister.html
42
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/8883-la-constituante-entrelengouement-pour-linstrument-democratique-et-les-craintes-pour-la-duree-duprocessus.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
244
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
lanması görüşmeleri sırasında yeniden masaya yatırılacaktır. 8 Aralık’ta
muhalefet grupları hükümet eden Troyka’yı Kurucu Meclis’e tanınan 1
yıllık süreye uymaya çağıracaktır43.
7 Aralık 2011 çarşamba günü, Ulusal Kurucu Meclis, Troyka’nın
istifade ettiği kuvvetli bir çoğunlukla, anayasanın hazırlanması için
azami bir süreyi belirlemeyen metni kabul edecektir. “(1 yıllık süreyle
sınırlandırılmış) bu yetkinin 6 aylık bir süre için bir defalığına uzatılması” önerisinin reddedilmesini kınadığını açıklayan44 muhalefeti, “dün
Devrim hedeflerinin aleyhine ilk uzaklaşmayı işaretleyen hazin bir
gündü” demeye kadar götürecektir45.
Ulusal Kurucu Meclis’in bir çok milletvekili geçiş dönemindeki
önemli kararların, çoğunluk yöntemiyle alınmasına isyan edeceklerdir.
Öyle ki çalışmalar sırasında kimi muhalefet vekilleri “yeni bir diktatörlük türü ya da çoğunluğu oluşturan partilerin haddini aşan baskısına hayır !” 46, bizi geriye götürecek ve çökmüş rejimin despotik uygulamalarını yeniden canlandıracak çoğunluk-azlık mekanizmasının mantığına
hayır !” şeklinde haykıracaklardır.
Sivil toplum örgütleri ve muhalefet partileri Kurucu Meclis’in çalışmalarına karşı teyakkuzda duracaklardır. Siyasi toplum [siyasi aktörler – ç.n.] vadenin dolması arefesinde 23 Ekim 2012’de Kurucu Meclis
ve mevcut hükümte karşı bir kampanya başlatacaktır. Bu, geçiş döneminin eski başbakanı Sayın Beji Kaid Essebsi’nin47 yanısıra Dekan Sadık
Belaid48 ya da Rafaa Ben Achour gibi hukukçuların da söyledikleri üzere
meşruluğun sonu oldu49. En Nahda koalisyonu tarafından karşı çıkılan
hukuksal muhakeme; seçim öncesi etik bir kabulün açık ve kuşku götürmez olduğu ile bu ön kabulün seçimlerin düzenlenmesinin dayanağı
olan seçimlere çağrı kararnamesi ile somutlaştırıldığı ve iktidarın
Troyka’yı oluşturan unsurlarca el konulduğudur.
43
www.tap.info.tn/fr/fr/partis/14206-le-pdm-appelle-ennahdha-et-ettakatol-a-respecterleurs-engagements-concernant-la-duree-du-mandat-de-la-constituante.html
44
www.lapresse.tn/08122011/41655/la-troika-en-rangs-serres.html
45
agm
46
www.lapresse.tn/07122011/41586/ennahdha-fait-marche-arriere.html
47
“Hükümet seçim meşruiyetini kaybedecek ancak bir anayasal boşluk olmayacaktır.
Bu tarih bir dönüm noktasıdır. Koşullara bakıldığında hükümet artık hükümet edemez zira misyonunu gerçekleştirememiştir. Bir uzlaşma araması gerekecektir.”,
Jeuneafrique.com, Tunisie - Beji Kaid Essebsi, "La transition démocratique est mal
engagée" | Jeuneafrique.com - le premier site d'information et d'actualité sur
l'Afrique, www.jeuneafrique.com/Article/JA2700p058-64.xml1/
48
www.africanmanager.com/142846.html
49
CF. Sorun hakkındaki ilginç düşünceler için bkz. Rafaa Ben Achour, La presse
d’aout 2012. Publié sur la page www.urdiji.fsjpst.rnu.tn/htmlfr/artrafaaanc.htm
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
245
Troyka, yetki süresi konusunda sessiz kalan ve bu hükmü zımni
olarak kaldırdığını iddia ettiği, -dediklerine bakılırsa kendisinden önceki
basit bir kararnameden daha üst seviyede olan- Kurucu kanunun, 1.
Maddesini sallamaktadır.
Muhalefetin 22 Ekim 2012’den sonra, Ulusal Kurucu Meclis ile
vadeleri dolmakta olan erklerin meşrulukları hakkında açıklama yapabilmek için atacakları tek bir adım kalmıştı. İnternet gazetelerine göz
atıldığında kimi yorumları “Meşruluk, açık çek değildir” şeklinde okuyabiliyorduk50. Ve Ridha Ben Slama, En Nahda yalancılarının seçimlere
çağrı kararnamesi hakkında güya “gayrimeşru bir iktidara götüren idari
bir işlem olduğundan yoklukla malûl” şeklindeki sahte gerekçelerine
geri geliyordu.
Bu kriz durumu En Nahda hareketinin yöneticilerinden oluşan
Troyka işbirliği tarafından olduğu kadar muhalefet tarafından da Anayasanın hazır olduğunu varsayarak olası bir seçim tarihi etrafında ardarda
bildiriler yapmaya yöneltti. Yüksek Seçim Makamı eski başkanı Sayın
Kemal Cendubi eylül ayında şöyle bir açıklama yaptı “Tunus’ta gelecek
seçimlerin tarihi konusunda bir karışıklık hâkim. Belirtmek gerekir ki bu
tarih belirleme, henüz belirsiz bir Anayasanın kabulüne bağlıdır. Salı
gününden bu yana kakofonik bildiriler çoğalmaya başladı ve Mustafa
Ben Cafer’in önerdiği 20 Mart ile Habib Khedher’in önerdiği 8 Eylül
tarihleri üzerindeki spekülasyonlar tam gaz gitmekte” 51.
Daha sonra koalisyonun 3 partisi “gelecek yasama ve Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimlerinin 23 Haziran 2013, Cumhurbaşkanlığı ikinci
tur seçimlerinin de 7 Temmuz tarihlerinde gerçekleştirilmesini önerme”
hususunda anlaştılar” 52. Hemen ardından söz konusu tarihin “bir baskı
ve manüpülasyon konusu olduğu ve bu çerçevede beceriksizce seçildiği”ne ilişkin görüşler hızla yükseldi” 53.
Sayın Beji Kaid Essebsi bu çerçevede Ulusal Kurucu Meclis’e
“bunun güzel bir haber olduğu”nu açıkladı54 ve fakat Cumhuriyetçi Parti
genel merkezi üyesi İssam Chebbi “Troyka’nın belirlediği seçim tarihinin uygulanabilir olmadığı gibi ülkenin genel durumunu da dikkate al50
www.mag14.com/national/40-politique/1010-tunisie--la-legitimite-nest-pas-un-chequeen-blanc.html
51
www.lecourrierdelatlas.com/323006092012Tunisie-Exclusif-Kamel-Jendoubi-Joueravec-la-date-des-elections-est-tres-dangereux.html
52
www.lemonde.fr/tunisie/article/2012/10/14/tunisie-accord-sur-la-constitution-deselections-generales-le-23-juin_1775271_1466522.html
53
www.mille-et-une-tunisie.com/accueil/magazine/3799-tunisie-les-consequences-duchoix-de-la-date-des-elections-sur-le-tourisme.html
54
www.tunistribune.com/tunisie-lopposition-satisfaite-de-lannonce-de-la-date-deselections/27024.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
246
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
madığı” şeklinde değerlendirdi55. Yüksek Seçim Makamı eski başkanı da
seçim makamının hayata geçirilmesinin ardından seçimlerin gerçekleştirilebilmesi için 8 ile 10 ay gibi bir sürenin gerektiğini söyleyerek bu değerlendirmeyi doğruladı56.
Nihayet En Nahda’nın genel sekreteri Tunus Başbakanı Sayın
Hamadi Cebali herkesi şaşırtıp sessizliğini bozarak bu konudaki tedirginliğini açıkladı: “Yeni Anayasanın hazırlanmasındaki gecikme ve seçimlerin 2013 Haziranında yapılmasına karar verilmesinden endişe [ettiğini], bu endişe[si]nin tüm halkın endişesi olduğu ve bu geçiş sürecinin
daha fazla devam edemeyeceğini, özellikle Bağımsız Yüksek Seçim Makamının kurulmasındaki gecikmeyi açıklayan nesnel bir neden olmadığını” söyleyerek57 “kendi içerisinde bir uzlaşmayı gene Troyka’nın bulacağı”nı belirtti. Siyasi danışmanı dahi “Bu durumun çok fazla sürdüğü”nü ve “geçiş sürecininin uzamasının ülkemizin ekonomisine zarar
verdiğini ve yatırımcıları projelerinde hiçbir şekilde cesaretlendirmediğini” açıkladı58.
3. Mat bir çalışma ve şeffaflık eksikliği
Carter Merkezi59 2012 Mayıs’ında, Ulusal Kurucu Meclis
çalışmalarının başlamasından altı ay sonra daha şeffaf olmaya ve Tunus
Anayasasının hazırlanmasına kamunun daha fazla katılmına davet ediyordu. Bu çağrı, Ulusal Kurucu Meclis’in içe kapanmasına ve kendi yağıyla kavrulmasına yol açtı. Sivil toplum örgütleri Kurucu Meclis başkanını Anayasa komisyonlarının tüm belgelerini kamuya açmaları için
zorlamak üzere seferber oldular. İşte böylece, özellikle 2011 Mayıs’ından itibaren demokratik bir geçiş çerçevesinde tartışmasız meşru
bir talep üzerine Tunus, idarelerini geçmişten ders çıkartmanın müşterek
sorumluluğuyla [proaktif – ç.n.] belgelerini kamuya açmaya zorlayan bir
kararname yayımladı.
Meclis’in kapılarını gazetecilere ve vatandaşlara açması fiili gözlemci ve gazetecilerin komisyon çalışmalarındaki varlıkları gerçek oldu.
Buysa Meclis’in resmi sitesinin, farklı komisyonların belgelerinin kamuya açılması söz konusu olduğundaki sessizliğini açıklanamaz kılmaktadır. Gerçekten de Ulusal Kurucu Meclis İç Tüzüğü komisyon ra55
www.afriquinfos.com/articles/2012/10/24/tunisie-elections-date-juin-2013-nestpragmatique-211911.asp
56
www.leaders.com.tn/article/kamel-jendoubi-8-a-10-mois-necessaires-pour-organiserdes-elections?id=9899
57
http://francophone.sahartv.ir/news/tunisie--le-pr%C3%A9sident-inquiet-du-retarddans-la-r%C3%A9daction-de-la-nouvelle-constitution-2108
58
www.africanmanager.com/144903.html
59
www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
247
portörlerinin raporlarının sitede yayınlanmasını öngörmektedir. Böylelikledir ki bu sessizlik ve kurumsal karartma [black-out – ç.n.] üzerine
milletvekilleri aldıkları inisiyatifle söz konusu belgeleri bloglarında ve
Façadefteri [facebook – ç.n.] sayfalarında yayınladılar.
Opengov.tn grubu 4 Kasım 2011’de “adil, demokratik ve refah bir
toplum hakkının garantisini sağlamak üzere tam şeffaflık ve kamu işlerinin yönetiminde vatandaşın katılımı ilkelerinin hayata geçirilmesi için
mücadele etmek” üzere yayına başladı60. Ulusal Kurucu Meclis’i açılmaya zorlayabilmek için “Anayasa kapalı oturumda yazılıyor” sloganıyla iki eyleme girişti61.
Bu durum, Kurucu Meclis’teki sızıntıların ardından Anayasa ön tasarısının kamuya sunulmasını sağlamak için devam edecektir. 13 Ağustos 2012’de genel raportör altı komisyonun raporlarının sûretlerini karşılaştırarak derleyip bir sunuş yazısıyla milletvekillerine elmekleyecektir
[e-mail – ç.n.]. Bunun hemen ardından söz konusu sûretler internet yollarıyla tüm Tunus’a yayılacaktır62. Sivil toplum örgütleri ve başta Tunus
Anayasa Hukuku Derneği olmak üzere hemen bunun üzerine eğileceklerdir. 22 Ağustos’ta düzenlenen bir yuvarlak masa toplantısı gerçek bir
başarı olacaktır: Değerlendirme, sûretin ortalamanın üstünde olduğudur63. Kimisi ölçüsüz bir şekilde “Ulusal Kurucu Meclis’in bir hukuk
fakültesi öğrencisi olsaydı kesinkes sınıfta kalacağını” belirteceklerdir64.
Diğer gazeteciler ise ön tasarının özgürlükleri yok eden bir müsvedde65
ve tunusluların kazanılmış haklarının çok altında olduğunu aktaracaklardır66.
Toplumun, siyasi aktörlerin ve medyanın baskısı Ulusal Kurucu
Meclis’i bu noktada biraz daha çaba göstermeye zorlayacaktır. Tutanaklar ve hiç olmazsa komisyon raporları Ulusal Kurucu Meclis’in sitesine
koyuldular67.
Fakat, irade daha fazla şeffaflığa doğru yol aldıysa da uygulama ya
da eski düşünceler yeniden peydah olmaktadır. Böylelikledir ki Özgür60
www.opengov.tn
http://7ell2.info/
62
“Democracy reporting international” tarafından yayınlanan gayriresmi çeviri için
bkz. www.venice.coe.int/docs/2012/CDL-REF(2012)035-f.pdf
63
Bawsala Derneği tarafından gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısı raporu için:
www.albawsala.com/uploads/documents/CR_table_ronde_1ere_lecture_de_lavant_p
rojet_de_constitution_Hotel_Africa_par_Al_Bawsala.pdf
64
http://fr.allafrica.com/stories/201208230902.html
65
http://kapitalis.com/fokus/62-national/11420-tunisie-un-avant-projet-de-constitutionbrouillon-et-liberticide-.html
66
www.kapitalis.com/63-fokus/12871-l-avant-projet-de-la-nouvelle-constitution-endeca-des-acquis-des-tunisiens-estime-article-19.html
67
www.anc.tn
61
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
248
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
lüklerden sorumlu Komisyonun tasarısı 1 Kasım 2012 tarihinde hazırlandıysa da resmi sitede kamuya açılması aynı ayın 30’unu bulmuştur68. O
kadar beklenen, iç’te yayımlanmasına rağmen kamuya sunulmayan söz
konusu raporun kamuya açılması ancak rapordan haberdar olan sivil
toplum gözlemcileri ile uzmanların sert tepkileriyle mümkün olabilmiştir.
B. Siyasi partiler, sürekli yeniden biçimlenen demokratik geçişin aktörleri
Siyasi partiler her demokratik geçişin baş aktörleridir. Tunus’ta bu
aktörlerin yapısı 2011 Ocağından beri kökünden değişime uğramıştır.
Ayrılışına değin Ben Ali, Anayasal Demokratik Birlik (RCD) partisinin başkanlığını yürütmüştür. Ki tarihsel oluşumunda Sosyalist Destur Partisi (PSD) adı altında merhum başkan Habib Burgiba’nın kumandanlığında ülkenin bağımsızlığı için mücadele etmişti. Bu parti Tunus’un bağımsızlığından 1981 yılına kadar Tunus siyasi hayatını elinde
tutuyordu. Devlet partisi tipindeki Anayasal Demokratik Birlik partisi
1959 Anayasasının hakkın rahmetine kavuşmasından 2012 Ocağına değin tüm anayasal normları ve demokratik hükümet tekniklerini bir kenara bırakan baskın bir parti oldu. Devlet partisi; partiyle devlet arasında
tam bir karışıklık yaratıp, Anayasal Demokratik Birlik’i destekleyen ve
temsil makamlarında yer dilenen sahte kukla partileri69 düzenleyerek
tüm Devlet çarklarıyla siyasi organları tekelinde tutuyordu.
14 Ocak 2011’den sonra İçişleri Bakanı siyasi partilerin kurulmasına izin veren ve faaliyetlerini denetleyen makam olarak Anayasal Demokratik Birlik’in faaliyetlerini 6 Şubat’ta askıya aldı ve devlet partisinin feshi için bir dava açmak üzere bir avukat görevlendirdi. Tunus Asliye Hukuk Mahkemesi 9 Mart 2011’de Anayasal Demokratik Birlik’in
feshine ve mallarının Hazineye intikaline karar verdi. Siyaset sahnesi ve
Cumhuriyet, herşeyini dayandırdığı ve yarım yüzyıldan fazla sahneyi
elinde tutan ayağını kaybetti.
Aynı anda İçişleri Bakanı, fesih kararını beklemeksizin uygulamada siyasi partilerin rahatça kurulmasına izin vermeyen 1988 tarihli
aynı organik kanuna dayanarak “muslukları açtı” ve bitmek bilmeyen bir
parti seline izin verdi. 8 Mayıs 1988 tarihli siyasi partilere ilişkin organik
kanunla da tekrarlanan 1959 Anayasasının 8. Maddesinin koşullarını70
68
www.anc.tn/site/main/AR/docs/rapport_final/rapport_final_5_4.pdf
2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arefesinde muhalefet parti şeflerinin açıklamaları bu durumun bir delilidir: “MDS Ben Ali’nin adayını desteklemi olmaktan dolayı
gururludur ve Ben Ali’nin seçim programına tamamen katılarak bunun gerçekleştirilmesi için seferber olmaktadır”, la Presse du 11/11/09. Khammasi (PVP): “Ben Ali
kesinlikle gelecek dönemin, Tunus’un geleceğinin adamıdır”, La Presse, 13/11/2009.
70
1 Haziran 1959 Anayasasının değişiklikler işlenmiş metni için:
69
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
249
taşımayan dinci niteliğiyle maruf En Nahda partisi de dahil olmak üzere
izin isteyen siyasi partilerin neredeyse tamamı İçişleri Bakanlığı’nın
iznini almayı başardı. Böylece Tunus siyasi hayatı 14 Ocaktan geçen
parti sayısının Mart ayında 9’dan 28’e, Nisan ayında 68’e, Mayıs ayında
89’a, Haziran ayında 97’ye, Temmuz ayında 105’e, Ağustos ayında
117’ye, seçimlerin olduğu Ekim ayında ise 127’ye ulaştığına şahit oldu.
Buna karşın yalnızca 77 oluşum aday listelerinde göründüler. Ancak bu
tarih enflasyonist hareketi frenleyecekti: Kasım ayında yalnızca 124,
Aralık ayında 125, Ocak ayında 126, Şubat ayında 130 ve Mart ayında
135 olarak sayacaktık.
Bu oluşumların artışı karşısında devrim sonrası Tunus vatandaşı ne
yapacağını bilemedi. Siyasi partilerin isimleri bazen siyasi seyircinin
şaşkınlığını artıran aynı terim ve kavramları taşıyordu. Seçim kampanyası, parti yöneticilerinin iletişim tekniklerine pek de alışkın olmadıklarının yanısıra, seçim programlarının temel özelliklerinin seçmeni
cezbetmek için populist olduklarını gösterdi. Bu siyasi amatörlüğün sonucu fazla beklenmedi, zira bu oluşumların çoğu için sonuçlar
hayalkırıklığı oldu. Listeleri nadiren oyların %2 ya da %3’ünü alarak
Halkın Birliği Partisi’nin altında kaldılar71.
2011 Kasım ayından bugüne değin yalnızca on kadar oluşum kendilerinden söz ettirdi. Diğerleri medya sahnesinden, seçim yarışına katıldıklarındaki gibi bir sihirle kayboldular. Sonuçların ertesi günü oluşumlar, ortalama sonuçlarıyla karşılaştılar. İç tartışma düşünce alışverişlerinin yapıldığı birkaç haftanın ardından kıssadan çıkartılan hisse dağılan
oluşumların devam edemeyeceği ve siyasi hayatın acilen yeniden yapılandırılması zorunluğu idi. Böylece oluşumlar yakınlıkları ölçüsünde
birlikte hareket etmek, çoğunsa birleşmek üzere birbirlerine yaklaştılar72.
Diğer 3 oluşum, Yeniden Hareket, Tunus Emekçileri Partisi, Modern Demokratik Kutup bağımsızları 31 Mart ve 1 Nisan 2012’de gerçekleşen kurucu kongreleri sırasında Al Massar adıyla tanınan Demokratik ve Sosyal Yol’u kuracaklardır73.
www.atdc.org.tn/telecharger_constitution-tunisienne-du-premier-juin-1959_fr_55_pdf ve
özellikle 8. maddesinin 5 fıkrası: “Bir siyasi parti ilke, hedef, faaliyet ve programlarında
din, dil, ırk, cinsiyet ya da bölgeyi temel alamaz”
71
Ayrıntılar için Yüksek Seçim Makamının sitesine bkz. www.isie.tn
72
www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-opposition-se-reorganise-14-04-2012-1451570_
24.php
73
www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html
www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html
www.investir-entunisie.net/index.php?option=com_content&view=article&id=17238
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
250
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
Halkın Birliği Partisi [PDP – ç.n.], Ufuklar Partisi [Afek – ç.n.],
Cumhuriyetçi Parti74, Irada, Bledi, Sosyal Demokrat Adalet Partisi
[PJSD – ç.n.] ve Karama arasındaki yakınlaşma 9 Nisan 2012’de arapça
El Cumhuri olarak isimlendirilen Cumhuriyetçi Parti’yi oluşturacaktır75.
Halk Cephesi76 adı altında toplanan bir başka ittifak ise ondan
fazla sol ve milliyetçi oluşumla 7 Ekim 2012 Pazar günü meydana geldi.
Oluştuğu partiler başlıca: Milliyetçi Demokrat Eylem Partisi, Demokrat
Yurttaşlar Hareketi, Demokratik Arap Liderliği Partisi, İşçi Partisi,
Baath Hareketi, Echaab Hareketi, Sol Emekçiler Birliği, Yeşil Tunus
Partisi, Birleşik Halkçı Cephe, Özgürlük ve Gelişme için Halk Partisi,
İlerici Mücadele Partisi77…
Kuruluş toplantısını Şubat 2013’te yapmayı öngören Tahaluf Vatani78 adı altında Reform ve Gelişme Partisi, Reformist Akım ile siyaset
adamlarını, diğer partilerin listelerinden seçilmiş ama arada partileriyle
ilişkileri kopmuş olan Ulusal Kurucu Meclis vekillerini, sendikacıları ve
insan hakları savunucularından meydana gelen yeni bir ittifak da oluşmakta.
Bir başka koalisyon da “İnisiyatif Partisi”dir ki, parti sözcüsü Kasım ayında 6 temel partinin bir tek koalisyonda birleşeceğini söyledi79.
Nihayet 2 Aralık 2011’de80, görevi sona eren geçiş hükümetinin
başbakanı Beji Kaid Essebsi merkez güçlerini aynı bayrak altında birleştiren yeni bir partinin kurulmakta olduğunu açıkladı. Tunus’un Çağrısı [Nida Tounes – ç.n.] adı altında kurulan oluşum yasal iznini 6 Temmuz 2012’de aldı81. Parti, birkaç hafta içerisinde onbin kadar üye
kaydederek dolup taştı. Medyatik toplantılar düzenleyerek popülaritesini
kamuoyu yoklamalarında yükseltti. [Popülerlik açısından ç.n.], Parti
genel başkanı 2012 Kasım ayında ilk sıraya outran lider oldu. Kurucu
Meclis vekilleri bu partiye katılabilmek için asıl partilerinden ayrıldılar.
Bu parti 23 Ekim seçimlerine katılmayıp Kurucu Meclis nezdinde parlamenter grup kurabilecek ilk oluşum hâline geldi.
74
www.espacemanager.com/politique/politique-tunisie-presentation-du-partirepublicain.html
75
www.espacemanager.com/politique/tunisie-liste-des-adherents-au-parti-republicaingrand-parti-du-centre.html
76
http://directinfo.webmanagercenter.com/2012/10/07/tunisie-politique-front-populairehamma-hammami-president/
77
www.babnet.net/cadredetail-53094.asp
78
www.kapitalis.com/63-fokus/12742-tunisie-un-nouveau-front-d-opposition-pourquoi-faire.html
et
www.kapitalis.com/63-fokus/12774-tunisie-l-alliance-democratiquetiendra-son-1er-congres-en-fevrier-2013.html
79
www.espacemanager.com/politique/tunisie-six-partis-et-une-coalition.html
80
www.letemps.com.tn/article-61225-02122011.html
81
www.espacemanager.com/politique/tunisie-lappel-de-la-tunisie-de-bce-legalise.html
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
251
3C Bürosu tarafından 27 Ekim 2012’de82 yapılan son kamuoyu
yoklamaları şu sonuçları göstermekte:
En Nahda
31, 4% (+0, 583)
Tunus’un Çağrısı
29, 6% (+1, 5)
Halk Cephesi
6, 9% (+1, 3)
Cumhuriyetçi Parti
6, 4% (- 5, 4)
Aridha
4, 7% (-0, 9)
Cumhuriyet için Kongre
4, 6% (-0, 4)
Ettakatol
3, 8% (+0, 4)
Özgür Vatanseverler Birliği [UPL] 2, 7% (-0, 1)
Mubadara
1, 9% (-0, 4)
Kurtuluş Partisi [Hizb Ettahrir]
1, 6%
Eşaab
1, 1% (-0, 1)
Tunusluların oy verecekleri siyasi kişilikler sıralamasında aynı
yoklama şu sonuçları vermekte84:
Beji Kaid Essebsi
10, 9%
Münsef Marzuki
7, 2%
Mustafa Ben Cafer
3, 6%
Tayyip Baccouche
2, 5%
Hamadi Cebali
2, 3%
Hamma Hammami
2, 1%
Samir Dilu
1, 9%
Muhammed Abbu
1, 4%
Ali Laarayedh
1, 3%
Zeynel Abidin Ben Ali !!
1, 2%
Ahmed Necib Chebbi
1%
1%
Raşid Gannuşi
Abdelfattah Muru
0, 9%
7 Aralık’ta koalisyonun prensip anlaşması 7 oluşum arasında “Tunus için birlik” adı altında gerçekleşti85: Tunus’un Çağrısı, El Massar,
82
www.espacemanager.com/politique/tunisie-sondage-ennahdha-et-nidaa-tounes-dansun-mouchoir-de-poche.html
83
Sondajdan 45 gün önce gerçekleştirilen kamuoyu yoklaması raporuna göre değişim.
84
www.espacemanager.com/politique/tunisie-ennahdha-sent-le-souffle-de-nida-tounesmarzouki-detrone-par-caid-essebsi.html
85
www.tunisienumerique.com/tunisie-naissance-imminente-de-lunion-pour-la-tunisie/
156279
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
252
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
Cumhuriyetçi Parti, Sosyalist Parti ve Vatansever Demokratik İşçi Partisi. Eğer gerçekleşirse muhakkak ki “kâğıtları karılmasını basitleştirerek
Tunusluya oyunu vereceği anda kimi seçeceğini bilmesine yardımcı olacak” bir birleşme.
Siyasi sahne her gün, her hafta böyle devamlı bir değişim hâlindedir. Olaylar haritayı değiştirmekte ve Tunus’lular %42 kararsız kalsalar
dahi -sivil toplum örgütleri ve kitle iletişim araçlarının halka indirme ve
yaymaları sayesinde- artık daha iyi anlayabilecek ve günü geldiğinde
meşreplerine uygun bir oluşumu daha iyi seçebilecek yeterliktedirler.
C. Sivil toplum, demokratik geçişin genç ve ayrışık katalizörü
14 Ocak 2011’den sonra kurulan siyasi partilerin sayısı 9’dan
130’a fırladı. Ancak seçimlerin ardından ortaya çıkan sonuçlar bunları
istisnasız bir şekilde kendi aralarında birleşmeye ve en atak görünenlerini caydırmaya ya da yenilerini kurmaya mecbur etti. Sivil toplum örgütlerinin gelişimiyse tamamen başka oldu. Uyuşukluğundan ve gerek
korsan gerekse baskıcı iktidar tarafından frenlenmiş aktivizminden çıkan
toplumu oluşturan unsurlar önemleri, müdahale alanları ve programları
değişik bir çok oluşuma hayat verdiler 86.
Ülkenin tüm bölgelerinde 2011 Ocağından seçimlere değin
1.700’den fazla dernek gün yüzü gördü. Yeni partilerin kurulması bittiyse de derneklerin yazgısı aynı olmadı. 2011 Kasım’ından 2012
Mart’ına değin her türden 600 dernek daha kaydedildi.
2011 Eylül tarihli 88-2011 sayılı kanun hükmünde kararanme daha
özgürlükçü yeni bir hukuksal çerçevenin yürürlüğe girmesi inisiyatifleriyle bu oluşumların faaliyetlerini teşvik etti. Bu oluşumların vesayet
makamı, Hükümet genel sekreteri oldu ve kuruluş usûlü tamamen basitleştirildi. Artık kuruluş dosyasının icra müdürünün tutanağıyla postayla
gönderilmesi ve yasal sürenin beklenerek idarece bir itirazda bulunulmaması durumunda kuruluşunun Resmi Gazete’de yayınlanması yeterli
olacaktı. Dernekler Tunus’un hemen her yerinde serpilerek öncesinde
mahzun olan ülkenin sivil manzarasını zenginleştirecekti.
İnsan haklarıyla ilişkili dernekler siyasi sahnede87 oldukca önemli
bir varlığıa sahiptir. Sivil toplumun bir başka aktörü ise geçiş döneminde
86
2012 Mart tarihli Tunus Sivil Toplumu hakkındaki rapor için mutlaka bkz.
http://eeas.europa.eu/delegations/tunisia/documents/projets/rapportdiagnostic_stecivi
le_mars2012_fr.pdf
87
http://observatoiretunisien.org/upload/file/Jeblaoui(1).pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
253
daha fazla yer alan Tunus Ulusal İşçi Birliği – [UGTT88 – ç.n.] ile Tunus
Sanayi, Ticaret ve Zanaat Birliği’dir [UTICA89. – ç.n.].
İlk teşkilât mahalli genel grevlere eşvikle, 14 Ocak 2011’de diktatöre ülkeyi terk ettirerek Tunus’taki siyasi değişiklikte önemli aktörlerinden biri olmuştur. Fakat sendika birliği devrim sonrası dönemde siyaset sahnesinden çekilmeyecektir. Birlik aynı şekilde La Kasbah’taki
oturma eylemlerinde de, Meclis’in hayata geçirilmesinde katalizör rolü
oynayacaktır. Sendika birliği aynı zamanda bir anayasa tasarısı öneren
sivil toplum örgütleri arasındaydı.
Siyasi aktörler arasında diyaloğun kesildiği tespitiyle sendika birliği ulusal diyalog için bir kongre düzenlenmesi hususunda harekete
geçti. Söz konusu kongre 16 Ekim 2012’de 50’den fazla siyasi parti temsilcisiyle 600’den fazla gazeteci ve siyasi kişiliğin huzurunda gerçekleşecekti. Buna karşın bu inisiyatif En Nahda ve Anayasal Demokratik
Birlik tarafından boykot edildi. Buna karşın Cumhurbaşkanı, Ulusal Kurucu Meclis başkanı ile En Nahda hükümetinin başkanı Kongre’ye katıldılar90.
Son bildiri “En Nahda ile Cumhuriyet için Kongre Partisi’nin
kongreye katılma davetini yanıtlamamış olmasından duyduğu üzüntü”yü
de belirtiyor ve “acil olduğunu düşündüğümüz uzlaşma arayışlarına en
kısa sürede ulaşma gereği”ni ön plana çıkartıyordu91. Bunlar, Bağımsız
Yüksek Seçim Makamı, Anayasanın yayınlanması, Seçim Kanunu, siyasi
rejimin belirlenmesi ve seçim takvimi konularıydı.
Bu ulusal teşkilâtın kapladığı yer ilk planda En Nahda’nın gölgesinde oldu. Bu iki yapı arasındaki sürtüşme 4 Aralık 2012’deki olayların
akabinde patlayan krize değin sürdü. En Nahda hareketine yakın Devrimi Muhafaza Derneği isimli bir derneğin üyeleri Tunus İşçi Sendikası’nın merkezine, sendika lideri Farhad Haşed’in katlinin 60. ölüm
yıldönümü etrafında önce sözlü sonra da fiziki olarak saldırdılar92. En
Nahda’nın lideri siyasi bir demecinde ateşin üstüne benzin dökerek “Tunus Ulusal İşçi Birliği’nin köktenci sol uç bir hareket olduğunu ve hükümeti çatışmaların içerisine çekmesinin ülkenin çıkarına olmadığı”nı
açıkladı93. Sendika birliği, yönetim kurulu toplantısının ardından 13 Aralık 2012’de gerçekleştirilmek üzere tarihinin ikinci genel grev kararını
88
www.ugtt.org.tn/fr/
www.utica.org.tn/website/index.php
90
www.lapresse.tn/16102012/56873/hamadi-jebali-et-mustapha-ben-jaafar-assisteronta-la-conference.html
91
www.ugtt.org.tn/fr/2012/10/25/declaration-finale-du-congres-de-dialogue-national/
92
www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAWEB20121204174836/
93
www.tunisienumerique.com/tunisie-rached-ghanouchi-lugtt-est-un-mouvementextremiste-qui-veut-faire-tomber-le-gouvernement/156022
89
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
254
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
aldı94. Bu karar iki yönden sembolikti. 26 Ocak 1978’te gerçekleştirilen
ilk genel grev ülkeyi ateş ve kana boğan -gene- bir perşembe günüydü ki
hazin olaylar kolektif bilinçte “kara perşembe”95 olarak kaldı. İkincisi 13
Aralık’ta Tunus, uluslararası ve bölgesel sivil toplum teşkilâtlarının
yanısıra Sayın Hillary Clinton’un da katılacağı “Gelecek için forum”’un
9. oturumuna ev sahipliği yapıyordu96.
Daha yeni ve daha küçük çaplı dernekler diğerleri denli faal olsalar
da ilk zamanlar halka yayma çalışmasıyla seçmenler çerçevesinde; sonra
ise seçimlerin gözlemlenmesi çalışmasında yer aldılar. Bugün seçimlerin
üstünden bir yıldan fazla zaman geçmişken, vatandaşlık eylemini geliştirmeye çalışıyorlar. Oluşumları şöylece sayabiliriz: Tunus Seçimlerin
Bütünlüğü ve Demokratikliği Derneği (ATIDE)97, Vatandaş Otobüsü98,
Tunus Uyanış ve Teyakkuz Derneği99 ve hatta Tunus Anayasa Hukuku
Derneği100. Diğer dernekler geçiş dönemine siyasi ve idari müdahillerin
daha fazla şeffaflaşması eylemine katıldılar. Sivil toplumda opengov101
gibi “daha şeffaf ve daha çok vatandaş katılımı” hedefli daha az resmi
oluşumları oldukça faal yapılara örnek göstermek gerekir.
Pusula Derneği102, Kurucu Meclis faaliyetlerinin göstergesi
Marsad projesini103 gerçekleştirmiştir. Veb sayfalarında Kurucu Meclis’in hazırladığı ve idari kurnazlıklarla gizlenen tüm belgelerinin
yanısıra milletvekillerinin blogları, façadefteri ya da tvittîr sayfalarında
yayınlanan bilgileri bulabilmekteyiz.
D. Kitle iletişim araçları, demokratik sürecin katalizör eleştirel
tanıkları
Kitle iletişim araçları 14 Ocak 2011’den sonra köklü bir şekilde
dönüştüren bir evrime uğradılar. Daha önce tüm gazeteler, televizyon
kanalları, radyolar ve hatta tüm sanal medya alanları baskıcı ve despot
iktidarın denetimindeydi. Eylem her yerde hazır ve nazır Dış İletişim
94
www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-L%E2%80%99UGTT-d%
C3%A9cr%C3%A8te-la-gr%C3%A8ve-g%C3%A9n%C3%A9rale-pour-le-13d%C3%A9cembre-2012, 520, 34958, 3
95
http://cgtt.wordpress.com/2008/01/31/memoire-collective-26-janvier-1978%C2%AB-le-jeudi-noir-%C2%BB/
96
www.tunisienumerique.com/tunisie-hillary-clinton-risque-de-subir-les-aleas-de-lagreve-du-13-decembre/156082
97
www.atide.org
98
www.buscitoyen.com
99
http://touensa.org
100
www.atdc.org.tn
101
www.opengov.tn/fr/
102
www.albawsala.com/fr/
103
http://marsad.tn/
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
255
Ajansı’yla yönetiliyordu ki görevi kitle iletişim kanallarını mevcut hükümetin resmi propaganda aracı yapmak idi. Bu durumu rapor eden bir
inceleme Tunus’taki Brüksel-Valonya delegasyonu104 namına yapıldı.
Söz konusu incelemeye göre “Klasik medya araçları Başkan Ben Ali’nin
hükümetinin uyguladığı sansürü kaldırdığı 13 Ocak akşamına değin Tunus devriminde hiçbir rol oynamadılar. O zamana değin devrimin kitle
iletişim araçları İnternet (façadefteri ve bloglar) ile cep telefonları oldu.
Her seferinde, bu tarihten itibaren birkaç gün, kimisi için birkaç saat
içerisinde kitle iletişim araçları yavaş yavaş yeniden kazandıkları özgürlüklerinin bilincine vardılar ve ya sayfalarını ya da ayırdıkları zamanı
tunus siyasi manzarasının sayısız siyasi duyarlıklarına açtılar”.
2011 Ocak olayları ve Ben Ali’nin ayrılışı rejimin kafasını kopartarak kitle iletişim sahnesini yalnızca bir gecede özgürleştirdi. Bıkkınlıkla karşı karşıya Tunusluların reddettikleri kitle iletişim araçlarını -en
iyilerinin bir otosansüre çekildiği, çoğunluğunun ise mevcut yönetimi
destekleyen bir siyaset izlediği- birkaç gün içerisinde yeniden ilgi odağı
hâline dönüştürüverdi. Tunusluların yabancı gazete, dergi ve televizyonlar kadar internete yönelen medyatik göçleri mucizevi bir şekilde
durdu. Tunuslu, hiç beklenmedik bir şekilde yeniden doğru yola gelen
ulusal kitle iletişim araçlarıyla hızla barıştı. Ulusal televizyon kanalı fetiş
sayısı 7’yi, açık mor rengini çabuk bir şekilde derhal kaybetti ve reytinglerde ilk sıraya yükseldi.
Tunuslular birkaç ay içerisinde 5 televizyon kanalı, 12 yeni radyo
ile kasım ayı sonuna değin yetkililerin müsaade ettiği sayısı 228’e varan
bir gazete ve dergi patlamasına şahit oldular. Tunus gibi yüzölçümüyle
olduğu denli nüfus sayısıyla da -son istatistik enstitüsü verilerine göre
nüfusu 11 milyondan az- böylesine küçük bir ülke için oldukca önemli
sayılardı105.
Bu dönemde, kitle iletişim araçlarının Tunus’taki durumuna ilişkin
iki rapor mevcuttur ve dönüşen durumun genel çizgilerini çizmek için
yararlı olduğu denli bu alanın kimi açılarından kritiktir: Tunuslu Gazeteciler Ulusal Sendikası’nınki106 bir yanda, Haberleşme ve İletişimin Reformu Ulusal Makamınınki [INRIC – ç.n.] öte yanda107. Bu çerçevede,
söz konusu alana ilişkin bir makale durumu genel hatlarıyla verecek ve
104
Brüksel-Valonya delegasyonunda uzman Alexandre Delvaux tarafından yapılan
Tunus kitle iletişim araçları üzerine değerlendirme “Tunus Kitle İletişim Araçları ve
Demokratik Geçiş” adını taşıyordu. bkz.:
www.wbi.be/cgi/objects3/objects/media/0/1/3/6/9/0136937_media/media0136937_m
edia_1.doc
105
www.ins.nat.tn/indexfr.php
106
www.snjt.org/images/snjt/rapport-3mai-final1.pdf
107
Raporun aynı makam tarafından yapılan bir özeti için bkz.: www.inric.tn/fr/
résumé.pdf Metnin tümü için bkz.: www.inric.tn/INRIC_Rapport_final_fr.pdf
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
256
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
gereksiz ayrıntıya girmemi engelleyecektir108. Söz konusu makalede
“Tunus basını ve tunuslu gazeteciler 14 Ocak devriminden sonra sansür
ve diktatör Ben Ali’nin ağır yasaklarından kurtarıldılar. Devrim sonrası
dönem televizyon kanallarının, yeni radyoların, gazete ve dergiler ile
internet sayfalarının yaratılmasıyla yeni iletişim kanallarının doğumuna
tanıklık etti. Tüm medya gazetecileri Tunusluları hiçbir sınır olmaksızın
tüm konular hakkında bilgilendirme özgürlüklerinin olduğunu öğrendiler. Bugün, gazetecilerin özgürlüğü ifade özgürlüğünün zararları ile tehdit edilmektedir. Söz özgürleşmiştir ancak basın alarm vereci baskılar
altındadır” cümlelerini okuyoruz.
Geçişin ilk aşamasında 2 Kasım 2011’de medya çevresi, iki temel
kanunun yayımlandığına tanıklık etti: 2011 tarihli 115 sayılı Basın, yayın
ve yayım özgürlüğüne dair Kanun Hükmünde Kararname (basın kanunu)
109
ile 116 sayılı Bağımsız Yüksek Görsel-İşitsel İletişim Makamı’nın
kurulmasına dair Kanun Hükmünde Kararname (HAICA)110. Mevcut
hükümet ne zaman ki ülke yönetiminin kumandasına geçti, gazetecilerin
bağımsızlıkları ve profesyonellikleriyle, meslek ahlâklarına belli ölçüde
saygıyı teminat altına alan bu kararnamelerin uygulanmaları konusunda
pek de oralı olmadığını gösterdi. Bu, fiili olarak 4. erki belirleme ve denetim altında tutma gücünü elinde tutmak arzusunu açıklıyordu.
Haberleşme ve İletişimin Reformu Ulusal Makamı (INRIC)111 kendini feshetmeden önce bu iki kararnamenin hükümetçe uygulanmasını
talep etmesi de 4. erkin bağımsızlığını kurma konusunda siyasi iradenin
eksikliğinin bir işaretidir.
Bu yüzdendir ki bir bildiride; 19. Maddenin öngörülmesiyle, 2011
Ocağında Tunus’taki kitle iletişim araçlarının kritik durumu özetleniyordu. Gerçekten de: “19. Madde; geçen dönemde açık ve belirli ölçütlerin yokluğunda, mesleğin temsil makamlarıyla istişarede bulunmadan ve
sektörün bünyesinde bir gerilimi körüklemeye katkıda bulunarak ard
arda gerçekleşen kamu iletişim araçlarının yöneticilerinin atandığı ve
değiştiği bir dönem olarak damgasını vurduğunu hatırlatmaktadır. (…) 3
Mart 2012 tarihli Tunuslu Gazeteciler Ulusal Sendikası’nın [SNJT –
ç.n.] son yıllık raporunda da belirtildiği üzere; söz konusu dönem, aynı
zamanda gazetecilere, veb günlükçülerine [blogeurs – ç.n.] ve kitle ileti108
www.opinion-internationale.com/2012/11/02/tunisie-la-liberte-de-la-presse-souspression_11491.html Durumu çok güzel betimleyen bir başka makale ise “Yasssa ile
gerçeklik arasında basın özgürlüğü” başlığını taşımaktadır. bkz. http://cahiersdela
liberte.org/blog/?p=604
109
Fransızca: http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre-2011-surles-medias-tunisie-14721386
110
http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre-2011-sur-les-mediastunisie
111
www.tunisiait.com/article.php?article=9294#.UML1veTM2jU
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
257
şim araçları yöneticilerine karşı bir dizi davanın açıldığı kadar gazetecilere ve sektör çalışanlarına karşı fiziki saldırılarla da lekelenmiştir”112.
Bu durum özellike Tunus siyasi ve sosyal sahnesinin tanığı olduğu
kargaşadan sonra çağdışı olarak değerlendirilmiştir. Tehlikeli bir hâl alan
bu durum Sayın Necibe Hamruni’nin şevkle ve çok faal olarak liderliğini
yaptığı ulusal sendikayı kitle iletişim araçlarını 17 Ekim 2012’de genel
grev yapmaya götürmüştür. Sektör çalışanları ve uzmanları şu soruyu
sormaktaydılar: “115 ve 116 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler bir
gün uygulanacak mı?” 113.
Tunus’ta 4. erk üzerine araştırma yapanlar araştırmalarını yalnızca
klasik kitle iletişim araçlarına hasredemezler. Bunun yanısıra; ilk geçiş
dönemiyle ardından gelen hâli hazırdaki dönüşüm döneminde -diktatörün ayrılmasından başlayıp- önemli rol oynayan ve oynamaya devam
eden sanal iletişim araçlarını da incelemek zorundadırlar114. Tunus’ta
2011-2012 dönemi ile sosyal ağlar ve sanal medya araçlarının anayasal
ve demokratik geçişin gerçekleştirilmesi üzerindeki etkilerine ilişkin
birçok fikir yürütüldü115.
112
www.article19.org/resources.php/resource/3482/fr/ARTICLE%2019%20salue%20le
%20courage%20
des%20journalistes%20Tunisiens%20et%20se%20f%C3%A9licite%20de%20la%20
d%C3%A9cision%20du%20gouvernement%20d%E2%80%99appliquer%20les%20
d%C3%A9crets%20lois%20115%20et%20116
113
http://nawaat.org/portail/2012/11/29/medias-les-decrets-lois-115-et-116-seront-ilsappliques-un-jour/
114
Tunus-Fransa Anayasa Hukuku Atölyesi’nin 6. Gününde “Tunus’taki Geçiş ve
Sosyal Ağlar” üzerine sunduğumuz tebliğ için bkz. www.chawki.gaddes.org/
Transition_RS.pdf
115
Bu konuya ilişkin Tunus’taki dönüşümler üzerine bu tür iletişim araçlarının yoğun
etkisini inceleyen şu makalelere özellikle bkz.
www.sentinelle-tunisie.com/videos/zapping/item/lina-ben-mhenni-sur-canal,
http://observatoiretunisien.org/upload/file/Kerrou(1).pdf,
http://kapitalis.com/fokus/62-national/2456-tunisie-facebook-fait-il-la-revolution.pdf,
http://archivesic.ccsd.cnrs.fr/docs/00/67/84/40/PDF/cyberactivisme.SMihoub.publiA_.pdf,
www.medmediatunisie.com/medias/upload/MED_NEWS_SPECIAL_Janvier%2020
11.pdf, http://ict-dfg-lfa.eu/1ere/Arab%20revolutions/Students%20works/Media.pdf,
http://revueaverroestest.files.wordpress.com/2011/08/art-kc3bcbler-revueaverroc3a8s-n4-5-aoc3bbt2011.pdf,
http://papers.ssrn.com/sol3/Delivery.cfm/SSRN_ID2161774_code1912659.pdf?abstr
actid=2161774&mirid=1,http://nawaat.org/portail/wp-content/uploads/2012/07/IDMTunisie-Version-1-0-09-07-12.pdf,
www.sciencespo.fr/ceri/sites/sciencespo.fr.ceri/files/art_phasc.pdf,
http://arabicmeeting.com/en/component/content/article/782.pdf, http://hal.archivesouvertes.fr/docs/00/67/52/90/PDF/SeveroGiraud_CyberactivismeArabe_2011.pdf,
www.decolonialtranslation.com/francais/la-revolution-tunisienne-ne-vient-pas-denulle-part.pdf,www.cites-unies-france.org/IMG/pdf/CP_revolution20_KB.pdf,
www.coe.int/t/dg4/nscentre/LisbonForum/LF2011conclusions_en.pdf,
www.irisJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
258
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
11 milyonluk nüfusuyla Tunus’un Façadefteri üzerindeki abone
sayısı bugün 3 milyonu geçti. Bu iletişim aracı, vatandaşları bilgilendirmede olduğu kadar diktatörün kaçışıyla sonuçlanan sivil itaatsizlik hareketinin düzenlenmesini sağlayan halk isyanının da yadsınamaz temel
aracı olmuştur. Maden havzası isyanı olarak bilinen Eylül-Ekim 2008
isyanının sessizlikle geçiştirilmesini de klasik iletişim araçlarının gemlenmesi ve o zamanki Tunus toplumunda sosyal ağların ağırlığının az
olmasıyla açıklanmaktadır: Façadefteri’nde yalnızca 28.000 Tunus abonesi vardı. Buna karşın başlarında sendika ailesi tüm sivil toplum aktörleri, Ben Ali rejiminin düşüşünün başlangıcını, -kimsenin aldırmadığıkanla bastırılmış maden havzası olaylarıyla başlatıyorlar116.
Sosyal ağlar ve diğer sanal iletişim araçları bariz bir rol oynadılar.
Bu iletişim kanalları bir yandan vatandaşları bilgilendirmek öte yandan
toplumun içinde bulunduğu bu karmaşık durumdan çıkmak için seçilecek yollar etrafında dönen düşünceler sırasında klasik iletişim araçlarının
boşluğunu doldurdular. Böylelikledir ki Tunus’ta demokratik geçişin
imdadına, internet yani hep isimlendirdiğimiz şekliyle sanal dünya
koştu.
İlk zamanlar internet, diktatörü yalnızlaştırmayı ve sivil itaatsizlik
eylemlerini ve gösterilerini örgütleyerek sosyal gerilimi artırmayı başaran siberaktivistlerin çalışmaları sayesinde bir katalizör, Tunus’ta demokratik geçişin deklanşörü oldu.
Sonraki zamanda ise internet sosyal ağlarıyla, siyasi aktörlerin
geçmişin tecrübesiyle yararını keşfederek kendilerine çeki düzen verdikleri ikinci bir rol oynadı. Bunlar siyasi oluşumların seçim propagandalarını yapmalarına bir imkân sağlamasının yanısıra Hükümet117 ve
france.org/docs/kfm_docs/docs/2011-04-04-facebook-twitter-al-jazeera-et-leprintemps-arabe.pdf,www.irmcmaghreb.org/IMG/pdf/Lettre%20IRMC%208.pdf,
www.revuehemispheres.com/documents/No1-pdf/Hemispheres1_DossierReseaux_p8687_Printempsarabe.pdf, http://hal-confremo. archives-ouvertes.fr/docs/00/61/50/04/
PDF/EconomiaGaminsFacebook.pdf, www.ndi.org/files/conversations-with-tunisiayouth-apr-2011-french.pdf,
www.ifex.org/tunisia/2011/06/22/scarsofoppressionrundeeptmgdelifex_fr.pdf,
http://rime.to.cnr.it/2012/RIVISTA/N8/2012/articoli/11_Annabi.pdf,
www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Ulises-Mejias.pdf,
www.acatfrance.fr/medias/files/courrier_acat/C312-PrintempsArabe-dossier.pdf,
www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Evgenyi-Morozov.pdf
116
www.centerblog.net/politique/384814-1433-incidents-et-emeutes-autour-du-bassinminier-de-gafsa-# et www.europe-solidaire.org/spip.php?article19786 ve özellikle
http://hal.archivesouvertes.fr/docs/00/41/06/22/PDF/Chouikha_Gobe_Tunisie_Gafsa_elections_2009.pdf
117
www.facebook.com/ministere.interieur.tunisie?fref=ts
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
259
Yüksek Seçim Makamı118 gibi resmi yapıların faaliyet ve projelerini
anlatmalarına da imkân sağladı. Sivil toplum örgütleri bu iletişim araçlarının kullanılmasında kenarda kalmadı, zira halkın bilgilendirilmesi ile
Tunusluların alışık olmadıkları nispeten yeni siyasi-hukuki kavramların
halka indirilmesi faaliyetlerinde kullanıldı119.
23 Ekim seçimlerinden ve Troyka’nın iktidarın dizginlerini ele
alma başarısının ardından siyasi aktörler sanal iletişim araçlarının manzarasının ayarını kendi siyasi faaliyetlerinde kullanmak üzere yeniden
yaptılar. Böylelikle “Artık sosyal ağların öneminin bilincinde olarak
Hükümetin ve idarenin sorumluları ile siyasi parti temsilcileri düşüncelerini, projelerini sunmak ve vatandaşlara hesap vermek üzere bu yerlerde
daha fazla var olmaktadırlar”ı okuyabildik120. Siyasi partiler bunları parti
yandaşlarıyla olduğu denli aleyhtarlarıyla da bir iletişim kanalı olarak
kullanmaya devam ettiler. Sivil topluk örgütleri siyasi faaliyetin daha
şeffaf olmasını bu kanallarda talep edecekti121. Siyasi aktörler bunu
Abdelya adıyla bilinen olayda olduğu üzere kamuoyunun manipülasyonu için kullandılar122. Ve nihayet sosyal ağlar sahanın gerçekliğine
Lütfi Nakdh’ın “öldürülmesi” 123 ve en son sendika birliği merkezine
saldırı olaylarında olduğu üzere tanıklık etmeye yaradılar124. Façadefteri
118
www.isie.tn pour le site web et www.facebook.com/isietn?ref=ts&fref=ts pour la
page Facebook.
119
www.facebook.com/pages/ATIDE/247362811949969?ref=ts&fref=ts,
www.facebook.com/pages/Association-Tunisienne-de-DroitConstitutionnel/270119053038985?ref=ts&fref=ts,
www.facebook.com/femmesdemocrates?ref=ts&fref=ts,
www.facebook.com/pages/Bus-Citoyen/118884958204729?ref=ts&fref=ts
120
Romain Lecomte, Cyber-activistes et société civile, http://orbi.ulg.ac.be/bitstream/
2268/107441/1/20.-Entretien-avec-Romain-Lecomte.pdf
121
“İktidarın kör ve pasif temsil dönemi (…) internet kullanıcısı vatandaşların sahip
oldukları yeni güçler karşısında bir sona benzemekte. Bu siberdaşlar [cibertoyens –
ç.n.] siyasette –belki de, farkında bile olmadan- yeni bir ilişki biçimi kurmaktadırlar.,
Kerim BOUZOUITA, “Les coulisses de la révolution tunisienne: Au cœur de la
cyber-guerre”, Géostratégies, n° 32, p. 161
122
www.lapresse.tn/22062012/51650/le-gouvernement-apres-la-crise-de-la-abdellia-lamauvaise-gouvernance-est-encore-de-mise.html,
www.lecourrierdelatlas.com/287420062012Tunisie-Exclusif-Affaire-du-PalaisAbdellia-Les-artistes-ripostent.html
www.kapitalis.com/afkar/68-tribune/10553-elabdellia-une-affaire-cousue-de-fil-au-service-dun-projet-de-theocratie-entunisie.html
123
www.tunisienumerique.com/tataouine-lotfi-nakdh-decede-de-mort-violente-ou-decrise-cardiaque/150090
www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-AffaireLotfi-Nagdh--Le-rapport-d%E2%80%99autopsie-de-Sfax-r%C3%A9v%C3%A8lel%E2%80%99existence-d%E2%80%99%C5%93d%C3%A8mes-sur-tout-le-corps,
520, 34714, 3
124
www.tunisienumerique.com/tunisie-ugtt-photos-ce-qui-sest-passe-place-mohamedali/155720
www.tunisienumerique.com/tunisie-bras-de-fer-ugttennahdha-entre-rupture-etJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
260
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
ve Youtube sayfalarına koyulan vidyolar internet kullanıcılarına ve habercilere [les gens de medias – ç.n.] birebir gerçek bilgi [l’information
réelle – ç.n.] sağladılar.
Bu arada siyasi partiler ve başlarında En Nahda hareketi kanatlarını Façadefteri sayfalarında –özellikle internet kullanıcılarında rağbet
görebilecek olanlarını- açma eylemleri başlattı. Tekiano 2012 Nisan
ayında şöyle başlık attı: En Nahda’nın sanal ordusu Façadefteri’nde.
Bunu şöyle de okuyabiliriz: “Eğer Ben Ali, kitle iletişim araçlarına el
koymuş olsaydı, En Nahda bir yıldan beri Façadefteri’ni bir propaganda
makinesi yapmak üzere neredeyse tekeline alacaktı. Sayfalar çoğalıyor
ve birbirlerine eklemleniyor. Gerçek bir sanal ordu sosyal ağı zehirliyor...” 125.
III. Demokratik geçiş, hangi karar alma yöntemi?
Bu iki dönemi arasındaki demokratik geçiş belirtildiği üzere aynı
özelliklere sahip değildir. Bu da iki karar yönteminin kullanılmasına
götürecektir.
İlk dönem yapılarının halk meşruluğundan yoksun olmaları uzlaşmacı yönteme zorlayacaktır. 23 Ekim seçimlerinin düzenlenmesi ve halk
tarafından seçilerek halkın meşruluğundan yararlanan bir Meclisin kurulması, kararların alınması bakımından çoğunluk oylaması kuralının
getirilmesini sağlayacaktır ki Meclis rejimi çerçevesinde geçişi, çoğunluk diktatörlüğüne itecektir. Fakat siyasi ve sivil toplumdaki çalkantıların ardından iktidardaki çoğunluk liderleri, sorumlusu oldukları anayasal
ve demokratik geçiş görevlerini iyi bir şekilde gerçekleştirebilmek için
uzlaşma yöntemine geri gelme kararını aladılar.
A. Uzlaşma, geçişin ilk aşamasındaki karar alma yöntemi
Meşruluktan yoksun yapıların yürüttüğü geçiş döneminin başından
beri zaman kaybetmeden benzer durumlarda mümkün olan tek bir karar
alma yöntemine başvuruldu: uzlaşma. Bu, “biçimsel bir oylamaya bağlı
olmaksızın anlaşmadan çıkan bir süreçtir (...)” 126. Bu kullanımı zor bir
yöntemdir zira devamlı bakış açılarını yaklaştırma denemesini varsaymaktadır ki alınacak karara karşı olanları ikna olanağının olmaması durumunda bir sessizliğe –çekimser dememek için- yol açmakta, bu da bir
oybirliği havası vermektedir. Yüksek Seçim Makamı’nın sözcüsü 2011
mediation/156270
www.tunisienumerique.com/tunisie-video-lugtt-attaquee-par-laligue-de-protection-de-la-revolution-en-marge-de-la-journee-de-commemoration-dela-mort-de-farhat-hached/155639
125
www.tekiano.com/ness/reseaux-sociaux/5037-tunisie-larmee-virtuelle-dennahdhasur-facebook-.html
126
www.larousse.fr/dictionnaires/francais/consensus/18357
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
261
Temmuz’unda bu konuda “uzlaşmacı meşruluk” tüm iktidarların ve kurumların temelidir açıklaması yaptı. Aynı şekilde bundan “genel uzlaşmacı çerçeveden çekilen tüm partiler
devrim sürecini baltalamaktadırlar”
mantıksal sonucu çıkmaktadır127.
Başlamak için, 2011 Şubatında – gündemin başında- Devrimin, Siyasi Reformların ve Demokratik Geçiş Hedeflerinin Gerçekleştirilmesi
Yüksek Makamı üyelerinin seçilmesi sorunu vardı. Böylece Dekan Ben
Achour, 14 Nisan 2011’de Başbakanın yayımladığı bir listeyi önererek
başladı. Yaygın adıyla Yüksek Makam 69 üyeden oluşuyordu. Ancak ilk
toplantıları Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplantı odasında gerçekleştirildi ki siyasi ve sosyal toplum tarafından protestolara neden oldu. Oluşumunda gençlerin ve devrim şehidi aile temsilcilerinin yokluğuyla siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin oldukça azaltılmış temsilleri
çok eleştirildi.
Dekan Ben Achour’un geçiş dönemi aktörleriyle istişaresi neredeyse bir ay boyunca sürdü.Yüksek Makam’ın, Hayreddin Paşa Bulvarındaki merkezinde yapılan bitmek bilmeyen görüşmelerde çevrilen dolapları herkes farketti. Bu aşamanın ardından üye sayısı 69’dan 155’e
yükseldi128. Başbakanlık 2 Nisan 2012’de yayımladığı bir karar ile bu
sorun etrafında gerçekleştirilen uzlaşmadan doğan isim listesini belirledi.
Ekonomik ve Sosyal Konsey’in salonu tüm üyelerini alacak denli büyük
değildi. Yeni bir toplantı salonu arayışı eski ikinci meclisin danışmanlarından boşalan merkezinin seçilmesiyle sonuçlandı.
Bu yapı içerisindeki karar alma yöntemiyse, 18 Şubat 2011 tarihli
ve 7 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 5. Maddesiyle belirlendi.
Madde “Makamın kararlarının uzlaşma yoluyla ve bunun yokluğunda oy
çokluğuyla alınacağı”nı öngörüyordu.
Yüksek Makam izleyen aylarda bu şekilde işledi. Pek çok metin tasarısı uzmanlar tarafından hazırlandıktan sonra yapı bünyesinde tartışıldı. Ancak söylenegelen adıyla Ben Achour Makamı tasarıları Bakanlar
Kurulunun tartışıp değiştirdiği hükümete onaylanmaları üzere sunuyordu. Eğer tasarı onaylanırsa sonrasında Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Devlet Başkanına imzaya havale ediliyordu.
Böylece bu karar alma yöntemi sayesinde Yüksek Makam şu konulara
ilişkin bir dizi kanun hükmünde kararname sunacak idi: Dernekler129, Siyasi Partiler130, Basın Yayım ve Yayın Özgürlüğü, Haberleşme
127
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5451-gherairi-qtoute-partie-qui-seretire-du-cadre-consensuel-general-cherche-a-entraver-le-processus-de-larevolutionq.html
128
Yüskek Makamın üye dökümü şöyledir: 36 siyasi parti temsilcisi, 33 sivil toplum
temsilcisi, 72 sivil kişilik, 12 bölge temsilcisi ve 2 şehit aileleri temsilcisi.
129
Yalnızca arapça:
www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idbVTKFNeO/
RechercheTexte/SYNC_2132473500
130
Yalnızca arapça: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132451421
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
262
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
ve İletişimin Reformu
Bağımsız Ulusal Makamı131, Kitle İletişim Araç132
ları Özgürlüğü ve Kitle134İletişim Araçları Bağımsız Yüksek Makamı133
,
ile Ulusal Kurucu Meclis ve Bağımsız Yüksek Seçim Makamı (ISIE)135
üyelerinin seçimi.
Karar alma yöntemleri konusunda Yüksek Seçim Makamı’nın kuruluş kanununda da aynı karar alma yöntemine ayrıldığı görüldü. 18
Nisan 2011 tarihli ve 2011-27 sayılı kanun hükmünde kararnamenin 12.
maddesi şöyledir: “(...) kararlar uzlaşma yöntemiyle, oybirliğinin olmaması durumunda 2/3 üye çoğunluğuyla alınır”. Tartışılan bu ilk demokratik seçimlerin düzenleme görevi, bu karar alma yöntemini öngören
hazırlayanları Yüksek Makam’ın 16 üyesinin oybirliğiyle almaya zorluyordu. Uygulamada söz konusu oybirliğinin pek o kadar da mümkün
olmadığı ortaya çıktı. Yüksek Makam bünyesindeki uyuşmazlıklar, seçimlerin göreceli olarak başarılı geçmesine engel olmadı. Seçim sonuçlarına kimsenin itiraz etmedi ama coğrafi olarak birbirinden ayrı iki bölge
üyeleri arasında bir bölünme yaşandı.
Fakat uzlaşma aynı zamanda
Yüksek Makam’a 1 Temmuz 2011 ta136
kabulünü
sağladı. Bu, geçiş döneminin 10
rihli “Cumhuriyetçi
Pakt”ı
hususuna137 ilişkin etik bağlayıcılıkta bir Şart oluşturuyordu. Söz konusu
metin 1959 Anayasasının, Tunus’un dini İslam, dili Arapça olan bir
Cumhuriyet olduğunu düzenleyen ilk maddesini alarak başlıyor. Söz
konusu hüküm; seçimlere aday olan bir çok siyasi parti programında
olduğu gibi, Anayasa tasarısını hazırlayan Kurucu Meclis tarafında da
virgülüne dokunmadan aynen alındı. Bu, geçiş dönemindeki ortaklar
arasındaki uzlaşmanın tipik bir kabulüdür.
Cumhuriyetçi Pakt, -Tunus’un tarihinde ikinci olacak- Cumhuriyetin inşaası için gereken tüm temel kuralları içermektedir. Burada ardı
ardına şu hususları bulmaktayız: Halkın arap ve müslüman kimliği, halk
131
Yalnızca arapça: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132873453
132
3
dilde: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idb
VTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132680546
133
Yalnızca arapça:
www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idbVTKFNeO/
RechercheTexte/SYNC_2132883406
134
İki dilde:
www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194-idbVTKFNeO/
RechercheTexte/SYNC_2132632015
135
İki dilde:
www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992-194idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132673593
136
www.lecourrierdelatlas.com/39004072011Tunisie-Les-principaux-points-du-pacterepublicainLiberte-de-conscience-separation-du-politique-et-du-religieux-etquelques-surprises.html
137
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5258-adoption-du-projet-du-pacterepublicain.html
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
263
egemenliği ve genel oy hakkının modern özellikleri, temel insan hakları,
devlet tarafından teminat altına alınması gereken din ve devlet işlerinin
ayrılığı, eşitlik ilkesi, vatandaşlar arasında hiçbir ayrımcılık yapılmaması, kadın hakları, gençlerin her alanda varlık göstermelerenin gerekliği, adil ve dengeli bölge gelişimi, Tunus’un bağımsızlığı ve dilinin yeri
ile uluslararası ilişkiler.
Yüksek Makam’ın başkanı Dekan Yadh Ben Achour, hep aynı uzlaşmacı
ruhla, kişisel bir inisiyatifle Geçiş dönemi bildirisi’ni yayınladı138. Yüksek Makam’da, Ben Achour; 5 Ağustos’tan 6 Eylül 2011’e
kadar 12 siyasi partiyi bir masanın etrafında toplamayı başardı. Amaç;
siyasi sınıfın, izleyeceği geçiş dönemi aşamaları ile zamanlaması olduğu
kadar geçiş döneminin temeli olacak prensipler üzerinde de anlaşacakları
uzlaşmayla hazırlanmış bir belgeyi derlemekti. Böylece 7 Eylül’de imzalanan bildiri şu hususları düzenliyordu: Bağımsız Yüksek Seçim Makamı tarafından belirlenen 23 Ekim seçim tarihi ile aynı makam tarafından hazırlanmış “yol haritası”na uyulmasını, Anayasayı hazırlamak
üzere Ulusal Kurucu Meclis’e verilen yetki süresinin 1 yıl olarak belirlenmesini, seçimlerin ertesinde erklerin barışçıl devrini, öngörülen bu
farklı devirler sırasında iktidarın devamlılığını sağlayacak kuralların
tamamını.
Cumhuriyet için Kongre partisi bu bildiriyi özellikle Kurucu Meclis’in yetki süresi konusunda hemfikir olmadığından imzalamayı reddetti. Bu yöneticiler Başkanlarıyla birlikte yeni anayasanın hazırlanmasının 3 yıldan az bir sürede öngörülmesinin ütopik olduğu düşüncesindeydiler. Sonraları bu sorun demokratik geçiş sırasında siyasi sınıfta
derin anlaşmazlıklara yol açacaktı.
Seçimlerden ve Ulusal Kurucu Meclis’in oluşmasının ardından
uzlaşmacı kural yerini siyasi karar alma yöntemi olarak çoğunluk yöntemine bırakacaktır.
B. Çoğunlukçu oylama, geçişin ikinci aşamasında empoze edilen karar alma yöntemi
Yerleşen Ulusal Kurucu Meclis ile iktidardaki siyasetçiler seçim
meşruiyetlerine dayanarak uzlaşma yöntemini bir kenara bırakıp çoğunluk yöntemini uygulamaya, böylelikle yalnızca çoğunluğa değil ama
azlıklara da saygı demek olan demokrasinin kötü bir uygulamasını talep
etmeye başladılar. Bu şekilde siyasi görevlere getirilen kişilerin seçiminde olduğu kadar geçişin ileri dönemlerini düzenleyecek metinlerin
kabulünde de yeni karar alma yöntemi benimsendi.
Siyasetçilerin tavırlarındaki bu kaymayı daha iyi anlayabilmek için
mevcut farklı siyasi güçlerin ağırlıklarını vermekle başlamak gerekir. 23
138
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
264
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
Ekim 2011 seçimleri’ne göre Ulusal Kurucu Meclis’te temsil oranları
şöyledir:
En Nahda ................................................................. %41.01
Cumhuriyet için Kongre .......................................... %13, 36
Ettakatol ................................................................... %9, 21
Troyka (toplam) ..................................................... %63, 58
Bu sonuçlarla iktidardaki Troyka, hiç sorunsuz bir şekilde Ulusal
Kurucu Meclis oylarının çoğunluğuna sahip olmuştur. Ve 2/3’üyle kararlarını geçirmek için hiçbir sorun yaşamamıştır. Diğer siyasi oluşumlar
düşük bir yüzdeyi paylaşmaktadırlar: %12, 44 Aridha, %6, 91 Halkın
Birliği Partisi [PDP – ç.n.], %2, 3 Modern Demokratik Kutup [PDM –
ç.n.] ve %2, 3 Mubadara… Bu yapı; ölçülü oylama yönteminin; ama
daha çok -bu yarışta evvelinde gerçek bir seçimin olmamasından ötürü
her bir partinin ağırlığının değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle- her türlü
seçim ittifakını139 reddeden demokratik oyların farklı oluşumlar arasında
dağılımının bir meyvesidir.
Halk meşruiyetinin sahibi Ulusal Kurucu Meclis’in yapısı, aldığı
kararlarda Troyka’nın el koyduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum metinlerin kabulü süreci denli kişilerin seçiminde de aşikârdır.
1. Troyka metinlerin kabulünde var gücüyle etkili oluyor
Ulusal Kurucu Meclis 22 Kasım 2011 tarihinde Tunus’un banliyösünde bulunan Bardo Sarayı’nda yaptığı şatafatlı ilk oturumunun ardından demokratik geçişin devamı için gerekli olan iki temel metnin hazırlanmasına karar verdi: İlki 2011 Mart tarihli olanının yerine geçecek
olan Kamu erklerinin geçici düzenlenmesine ilişkin metin ile yalnız
Anayasayı hazırlamakla değil aynı zamanda yasama yetkisini kullanmak
ve hükümetin ülkenin geçici yönetim faaliyetini denetlemekle görevli
olduğundan kendi İç Tüzüğünü hazırlamak.
Meclis böylece önceliği, kesintisiz çalışacak iki komisyonun kurulmasına verdi. Ulusal televizyonun 2. kanalından naklen verilen genel
oturum tartışmaları, demokratik uygulamalara susamış Tunuslular için
büyük önem taşıyordu. Fakat sonra; iktidardaki Troyka’nın, kendisine
uyan metin ve seçenekleri çıkartma güç ve iradesine sahip olduğu, muhalefetten gelen önerilere ise özellikle kapalılığı inancı oluştu.
139
Özellikle 23 Ekim seçimleri ve oy verme yöntemleri üzerine bir değerlendirmemiz
için Mağrip gazetesindeki sayfalara bkz. www.chawki.gaddes.org/simulation.pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
265
Kamu erklerinin düzenlenmesi kanun tasarısı denli Meclis İç Tüzüğü tasarısının medyatize oturum tartışmalarının izleyicisi, muhalefetten gelen tüm karşı önerilerin hâlli için oturum başkanı tarafından doğrudan oylamaya sunduğunu gördü. Neredeyse her seferinde önerinin
reddi ve ana metnin kabulüyle sonuçlanan bir satır operasyonu idi söz
konusu olan.
Ulusal Kurucu Meclis’in sonraki normal ve günlük işleyişi de
bunu doğrulayacaktır. Olağan kanunlar üstünde pek tartışma olmasa da
tartışmaların %96’sı uluslararası anlaşmaları onay kanunlarının ve ödünç
anlaşmalarına ilişkindi. 16 Aralık 2011 tarih ve 6 sayılı kurucu kanunun140 4. maddesinin ifadesiyle Kurucu Meclis’in mevcut üyelerin
çoğunluğuyla kabul edilen olağan kanunların görüşmeleri sırasında ise
Troyka’ya her seferinde kendisine uygun olan metnin kabul ettirmesini
sağladı.
Diğer örnek ise yakın zamanda kabul edilen Yüksek Seçim Makamı’nın kurulması kanunudur. Yüksek Makam’ı kuran otuz kadar maddenin görüşülmesi Ulusal Kurucu Meclis’in bir ayını aldı (9 Kasım-7
Aralık). Metin ancak; Ulusal Kurucu Meclis’in 4 Aralık olaylarının ardından Meclis’i terkeden demokratik grup üyeleri tarafından boykot
edilmesinin ardından kabul edilebildi. Boykot nedeni Meclis’in, kanun
tasarılarını görüşme ve kabul yeter sayısını düşürmesiydi. Hatta En
Nahda’lı Meclis başkan yardımcısı Sayın Mahrzia Laabidi, metnin bu
kadar çabuk kabul edilebilmesinin muhalefetin olmaması sâyesinde olduğunu dahi kamuya açık bir şekilde dile getirdi.
Onca beklenen Anayasaya ilişkin metne gelince, Kamu erklerinin
geçici düzenlenmesine ilişkin kararname 3. Maddesinde Anayasanın
kabulünün izleyeceği usûlü şöyle belirlemektedir: Madde madde üye
tam sayısının 2/3’ü ve toplantıya katılanların mutlak çoğunluğu ile, bunun olmaması durumunda ikicin bir görüşmenin toplantıya katılanların
2/3’ünün çoğunluğuyla, bunun da olmaması durumunda tasarının bütününün halk referandumuna sunularak oylayanların çoğunluğu ile... Siyasi sınıfta ve Ulusal Kurucu Meclis bünyesinde böyle bir karşılıklı uzlaşma yeniden devreye girmelidir. Bunun yokluğunda Tunus, halk
danışımının belirsizliğine doğru gidecektir ki bu da, olumsuz olduğu
takdirde, Tunus’u çıkışı belli olmayan bir başka karışıklık dönemine
sokacaktır.
140
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
266
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
2. Troyka kamusal görevlere atamada kendi seçimlerini kabul
ettiriyor
Bu, milletvekillerini Ulusal Kurucu Meclis’in açılışına davet eden
kararnamedir. Söz konusu kararname aynı zamanda Ulusal Kurucu
Meclis Başkanının olduğu kadar Devlet ile Hükümet başkanlarının seçim usûllerini141 düzenlemektedir.
Devletin anahtar noktalarının seçimleri şu şekilde gerçekleşti:
Ulusal Kurucu Meclis Başkanlığı142 seçimi, 22 Kasım 2012’de,
çalışmaların başladığı gün gerçekleşti. 16 Aralık 2011 tarihli ve 6 sayılı
Kurucu Kanun’un143 5. Maddesine göre Başkan, Ulusal Kurucu Meclis’in toplantıda hazır üyelerinin mutlak çoğunluğuyla seçilir; ama görevden alınması için, toplam üyelerin salt çoğunluğunun oyu gerekir.
Böylece Mustafa Ben Cafer üyelerin %68’inin oyunu alarak 145 oy alırken Sayın Maya Jribi yalnızca 68 oy aldı. Troyka’ya bağlı iki başkan
yardımcısı da aynı şekilde seçilecektir: En Nahda’dan Meherzia Labidi
Maiza, Cumhuriyet için Kongre’den Larbi Ben Sala Abid.
Cumhurbaşkanı 16 Aralık 2011 tarihli ve 6 sayılı Kurucu Kanun’un144 6. Maddesine göre Ulusal Kurucu Meclis cumhurbaşkanını
üye tam sayısının mutlak çoğunluğuyla seçer. Aynı çoğunluk, 13. maddeyle görevden alınması için de getirilmiştir. Troyka’nın adayı Sayın
Münsef Marzuki 202 oyun 153’ünü almıştır145.
Hükümet başkanının atanması ise 16 Aralık 2011 tarihli ve 6 sayılı Kurucu Kanun’un146 15. Maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre
Ulusal Kurucu Meclis, Cumhurbaşkanının talebi üzerine Başbakan tarafından kurulmuş Hükümete üye tamsaysının mutlak çoğunluğu ile güvenoyu verir.
141
Yalnızca arapça:www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_119032-235pqRUZfecfQ/RechercheTexte/SYNC_2142690984 mais une traduction non officielle
en français de ces deux textes sont disponibles à l’adresse http://www.fichierpdf.fr/2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/
142
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13390-mustapha-ben-jaafar-presidentde-la-constituante.html
143
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
144
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
145
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/14558-moncef-marzouki-qje-suisconscient-de-lampleur-de-la-responsabilite-et-de-la-confiance-placee-en-mapersonne-par-le-peupleq.html
146
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
267
Meclis İç Tüzüğü ile kamu erklerinin geçici düzenlenmesi’ni hazırlayacak iki komisyonun kurulması147: Troyka’nın el koyması ile Ulusal Kurucu Meclis’teki oylama önemli yerlere (başkan, başkan yardımcısı, raportör, raportör yardımcısı) muhalefete yalnızca bir yer vererek
kendi üyelerini getirmesini sağladı.
Böylece Kamu erklerinin geçici düzenlenmesi kanunu hazırlık
komisyonuna En Nahda başkanlık edecektir ve yalnızca raportör yardımcısı muhalefet oluşumu olan Tunus Komünist İşçi Partisi’nden olacaktır [POCT – ç.n.]. Aynı senaryo İç Tüzük komisyonu için de geçerlidir. En Nahda’nın başkanlığında ama hiçbir anahtar göreve muhalefetten
bir üye getirmeksizin söz konusu olacaktır.
Nihayet, Anayasa komisyonları İç Tüzüğün 42. Maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre söz konusu komisyonlar Ulusal Kurucu
Meclis’teki koalisyonlarla orantılı olarak oluşturulacaklardır. Bu hüküm,
Troyka’nın lehine bir çoğunluğu elinde tutmasını sağladı. Fakat bir komisyon, kurucu süreçte temellerden biri olarak kaldı. Bu, İşbirliği ve
Redaksiyon Komisyonu idi ki başkanlığını Ulusal Kurucu Meclis başkanı
yapıyordu ve anahtar görev çekişmeli bir oylamanın ardından bir En
Nahda üyesine gitti. Başkanlığını Demokratik Kutup’tan Dekan Fadhel
Moussa’nın yaptığı Anayasa Adalet Komisyonu dışındaki diğer anayasa
komisyonlarının hepsine Troyka üyesi başkanlar seçildi.
Görünen o ki Troyka baskın konumunu elde tutabilmek için tüm
ağırlığını anayasal ve demokratik geçişin anahtar görevlerine verdi. Aşağıdaki tablo bunu açıkça göstermektedir:
En
Nahda
CİK
[CPR]
Ettakatol
Aridha
Demokratlar
Diğerleri
23 Ekim Seçimleri
37
8, 7
7
6, 7
4, 7
35, 9
UKM sandalyeleri
41
13, 3
9
12
9, 2
15, 5
3 başkanlık
33
33
33
0
0
0
Hükümet
45
14
14
0
0
26
50
14, 3
21
0
14, 3
0
41, 2
16, 6
16, 8
3, 7
5, 6
15, 5
%
Anayasa Kom.
Ortalama
%75
%25
147
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13408-debut-des-travaux-de-latroisieme-seance-de-lassemblee-nationale-constituante.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
268
Tunus’ta Anayasal ve Demokratik Geçiş Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeler
IV. NE SONUÇ ÇIKARTMALI?
Tunus’taki anayasal ve demokratik geçiş şu an ikinci aşamasındadır. Bu sentez raporu yalnızca şu anki durumu göstermektedir, yani 2012
Aralığını. Fakat, geleceğin ne getireceğini bilmeden kaypak bir durumu
göstermeye çalışan ressam gibiyiz. Bu yüzden kalbimizdeki ve karnımızdaki ağrıyı, şeylerin gerçekliğine daha sadık olabilmek için her gün,
bazen her saat yeniden çizmek zorundayız.
Demokratik geçişin evrimi bazen birçok belirsiz ve bulanık unsura
bağlı olacaktır. Hiç kimse Tunus’un geleceği hakkında bugünden ne açık
ne de olası bir cevap veremez. Bir sürü belirsizlik durumu bir yandan
öbür yana savurabilir.
Ve bu sürecin Tunus’u onca hayal edilen bir demokrasiye götürmekte olduğunu varsayarsak, bu sürecin geridöndürülemez kılabilmek
için gerekli garantileri de sağlamak gerekecektir. “Arap baharı”nın lideri, geçmekte olduğu kıştan çıkmayı başarabilecek mi? Bunu bize yalnızca zaman (gelecek) söyleyecektir.
KAYNAKÇA
www.espacemanager.com/ politique/les-dates-phares-de-la-transitiontunisienne.html
http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/benali-retour-sur-une-fuite- chaotique.html
www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/0100320110115ARTFIG00402-tunisie-le-president-ecarte-definitivement-dupouvoir.php
www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/
www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituante-entameses- travaux-22-11-2011-1399177_24.php
www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23juin-seront-elles-reportees- a-octobre-2013.html
www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituantepour-passer-a-la-deuxieme-republique.html
www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-uetunisie-2011_fr.pdf
(http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Rapport
_de_Mission_DEF.pdf) ve özellikle Carter Merkezi’nin hazırladığı rapor
(www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/peace_publications/ele
ction_reports/tunisia-final-Oct2011-fr.pdf)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
RÉFLEXIONS CONCLUSIVES A PROPOS DE LA TRANSITION
DEMOCRATIQUE ET CONSTITUTIONNELLE EN TUNISIE
Chawki Gaddes
Secrétaire Général de l’Association Tunisienne de Droit
Constitutionnel/ Secrétaire exécutif de l’Académie Internationale de
Droit Constitutionnel/ Enseignant à l’Université de Carthage, faculté
des sciences juridiques de Tunis
RÉSUMÉ
La transition démocratique et constitutionnnelle en Tunisie est à
sa deuxième étape. L’article est concentré sur le panorama tunisien du
décembre 2012. La situation actuelle de la Tunisie est une situation
mouvente et dont l’évolution future reste inconnue. En effet, l’évolution
de la transition démocratique depend de plusieurs elements parfois
incertains et flous.
Mots-clefs: La transition démocratique en Tunisie, le processus
démocratique, la rédaction de la nouvelle constitution, l’Assemblée
constituante, la transparence, les partis politiques.
***
I. Transition démocratique, une ou plurielle?:A. Le premier
temps de la transition démocratique en Tunisie, une société enthousiaste
de vivre sa première consultation démocratique; B. Le deuxième temps
de la transition démocratique en Tunisie, vers la rédaction de la
constitution
II. Transition démocratique, quels acteurs?: A. L’ANC, pièce
axiale du processus démocratique; B. Les partis politiques, des acteurs
du processus démocratique en continuelle reconfiguration; C. La société
civile, catalyseur jeune et hétérogène du processus démocratique; D. Les
médias, témoin critique catalyseur du processus démocratique
III. Transition démocratique, quel mode de prise de décision?:
A. Le consensus, mode consacré de prise des décisions pendant la
première période de transition; B. Le vote majoritaire, mode imposé de
prise des décisions pendant la deuxième période de transition
270
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
IV. QUE CONCLURE?
The democratic transition in Tunisia had two phases. The first
phase, was after the escape of the overturned President when the
constitution of 1959 did not function normally, the reactions and
demands of those in the streets caused the collapse of constitutional
institutions like presidency, parliament, constitutional council and
economic and social council. Afterwards, three structures were build in
order to carry out the goals of the revolution, to reveal the corruption and
to investigate abuses of rights.
The second phase of the on-going democratic process started with
the replacement of above mentions structures with national assembly.
The constituent assembly suffered from problems such as: the overwork
related to the preparation of a new constitution and the lack of a timeline
and transparency. The other important actors of the second phase are the
continuously reshaping political parties, the young and separate actors of
civil society as the catalysts of the democratic transition and mass
communication as critical witnesses of the revolution. Nevertheless
during this second phase the decision making method, unlike the
compromise based method of the first phase, was imposed by the
majority. Especially in the constituent assembly the troika led by En
Nahda imposed its own choices about laws and public duty assignments.
This is still and on-going process that has to be monitored.
Les trois questionnements que nous pouvons relever à propos de la
transition démocratique et constitutionnelle en Tunisie tournent autour
des points suivants:
• Une transition démocratique, en combien de temps?
• Quelssont les acteurs ayant pris part à la transition démocratique?
• Quel mode de prise des décisions dans le cadre de la transition
démocratique?
I. Transition démocratique, une ou plurielle?
Le chercheur qui se penche sur la période postérieure au 14 janvier
2011 en Tunisie a l’impression que le pays est en mutation dans un
processus constituant, une évolution unique et continue. Mais à bien
l’instruire on se rend compte que le passage entre le régime dictatorial et
le régime démocratique est loin de constituer un temps unique, une seule
entité temporelle.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
271
La transition démocratique en Tunisie se fait en deux périodes
distinctes1 qui ont des caractéristiques bien différentes ce qui empêche
de les rapprocher:La première s’étend dela fuite du président de la
république déchu, ZineAbidineBen Ali, le 14 janvier 2011 à 18
heures2suivie de la déclaration par le Conseil constitutionnel, le 15
janvier 2011, de la vacance définitive à la tête du pouvoir3, jusqu’à la
date des élections du 23 octobre 20114. La deuxième périodes’étale de
la date de la première réunion de l’Assemblée nationale constituante
tenue le 22 novembre 20115, jusqu’à la date encore hypothétique
aujourd’hui, de l’organisation des prochaines élections en Tunisie qui
ont été annoncées, suivant les acteurs politiques, soit en juin 2013 ou en
octobre 20136 mais qui à notre avis se tiendront beaucoup plus tard.
A. Le premier temps de la transition démocratique en Tunisie,
une société enthousiaste de vivre sa première consultation démocratique
La première période de transition a été bien relatée, commentée et
évaluée par l’un de ses acteurs, le Doyen Yadh Ben Achour, dans le
rapport introductif de ce colloque. La caractéristique principale de cette
première période est l’absence de légitimité démocratique des structures
qui furent chargées de la conduire. Le président par intérim, Monsieur
FouedMbazaa, devait aux termes de l’article 57 de la Constitution7
organiser des élections présidentielles dans les soixante jours. Mais c’est
là une opération qui ne se réalisera pas, car c’était sans compter sur la
1
Pour une chronologie des faits se reporter à: www.espacemanager.com/politique/lesdates-phares-de-la-transition-tunisienne.html
2
http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/ben-ali-retour-sur-unefuite-chaotique.html
3
www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/01003-20110115ARTFIG00402-tunisie-lepresident-ecarte-definitivement-du-pouvoir.php
4
www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/
5
www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituante-entame-ses-travaux-22-112011-1399177_24.php
6
www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23-juin-seront-ellesreportees-a-octobre-2013.html
7
Article 57 (Modifié par la loi constitutionnelle n° 88-88 du 25 juillet 1988 et par la loi
constitutionnelle n° 2002-51 du 1er juin 2002). En cas de vacance de la Présidence
de la République pour cause de décès, de démission ou d'empêchement absolu, le
Conseil constitutionnel se réunit immédiatement et constate la vacance définitive à la
majorité absolue de ses membres. Il adresse une déclaration à ce sujet au président de
la Chambre des conseillers et au président de la Chambre des députés qui est
immédiatement investi des fonctions de la Présidence de l'Etat par intérim, pour une
période variant entre quarante-cinq jours au moins et soixante jours au plus. Si la
vacance définitive coïncide avec la dissolution de la Chambre des députés, le
président de la Chambre des conseillers est investi des fonctions de la Présidence de
l'Etat par intérim et pour la même période …
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
272
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
réaction de la rue. Le sit-in de la place du Gouvernement, connu sous le
nom de Kasbah (I), poussa le chef de l’Etatà suspendre la constitution, à
dissoudre les deux chambres parlementaires ainsi quele conseil
constitutionnel et à convoquer à une assemblée nationale constituante
pour le 24 juillet 20118.
Le juriste et constitutionnaliste est en droit de se demander sur
quelle base est-ce que le chef d’État par intérim pouvait prendre de telles
décisions. Il était lié par les dispositions de la constitution de 1959 et
plus spécialement l’article 57 qui ne l’autorisait ni à rester au-delà du
soixantième jour ni à dissoudre le parlement. Sa décision est ainsi
purement politique et le carcan juridique que constituait le texte de 1959,
il se résolut simplement à le suspendre.
Toutes les analyses de la scène politique était unanime, il n’avait
pas le choix, la rue avait des demandes auxquelles il ne pouvait rester
sourd. Effectivement, suite à son discours où il annonça ses décisions, la
rue applaudit et la classe politique les entérine soit par des déclarations
claires et non équivoques soit par un silence valant acquiescement. La
centrale syndicale tunisienne, l’UGTT et les parties d’opposition radicale
acquiescèrent9. Les syndicalistes promirent même de mettre fin aux sitin et aux grèves tournantes.
Ainsi la Tunisie entama une période difficile caractérisé par
l’absence de texte constitutionnel. Il va falloir attendre le 23 mars 2011,
date d’édiction du décret-loi portant organisation provisoire des pouvoirs
publics10. Les considérants du texte montrent bien l’absence de
motivation juridique à ce texte, on y lit:”Considérant que le peuple a
exprimé au cours de la révolution du 14 janvier 2011 sa volonté d'exercer sa
pleine souveraineté dans le cadre d'une nouvelle constitution,
Considérant que la situation actuelle de l'État, après la vacance
définitive de la Présidence de la République le 14 janvier 2011, telle que
constatée par le conseil constitutionnel dans sa déclaration publiée au
Journal Officiel de la République Tunisienne en date du 15 janvier 2011,
ne permet plus le fonctionnement régulier des pouvoirs publics, et que la
pleine application des dispositions de la constitution est devenue
impossible,
8
www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituante-pour-passer-a-ladeuxieme-republique.html
9
“Son discours a été bien accueilli, y compris par l'opposition la plus radicale et par la
puissante centrale syndicale de l'UGTT», www.lexpress.fr/actualite/monde/larevolution-tunisienne-franchit-une-nouvelle-etape_968650.html
10
Décret-loi n° 2011-14 du 23 mars 2011, portant organisation provisoire des pouvoirs
publics.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
273
Considérant que le Président de la République est le garant de
l'indépendance nationale, de l'intégrité du territoire et du respect de la loi
et de l'exécution des traités, et qu'il veille au fonctionnement régulier des
pouvoirs publics et assure la continuité de l'État”.
Le décret loi dissout dans son article 2 les deux chambres
parlementaires ainsi que le conseil constitutionnel et le conseil
économique et social en maintenant le Conseil d’État. Il confirme
l’exercice du pouvoir législatif à travers l’édiction des décrets loi du
Président de la République pris sur proposition du gouvernement dans
des domaines qu’il détermine. Quant au pouvoir exécutif il est exercé
par le président de la République par intérim et le gouvernement dirigé
par un premier ministre. Toutes les personnes investis de ces fonctions
ne peuvent se présenter aux élections de la constituante conformément à
l’article 1111 pour le chef de l’État et l’article 1512 pour le gouvernement.
Trois structures furent mises en place et fonctionnèrent de manière
relativement satisfaisantes pour faire évoluer le pays vers une situation
plus stable et surtout démocratique. L'instance supérieure pour la
réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la
transition démocratique13 dont la présidence a été assurée par le Doyen
Yadh Ben Achour et qui était “chargée d'étudier les textes législatifs
ayant trait à l'organisation politique et de proposer les réformes à même
de concrétiser les objectifs de la révolution relatifs au processus
démocratique”. La commission nationale d’investigation sur la corruption et
la malversation14 présidée par le Doyen défunt Abdelfattah Amor “chargé
de l'examen des orientations fondamentales ayants trait à l’activité de la
commission et de l’identification des stratégies d’avenir afin de lutter contre
la corruption et la malversation”. Enfin, la commission nationale
d'investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du
17 décembre 2010 jusqu'à l'accomplissement de son objet15 présidé par
MaîtreTawfikBouderbala chargée “de collecter les informations et les
documents relatifs aux abus enregistrés durant la période indiquée”.
11
Art. 11 - Le Président de la République par intérim ne peut présenter sa candidature ni
à l'assemblée nationale constituante, ni à aucune autre élection suivant la
promulgation de la nouvelle constitution.
12
Art. 15 - Le Premier ministre et les autres membres du gouvernement provisoire ne
peuvent présenter leur candidature à l'assemblée nationale constituante
13
Décret-loi n° 2011-6 du 18 février 2011, portant création de l'instance supérieure
pour la réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la
transition démocratique.
14
Décret-loi n° 2011-7 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale
d'investigation sur la corruption et la malversation
15
Décret-loi n° 2011-8 du 18 février 2011, portant création de la commission nationale
d'investigation sur les abus enregistrés au cours de la période allant du 17 décembre
2010 jusqu'à l'accomplissement de son objet
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
274
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
Toutes ces structures collégiales étaient composées de membres
nommés par le gouvernement sur proposition de leur président. Même si
elles étaient dépourvues de pouvoir de décision réel, elles ont contribué à
réconforter l’opinion publique sur l’avenir de la transition démocratique
en Tunisie. Cette situation mènera le pays pendant neuf mois vers les
premières élections réellement démocratiques disputées et organisées par
une structure indépendante l’Instance supérieur indépendante des
élections16, le 23 octobre 2011. Les avis des observateurs aussi bien
nationaux qu’internationaux sont variables sur la qualité de ses
élections17. Mais aucune partie n’en a contesté les résultats, ce qui permit
de passer à la deuxième étape de la transition démocratique.
B. Le deuxième temps de la transition démocratique en Tunisie,
vers la rédaction de la constitution
Toutes les structures de la première étape laissèrent graduellement
la place à l’Assemblée nationale constituante et les autorités qui vont en
émaner.Les instances dépourvues de légitimité vont petit à petit s’effacer
devantde nouvelles formations issues des élections démocratiques.
Il a fallu attendre un mois après les élections pour que l’ANC
puisse se réunir. Le mardi 22 novembre 2011, la première réunion a été
retransmise en direct sur toutes les télévisions nationales. Toute la
gestion de la vie politique va se faire dorénavant avec une exclusion de
l’opposition. Cette opération sera ainsi monopolisée par la troïka.
Suite à cela, la coalition politique entre les trois partis Ennahdha,
Ettakatol et le CPR devient officielle. Grace à elle se présente à la
présidence de cette structure le président d’Ettakatol Mustepha Ben
Jaafar et obtient les deux tiers des votes. Les commissions de rédaction
du texte sur l’organisation provisoire des pouvoirs publics ainsi que du
règlement intérieur sont élus par l’ANC et de ce fait y prennent place de
manière substantielle les membres de la Troïka. Il en émane deux projets
de texte qui seront discutés en plénière en direct à la télévision nationale
jusqu’à des heures tardives de la nuit.Le premier texte est la loi
constituante portant organisation provisoire des pouvoirs publics qui
16
Décret-loi n° 2011-27 du 18 avril 2011, portant création d’une instance supérieure
indépendante pour les élections
17
A cet effet, il est conseillé de lire entre les lignes les rapports d’observateurs d’au
moins trois structures internationales présentes en Tunisie: Union européenne
(www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-ue-tunisie2011_fr.pdf) Organisation de la francophonie (http://democratie.francophonie.org/
IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Rapport_de_Mission_DEF.pdf) et plus spécialement le
rapport issu du Centre Carter (www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/
peace_publications/election_reports/tunisia-final-Oct2011-fr.pdf)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
275
institua un régime politique d’assemblée où l’ANC chargée du pouvoir
constituant et législatif élit le Président de la République qui charge un
premier ministre de constituer son gouvernement qui exerce ses
fonctions sur la base de la confiance votée par l’ANC. Fut ainsi élus par
l’ANC et 153 voix sur 217, Moncef Marzouki, comme chef de l’Etat
provisoire18. Celui-ci charge, le 14 décembre 2011, HamadiJebali à
constituer un gouvernement19 qui aura la confiance de l’ANC suite à un
vote de 154 voix, 38 contre et 11 abstentions.
Ainsi la troïka se partagea les postes clefs de l’Etat. La présidence
de l’ANC pour Ettakatol, Le CPR à la présidence de la République et le
Chef du Gouvernement au parti Ennahdha. Ce dernier concentre entre
ses mains la quasi-totalité des pouvoirs dévolus au pouvoir exécutif.
Toutes ses structures s’installent dans l’exercice du pouvoir sur la base
de la confiance du peuple et suite à des élections.
La passation entre le gouvernement chargé de gérer la première
période transitoire et celle de rédaction de la constitution a été
exemplaire. Au cours de cette cérémonieHamadiJebali a déclaré “Cette
passation des pouvoirs reflète la plus belle image de notre pays et de
notre révolution. C'est la première expérience d'alternance fluide du
pouvoir dans le monde arabe et musulman”20. Mais le beau tableau ne
perdurera pas. Commencèrent très rapidement les déboires du
gouvernement en place. Les revendications sociales et économiques
repartirent de plus belles.
Les trois instances de la révolution annonceront la fin de leur
mission par la remise de leur rapport à des échéances différentes. La
Haute instance21 initia cela en précédant les élections de dix jours, suivie
par la commission contre la corruption22 qui s’empressa de le faire une
quinzaine de jours après les élections. La commission sur les
18
www.espacemanager.com/politique/tunisie-moncef-marzouki-elu-president-de-larepublique.html
www.lexpress.fr/actualites/1/actualite/tunisie-moncef-marzouki-succede-a-ben-alicomme-president-de-la-1e-republique-arabe-libre_1060773.html
19
www.espacemanager.com/politique/tunisie-hamadi-jebali-officiellement-chef-dugouvernement.html
20
www.lefigaro.fr/flash-actu/2011/12/26/97001-20111226FILWWW00199-tunisiele1er-ministre-fait-des-promesses.php
21
Cérémonie de remise au président de la République Monsieur Foued Mebazaa du
rapport de la Haute instance le 13 octobre 2011: www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300politique/11038-cloture-des-travaux-de-la-hi-pour-la-realisation-des-objectifs-de-larevolution.html
22
Rapport remis au président de la République Foued Mebazaa le 10 novembre 2011:
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12821-la-cnicm-fait-la-lumiere-sur-sonrapport.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
276
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
évènements de la révolution23 attendra la mise sur pied du nouveau
gouvernement pour présenter son rapport en mai 2012. La Haute
instance dans sa formation réduite à sa commission d’experts attendra en
vain sa transformation en conseil juridique du gouvernement et de
l’assemblée. Mais ne voyant pas venir cette mutation, son Président
Yadh Ben Achour annoncera la fin de la mission de la commission des
experts de la Haute instance le 27 aout 210224 et la création par ses
membres de l’association de la recherche sur la transition démocratique.
La commission contre la corruption a vu le jour même de la remise de
son rapport signer le nouveau décret-loi qui organise ses travaux par le
président de République FouedMebazaa. Après le décès de son président
le Doyen Abdelfattah Amor25, Maître Samir Annabi le remplace le 27
mars 201226.
Les instances indépendantes qui furent chargée au cours de la
première période de gérer certains domaines se retirèrent l’une à la suite
de l’autre. L’instance supérieure indépendante des élections dont le
Président Monsieur Kamel Jendoubi a remis le rapport définitif aux
présidents de la République et de l’ANC, le 20 février 201227. Le décretloi 2011-27instituant en date du 18 avril 2011 l’ISIE déclare en son
article premier que sa “mission s’achèvera avec l’annonce des résultats
définitifs des dites élections”. Ainsi, le texte est lacunaire sur cette
question puisque l’instance devait rester en place pour élaborer son
rapport bien après la proclamation définitive des résultats qui furent
rendus publics le 14 novembre 201128. L’article 4 du même décret-loi
charge en effet, l’ISIE d’ “élaborer et publier un rapport sur le
23
Rapport remis au président de la République le 3 mai 2012: www.tap.info.tn/
fr/fr/politique/300-politique/24847-la-liste-definitive-des-martyrs-et-des-blesses-dela-revolution-est-fixee-bouderbela.html
Rapport remis le 3 mai 2012 aux présidents de l’ANC et du gouvernement:
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/24885-le-rapport-final-de-lacommission-detablissement-des-faits-remis-a-jebali-et-ben-jaafar.html
Remis au ministre des droits de l’homme le 18 mai 2012: www.tap.info.tn/
fr/fr/politique/300-politique/25784-le-rapport-final-de-la-commission-de-bouderbalaremis-au-ministre-des-droits-de-lhomme.html
24
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/31573-yadh-ben-achour-la-commissiondes-experts-renoncera-definitivement-a-ses-fonctions-a-partir-du-27-aout.html
25
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/15823-deces-de-abdelfattah-amorpresident-de-la-cicm.html
26
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/22272-nomination-de-samir-annabi-ala-tete-de-linstance-nationale-de-lutte-contre-la-corruption.html
27
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19421-marzouki-recoit-le-rapport-finalde-lisie.html
28
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/12943-resultats-definitifs-des-electionsde-lassemblee-nationale-constituante.html
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
277
déroulement des élections”. Ainsi vers la fin du mois de février 2011,
l’ISIE n’avait plus d’existence légale. Ce qui d’ailleurs amena son
président au cours de la conférence de presse de présentation du rapport
aux médias le 21 février 201129 de déclarer que le Gouvernement ne leur
a fait aucune demande officielle de poursuivre leur action, ce qui était
nécessaire afin entre autre de continuer à inscrire les tunisiens sur les
listes électorales en préparation des prochaines échéances.
Une autre instance se retira de la scène, d’ailleurs sans que l’on le
lui demande. Faisant le constat de son inutilité, de la coopération
impossible avec le gouvernement en place et de la non prise en
considération de ses recommandations, le président de l’instance
nationale pour la réforme de l’information et de la communication,
Monsieur Kamel Laabidi, annonça l’autodissolution de la structure de
régulation mise en place en mars 2011, le 4 juillet 201230. L’INRIC avait
d’ailleurs présenté son rapport deux mois auparavant, le 30 avril 2012.
La seule structure mise en hibernation est la commission sur la
corruption qui est composée actuellement seulement de son président qui
attend la nomination de ses membres. La volonté politique du
gouvernement ne va apparemment pas dans le sens de sa réactivation,
même si la formation est incontournable dans le cadre du projet de
justice transitionnelle auquel on a réservé un département ministériel.
Ainsi le vide occasionné par la disparition de toutes les structures
qui ont réalisé la première étape de la transition est le signe qu’il y a une
volonté de rupture beaucoup plus que de continuité. Ainsi, la présidence
de la République est marginalisée aussi bien en droit à travers la loi
constituante sur l’organisation provisoire des pouvoirs publics qu’en fait
dans le comportement des acteurs politiques. Tout le jeu politique est
ainsi mené par l’ANC et le gouvernement qui en est issu. Les deux
formations sont sous le contrôle numéraire et donc fonctionnel de la
troïka et plus spécialement le parti du mouvement Ennahdha.
Ce deuxième temps de la transition sera ainsi caractérisé par la
mainmise d’une formation politique aussi bien sur les structures que sur
le processus de prise de décisions. Ce qui nous entraîne à en traiter.
II. Transition démocratique, quels acteurs?
Les acteurs de la transition démocratique sont nombreux et très
variés. On essayera de les dénombrer et de mettre en évidence leurs
29
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/19469--kamel-jendoubi-lnous-navonsrecu-aucune-demande-officielle-de-poursuivre-notre-actionr.html
30
www.tap.info.tn/fr/fr/medias/28773--laabidi-annonce-la-fin-de-la-mission-delinric.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
278
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
caractéristiques ainsi que leur importance dans ce processus. Ce sont
principalement l’assemblée nationale constituante (A), les partis
politiques (B), les acteurs de la société civile et à leur tête la centrale
syndicale (C), les média parmi lesquels il va falloir réserver une place de
choix aux réseaux sociaux (D).
A. L’ANC, pièce axiale du processusdémocratique
Le processus de transition démocratique a pour pièce maîtresse
l’assemblée nationale constituante démocratiquement élu par le peuple.
La première période a été consacrée à sa mise en place. La seconde vit
au rythme de ses travaux, des bruits de ses couloirs et de l’activité et des
dires de ses membres et coalitions31.
Le problème fondamental relatif à la structure chargée de gérer la
transition démocratique en Tunisie est triple: Ses missions sont trop
importantes, ce qui mettra à l’épreuve l’efficacité de son pouvoir
constituant (1), la durée de sa mission est indéterminée, ce qui lui ôte
une grande part de la confiance du peuple et des acteurs politiques (2) et
son travail est caractérisé par une opacité initiale qui tend, sous la
pression de la société civile, à se résorber (3).
1. Une assemblée chargée de missions trop prenantes pour
pouvoir se concentrer sur l’élaboration de la constitution
La loi constituante numéro 6 sur l’organisation provisoire des
pouvoirs publics énumère les missions dévolues à cette assemblée. Son
article 2 déclare qu’à côté de sa mission initiale l’Assemblée Nationale
Constituante est chargée des fonctions suivantes: exercice des fonctions
législatives, élection du président de l’ANC, élection du président de la
République et le contrôle de l’activité gouvernementale.
De par la rédaction de la disposition, il est clair et évident que la
mission axiale de l’assemblée est celle de rédiger la constitution. On
devait s’attendre de voir les autres missions réduites à leur minimum et
surtout la fonction législative très prenante. Ce dilemme initial aurait pus
être dépassé si la constituante avait recruté pour la rédaction de projet de
la constitution un groupe d’experts. L’option pour laquelle ont optés les
constituants fut toute autre. Ils laissèrent de côté la quarantaine de projet
de constitutions produite par la société civile et certains partis politiques
et décidèrent de partir d’une feuille blanche.
31
Les deux textes fondamentaux de la transition démocratique dans sa deuxième
période sont l’organisation provisoire des pouvoirs publics et le règlement intérieur d
e l’ANC. Ils sont disponibles dans des versions françaises non officielles à partir du
lien suivant: www.fichier-pdf.fr/2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
279
Six mois après le début des travaux de l’ANC, aucune ligne n’a été
rédigée dans la constitution, titre un périodique au début du mois de mai
201232.Le tapage médiatique pousse le président de l’ANC à déclarer
que “le 23 octobre 2012 est la date pour finir la rédaction des articles de
la Constitution”33.
Le centre Carter édite un document en date du 11 mai 2012 dans
lequel on peut lire à ce propos “Le Centre Carter s’inquiète à ce que
l’absence d’un plan de travail détaillé et public limite la capacité de
l’ANC et ses commissions à planifier et structurer leurs activités, et, par
ailleurs, réduit la compréhension du travail de l’ANC par le public et la
confiance dans le processus”34.
Pour se rendre compte de l’énorme masse de travail placée sur les
épaules de cette structure, il suffit de parcourir le règlement intérieur de
l’ANC35 composé de pas moins de 124 articles. Il comprend une
organisation interne trop développée pour une structure temporaire chargée
principalement de rédiger rapidement la constitution. On y dénombre ainsi
des structures pléthoriques qui se présentent schématiquement comme suit:
Le bureau de l’ANC composé du président et de neuf membres qui
sont les deux vices présidents et les sept assistants du président. Il a en
charge de veiller au bon fonctionnement des rouages de l’assemblée et
prend les mesures quoi s’imposent.
La conférence des présidents est compose du président et de ses
deux vices ainsi que le rapporteur général de la constitution et les
présidents des commissions permanentes et les présidents des groupes
parlementaires. Elle a en charge entre autre de planifier le travail de
l’assemblée et des séances plénières.
Six commissions constitutionnelles36 chargées de la rédaction de la
constitution (article 64) composées chacune de 22 députés et compétente
pour rédiger les dispositions d’un chapitre de la future constitution.
32
Le Maghreb en langue arabe, 5 mais 2012,
www.businessnews.com.tn/Ben-Ja%C3%A2far--%C2%ABLa-Constitution-refl%C3%
A8tera-la-v%C3%A9ritable-nature-de-la-soci%C3%A9t%C3%A9-tunisiennemusulmane%C2%BB, 520, 33270, 2
34
www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf
35
Une version en langue française réalisée par un conseiller juridique à l’ANC et donc
non officielle: http://fr.scribd.com/doc/81162618/RI-ANC-Fr-Tunisie-BsiliAdeL
36
1. Commission du Préambule, des principes fondamentaux de la Constitution et de sa
révision
2. Commission des droits et libertés
3. Commission du pouvoir législatif, du pouvoir exécutif et la relation entre eux.
4. Commission de la Magistrature judiciaire, administrative, financière et Constitutionnelle
5. Commission des instances Constitutionnels
6. Commission des collectivités publiques régionales et locales
33
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
280
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
Surplombe les six commissions, une commission de coordination
et de rédaction composée du président de l’ANC, de ses deux vices
présidents, du rapporteur général de la constitution et ses deux vices
rapporteurs, des présidents des commissions, de ses vices président et de
leurs rapporteurs. Elle a en charge la mise en forme du texte final qui
doit être soumis à la plénière pour discussion et adoption.
Huit commissions législatives37 composées de 22 membres qui se
répartissent suivant les domaines divers de la législation. L’ANC a reçue
depuis le début de son travail quelques 85 projets de texte législatif38.
Pourtan, t au le journal officiel seulement 20 lois ont été publiés depuis
le mois de janvier 201239. Les textes importants par ailleurs restent non
adoptés comme celui sur l’autorité provisoire de la magistrature ou sur
l’Instance électorale.
37
Article 67 du règlement intérieur: 1. Commission des Droits et libertés et des
relations étrangères: chargée de l’étude des projets et questions relatives aux libertés
publiques, droits de l'homme, les affaires religieuses, la société civile, les médias, la
défense, la sécurité nationale, les relations extérieures et la coopération
internationale.
2. Commission de la législation générale: chargée de l’étude des projets et questions
relatives aux systèmes judiciaires, la nationalité et le statut personnel. Elle est
compétente aussi pour les affaires et projets de lois traitant des questions
commerciales, pénales, l’amnistie, l'organisation générale de l'administration, le
système électoral, la propriété et les droits réels.
3. Commission des Finances, de Planification et du Développement: chargée de
l’étude des projets et questions relatives à la monnaie, fiscalité, transactions, affaires
financières, budget, plans de développement, prêts, engagements financiers de l'État
et l'activité des entreprises publiques.
4. Le Commission des secteurs de production: chargée de l’étude des projets et
questions relatives à l'agriculture, la pêche, les eaux, l’industrie, l’énergie, les mines
et l’artisanat.
5. Commission des secteurs de services: chargée de l’étude des projets et questions
relatives au commerce, les prix, les transports, les communications et le tourisme.
6. Commission de l'infrastructure et l'environnement: chargée de l’étude des projets
et questions relatives à l’équipement, l’habitat, l’aménagement territorial, les
nouvelles technologies et l'environnement.
7. Commission des affaires sociales: chargée de l’étude des projets et questions
relatives aux prévoyances sociales, la santé publique, l'emploi et les affaires
familiales.
8. Commission des Affaires de l’éducation: chargée de l’étude des projets et
questions relatives à l'éducation, la formation, la recherche scientifique, la culture, la
jeunesse, le divertissement et le sport.
38
www.anc.tn/site/main/AR/docs/projets/liste_projets.jsp
39
www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_183260-730tzrIjyLTTM/AfficheJORT/SYNC_-1550203406: dernière loi numéro 20 en date du
12 juillet 2012 autorisant le gouvernement à augmenter a participation au Fond
monétaire international.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
281
Enfin l’ANC comprend eux commissions spéciales, l’une chargée
de l’immunité et du règlement intérieur et la deuxième du suivi. Deux
commissions sont prévues à cet effet dans le texte, celle réservée aux
martyrs et blessés de la révolution et de l’amnistie et la deuxième
chargée du dossier de la corruption et de la réforme administrative. Étant
entendu que le règlement intérieur permet à l’ANC de constituer d’autres
commissions de ce type.
Comme on le remarque, la morphologie et l’organisation interne
de l’Assemblée nationale constituante est trop développée pour une
structure qui est temporaire et qui doit gérer une période transitoire par
définition la plus courte possible. Les 146 articles du règlement intérieur
combinés aux dispositions de l’organisation provisoire des pouvoirs
publics démentent la volonté politique de ne pas s’éterniser dans cette
étape transitionnelle.
Passer en revue le titre six du règlement intérieur relatif au
contrôle de l’action gouvernementale est édifiant sur l’idée que se font
les constituants, plutôt législateurs, de leurs missions. L’article 114
permet aux députés de poser des questions écrites ou orales aux
membres du gouvernement et l’ANC organise une séance mensuelle de
dialogue avec le gouvernement. Cette tâche dévolue à une instance
législative va accaparer les députés et réserver plusieurs séances
plénières où la discussion des articles de la constitution est mise en
suspend. C’est effectivement ce qui se passa dans la pratique. Question
qui ne semble pas déranger les députés, d’autant plus que la durée de
leur mandat est indéterminée.
2. Une durée de travail et donc un mandat indéterminé !
Cette question se pose avec acuité car il paraît de prime abord
illogique de s’installer dans le cadre d’un mandat sans durée déterminée.
L’article six du décret numéro 1086 en date du 3 aout 2011 portant
convocation des électeurs aux élections des membres de l’ANC dispose
ainsi que l’assemblée se réunit après la proclamation des résultats et se
charge de “l’élaboration de la constitution dans un délai maximum
d’un an après la date de son élection”. Il est à rappeler que la
Déclaration du processus transitoire40 posait déjà cette règle ce qui a
amené d’ailleurs le CPR, parti politique du président de la République
Monsieur Moncef Marzouki, à’y adhérer41.La question devenant tellement
critique sur la scène politique et envenimant l’atmosphère générale qu’à
40
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html
41
www.tap.info.tn/fr/fr/partis/9373-cpr--limiter-le-mandat-de-la-constituante-a-uneannee-lnest-pas-realister.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
282
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
sept semaines des élections, l’idée a été lancée d’organiser un referendum
sur la détermination de la durée du mandat de l’assemblée42.
La question restera ainsien suspend et sera remise sur la table de la
discussion au cours des débats autour de l’adoption de la loi sur
l’organisation provisoire des pouvoirs publics qui se tiendront au cours
du mois de décembre 2011. Le 8 décembre des formations de
l’opposition appelèrent la troïka gouvernante au respect du délai d’un an
imparti à la constituante43.
Le mercredi 7 décembre 2011, l’Assemblée nationale constituante
adoptera, forte de la majorité dont bénéficie la troïka, le texte qui ne
fixera pas de délai maximum pour rédiger la constitution. L’opposition
marqua alors sa désapprobation du rejet de sa proposition “de prolonger
ce mandat (limité à une année) une seule fois pour une période de six
mois”44. Elleira jusqu’à déclarer que la “journée d’hier est une journée
triste marquant le premier dérapage au détriment des objectifs de la
révolution”45.
Plusieurs députés de l’ANC se révoltèrent contre le recours au
mode majoritaire pour la prise des décisions importantes au cours de
cette étape de transition. On pouvait entendre certains députés de
l’opposition clamer pendant les travaux: “Non à une nouvelle forme de
dictature ou de domination excessive de la part des partis formant la
majorité au sein de la Constituante, non également à la logique de la
majorité et de la minorité et à leurs mécanismes, ce qui pourrait nous
amener à retourner en arrière et à renouer avec les pratiques despotiques
du régime déchu”46.
La société civile et les partis d’opposition restèrent alertes
concernant les travaux de la constituante. La société politique lancera la
veille de l’échéance du 23 octobre 2O12 une campagne contre
l’assemblée constituante et le gouvernement en place. C’était la fin de la
légitimité aux dires principalement de l’ancien premier ministre de la
transition Monsieur Béji Caid Essebssi47 mais aussi de juristes comme le
42
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/8883-la-constituante-entrelengouement-pour-linstrument-democratique-et-les-craintes-pour-la-duree-duprocessus.html
43
www.tap.info.tn/fr/fr/partis/14206-le-pdm-appelle-ennahdha-et-ettakatol-a-respecterleurs-engagements-concernant-la-duree-du-mandat-de-la-constituante.html
44
www.lapresse.tn/08122011/41655/la-troika-en-rangs-serres.html
45
idem
46
www.lapresse.tn/07122011/41586/ennahdha-fait-marche-arriere.html
47
“Le gouvernement va perdre sa légitimité électorale, mais il n'y aura pas de vide
institutionnel. Cette date marque un tournant. Vu les circonstances, le gouvernement
ne pourra pas gouverner, puisqu'il a failli à sa mission. Il lui faudra chercher un
consensus”, Jeuneafrique.com, Tunisie - Béji Caïd Essebsi, "La transition
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
283
Doyen Sadok Belaid48 ou le Professeur Rafâa Ben Achour49. Le
raisonnement juridique réfuté par les alliés d’Ennahdha est que l’accord
moral pré-électoral était clair et non équivoque et il a été concrétisé par
le décret de convocation des électeurs qui a été à la base de
l’organisation des élections, des résultats et de la prise du pouvoir par les
composantes de la troïka. Celle-ci brandit l’article premier de la loi
constituante resté muet sur la durée du mandat et qui est à leurs dires
supérieur à un simple décret antérieur qu’il abroge implicitement.
Il ne restait qu’un pas à faire de la part de l’opposition pour
déclarer qu’après le 22 octobre 2012, la légitimité de l’ANC et des
pouvoirs qui en son issus se termine. “La légitimité n’est pas un chèque
en blanc”, pouvait-on lire comme titre de certaines réflexions sur les
journaux en ligne50. Et Ridha Ben Slama de revenir sur le contre
argument fallacieux des mentors d’Ennahdha relatif au décret de
convocation aux élections qui est à leurs dires: “nul et non avenu, car il
s’agit d’une décision administrative émanant d’un pouvoir illégitime !”.
Cette situation de crise conduisit à des déclarations qui se
succédèrent de la part aussi bien de la coordination de la troïka que des
dirigeants du mouvement Ennahdha mais aussi de l’opposition autour de
la date probable des élections qui présuppose que la constitution soit
déjà prête. L’ancien président de l’organe de gestion électorale Monsieur
Kamel Jendoubi déclarait en septembre que “La confusion règne autour
de la date des prochaines élections en Tunisie. Il faut dire que l’échéance
est liée à la date de l’adoption d’une Constitution elle-même incertaine.
Depuis mardi, les déclarations cacophoniques se sont multipliées et les
spéculations vont bon train entre le 20 mars et le 8 septembre 2013, deux
dates respectivement avancées par Mustapha Ben Jaâfar et Habib
Khedher”51.
Plus tard, lestrois partis de la coalition s’accordèrent pour
"proposer la date du 23 juin 2013 pour la tenue des prochaines élections
législatives et présidentielle, un deuxième tour de la présidentielle
devant se tenir le 7 juillet"52. Rapidement des avis s’élevèrent pour
démocratique est mal engagée" | Jeuneafrique.com - le premier site d'information et
d'actualité sur l'Afrique, www.jeuneafrique.com/Article/JA2700p058-64.xml1/
48
www.africanmanager.com/142846.html
49
CF. Développements très intéressants sur la question, Rafaâ Ben Achour, La presse
d’aout 2012. Publié sur la page www.urdiji.fsjpst.rnu.tn/htmlfr/artrafaaanc.htm
50
www.mag14.com/national/40-politique/1010-tunisie--la-legitimite-nest-pas-uncheque-en-blanc.html
51
www.lecourrierdelatlas.com/323006092012Tunisie-Exclusif-Kamel-Jendoubi-Joueravec-la-date-des-elections-est-tres-dangereux.html
52
www.lemonde.fr/tunisie/article/2012/10/14/tunisie-accord-sur-la-constitution-deselections-generales-le-23-juin_1775271_1466522.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
284
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
indiquer que cette date “devient l’objet de manipulations et de pressions.
Dans ce contexte, elle ne peut qu’être maladroitement choisie”53.
Monsieur Béji Caied Essebssi déclara dans ce sens à l’AFP que
c’était “une bonne nouvelle”54, par contre le membre du Bureau
politique du Parti républicain Issam Chebbi a estimé que "la date des
élections fixée par la Troïka n'est pas pragmatique et ne tient pas compte
de la situation générale du pays"55, ce qui a été confirmé par l’ancien
président de l’ISIE qui considérait qu’il fallait au moins huit à dix mois,
une fois que l’instance électorale a été mise en place, pour que
l’opération soit réellement possible56.
Enfin le premier ministre tunisien, Monsieur Hamadi Jebali,
secrétaire général d’Ennahdha, à la surprise générale, sort de son
mutisme en se déclarant “inquiet du retard dans la rédaction de la
nouvelle Constitution et la programmation des élections en juin 2013 …
[ce qui] reflétait celle de tout un peuple et que cette période de transition
ne pouvait pas durer plus longtemps [il estime] qu’il n’y avait aucune
raison objective pour ce retard et notamment dans la création de
l’Instance indépendante des élections57. Il avança que c’est à la troïka de
“trouver un consensus à sa composition”.Son conseiller politique déclara
même que “cette situation n’a que trop duré” et que “la période
transitoire prolongée nuit à l’économie de notre pays et n’encourage
nullement les investisseurs à lancer leurs projets”58.
3. Un travail opaque et un manque de transparence
Le centre Carter59invitaiten mai 2012, six mois après le début des
travaux de l’ANC, à plus de transparence et de participation publique
dans l’élaboration de la Constitution en Tunisie. Cet appel était suscité
par l’autarcie et l’enfermement qui caractérisait le travail de l’ANC. Des
organisations de la société civile se mobilisèrent pour pousser le
président de la constituante à rendre public tous les documents issus des
53
www.mille-et-une-tunisie.com/accueil/magazine/3799-tunisie-les-consequences-duchoix-de-la-date-des-elections-sur-le-tourisme.html
54
www.tunistribune.com/tunisie-lopposition-satisfaite-de-lannonce-de-la-date-deselections/27024.html
55
www.afriquinfos.com/articles/2012/10/24/tunisie-elections-date-juin-2013-nestpragmatique-211911.asp
56
www.leaders.com.tn/article/kamel-jendoubi-8-a-10-mois-necessaires-pour-organiserdes-elections?id=9899
57
http://francophone.sahartv.ir/news/tunisie--le-pr%C3%A9sident-inquiet-du-retarddans-la-r%C3%A9daction-de-la-nouvelle-constitution-2108
58
www.africanmanager.com/144903.html
59
www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/pr/tunisia-pr-statement-051112-fr.pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
285
commissions constitutionnelles. C’est là sans conteste une revendication
légitime dans le cadre d’une transition démocratique surtout que depuis
mai 2011, la Tunisie a édicté un décret-loi sur l’accès aux documents
publics qui oblige les administrations à ouvrir au public ses documents
et de manière proactive.
L’ouverture des portes de l’hémicycle aux journalistes et citoyens
est effective, la présence d’observateurs et des journalistes aux travaux
des commissions est réelle.Ceci rend inexplicable le mutisme du site
officiel de l’assemblée quant à la publication des documents issus des
différentes commissions. En effet, le règlement intérieur de l’ANC exige
la publication sur son site des rapports des rapporteurs des commissions.
C’est ainsi que des députés ont pris l’initiative devant ce mutisme et
black-out institutionnel de de publier ces documents sur leurs blogs ou
page Facebook.
Le groupe opengov.tn lancé le 4 novembre 2011 “milite pour la
consécration des principes de la transparence totale et la participation
citoyenne dans la gestion des affaires publiques, afin de garantir le droit
à une société juste, démocratique et prospère”60. Deux actions ont été
entreprises pour pousser l’ANC à s’ouvrir avec un slogan “la
constitution s’écrit à huit clos”61.
La situation va continuer dans le même sens pour aboutir à ce que
l’avant-projetde constitution soit rendu public suite à des fuites au sein
de la constituante. Le rapporteur général réuni les copies des six
commissions, les collationne et avec une présentation datée du 13 aout
2012 les communique aux députés par mail. Tout de suite les copies
numériques empruntant les canaux de communication numérique se
répandent dans la société tunisienne62. La société civile se penche dessus
et à leur tête l’association tunisienne de droit constitutionnel. La table
ronde organisée le 22 aout est un franc succès: le verdict tombe, copie en
dessous de la moyenne63. Certains sans ménagement déclarèrent à ce
propos que “si l'ANC avait été un étudiant en droit, elle aurait été
méchamment recalée”64. D’autres journalistes rapportèrent que l’avant
projet était brouillon et liberticide65 et en deçà des acquis tunisiens66.
60
www.opengov.tn
http://7ell2.info/
62
Une traduction non officielle réalisée par Demcracyreporting international est en
ligne sur le lien suivant: www.venice.coe.int/docs/2012/CDL-REF(2012)035-f.pdf
63
Rapport de la table ronde réalisé par l’association Bawsala: www.albawsala.
com/uploads/documents/CR_table_ronde_1ere_lecture_de_lavant_projet_de_constit
ution_Hotel_Africa_par_Al_Bawsala.pdf
64
http://fr.allafrica.com/stories/201208230902.html
65
http://kapitalis.com/fokus/62-national/11420-tunisie-un-avant-projet-de-constitutionbrouillon-et-liberticide-.html
61
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
286
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
La pression de la société et des acteurs politiques et des médias
poussera l’ANC à faire un effort sur ce plan. Les procès-verbaux ou au
moins les rapports des commissions furent mis en ligne sur le site de
l’ANC67.
Mais si la volonté a été claire de s’acheminer vers plus de
transparence, la pratique ou les anciens reflexes ressurgissent. C’est ainsi
que le projet de la commission chargée des libertés a été élaboré et était
donc datée du premier novembre 2012, mais ne fut mis en ligne sur le
site officiel que le 30 du même mois68. Et ceci n’a été possible que suite
aux réactions virulentes de certains observateurs de la société civile et
des spécialistes qui avaient vent de la disponibilité de ce rapport
tellement attendu, édicté en interne, mais pas encore mis à la disposition
du public.
B. Les partis politiques, des acteurs du processus démocratique
en continuelle reconfiguration
Les partis politiques constituent dans chaque opération de
transition démocratique les acteurs principaux. En Tunisie, la morphologie
de ses intervenants s’est complètement métamorphosée depuis janvier
2011.
Jusqu’à sondépart, Ben Ali présidait le parti politique du
Rassemblement Constitutionnel Démocratique (RCD), formation historique
qui a milité pour l’indépendance du pays sous le commandement du
président défunt Habib Bourguiba sous la dénomination du Parti Socialiste
Destourien (PSD). Ce parti accaparait seul la scène politique tunisienne
depuis l’indépendance jusqu’à l’année 1981. Il futun parti dominant
jusqu’à janvier 2012 configurant l’exemple type du parti-Etat dévoyant
toutes les normes constitutionnelles et les techniques démocratiques de
gouvernement qui y prenait place à commencer par la défunte
constitution du premier juin 1959. Le parti-Etat accaparait tous les
rouages de l’Etat et les organes politiques consacrant la confusion totale
entre le parti et l’Etat aménageant une place à des partis fantoches de
pacotille69 qui soutenait le RCD et quémandait des strapontins dans les
instances représentatives.
66
www.kapitalis.com/63-fokus/12871-l-avant-projet-de-la-nouvelle-constitution-endeca-des-acquis-des-tunisiens-estime-article-19.html
67
www.anc.tn
68
www.anc.tn/site/main/AR/docs/rapport_final/rapport_final_5_4.pdf
69
Les déclarations des chefs des partis d’opposition à la veille des élections
présidentielles de 2009 sont la preuve de cet état de chose: “Le MDS est fier d’avoir
soutenu la candidature de Ben Ali, adhère totalement à son programme électoral et se
mobilise pour participer à sa mise en œuvre”, la Presse du 11/11/09. Khammasi
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
287
Après le 14 janvier 2011, le ministre de l’intérieur en sa qualité
d’autorité autorisant la création et contrôlant l’activité des partis
politiques, suspend les activités du RCD le 6 février et charge un avocat
d’introduire une action judicaire en dissolution du parti-Etat.Le tribunal
de première instance de Tunis décide la dissolution du RCD le 9 mars
2011 et ses biens sont transférés au domaine de l’État. La scène politique
et la République perd le pilier sur lequel tout s’agençaitet qui accaparait
la scène pendant plus d’un demi-siècle.
En même temps et sans attendre la décision de dissolution, le
ministre de l’intérieur, ”ouvra les vannes” en application du même texte
qui empêchait dans la pratique la création aisée des partis politiques, la
loi organique de 1988, et permit à un flot interminable de partis de voir
le jour. La quasi-totalité des demandes d’autorisation de partis politiques
réussirent à obtenir le visa de la part du ministère y compris le
mouvement Ennahdha malgré sa notoire référence religieuse incompatible
avec les conditions prévues par l’article 8 de la constitution de 195970repris
par la loi organique du 8 mai 1988 sur les partis politiques. Ainsi, la
société politique tunisienne vit le nombre des partis passer du 14 janvier
de neuf partis à 28 formations en mars, 68 en avril, 89 en mai, 97 en
juin, 105 en juillet, 117 en aout, 123 en octobre date d’organisation des
élections. Pourtant seules 77 formations y présenteront des listes de
candidats. Mais cette échéance freinera le mouvement inflationniste: On
en dénombra seulement 124 en novembre, 125 en décembre, 126 en
janvier, 130 en février et 135 en mars.
Devant ce foisonnement des formations, le citoyen tunisien post
révolutionnaire ne sutplus pour quel saint se vouer. Les dénominations
des partis politiques portaient parfois les mêmes termes et notions
accentuant le désarroi du spectateur politique. La campagne électorale
montra des dirigeants de partis très peu rodés aux techniques de
communication et dont les programmes politiques avaient la principale
caractéristique d’être populiste voulant principalement plaire à
l’électeur. Le résultat de cet amateurisme politique ne se fit pas attendre
puisque les résultats furent décevants pour la grande majorité des
formations. La plupart du temps leurs listes obtenaient rarement 2 ou 3
% des voix et se situaient en dessous de l’unité71.
(PVP): “Ben Ali est résolument l’homme de l’étape à venir, l’homme de l’avenir de
la Tunisie”, La Presse, 13/11/2009.
70
Version consolidée de la constitution du premier juin 1959: www.atdc.org.tn/
telecharger_constitution-tunisienne-du-premier-juin-1959_fr_55_pdf
et
plus
spécialement l’alinéa 5 qui disposait qu’ “Un parti politique ne peut s’appuyer
fondamentalement dans ses principes, objectifs, activité ou programmes sur une
religion, une langue, une race, un sexe ou une région”
71
Pour de plus amples détails consultez le site de l’instance électorale, www.isie.tn
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
288
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
A partir du mois de novembre 2011 jusqu’à aujourd’hui une
dizaine seulement de formations ont continué à faire parler d’elles.
Toutes les autres disparurent de la scène médiatique comme par
enchantement exactement comme elles prirent vie en s’installant dans la
course des élections. Au lendemain des résultats, les formations furent
confrontées à leursmédiocres résultats qui permirent d’en faire un
classement. Après quelques semaines de réflexions et de débats internes,
la leçon commune est que l’effritement des formations ne peut plus
continuer et qu’une restructuration de la scène politique s’imposait de
manière urgente. C’est ainsi que les formations se rapprochèrent les unes
des autres suivant leurs affinités pour constituer des coalitions et la
plupart du temps des fusions72.
Trois autres formations, le Mouvement du renouveau, le Parti des
travailleurs tunisiens et des indépendants du Pôle démocratique moderniste,
au cours d’un congrès constitutif tenue les 31 mars et premier avril 2012,
créèrent le parti de la voie démocratique et sociale connue sous la
dénomination d’Al Massar73.
Le rapprochement entre le PDP, le parti Afek, le parti
républicain74, Irada, Bledi, PJSD ainsi que parti Al Karama donnera lieu
le 9 avril 2012 au Parti Républicain appelé en arabe Al Jomhouri75.
Une autre coalition de partis regroupant sous la dénomination de
front populaire76 plus de dix formations de gauche et nationalistes a vu le
jour le dimanche 7 octobre 2012. Il regroupe entre autre les partis
suivants: parti de l’action nationale démocrate, le mouvement des
patriotes démocrates, le parti du leadership arabe démocratique, le parti
des travailleurs, le mouvement Baath, le mouvement Echaab, la ligue
des travailleurs de gauche, la parti Tunisie verte, le front populiste
72
www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-opposition-se-reorganise-14-04-2012-1451570_
24.php
73
www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html
www.kalima-tunisie.info/fr/News-Naissance-du-Parti-de-la-voie-democratique-etsociale-item-2412.html
www.investir-entunisie.net/index.php?option=com_content&view=article&id=17238
74
www.espacemanager.com/politique/politique-tunisie-presentation-du-partirepublicain.html
75
www.espacemanager.com/politique/tunisie-liste-des-adherents-au-parti-republicaingrand-parti-du-centre.html
76
http://directinfo.webmanagercenter.com/2012/10/07/tunisie-politique-front-populairehamma-hammami-president/
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
289
unioniste, les patriotes démocrates, le parti populaire pour la liberté et le
progrès, le parti du militantisme progressiste77 …
Une alliance démocratique est aussi en cours de création sous la
dénomination de Tahalouf watani78. Elle prévoit de tenir son assemblée
constitutive au cours du mois de février 2013. Elle comprend le parti de
la réforme et du développement, le Courant réformiste, ainsi que des
personnalités politiques, des membres de l'Assemblée nationale
constituante, élus sur des listes d'autres partis avec lesquels ils ont rompu
entre-temps, des syndicalistes et des défenseurs des droits de l'homme.
Une autre coalition est en cours de constitution. C’est ainsi que la
porte-parole officielle du parti “L'initiative” a révélé au mois de
novembre que six partis à référentiel constitutionnel envisagent la fusion
en une seule coalition.79
Enfin le 2 décembre 201180, le premier ministre du gouvernement
de transition sortant Béji Caïd Essebsi déclara envisager la création d’un
parti qui réunit les forces centristes sous une même bannière. La
formation pris forme sous la dénomination de Nidaa Tounes, l’appel de
la Tunisie. Il reçu son autorisation légale le 6 juillet 201281. Le parti
engorgea en l’espace de quelques semaines des dizaines de milliers
d’adhérents. Il organisa des meetings très médiatisés et sa popularité
grimpa dans les sondages d’opinion. Son leader pris la première place
des personnalités politiques au cours du mois de novembre 2012. Des
députés de la constituante quittent leur formation d’origine pour s’y
rallier. Ce parti devient la première formation non présente aux élections
du 23 octobre capable aujourd’hui de constituer un groupe parlementaire
au sein de la constituante.
Le dernier sondage organisé par le bureau 3C, le 27 octobre
201282, donna les intentions de vote suivants:
Ennahdha
31, 4% (+0, 583)
Nida Tounes
29, 6% (+1, 5)
Front Populaire 6, 9% (+1, 3)
AlJomhouri
6, 4%(- 5, 4)
77
www.babnet.net/cadredetail-53094.asp
www.kapitalis.com/63-fokus/12742-tunisie-un-nouveau-front-d-opposition-pourquoi-faire.html et www.kapitalis.com/63-fokus/12774-tunisie-l-alliance-democratiquetiendra-son-1er-congres-en-fevrier-2013.html
79
www.espacemanager.com/politique/tunisie-six-partis-et-une-coalition.html
80
www.letemps.com.tn/article-61225-02122011.html
81
www.espacemanager.com/politique/tunisie-lappel-de-la-tunisie-de-bce-legalise.html
82
www.espacemanager.com/politique/tunisie-sondage-ennahdha-et-nidaa-tounes-dansun-mouchoir-de-poche.html
83
Evolution par rapport au sondage organisé 45 jours avant.
78
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
290
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
Al Aridha
4, 7% (-0, 9)
CPR
4, 6% (-0, 4)
Ettakatol
3, 8% (+0, 4)
UPL
2, 7% (-0, 1)
Al Moubadara
1, 9% (-0, 4)
Hizb Ettahrir
1, 6%
Achaab
1, 1% (-0, 1)
Le classement des personnalités pour qui les tunisiens voteraient
aux présidentielles, le même sondage donna le classement suivant84:
Béji Caïed Essebssi
10, 9%
Moncef Marzouki
7, 2%
Mustapha Ben Jaafar
3, 6%
Taïeb Baccouche
2, 5%
Hamadi Jebali
2, 3%
Hamma Hammami
2, 1%
Samir Dilou
1, 9%
Mohamed Abbou
1, 4%
Ali Laarayedh
1, 3%
Zine El Abidine Ben Ali !!
1, 2%
Ahmed Nejib Chebbi 1%
Rached Ghannouchi
1%
Abdelfattah Mourou
0, 9%
Le 7 décembre un accord de principe de coalition est conclu entre
sept formations, en l’occurrence, Nidaa Tounes, El Massar, Al
Joumhouri, le Parti socialiste et le Parti du Travail Patriotique et
Démocratique, sous la dénomination de “l’union pour la Tunisie”85. Une
opération qui permettra certainement si elle se concrétise de “simplifier
la donne et aider le tunisien à savoir choisir au moment de donner sa
voix”.
La scène politique est ainsi en continuelle mutation, chaque jour,
chaque semaine, les évènements modifient la carte et permettent aux
tunisiens, même s’ils restent plus de 42% indécis quand à leur vote futur,
plus outillés à comprendre grâce à l’action de vulgarisation et
d’apprentissage amorcée par la société civile et les médias et de ce fait à
pouvoir mieux choisir la formation adéquate le jour venue.
84
www.espacemanager.com/politique/tunisie-ennahdha-sent-le-souffle-de-nida-tounesmarzouki-detrone-par-caid-essebsi.html
85
www.tunisienumerique.com/tunisie-naissance-imminente-de-lunion-pour-latunisie/156279
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
291
C. La société civile, catalyseur jeune et hétérogène du
processusdémocratique
La création des partis politiques après le 14 janvier 2011 a fait
passer leur nombre de 9 à 130, mais le résultat obtenu suite à l’échéance
électorale les obligea à se regrouper et dissuada les plus téméraires, sauf
exception, à en créer d’autres. L’évolution des associations de la société
civile a été toute autre et bien différente. Sortie de sa torpeur et de son
activisme soit clandestin soit freiné par le pouvoir autoritaire, les
composantes de la société donnèrent vie à de nombreuses formations,
variées dans leur importance, domaine d’intervention et programme86.
Depuis janvier 2011 jusqu’à l’échéance électorale plus de 1700
associations virent le jour dans toutes les régions du pays. Si la création
de nouveaux partis tarit, celle des associations ne subit pas le même sort.
Ainsi depuis novembre 2011 jusqu’en mars 2012 on enregistra plus de
600 autres créations d’associations de tout genre.
Le nouveau cadre juridique plus libéral mis en place par le décretloi 88-2011 de septembre 2011 encouragea les initiatives et l’activité de
ses formations. L’autorité de tutelle de ses formations devient le
secrétariat général du gouvernement et la procédure de création réduite à
sa plus grande simplicité.Il suffit dorénavantd’envoyer le dossier de
création par la poste avec constat d’huissier, attendre le délais légal et si
aucune opposition n’est soulevé par l’administration, publier l’avis de
création au journal officiel. Les associations fleurirent un peu partout sur
tout le territoire de la République, enrichissant le paysagecivique
auparavant morose.
Mais les études entreprises par les organisations internationales
bailleurs de fonds de l’activité civique en Tunisie démontrent que
beaucoup de ses structures sont encore “à un stade de développement
rudimentaire, avec très peu demembres, des capacités d’action réduites
en termes de ressources humaines, finances etmoyens matériels, une
vision très conjoncturelle de leur rôle, et une pérennité qui ne semblepas
assurée”87.
Les associations en relation avec les droits de l’homme ont une
action assez importante sur la scène politique88. Une autre catégorie
d’acteur de la société civile prend encore plus de place dans le processus
86
Voir avec intérêt le rapport portant sur la société civile en Tunisie datée de mars
2012
http://eeas.europa.eu/delegations/tunisia/documents/projets/rapportdiagnostic_stecivi
le_mars2012_fr.pdf
87
Idem, page 12
88
http://observatoiretunisien.org/upload/file/Jeblaoui(1).pdf
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
292
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
transitionnel: l’union générale des travailleurs tunisiens (UGTT)89
syndicat historique en Tunisie ainsi que l’union tunisienne de l’industrie,
du commerce et de l’artisanat (UTICA)90.
La première organisation a été un acteur important dans le
changement politique en Tunisie en poussant à des grèves générales
locales qui acculèrent, le 14 janvier 2011, le dictateur à quitter le pays.
Mais la centrale syndicale ne se retirera pas de la scène politique dans la
période post révolutionnaire. Elle fut un catalyseur entre autre des sit-in
de la kasbah qui poussèrent vers la mise en place de la constituante. Par
la suite la centrale syndicale a été parmi les acteurs de la société civile
qui présentèrent un projet de constitution.
Constatant la rupture du dialogue entre les acteurs politiques, la
centrale syndicale pris l’initiative de les inviter à un congrès de dialogue
national. Celui-ci se tiendra le 16 octobre 2012 en présence des
représentants de plus de 50 partis politiques et plus de 600 journalistes et de
personnalités politiques. Pourtant cette initiative fut boycottée par Ennahdha
et le CPR. Le président de la République, le président de l’ANC et le chef
du Gouvernement d’ennahdha y prirent quand même part91.
La déclaration finale déclara son “regret pour l’absence des partis
Ennahdha et le Congrès pour la République pour ne pas avoir répondu à
l’invitation d’assister au congrès” met en exergue la “nécessité de
parvenir, dans les plus brefs délais, aux consensus que nous estimons
urgents”92. Ceux-ci sont en relation avec l’instance supérieure
indépendante des élections, la promulgation de la Constitution, du Code
électoral, la détermination du régime politique et du calendrier électoral.
La place prise par cette organisation nationale de premier plan fit
de l’ombre au parti Ennahdha. Le torchon brule entre les deux structures
jusqu’à ce que la crise éclate ouvertement à la suite des évènements en
date du 4 décembre 2012. Des membres d’une association proche du
mouvement Ennahdha sous la dénomination de ligue de protection de la
révolution attaquent verbalement puis matériellement le siège de l’union
générale tunisienne du travail en marge de la commémoration du 60ème
anniversaire de l’assassinat du leader syndicaliste Farhat Hached93. Le
leader du parti Ennahdha jette de l’huile sur le feu dans une déclaration
publique que “l’UGTT est un mouvement radical et extrémiste de
gauche qui pousse le gouvernement vers des affrontements qui ne sont
89
www.ugtt.org.tn/fr/
www.utica.org.tn/website/index.php
91
www.lapresse.tn/16102012/56873/hamadi-jebali-et-mustapha-ben-jaafar-assisteronta-la-conference.html
92
www.ugtt.org.tn/fr/2012/10/25/declaration-finale-du-congres-de-dialogue-national/
93
www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAWEB20121204174836/
90
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
293
pas dans l’intérêt du pays”94. La centrale syndicale suite à la réunion de
son bureau décrète la deuxième grève générale de son histoire pour le
jeudi 13 décembre 201295. Choix à double titre symbolique puisque la
dernière grève générale qui a été réalisée le 26 janvier 1978 a mis le pays
à feu et à sang s’est déroulé un jeudi, l’avènement malheureux est
d’ailleurs connu dans la mémoire collective comme étant le “jeudi
noir”96. La deuxième symbolique est que le 13 décembre la Tunisie
prévoit d’abriter la neuvième session du “Forum pour l’avenir” qui verra
la participation d’organisations de la société civile régionales et
internationales mais aussi de Madame Hillary Clinton97.
D’autres associations plus jeunes et de moindre envergure même si
aussi actives, furent présentes dans l’encadrement des électeurs par un
travail de vulgarisation dans un premier temps et par un travail
d’observation des élections dans un deuxième temps.Elles continuent
aujourd’hui et plus d’une année après les élections à développer leur
action citoyenne. On peut ainsi dénombrer des formations telles que
l’association tunisienne pour l’intégrité et la démocratie des élections
(ATIDE)98, le bus citoyen99, l’association mouwatana oua wakadha
touensa100 mais aussi l’association tunisienne de droit constitutionnel101.
D’autres associations se sont impliquées dans le processus transitionnel
pour pousser à une plus grande transparence de l’action des intervenants
politiques et administratifs. Des formations moins formelles prirent
place dans la société civile telle que l’opengov qui doit être citée comme
exemple de structure très active “pour une plus grande transparence et
participation citoyenne”102.
L’association Bawsala103, autrement dit boussole, mis en place le
projet marsad104 témoin de l’activité de la constituante. Sur leur site web
on retrouve tous les documents produits par la constituante et gardés
94
www.tunisienumerique.com/tunisie-rached-ghanouchi-lugtt-est-un-mouvementextremiste-qui-veut-faire-tomber-le-gouvernement/156022
95
www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-L%E2%80%99UGTTd%C3%A9cr%C3%A8te-la-gr%C3%A8ve-g%C3%A9n%C3%A9rale-pour-le-13d%C3%A9cembre-2012, 520, 34958, 3
96
http://cgtt.wordpress.com/2008/01/31/memoire-collective-26-janvier-1978-%C2%
AB-le-jeudi-noir-%C2%BB/
97
www.tunisienumerique.com/tunisie-hillary-clinton-risque-de-subir-les-aleas-de-lagreve-du-13-decembre/156082
98
www.atide.org
99
www.buscitoyen.com
100
http://touensa.org
101
www.atdc.org.tn
102
www.opengov.tn/fr/
103
www.albawsala.com/fr/
104
http://marsad.tn/
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
294
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
secrets dans les méandres de l’administration de l’assemblée ainsi que
des informations publiés sur les blogs ou les pages Facebook ou tweeter
de certains députés.
D. Les médias, témoin critique catalyseur du processus
démocratique
Les médias ont une évolution qui les métamorphosa radicalement
après le 14 janvier 2011. Jadis tous les journaux, chaines de télévision,
radios mais aussi les espaces médiatiques virtuels sur le réseau internet
étaient sous contrôle du pouvoir autoritaire et despotique. L’actionétait
orchestrée par l’omnipotente agence de communication extérieure qui
avait pour tâche de faire des canaux médiatiques des outils de la
propagande officielle du gouvernement en place. C’est en rapportant cet
état de chose qu’une étude entreprise pour le compte de la délégation
Wallonie-Bruxelles à Tunis105 déclare que “les médias classiques n’ont
joué aucun rôle dans la révolution tunisienne jusqu’au 13 janvier au soir,
date où le président Ben Ali a aboli la censure que son gouvernement
exerçait sur ceux-ci. Jusque-là, l’espace médiatique de la révolution était
occupé par Internet (Facebook et les blogs) et la téléphonie mobile.
Toutefois, à partir de cette date, en l’espace de quelques jours, voire de
quelques heures pour certains, les médias ont graduellement pris
conscience de leur liberté retrouvée et ils ont ouverts leurs pages ou leurs
temps d’antenne à de nombreuses sensibilités politiques du paysage
politique tunisien”.
Les évènements de janvier 2011 et le départ de Ben Ali, ayant
décapité le régime, libéra la scène médiatique en une seule soirée. Le
rejet des tunisiens, frôlant le dégout, des médias, cantonnés pour les
meilleurs à une autocensure et pour la plupart à une politique de soutien
du régime en place, s’est transformé en quelques jours en un regain
d’intérêt. L’exode médiatique tunisien vers les journaux, revues,
télévisions étrangers ainsi qu’internet cessa comme par miracle. Le
tunisien se réconcilia rapidement avec ces médias nationaux reconvertit
comme par enchantement. La chaine de télévision nationale perdit sitôt
son chiffre fétiche, le 7, ainsi que sa couleur mauve et atteignît la
première place dans le classement de l’audimat.
Les tunisiensvirent la naissance, en l’espace de quelques mois, de
cinq chaines de télévision, de douze nouvelles radios et l’explosion du
105
Note sur l'état des médias en Tunisie, réalisée par Alexandre Delvaux, expert attaché
à la Délégation Wallonie-Bruxelles à Tunis intitulée Médias tunisiens et transition
démocratique, disponible en ligne à l’adresse: www.wbi.be/cgi/objects3/
objects/media/0/1/3/6/9/0136937_media/media0136937_media_1.doc
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
295
nombre des journaux et revues où jusqu’à la fin du mois de novembre
les autorités autorisèrentquelques 228 nouvelles créations. Des chiffres
très importants au vu de la taille d’un si petit pays comme la Tunisie qui
compte, d’après les dernières statistiques de l’INS, moins d’onze
millions d’habitants106.
Deux rapports sont disponibles sur la situation des médias en
Tunisie pendant cette période et sont utiles pour brosser le tableau de la
situation évolutive et encore critique à certains égards de ce
domaine:Celui du syndicat national des journalistes tunisiens107 d’un
côté et de l’INRIC108 de l’autre. Un article brosse un tableau exhaustif de
la situation et m’éviterais dans ce cadre à revenir sur trop de détails
propres à ce domaine109. On y lit que “Après la Révolution du 14
janvier, la presse et les journalistes tunisiens se sont libérés de la censure
et des lourds interdits de la dictature de Ben Ali. La période postrévolution a vu la naissance de nouveaux médias avec la création de
nouvelles radios, chaînes de télévision, titres de presse et sites internet.
Les journalistes de tous les médias avaient alors appréhendé cette liberté
nouvelle d’informer les Tunisiens sur tous les sujets, sans véritables
limites. Aujourd’hui, la liberté des journalistes est menacée par des
atteintes à la liberté d’expression. La parole s’est bien libérée mais la
presse subit des pressions alarmantes”.
Le cercle médiatique a vu pendant la première étape de transition
l’édiction de deux textes fondamentaux datés du 2 novembre 2011: Le
décret-loi numéro 115 de la même année relatif à la liberté de la presse,
de l'impression et de l'édition (code de la presse)110 et le décret-loi
numéro 116 de l'année 2011, portant création de la Haute Autorité
indépendante de la communication audiovisuelle (HAICA)111. L’actuel
gouvernement a toujours une fois aux commandes du pays ne se montra
pas soucieux de l’application de ses textes qui garantissent
l’indépendance et le respect d’une certaine déontologie et de
professionnalisme de la part des journalistes. Ceci s’expliquait par le fait
106
www.ins.nat.tn/indexfr.php
www.snjt.org/images/snjt/rapport-3mai-final1.pdf
108
Un résumé de son rapport a été réalisé par l’instance: www.inric.tn/fr/résumé.pdf, le
texte complet: www.inric.tn/INRIC_Rapport_final_fr.pdf
109
www.opinion-internationale.com/2012/11/02/tunisie-la-liberte-de-la-presse-souspression_11491.html mais aussi un autre article fort révélateur de la situation intitulé
la liberté de la presse entre la loi et la réalité: http://cahiersdelaliberte.
org/blog/?p=604
110
En version française: http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre2011-sur-les-medias-tunisie-14721386
111
http://fr.slideshare.net/moezbdh/decret-loi-116-du-2-novembre-2011-sur-les-mediastunisie
107
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
296
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
qu’il voulait clairement garder en main le pouvoir de nomination et de
contrôle du quatrième pouvoir.
L’instance nationale pour la réforme de l'information et de la
communication (INRIC)112 exigea avant de s’auto-dissoudre l’application
des deux décrets lois considérant que la non application de ces deux textes
par le gouvernement est le signe de l’absence de volonté politique pour
instaurer l’indépendance du quatrième pouvoir.
C’est ainsi que l’organisation de l’article 19 résumait dans un
communiqué la situation critique des médias en Tunisie après janvier
2011. En effet, on pouvait lire que “Article 19 rappelle que la période
écoulée a été marquée par une succession de nominations et de
changement de dirigeants à la tête des médias publics, opérés en
l’absence de critères clairs et précis, et sans concertation avec les
instances représentatives de la profession, ce qui a contribué à attiser la
tension au sein du secteur … La période écoulée a été aussi marquée par
une série de procès intentés contre des journalistes, des blogueurs et des
dirigeants des médias ainsi que par des agressions physiques contre les
journalistes et les professionnels du secteur, comme en témoigne le
dernier rapport annuel du SNJT, publié le 3 mai 2012”113.
La situation est jugée anachronique surtout après les bouleversements
dont la scène politique et sociale tunisienne ont été témoins depuis une
année. Cette situation devenant critique, poussa le syndicat national,
sous la direction de son enthousiaste et très active présidente Madame
Najiba Hamrouni, à déclarer une grève générale des médias le 17
octobre 2012. Les professionnels et spécialistes de ces domaines en
étaient arrivés à se poser la question: “les décrets lois 115 et 116 serontils appliqués un jour?”114.
Le chercheur dans le domaine du quatrième pouvoir en Tunisie ne
peut se contenter de se pencher sur les médias classiques mais doit aussi
inclure dans ses investigations les médias virtuels qui jouèrent un rôle
important et continuent à le faire dans le départ du dictateur,
l’encadrement de la première période de transition et dans l’évolution de
112
www.tunisiait.com/article.php?article=9294#.UML1veTM2jU
www.article19.org/resources.php/resource/3482/fr/ARTICLE%2019%20salue%20le
%20courage%20
des%20journalistes%20Tunisiens%20et%20se%20f%C3%A9licite%20de%20la%20
d%C3%A9cision%20du%20gouvernement%20d%E2%80%99appliquer%20les%20
d%C3%A9crets%20lois%20115%20et%20116
114
http://nawaat.org/portail/2012/11/29/medias-les-decrets-lois-115-et-116-seront-ilsappliques-un-jour/
113
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
297
l’actuelle période115. Plusieurs réflexions ont été menées sur la période
2011 - 2012 en Tunisie et l’influence des réseaux sociaux et les médias
virtuels sur la réalisation de la transition démocratique et constitutionnelle116.
La Tunisie a dépassé aujourd’hui le chiffre de trois millions
d’abonnés à Facebook pour une population de onze millions d’habitants.
Ce média a constitué indéniablement la pièce maitresse du soulèvement
populaire qui permit d’informer les citoyens mais aussi d’organiser le
mouvement de désobéissance civile qui poussa le dictateur à la fuite. On
explique d’ailleurs le passage sous silence du soulèvement de septembre
et octobre 2008 connu sous le nom du soulèvement du bassin minier par
le musèlement des médias classiques et le peu de poids des réseaux
sociaux dans la société tunisienne de l’époque: seulement 28000
abonnés à Facebook. Pourtant tous les acteurs de la société civile et à
leur tête la famille syndicale considèrent que la chute du régime de Ben
115
Voir notre présentation au cours des sixièmes journées tuniso-françaises de droit
constitutionnel sur la transition en Tunisie et les réseaux sociaux: www.chawki.
gaddes.org/Transition_RS.pdf
116
Consultez avec intérêt les articles publiés sur le net et traitant de cette problématique
fort édifiante sur l’apport de ces médias sur les transformations en Tunisie:
www.sentinelle-tunisie.com/videos/zapping/item/lina-ben-mhenni-sur-canal,
http://observatoiretunisien.org/upload/file/Kerrou(1).pdf,
http://kapitalis.com/fokus/62-national/2456-tunisie-facebook-fait-il-la-revolution.pdf,
http://archivesic.ccsd.cnrs.fr/docs/00/67/84/40/PDF/cyberactivisme.SMihoub.publiA_.pdf,
www.medmediatunisie.com/medias/upload/MED_NEWS_SPECIAL_Janvier%2020
11.pdf, http://ict-dfg-lfa.eu/1ere/Arab%20revolutions/Students%20works/Media.pdf,
http://revueaverroestest.files.wordpress.com/2011/08/art-kc3bcbler-revueaverroc3a8s-n4-5-aoc3bbt2011.pdf,
http://papers.ssrn.com/sol3/Delivery.cfm/SSRN_ID2161774_code1912659.pdf?abstr
actid=2161774&mirid=1,
http://nawaat.org/portail/wpcontent/uploads/2012/07/IDM-Tunisie-Version-1-0-09-07-12.pdf,
www.sciencespo.fr/ceri/sites/sciencespo.fr.ceri/files/art_phasc.pdf,
http://arabicmeeting.com/en/component/content/article/782.pdf, http://hal.archivesouvertes.fr/docs/00/67/52/90/PDF/SeveroGiraud_CyberactivismeArabe_2011.pdf,
www.decolonialtranslation.com/francais/la-revolution-tunisienne-ne-vient-pas-denulle-part.pdf,
www.cites-unies-france.org/IMG/pdf/CP_revolution20_KB.pdf,
www.coe.int/t/dg4/nscentre/LisbonForum/LF2011conclusions_en.pdf,
www.irisfrance.org/docs/kfm_docs/docs/2011-04-04-facebook-twitter-al-jazeera-et-leprintemps-arabe.pdf,
www.irmcmaghreb.org/IMG/pdf/Lettre%20IRMC%208.pdf,
www.revuehemispheres.com/documents/No1pdf/Hemispheres1_DossierReseaux_p86-87_Printempsarabe.pdf,
http://hal-confremo.
archives-ouvertes.fr/docs/00/61/50/04/PDF/EconomiaGaminsFacebook.pdf,
www.ndi.org/files/conversations-with-tunisia-youth-apr-2011-french.pdf,
www.ifex.org/tunisia/2011/06/22/scarsofoppressionrundeeptmgdelifex_fr.pdf,
http://rime.to.cnr.it/2012/RIVISTA/N8/2012/articoli/11_Annabi.pdf,
www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Ulises-Mejias.pdf,
www.acatfrance.fr/medias/files/courrier_acat/C312-PrintempsArabe-dossier.pdf,
www.laligue.org/wp-content/uploads/2012/06/20-Evgenyi-Morozov.pdf
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
298
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
Ali a commencé avec les évènements du bassin minier qui ont été
étouffés dans le sang sans que personne ou presque ne s’en soucie117.
Les réseaux sociaux et les médias en ligne ont joué un rôle évident.
Combler l’absence des médias classiques dans son rôle d’un côté
d’information des citoyens et d’un autre côté dans le la critique de la
situation et de la réflexion autour des voies à entreprendre pour sortir des
situations critiques dans lesquels la société se trouvaient. C’est ainsi que
l’internet en Tunisie et donc ce que l’on a pris l’habitude de dénommer
le monde virtuel est venu au secours de la transition démocratique en
Tunisie.
Dans un premier temps, le webpermit de jouer le rôle de catalyseur,
de déclencheur de la transition démocratique en Tunisie en aboutissant
garce au travail des cyber-activistes à isoler le dictateur et à faire monter la
tension sociale en poussant et organisant les manifestations et les actions de
désobéissance civile.
Dans un deuxième temps le web servit avec ses réseaux sociaux,
dont les acteurs ont découverts l’intérêt avec l’expérience passée, à se
reconfigurer pour jouer un second rôle. Il permit aux formations
politiques d’y faire leur propagande électorale mais aussi aux structures
officielles telle que l’instance électorale118 et au gouvernement119 d’y
exposer leur actions et leur projets. La société civile n’est pas restée à
l’écart dans l’utilisation de ses médias, puisqu’elle les exploita dans une
action d’information du public et de vulgarisation des notions politico
juridiques relativement nouvelles pour les tunisiens non aguerris à ces
données120.
Après les élections du 23 octobre et la réussite de la troïka à
prendre les rênes du pouvoir, les acteurs politiques reconfigurèrent le
paysage médiatique virtuel pour s’en servir à leur action politique. On a
pu ainsi lire que “Désormais conscients de l’importance des réseaux
sociaux, les responsables du gouvernement, de l’administration et les
représentants des partis politiques y sont beaucoup plus présents, pour
117
www.centerblog.net/politique/384814-1433-incidents-et-emeutes-autour-du-bassinminier-de-gafsa-# et www.europe-solidaire.org/spip.php?article19786 et plus
spécialement http://hal.archives-ouvertes.fr/docs/00/41/06/22/PDF/ Chouikha_Gobe_
Tunisie_Gafsa_elections_2009.pdf
118
www.isie.tn pour le site web et www.facebook.com/isietn?ref=ts&fref=ts pour la
page Facebook.
119
www.facebook.com/ministere.interieur.tunisie?fref=ts
120
www.facebook.com/pages/ATIDE/247362811949969?ref=ts&fref=ts,
www.facebook.com/pages/Association-Tunisienne-de-DroitConstitutionnel/270119053038985?ref=ts&fref=ts,
www.facebook.com/femmesdemocrates?ref=ts&fref=ts,
www.facebook.com/pages/Bus-Citoyen/118884958204729?ref=ts&fref=ts
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
299
présenter leurs idées, leurs projets, mais aussi pour rendre compte aux
citoyens”121. Les partis continuèrent à l’utiliser comme canal de
communication aussi bien avec leurs adhérents que leurs détracteurs. Les
associations de la société civile y revendiqueront plus de transparence de
l’action politique122. Les acteurs politiques en profitèrent pour y réaliserune
manipulation de l’opinion publique, comme cela a été le cas pour l’affaire
connue sous le nom de la Abdellia123. Enfin, les réseaux sociaux
servirent à témoigner de la réalité du terrain et l’exemple a été l’affaire
du “meurtre” de Lotfi Nakdh124 et dernièrement de l’attaque du siège de
l’union syndicale125. Les vidéos mis en ligne sur les pages Facebook et
Youtube permirent de donner l’information réelle aux internautes et les
gens des médias.
Entretemps les partis politiques et à leur tête le mouvement
Ennahdha lancent des actions d’envergure sur les pages de Facebook et
plus spécialement celles qui ont du succès auprès des internautes.
Tekiano titre en avril 2012: L’armée virtuelle d’Ennahdha sur Facebook.
On peut y lire “Si Ben Ali avait la mainmise sur les médias, Ennahdha a
depuis un an, quasi monopolisé Facebook pour en faire une machine de
propagande. Les pages se multiplient et se structurent. Une véritable
armée virtuelle intoxique le réseau social...”126.
121
Romain Lecomte, Cyber-activistes et société civile, http://orbi.ulg.ac.be/bitstream/
2268/107441/1/20.-Entretien-avec-Romain-Lecomte.pdf
122
“Le temps de la délégation aveugle et passive du pouvoir … semble sur le déclin,
face aux nouveaux pouvoirs dont dispose les citoyens internautes. Ces “cibertoyens”
sont en train de fabriquer, peut-être même sans le savoir, une nouvelle relation au
politique”, KerimBOUZOUITA, ” Les coulisses de la révolution tunisienne: Au cœur
de la cyber-guerre”, Géostratégies, n° 32, p. 161
123
www.lapresse.tn/22062012/51650/le-gouvernement-apres-la-crise-de-la-abdellia-lamauvaise-gouvernance-est-encore-de-mise.html,
www.lecourrierdelatlas.com/287420062012Tunisie-Exclusif-Affaire-du-PalaisAbdellia-Les-artistes-ripostent.html
www.kapitalis.com/afkar/68-tribune/10553-elabdellia-une-affaire-cousue-de-fil-au-service-dun-projet-de-theocratie-entunisie.html
124
www.tunisienumerique.com/tataouine-lotfi-nakdh-decede-de-mort-violente-ou-decrise-cardiaque/150090
www.businessnews.com.tn/Tunisie-%E2%80%93-AffaireLotfi-Nagdh--Le-rapport-d%E2%80%99autopsie-de-Sfax-r%C3%A9v%C3%A8lel%E2%80%99existence-d%E2%80%99%C5%93d%C3%A8mes-sur-tout-le-corps,
520, 34714, 3
125
www.tunisienumerique.com/tunisie-ugtt-photos-ce-qui-sest-passe-place-mohamedali/155720
www.tunisienumerique.com/tunisie-bras-de-fer-ugttennahdha-entre-ruptureet- mediation/156270 www.tunisienumerique.com/tunisie-video-lugtt-attaquee-parla-ligue-de-protection-de-la-revolution-en-marge-de-la-journee-de-commemorationde-la-mort-de-farhat-hached/155639
126
www.tekiano.com/ness/reseaux-sociaux/5037-tunisie-larmee-virtuelle-dennahdhasur-facebook-.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
300
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
III. Transition démocratique, quel mode de prise de décision?
La transition démocratique dans ses deux périodes n’aura pas,
comme exposé, les mêmes caractéristiques, ce qui entraînera nécessairement
la mise en place de deux modes de prise de décision.
L’absence de légitimité populaire des structures de la première
période imposera le mode consensuel. L’organisation des élections du 23
octobre et l’installation d’une assemblée élus par le peuple bénéficiant
de la légitimité populaire permettra d’instituer en vue de la prise des
décisions, la règle du vote majoritaire qui fera basculer la transition vers
une dictature de la majorité dans le cadre d’un régime d’assemblée. Mais
suite à des remous dans la société politique et civile, les leaders de la
majorité au pouvoir se résolurent à revenir au consensus pour mener à
bien la mission de transition démocratique et constitutionnelle dont ils
ont la responsabilité.
A. Le consensus, mode consacré de prise des décisions pendant
la première période de transition
Depuis le début de la période de transition et à défaut de légitimité
des structures la conduisant, il fut très rapidement fait recours au seul
mode de prise de décision possible dans des conditions similaires: le
consensus.Celui-ci est la “procédure qui consiste à dégager un accord
sans procéder à un vote formel …”127. Ce choix est difficile à utiliser car
il présuppose un essai continu à rapprocher les points de vue et à défaut
à convaincre les personnes qui sont contre la décision à prendre à se
contenter d’un mutisme pour ne pas dire abstentionnisme qui donne
l’impression d’une unanimité. L’ancien porte-parole de la haute instance
a déclaré à ce propos en juillet 2011 que “la légitimité consensuelle” est
le fondement de tous les pouvoirs et des institutions. Ainsi il en tire la
conséquence logique que “toute partie qui se retire du cadre consensuel
général cherche à entraver le processus de la révolution”128.
Pour commencer, très top au cours du mois de février 2011 il était
question de choisir les membres de l'instance supérieure pour la
réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la
transition démocratique. C’est ainsi que le Doyen Ben Achour
commença par proposer une composition que le premier ministre édicte
par arrêté du 14 avril 2011. La haute instance comme on a pris
l’habitude de l’appeler était composée initialement de 69 membres. Mais
127
www.larousse.fr/dictionnaires/francais/consensus/18357
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5451-gherairi-qtoute-partie-qui-seretire-du-cadre-consensuel-general-cherche-a-entraver-le-processus-de-larevolutionq.html
128
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
301
ses premières réunions qui se déroulèrent dans la salle d’audience du
conseil économique et social suscitèrent des réactions de protestation de
la part de la société politique et sociale. On critiqua sa composition du
fait de l’absence des jeunes, de représentants des familles des martyrs de
la révolution ainsi que du nombre trop réduit de la représentation des
partis politiques et de la société civile.
La concertation du Doyen Ben Achour avec les acteurs de la
transition pris place pendant presque un mois. On remarqua le manège
incessant des auditions au siège de l’instance à l’avenue Kheireddine
Pacha. Le nombre des membres passa suite à cette étape de 69 à 155
membres129. Un arrêté du premier ministre daté du 5 avril 2012
détermina la liste nominative des membres issus du consensus autour de
cette question. La salle du conseil économique et social se révéla trop
exiguë pour contenir tous ses membres. La recherche d’un nouveau lieu
réunion permis de choisir alors l’ancien siège de la deuxième chambre
législative désertée de ses conseillers.
Quant au mode de prise des décisions au sein de cette structure,
ilest déterminé par l’article 5 du décret-loi numéro 7 en date du 18
février 2011. Il y est stipulé que “les décisions de l’instance sont prises
par consensus et à défaut par la majorité”.
C’est ainsi que fonctionna l’instance pendant les mois qui
suivirent. Plusieurs projets de textes ont été discutés au sein de la
structure après leur élaboration par le comité d’experts. Mais l’instance
Ben Achour, comme on a pris l’habitude de la dénommer, transmettais
les projets ainsi approuvés au gouvernement qui le discutait et modifiait
en conseil de ministre. Si le projet est approuvé, le projet est transmis au
chef de l’Etat pour signature et publication sur le journal officiel.
Ainsi et grâce à ce mode de prise de décision, l’instance proposera
une suite de décrets lois tel que ceux portant sur: les associations130, les
partis politiques131, la liberté de la presse de l’impression et de
l’édition132, l’instance nationale indépendante pour la réforme du secteur
de l'information et de la communication133, la liberté de l’audio-visuel et
129
La composition de la haute instance était ventilée comme suit: 36 membres
représentants des partis politiques, 33 de la société civile, 72 des personnalités civile,
12 des régions et 2 des martyrs.
130
Seulement en langue arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/
CTX_120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132473500
131
Seulement en arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/CTX_120992194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132451421
132
Seulement en langue arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/
CTX_120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132873453
133
Dans les trois langues: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_
120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132680546
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
302
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
l’institution d’une instance supérieure indépendante de communication
audiovisuelle134, l’élection de l’ANC135, l’ISIE136.
A ce propos, cette dernière instance s’est vue consacré dans son
texte de création le même mode de prise de décision. C’est ainsi que le
décret-loi numéro 2011-27 du 18 avril 2011 en son article 12 dispose
que: “… ses décisions sont prises par consensuset à défaut, à la majorité
des deux tiers de ses membres”. Cette tâche d’organisation des premières
élections démocratiquement disputées imposait pour les rédacteurs de ce
texte le mode de prise de décisions par consensus entre les seize
membres élus par la haute instance. Il s’est avéré dans la pratique que le
consensus était difficile à obtenir. Les dissensions au sein de l’instance
n’empêchèrent pas d’aboutir à des élections relativement réussies et
surtout dont les résultats ne sont contestés par personne mais conduiront
à une séparation des membres entre deux locaux géographiquement
séparés.
Mais le consensus est aussi le mode erqui a permis à la Haute
instance d’arriver
à adopter le vendredi 1 juillet 2011 le “Pacte
républicain”137 qui constituerait une charte,
à valeur morale, pour la
période transitoire comprenant dix points138. Le texte débute avec une
reprise de l’article premier de la constitution de 1959 qui énonce que la
Tunisie est une République qui a l’islam pour religion et l’arabe pour
langue. Disposition qui sera reprise par plusieurs programmes de partis
politiques candidats aux élections et par la suite par les constituants dans
le projet de constitution, sans oser en changer une virgule. C’est là la
consécration typique d’un consensus entre les partenaires dans la
transition démocratique.
Le pacte républicain comprend toutes les règles de base sur
lesquels devraient être bâtie la république, la deuxième dans l’histoire de
la Tunisie. On y retrouve des points successifs réservés à l’identité arabo
musulmane du peuple, la souveraineté populaire et les caractéristiques
modernes du suffrage universel, les droits fondamentaux de la personne
humaine et la séparation entre le politique et le religieux qui doivent être
garanties par l’État, le principe d’égalité et de non discrimination entre
les citoyens, les droits des femmes, le rôle incontournable des jeunes
134
Seulement en langue arabe: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_
120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132883406
135
Dans les deux langues: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_
120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132632015
136
Dans les deux langues: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/ CTX_
120992-194-idbVTKFNeO/RechercheTexte/SYNC_2132673593
137
www.lecourrierdelatlas.com/39004072011Tunisie-Les-principaux-points-du-pacterepublicainLiberte-de-conscience-separation-du-politique-et-du-religieux-etquelques-surprises.html
138
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/5258-adoption-du-projet-du-pacterepublicain.html
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
303
dans tous les domaines, le mode de développement régional juste et
équilibré, la position de la langue arabe et l’indépendance de la Tunisie
et ses relations internationales.
Toujours dans un esprit consensuel, le président de la haute
instance, le Doyen Yadh Ben Achour,
lança une initiative personnelle, la
Déclaration du processus transitoire139. Du 5 août au 6 septembre 2011 il
réussi à mettre autour de la tabledouze partis représentés au sein de la
Haute Instance.Le but était de mettre au point un document consensuel
qui permette à la classe politique de se mettre d’accord sur les étapes à
suivre et leur timing ainsi que les principes qui doivent être à la base du
processus transitoire. C’est ainsi que le 7 septembre la déclaration a été
signée et comprenait principalement les points consensuels suivants: le
respect de la date du 23 octobre fixée par l’ISIE pour les élections ainsi
que le code de conduite élaboré par la même instance, le mandat de
l’ANC est fixé à une année pour la rédaction de la constitution, transfert
pacifique te souple des pouvoirs après les élections, toutes les règles de
continuité du pouvoir dans les différentes passations ont été prévus.
Le CPR refusa de signer la déclarationprincipalement pour
désaccord autour de la durée de la constituante. Ces dirigeants et à leur
tête son président considèrent qu’il est utopique de prévoir moins de
trois ans pour la rédaction de la nouvelle constitution. Cette question
suscitera des désaccords profonds dans la classe politique plus tard au
cours de la transition politique.
La règle consensuelle va laisser la place après les élections et
l’élection de l’ANC à la règle majoritaire dans la prise des décisions
politiques.
B. Le vote majoritaire, mode imposé de prise des décisions
pendant la deuxième période de transition
L’assemblée nationale constituante installée, les politiciens au
pouvoir s’accoudant à la légitimité issue des élections commencèrent par
rejeter le consensus et revendiquer l’application de la loi majoritaire. Ils
revendiquèrent cela en se fondant sur une mauvaise compréhension de la
démocratie qui est loin d’être seulement le respect de la majorité mais
surtout de ou des minorités. C’est ainsi que ce nouveau mode de prise de
décision s’imposa aussi bien pour le choix des personnes qui doivent
occuper les fonctions politiques que pour l’adoption des textes qui
allaient gérer la période à venir de transition.
Pour mieux saisir ce basculement dans le comportement des
politiciens, il faut commencer par présenter le poids des différentes
139
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/9287-la-declaration-du-processustransitoire.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
304
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
forces politiques en présence. Ainsi les élections du 23 octobre 2011
donnèrent le résultat suivant en répartition des sièges au sein de l’ANC:
Ennahdha ................................................................. 41.01 %
CPR .......................................................................... 13, 36 %
Ettakatol ................................................................... 9, 21 %
Total Troïka ........................................................... 63, 58 %
Ainsi la troïka au pouvoir obtient sans aucun problème la majorité
des voix au sein de l’ANC et frôle les deux tiers, ce qui dans la pratique
des votes n’a jamais constitué un problème pour faire passer les
décisions. Les autres formations se partagèrent un pourcentage des
sièges minime: Al Aridha 12, 44 %, le PDP 6, 91 %, le PDM 2, 30 % et
la Moubadara 2, 30 % … Cette structure est le fruit du mode de scrutin
retenu mais surtout de l’éparpillement des voix démocrates entre
différentes formations qui refusèrent toute coalition électorale140 arguant
que l’on ne pouvait en l’absence de réelle élections précédentes jauger le
poids de chacun dans cette course.
La morphologie de l’ANC titulaire de la légitimité
populairedémontre la mainmise de la Troïka sur la prise des décisions en
son sein. Cette situation est évidente aussi bien dans le processus
d’adoption des textes que le choix des personnes.
1. La Troïka pèse de tout son poids dans l’adoption des textes
A la suite de la première séance de l’Assemble Nationale
Constituante qui s’est tenue en grande pompe le 22 novembre 2011 au
Palais du Bardo, banlieue de Tunis, il a été décidé de procéder en priorité
à la rédaction de deux textes fondamentaux nécessaires à la poursuite de
la transition démocratique: Un texte portant organisation provisoire des
pouvoirs publics qui doit remplacer celui de mars 2011 et le règlement
intérieur de cette structure qui est chargée non seulement de rédiger la
constitution de la deuxième république mais aussi de légiférer et de
contrôler le gouvernement dans son action de gestion provisoire du pays.
L’assemblée se fixa ainsi comme priorité la mise sur pied de deux
commissions qui travaillèrent d’arrache-pied. La discussion en plénière
suivie en direct sur la deuxième télévision nationale intéressa au plus
haut point les tunisiens avides de pratiques démocratiques. Mais il en
ressortis en fin de compte la conviction que la Troïka au pouvoir a le
pouvoir et la volonté de faire passer les textes et les options qui lui
140
Consulter avec intérêt notre étude sur les modes de scrutins et l’élection du 23
octobre paru sur les pages du journal le Maghreb: www.chawki.gaddes.org/
simulation.pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
305
conviennent en restant surtout hermétique à toute proposition venant de
l’opposition.
Le spectateur des séances télévisées de discussion du projet aussi
bien du projet de loi sur l’organisation des pouvoirs publics que portant
sur le règlement intérieur de l’ANC constate que toute contreproposition de la part de l’opposition conduisait directement le président
de séance à proposer de passer au vote pour trancher la question.
Opération couperet, qui se soldait presque exclusivement en un désaveu
de la proposition et la confirmation du texte initial.
Par la suite, le fonctionnement normal et quotidien de l’ANC, va
confirmer cette constatation.Les occasions de discuter les lois ordinaires
n’ont pas été nombreuses et ont à 96% portés sur des lois de ratification
de conventions internationales et d’accords de prêts. Les lois ordinaires
sont, aux termes de l’article 4 de la loi constituante numéro 6 du 16
décembre 2011141, adoptés par l’Assemblée nationale constituante à la
majorité des présents, ce qui permet à la troïka dans tous les cas de
passer le texte qui lui convient.
L’autre exemple est le récent texte de création de l’instance
supérieur des élections. La discussion de la trentaine d’articles qui le
compose a demandé à l’ANC un mois(du 9 novembre au vendredi 7
décembre). Le texte n’a été adopté que suite au boycott des membres de
l’ANC du groupe démocratique qui ont désertés l’hémicycle suite aux
évènements du 4 décembre réduisant la présence à un quorum nécessaire
pour la discussion et l’adoption du projet. La vice présidente de l’ANC,
Madame MahrziaLaabidi, du parti Ennahdha a même relevé
publiquement au cours des séances que le texte est passé à une adoption
si rapide grâce à l’absence de l’opposition.
Quant au texte tant attendu qui est la constitution, l’organisation
provisoire des pouvoirs publics en son article 3 prévoit l’adoption de la
constitution suivant la procédure suivante:Article par article à la majorité
absolue des membres, en totalité à la majorité des deux tiers des
membres, à défaut, une deuxième lecture doit approuver le texte avec la
majorité des deux tiers des membres, à défaut le projet est soumis dans
sa totalité au référendum populaire pour adoption à la majorité des
votants. C’est ainsi un texte où le consensualisme au sein de l’ANC et de
la classe politique devra reprendre ses droits. A défaut, la Tunisie ira
vers l’inconnue de la consultation populaire qui si elle s’avère négative
fera entré la Tunisie dans une autre période de tourmente dont personne
ne peut en prévoir l’issue.
141
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
306
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
2. La Troïka imposeses choix dans la nomination aux fonctions
politiques
C’est le décret portant convocation des députés à la séance
inaugurale de l’ANC qui régit ces procédures142 de choix du président de
l’ANC, du chef de l’Etat ainsi que le chef du Gouvernement.
C’est ainsi que la nomination aux portes clefs de l’État se sont
déroulés comme suit:
La présidence de l’ANC143s’est déroulé le jour de début de ses
travaux, le 22 novembre 2012. Conformément
à l’article 5 de la loi
constituante numéro 6 du 16 décembre 2011144, dispose que l’ANC l’élit
à la majorité absolue des présents, mais ne peut le démettre qu’avec un
vote de la majorité absolue de ses membres.
Ainsi Mustapha Ben Jaâfar obtint 145 voix donc 68% des
membres, alors que sa concurrente Madame Maya Jribi n’a obtenue que
68 voix. Les deux vice-présidents seront élus de la même façon, ils
appartiennent à la Troïka: MeherziaLabidiMaïzad’Ennahda etLarbi Ben
Salah Abiddu CPR.
Le président de la Républiquea été élu conformément àl’article
10 de la loi constituante numéro 6 du 16 décembre 2011145, qui dispose
que l’ANC élit le président de la République avec un vote de la majorité
absolue de ses membres. La même majorité est requise par l’article 13
pour le démettre. Le candidat de la146
troïka Monsieur Moncef Marzouki
obtint 153 voix sur les 202 exprimés .
En ce qui concerne le chef du Gouvernement, sa nomination est
prévu147par l’’article 15 de la loi constituante numéro 6 du 16 décembre
2011 , qui dispose que l’ANC donne sa confiance au Gouvernement
composé par le premier ministre à la demande du chef de l’Etat à travers
un vote de la majorité absolue de ses membres.
Pour ce qui est des deux commissions d’élaboration du
règlement intérieur et de l’organisation provisoire des pouvoirs
142
En langue arabe seulement: www.iort.gov.tn/WD120AWP/WD120Awp.exe/
CTX_119032-235-pqRUZfecfQ/RechercheTexte/SYNC_2142690984 mais une
traduction non officielle en français de ces deux textes sont disponibles à l’adresse
http://www.fichier-pdf.fr/2012/12/04/anc-oppp-ri-fr-ar/
143
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13390-mustapha-ben-jaafar-presidentde-la-constituante.html
144
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
145
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
146
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/14558-moncef-marzouki-qje-suisconscient-de-lampleur-de-la-responsabilite-et-de-la-confiance-placee-en-mapersonne-par-le-peupleq.html
147
www.anc.tn/site/main/AR/docs/organisation_provisoire_des_pouvoirs_publics_tunis
ie.pdf
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Chawki Gaddes
307
publics148. Le vote au sein de l’ANC grâce à la mainmise de la troïka
permet de désigner dans leurs rouages importants (président, viceprésident, rapporteur et rapporteur adjoint) des membres de ces
formations laissant la seule qualité de membres aux partis d’opposition.
C’est ainsi qu’en ce concerne la commission de rédaction de la loi
sur l’OPPP, elle sera présidée par Ennahdha et seulement le rapporteur
adjoint appartiendra au POCT une formation d’opposition. Même
scénario pour la commission du règlement intérieur qui sera présidée par
Ennahdha mais sans aucune place dans ses postes clefs à un membre de
l’opposition.
Enfin, en ce qui concerne les commissions constituantes, l’article
42 du règlement intérieur prévoit qu’elles sont composées par
représentation proportionnelle des coalitions au sein de l’ANC. Cette
règle permit de maintenir une majorité au profit de la troïka. Mais une
commission rste axiale dans le processus constituant, c’est celle chargée
de la coordination et de rédaction de la constitution qui est présidé par le
président de l’ANC et dont la fonction clef a été suite à un vote serré
attribuée à un membre d’Ennahdha. Les autres commissions
constituantes ont toutes été présidées par des membres de la troïka à part
la commission de la justice qui est revenu au Doyen Fadhel Moussa du
pôle démocratique.
Il paraît ainsi évident que la troïka a pesé de tout son poids pour
maintenir sa position dominante dans le choix des personnes aux postes
clefs de la transition démocratique et constitutionnelle.Le tableau suivant
permet de mettre cela en évidence.
%
Ennahdha
CPR
Ettakatol
Aridha
Démocrates
Autres
Élections 23 oct.
37
8, 7
7
6, 7
4, 7
35, 9
Sièges ANC
41
13, 3
9
12
9, 2
15, 5
3 présidences
33
33
33
0
0
0
Gouvernement
45
14
14
0
0
26
Commissions
const.
50
14, 3
21
0
14, 3
0
16, 6
16, 8
3, 7
5, 6
15, 5
Moyenne
41, 2
75 %
25 %
148
www.tap.info.tn/fr/fr/politique/300-politique/13408-debut-des-travaux-de-latroisieme-seance-de-lassemblee-nationale-constituante.html
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
308
Réflexions Conclusives a Propos de la Transition
Democratique et Constitutionnelle en Tunisie
IV. QUE CONCLURE?
La transition démocratique et constitutionnelle en Tunisie en est
actuellement à sa deuxième étape. Ce rapport de synthèse n’est que
l’instantanée de la situation d’aujourd’hui, donc de décembre 2012. Mais
nous somme dans la situation d’un peintre qui veut rendre compte d’une
situation mouvante et dont l’évolution future lui reste inconnue. Il doit
de ce fait, la douleur au cœur et au ventre redessiner tous les jours et
parfois toutes les heures son œuvre afin d’être le plus fidèle à la réalité
des choses.
L’évolution de la transition démocratique dépendra de plusieurs
éléments parfois incertains et flous. Personne ne peut donner aujourd’hui
une réponse claire et même probable à l’avenir de la Tunisie. Tellement
d’inconnus peuvent faire basculer la situation d’un coté ou d’un autre.
Et à supposer que ce processus amène la Tunisie vers la
démocratie tant rêvée, il va falloir mettre en place les garanties pour
rendre ce processus irréversible. Le leader du “printemps arabe”, arrivert-il à passer avec succès l’hiver qu’il traverse? Seul l’avenir nous le dira.
BIBLIOGRAPHIE
www.espacemanager.com/politique/les-dates-phares-de-la-transitiontunisienne.html
http://tempsreel.nouvelobs.com/monde/20110115.OBS6282/benali-retour-sur-une-fuite- chaotique.html
www.lefigaro.fr/international/2011/01/15/0100320110115ARTFIG00402-tunisie-le-president-ecarte-definitivement-dupouvoir.php
www.jeuneafrique.com/Article/ARTJAJA2651p010-012.xml0/
www.lepoint.fr/monde/en-tunisie-l-assemblee-constituanteentame-ses-travaux-22-11-2011-1399177_24.php
www.espacemanager.com/politique/tunisie-les-elections-du-23juin-seront-elles-reportees- a-octobre-2013.html
www.espacemanager.com/politique/tunisie-assemblee-constituantepour-passer-a-la-deuxieme-republique.html
www.eueom.eu/files/pressreleases/english/rapport-final-moe-ue-tunisie2011_fr.pdf
(http://democratie.francophonie.org/IMG/pdf/MOE_TUNISIE_Ra
pport_de_Mission_DEF.pdf) ve özellikle Carter Merkezi’nin hazırladığı
rapor
(www.cartercenter.org/resources/pdfs/news/peace_publications/ele
ction_reports/tunisia-final-Oct2011-fr.pdf)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
YAZILI ANAYASA – YAŞAYAN ANAYASA, ANAYASAL
SÜREÇTE KİMLİKLER
(WRITTEN CONSTITUTION-LIVING CONSTITUTION, IDENTITIES IN THE
CONSTITUTIONAL PROCESS)
Sibel İnceoğlu
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi/
Professor of Constitutional Law at the University of Bilgi
ÖZET
Akdeniz havzasındaki Anayasal tartışmalar Anayasadan beklentilerin çok yoğun olduğunu göstermektedir. Oysa yazılı Anayasalar her
zaman uygulamaya geçmemektedir. Bu konuda Türkiye tecrübesine dikkat çekilmiştir. Yine bu bölgedeki Anayasal tartışmalar grup kimliklerini
ön plana çıkarmaktadır. Grup kimlikleri üzerinden hakları tartışmanın
bireyin özgürleşmesine olumsuz etki edebileceğinin altı çizilmiştir. Anayasa yapım sürecinde kadınların katılımının eksikliğine dikkat çekilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye’de anayasal beklentiler, grup kimlikleri, kadınların katılımı
ABSTRACT
Discussions on the constitution in the Mediterranean Region show
that the expectation from the constitution is extremely high. In reality it
is experienced that written constitutions are not always implemented. In
this respect it is drawn attention to the experience of Turkey.
Discussions on constitution in the Mediterranean Region bring social
group identities in the foreground. It is placed emphasis the possible
negative effect of discussion on the group rights basis to the
emancipation of individual. In addition, it is put an emphasis the lack of
participation of women to the constitution making process.
Keywords: The expectation from the new constitution of Turkey,
group identities, participation of women
***
310
Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler
Bu toplantıda bulunmaktan son derece mutluyum. Açıkçası çok
merak ettiğim ve ilgilendiğim konularda önemli ölçüde bilgi edindim.
Bu açıdan, Sayın Kaboğlu’na teşekkür ederim. Bu toplantının düzenlenmesi konusunda çok büyük bir emek harcadı. Dolayısıyla kendisine
şükranlarımızı sunmamız gerekli, diye düşünüyorum.
Bu oturumda Sempozyumun genel değerlendirmesini yapmamız
bizden talep edildi. Değerlendirme açısından baktığımızda, benim işim
biraz daha zor. Sempozyum öncesinde değerlendirme işini yüklenen
bizlere, hazırlanan bildirilerin tamamı olmamakla birlikte çoğu gönderildi, ama maalesef gönderilenlerin çok büyük bir çoğunluğunun dili,
Fransızcaydı. Sadece bir bildiri İngilizceydi; Fransızca hakimiyetim olmadığından ancak tek bir bildiriyi önceden okuma fırsatı bulabildim ama
o da buraya gelemedi; Tania Groppi’den bahsediyorum. Dolayısıyla
maalesef ön bir bilgilenmeyle gelemedim; bu aşamada sizin izleniminiz
ne kadarsa benim de o kadar izlenimim var diyebilirim. Bu kapsamda
değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Benim dikkatimi çeken önemli meselelerden biri şu: Özellikle Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’e baktığımızda -tıpkı bizde olduğu gibisanıyorum Anayasa’dan çok fazla şey bekleniyor. Ben bu açıdan biraz
farklı düşündüğümü söylemeliyim çünkü teorik olarak Anayasa’da var
olanlarla; “yaşayan Anayasa” her zaman aynı olmuyor. Hatta büyük çoğunlukla aynı olmuyor; en azından Türkiye tecrübesi açısından bunu
söyleyebilirim.
Bizim gelişim sürecimize bakıldığında “82 Anayasası’ndan bu
yana kapsamlı değişiklikler” dediğimizde; üç başlık altında bunu konumlandırabiliyoruz.
1-Bunlardan ilki, 1995 Anayasa değişiklikleridir. 1980 darbesiyle
“siyaset” çok ciddi ölçüde törpülenmişti, siyaset yapma yolları kısıtlanmıştı. 95 değişiklikleriyle ne yapılmak istendi? Temel hedef neydi? diye
bakacak olursak, temel hedef siyaset yapma önündeki anayasadaki engelleri kaldırmaktı diyebiliriz. 95 değişiklikleriyle genel olarak siyaset
yasakları; özel olarak da dernekler, vakıflar, kooperatifler, sendikaların
önündeki siyaset yasakları kaldırılmak istendi. Ama “bu hedef yaşayan
Anayasa’da gerçekleşti mi?” diye soracak olursanız; bence “hayır”. “Yaşayan Anayasa” ile kastettiğim şey şu; “uygulamada baktığımızda toplum 95 değişikliğinden sonra, daha fazla siyasetle iç içe oldu mu?” Hayır; çünkü 80 darbesiyle, Türkiye’de çok ciddi bir erozyon yaşandı. Yani
siyasetin üzerinde ciddi bir baskı yaratıldı ki bu sadece Anayasa’dan
kaynaklanmıyordu. Bu nedenle Anayasa’da bulunan siyasetin önündeki
engellere yönelik hükümler değiştirilmesine rağmen toplumda siyasetten
korku oluşmuştu. Dolayısıyla bazı konuların, Anayasa’ya yazmakla çözülmediğini görmemiz gerekiyor. Çünkü toplumun o günkü koşulları
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Sibel İnceoğlu
311
çok daha önemli hale gelebiliyor. Nitekim 95 sonrası Türkiye’de bunu
gördük.
2- Yine 2001, 2004 değişikliklerine baktığımızda burada da ana
hedefin -en azından benim temel olarak tespitim-, Anayasa’da hak ve
özgürlükler bakımından uluslararasılaşmayı sağlamak olduğu söylenebilir. Yani; İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ndeki pek çok ölçütün Anayasa’ya 2001 değişikliğiyle monte edilmesi, 2004 değişikliğiyle Türkiye’nin taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeleri yasaların üzerine çıkarmak. Özellikle hak ve özgürlüklerin
sınırlama ve güvence sistemi bakımından baktığımızda, yine 2001’de;
13. maddenin değiştiğini görüyoruz. Burada da yine insan haklarına ilişkin uluslararası belgelere uyum sağlanmaya çalışıldı. Ama uygulamaya,
“yaşayan Anayasa”ya, baktığımızda; acaba bu değişiklikler somut olarak
bize geri döndü mü? Diğer bir deyişle acaba uluslararası belgelerdeki
hak ve özgürlüklere yönelik standartların bir kısmını Anayasa’ya dahil
etmek somut olarak bize ne sağladı? Örneğin az önce söz ettiğim 13.
maddeyle ilgili değişiklik bu açıdan çok önemliydi, uygulamada biz bu
maddeye acaba ne kadar yer verdik? Anayasa Mahkemesi bu maddeyi
ne kadar gördü, yasama organı ne kadar dikkate aldı? Çok az, çok çok
az. Dolayısıyla yaşama geçme bakımından aynı güçlü iradeyi göremedik.
3- Benzer şeyi 2010 değişikliği için de söyleyebiliriz. 2010 değişikliği nasıl süregeldi? Farkı nerede? Daha önceki Anayasa değişikliklerinde siyasetle ilgili Anayasa’daki yasaklar kaldırılmıştı, ardından hak ve
özgürlüklerle ilgili bir dizi değişiklikler yapılmıştı ama kurumlarla ilgili
ciddi değişiklik olmamıştı. 2010’da temel olarak yargı değişti. Esasına
baktığınızda; 2010 Anayasa değişikliğinde yargının bağımsız ve tarafsız
hale getirilmesiydi ana hedef, en azından “sunulan”, “iddia edilen” hedef
buydu. “Sunulan”, “iddia edilen” diyorum, çünkü ben o dönemki yazı ve
konuşmalarımda söz konusu değişikliklerin böyle bir sonuç yaratmayacağını çeşitli vesilelerle belirtmiştim. Fakat şu anda bunun detaylarına
girmeye imkan olmadığını düşünüyorum. Sonuç olarak 2010 değişikliklerinde siyasi iktidar tarafından yargının bağımsızlaştırılması, tarafsızlaştırılması hedefi sunuldu topluma fakat uygulamaya baktığınızda; evet,
yargıda bir değişiklik oldu ama yargı bağımsız ve tarafsız hale gelmedi,
sadece siyasi bakış açısı değişti. Yani belirli bir siyaset anlayışından
başka bir siyaset anlayışına geçildi. Dolayısıyla bu son değişiklikler yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı, çoğulculuğu yönünde bir değişimi yaşama geçirmedi.
Şimdi tekrar ilk söylediğime, başa dönecek olursam; “yazılı Anayasa” ile “yaşayan (uygulamadaki) Anayasa” her zaman birbiriyle
uyumlu olmuyor. Bu konu üzerinde, Lübnan örneğinden bahsederken de
sayın konuşmacı durmuştu. Cumhurbaşkanının; “Anayasa’daki konumu”
ile “uygulamada ortaya çıkan konumu” arasındaki farklardan söz etJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
312
Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler
mişti… Türkiye deneyimiyle birleştirildiği zaman; bu durumun belki
biraz daha ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Peki, Türkiye’de yaşanan ya da bugün dinlediğiniz Kuzey Afrika’da veya Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan Anayasa değişimi, daha
genel anlamda Anayasa değişiklikleri ya da yeni bir Anayasa yapma
süreci acaba bize ne getiriyor? Başka bir deyişle bu söylediklerim; yaşayan Anayasa - yazılı Anayasa arasındaki fark, bizi umutsuzluğa mı sürüklemeli? Yeni bir anayasa yapma konusunda acaba çok umutsuz mu
olmalıyız? “Nasıl olsa bunun sonucunda uygulamada bir şey değişmeyecek” diye mi düşünmeliyiz? Hayır; elbette böyle düşünmememiz lazım.
Anayasalar, -kendi başına- hayatı birden bire değiştirmiyorlar. Ama
toplumun algılayışı, Anayasa’ya bakışı, bilgilenme düzeyi değişebiliyor.
Bu nedenle Anayasa yapım süreçleri son derece önemli. Bir anlamda,
kurucu meclislerin oluşması ve anayasa yapım süreçleri bir “toplumsal
bilgilenme”, “bilinç düzeyini yükseltme” sürecine dönüşüyor.
Bu açıdan baktığımızda, Türkiye için çok önemli bir sorundan söz
edebiliriz. Şu andaki Anayasa yapım süreci, ne yazık ki şeffaf olarak
işlemiyor. Sempozyumdaki konuşmalar sırasında Tunus’ta şeffaf bir
biçimde Anayasa yapım sürecinin işliyor olmasını öğrenmem beni çok
etkiledi açıkçası. Doğru olanın, bu olduğunu düşünüyorum. Türkiye bakımından da bu örneğin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. İlk
başlarda, Uzlaşma Komisyonu’ndaki siyasi parti temsilcileri arasındaki
görüşmelere geçmeden önce, daha şeffaf bir süreç izleniyordu, fakat şu
anda tamamen bilgi akışı kesilmiş durumda. Daha açıkçası ne olup ne
bittiğini toplum olarak bilmiyoruz. Tamamen kapalı kapılar arkasında
süreç işliyor ve ne zaman şeffaflaşacağına yönelik de hala herhangi bir
açıklama olmadı; bu gerçekten ciddi bir problem. Belirttiğim gibi Anayasa yapma süreci; aynı zamanda toplumun bilgilenme süreci yani öğrenme, Anayasa ile ilgili sorunları tartışma sürecidir. Hatta bu, belki
sonuçta çıkacak Anayasa’dan daha da önemli. Çünkü bireylerde oluşmuş
demokratik ve çoğulcu Anayasa bilinci, kötü yazılmış bir Anayasa’yı
dahi başka yerlere sürükleyebilir, “yaşayan Anayasa” başkalaşabilir.
Diğer yandan Türkiye bakımından bakıldığında önemli bir eksikliği; “Anayasa yapım sürecinde kadınların temsilindeki eksikliği”, özellikle bir kadın olarak dile getirmeden geçmem mümkün değil. Bu çerçevede, Cezayir’de kadın kotasının öngörülmüş olması, bizim için oldukça
etkileyici. Şu anda, Türkiye’deki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda, 12
üyenin sadece biri kadındır; bu gerçekten de çok üzücüdür. Sadece Anayasa Uzlaşma Komisyonu değil; Meclis’teki kadın oranın da son derece
düşük olduğunu burada belirtmem gerekir. Kadın milletvekili sayısı,
Meclis’in ancak %14’ünü oluşturuyor. Dolayısıyla bu da ciddi bir sorun.
Biz kadınlar olarak Anayasa yapım sürecinde sıklıkla bunu dile getirdik.
Uzlaşma Komisyonu’nun oluşturulması öncesinde ve oluşturulduktan
sonra da kadınlarla ilgili gerek yasama meclisindeki, gerek Anayasa
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Sibel İnceoğlu
313
Uzlaşma Komisyonu’ndaki eksikliği sıklıkla vurguladık. Fakat ne yazık
ki bir sonuç alamadık.
Son olarak şunun da altını çizmek isterim; Türkiye’ye baktığınızda
bugün “Anayasa neyin üzerinden tartışılıyor?” diye soracak olduğunuzda
en ciddi biçimde gündeme getirilen konuların özellikle; “etnik kimlik
meselesi” ve “inanç kimliği meselesi” olduğunu söyleyebilirim. Elbette
kurumsal bakımdan baktığımızda da: “Yargı”. Başka bir deyişle bugün
Türkiye’nin, anayasal açıdan en fazla tartıştığı üç konuyu bu şekilde
toparlamak mümkün.
Bu çerçevede baktığımızda, özellikle “etnik kimlik” bakımından;
bir şiddet ortamının olması da tabii bu tartışmanın fitilini daha fazla
ateşliyor.
“İnanç kimliği” bakımından baktığımızda; özellikle mezhepsel
farklılıklar sıklıkla gündeme getiriliyor. Yani Alevi kesimin talepleri var,
Sünni kesimin talepleri var.
“Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, çoğulculuğu” bakımından
ise; herkesin talebi olduğunu söyleyebiliriz. Yani tüm toplumun talebi
var. Fakat yapılacak olan Anayasa’da, bu konuda bir adım atılıp atılmayacağı konusunu da merakla bekliyoruz. Şimdilik fikir beyan etmeyeyim
çünkü güçlü kuşkularım var.
Toparlayacak olursam: Türkiye bakımından itici üç konu, herhalde
Türkiye’nin önümüzdeki yıllarını da meşgul edecektir. Umarım bu anayasal tartışma sürecinde; ortaklaşa, birlikte yaşamaya uygun bir anayasal
düzenleme yapılabilir.
Elbette kimlikler tartışılırken üzerinde durulması gereken bir noktanın altını çizmek lazım, o da; kimlikleri cemaatler üzerinden, -sadece
dini cemaati kastederek söylemiyorum- yani sosyolojik anlamda toplumsal grupların hakları üzerinden ya da etnik grupların hakları üzerinden
tartışmaktansa; bireysel olarak “kişilerin hakları” üzerinden tartışmanın
daha faydalı olacağını düşünüyorum. “Toplumsal gruplar” üzerinden
tartışmak, ne yazık ki “birey”i zayıf duruma düşürüyor. Bugün bildirilerin sunuluşu ve tartışılması sırasında da örneğin din - devlet ilişkisi bakımından, dinsel cemaatler üzerinden tanımlamaların ağırlıkta olduğunu
gördüm. Özellikle Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’deki Anayasa tartışmaları sırasında bunu gözlemlemek mümkün oldu. Dinsel toplulukların
ya da etnik toplulukların “grup hakları” üzerinden konular tartışıldığı
zaman, bunun dışında kalan, diğer bir deyişle güç dengeleri dışında kalan, güçlü toplumsal sınıflar dışında kalan bireylerin her zaman zarar
göreceği düşüncesindeyim. Diğer yandan belli bir toplumsal gruba aidiyet hissi olanların da ait olduğu grubun baskısı altına sokulacağını ve
gerçek anlamda bir özgürleşmenin mümkün olamayacağını da eklemek
isterim. Türkiye bakımından da bu eksenden tartışmanın, Türkiye’yi
daha demokratik hale getireceği konusunda ciddi kuşkularım bulunJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
314
Yazılı Anayasa – Yaşayan Anayasa, Anayasal Süreçte Kimlikler
makta. Bu nedenle; “toplumsal grup hakları”ndan çok, “birey hakları”
üzerinden tartışmaya girmek daha etkili olur, diye düşünüyorum.
Sabır ve ilgiyle dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
KAYNAKÇ
İnceoğlu S., “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa”,
Demokratik Anayasa, Yayına Hazırlayanlar: Ece Göztepe-Aykut Çelebi,
Metis yay. İstanbul 2012.
İnceoğlu S., “İnsan Hakları Hukuku Bakımından Türk Usul
Hukukundaki Değişim ve Sorunlar”, Uğur Alacakaptan’a Armağan, C.
2, İstanbul Bilgi Üniversitesi yay., İstanbul 2008.
İnceoğlu S., “Turkey”, Encyclopedia of World Constitutions, Vol.
II, Ed. Gerhard Robbers, Facts on File publ., USA, 2007.
İnceoğlu S., Devlette Etikten Etik Devlete: Yargıda Etik,
TÜSİAD yay., İstanbul 2012.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
PAN-AVRUPA AKDENİZ ANAYASAL HAVZASI VE YENİ
ULUSALÜSTÜLÜK*
(PAN-EUROPEAN CONSTİTUTİONAL MEDİTERRANEAN BASİN AND THE NEW
SUPRA-NATİONALİSM)
Pasquale Policastro*
Avrupa Anayasa Hukuku Araştırma ve Yüksek Öğretim Uluslarötesi
Merkezi Koordinatörü “ECONET”/
Centre Coordinator transnational investigative training and high
European constitutional law "ECONET"
ÖZET
Bu rapor 27 Nisan 2012’de Marmara Üniversite’sinde gerçekleştirilen sempozyumun sentez raporudur. Sempozyum Türkiye’deki anayasal dönüşüm sorunu üzerinde düşünerek ve herşeyden önce yeni bir
Anayasanın onaylanması sürecini Güney Akdeniz kıyı ülkelerinde söz
konusu dönüşüm bağlamında ve aynı zamanda özellikle kamu maliyelerinin içinde bulundukları mevcut krizde Avrupa’yla bütünleşme çerçevesinde sorulan önemli anayasal sorunlarla birlikte ele almayı hedeflemektedir. Böyle bir görev çerçevesinde yazar ilgili bir çok soruna değinmektedir: anayasalcılığın semerelerinin evrensel değeri, değerler sorunu, bir değer olarak hukuk devleti. Sunulan farklı tebliğlerde işlenen,
anayasalcılık ile hukuk devletinin semereleri belirgin kılması, katılımcıların gözünde bir kenara atılacak bir konu değildir. Hukuk devletinin bir
değer olarak anlaşılması insan haklarına saygı, anayasal erkler arasındaki
denge ile yeterli hukuksal teminatlarda ifadesini bulan yapılar aracılığıyla oluşan ber gerçekliktir. Bu haklar toplumun tek tek her bir üyesine
ve tümüne ait haklardır. Bu nedenle her konuya ayni önemde açılan laiklik de, değerlerin yerleştiği ve hukuk aracılığıyla korunduğu önemli bir
çerçeve olarak değerlendirilebilir. Sempozyum Güney, Doğu ve Kuzey
*
*
Farnsızcadan çeviren Reha Yünlüel.
Barselona (İspanya), Monpelye (Fransa), Milano (İtalya), Şçeçin (Polonya) Üniversiteleri Avrupa Anayasa Hukuku’na bağlı Üniversitelerarası Mastır Eş Başkanı
İkincil görevi: Avrupa Anayasa Hukuku Araştırma ve Yüksek Öğretim Uluslarötesi
Merkezi Koordinatörü “ECONET”: Gojuv’daki Vielkopolski Devlet Üniversitesi
Uygulamalı Bilimler. Bu raporu bitirdiğim dönemde Milano Üniversitesi ekonomistlerinden Prof. Oscar Garavello aramızdan ayrıldı. Oscar bir ekonomist olarak
araştırmalarının önemli bir kısmını hukukumuzun ve aynı zamanda birlikte yaşamamızın buna bağlı olduğuna inanarak Akdeniz havzasına ayırmıştı. Bu mütevazi sayfaları onun bizi aydınlatan sevgili anısına ithaf ediyorum.
316
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
Akdeniz kıyılarındaki ülkelerin, dayanışma eksikliklerine ilişkin değerlendirmelerin gösterdiği gibi, değerlerin yerleştirilmesi konusunda
önemli bir gelişmeye ihtiyaç duyduklarını göstermektedir. Bu nedenle
yazar günün sentezi olarak, tek başına devletlerin yeteneklerinin ötesine
gidebilecek bir çözüm imkânı olarak değerlendirilmeye değer görülmese
bile, sorunu ortaya koymaktadır. İnsan eylemlerinin kendine özgü
içbağımlılıkları dikkate alındığında kamunun yararını hedefleyen –
cankürenin iyileştirilmesinden başlayıp toplulukları kendi kendilerine
yeterli olmaya götürecek- ortak eylemleri geliştirebilecek sivil toplum
örgütlerinin desteklenmesi önemli bir yaklaşım olabilir. Enerji kaynaklarının denetimi, enerji ve hammadde kaynaklarını israf eden bir ekonominin dünya dağıtımı ile savaş risklerinin baskıcı tehlikelerini de beraberinde taşıyan uyuşmazlığın üstesinden gelmek gerçekten de kaçınılmaz
olacaktır. Böylesi bir meydan okuma Türkiye’deki siyasi güçlere, genel
yararı hedefleyen faaliyetlere dayalı uluslarüstü bir vatandaşlığı geliştirmesini sağlayan önemli bir ölçüt sağlayarak Akdeniz’in bir ilişkiler
merkezi olmasına ilişkin olarak kalmaktadır. Bu faaliyetler cankürenin
iyileştirilmesi (ör. Buna paralel olarak, sivil toplum örgütlerinin desteğiyle tamamlanan Afrika Birliği’nin inisiyatifi “Yeşil Sed” şimdiye kadar Senegal’deki sonuçları teşvik ettiğini göstermektedir) yerel imkânlarla yenilenebilir enerjinin üretimi gibi yerel hizmetlerin geliştirilmesi
ya da doğayla iç içe ve şehirler arasında adil ticarete önem veren kendine
yeter ziraate ilişkin olabilir. Yeni ekonomik dolaşımın ekonomik önemini çoğaltmak yalnızca değerlere yaklaştıkça mümkün, anayasalcılığın
semereleri ile dayanıklı olabilir. Değerlendirdiğimiz tüm hükümetlerde
mevcut olduğu üzere değerlerin eksikliğinin ötesine gidebilir. Bu nedenlerle değerler, insan haklarına saygıda, açıklık olarak anlaşılan laiklikte ve Akdeniz’in etrafında birlikte yaşayan kültürlerin tarihleriyle
oluşmuş ortak bir miras olarak korunabilecek dengelenmiş iktidarda somutlaşmaktadır. Bunca unsura farkındalık Türk anayasakoyucusu için
aynı zamanda davet edildiği model rolünü oynayabilmesini sağlamaya
kesin bir karar vermesine yardımcı olabilir ki tüm Avrupa kimliği ancak
kişi haklarına saygıya dayanan böyle bir nedenin etrafında şekillenebilir.
Anahtar Kelimeler: Anayasa ve İçbağımlılık (Constitution and
Interdependence); Avrupa ve Akdeniz’de Değerler, Anayasalar ve Dönüşümler (Values, Constitutions and Transformations in Europe and in
the Mediterranean region); Laiklik, Hukuk Devleti ve değerler (Laicity,
rule of law and values); Ulusalüstü Vatandaşlık, Anayasacılık ve Dayanışma (Transnational citizenship, constitutionalism and solidarity); Tutumlu Ekonomik Dolaşım ve Yeni Ulusalüstücülük (Non-dissipative
economic circulation and New supranationality)
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
317
ABSTRACT
The paper develops as a concluding report of the conference held
at the University of Marmara on April 27th 2012. The conference aimed
at considering the question of the constitutional transformation in
Turkey, and first of all the process of approval of a new Constitution,
within the context of the transitions, which are taking place within the
countries in the Southern shores of Mediterranean, as well as with the
significant constitutional questions posed by the European integration,
especially in the framework of the present crisis of the public finances.
In addressing such a task, the author points out a number of problem
concerning: the universal value of the achievements of constitutionalism,
the question of the values, the rule of law as a value. For what concerns
the different contributions presented, constitutionalism and the rule of
law appear achievements which, in the eyes of the contributors may not
be set aside. The understanding of the rule of law as a value stems from
the fact that, it is only through the structures expressed by the respect of
human rights, the equilibrium between the constitutional powers, and
sufficient jurisdictional guarantees, that rights may be considered as
belonging to all and to each member of the societies. For this reason
also laicity, which opens for an equal importance of each subject, may
be consider as an important frame, within which values may be
implemented and protected through law. The conference has been
showing that all the countries looking at the Southern, at the Eastern
and at the Northern shores of Mediterranean need to develop of
significant progress in the field of the implementation of the values, as
the reflexions concerning the deficit of solidarity have been showing.
For this reason the author poses the problem on whether, as a synthesis
of the day, it would not be worth considering the possibility of solution,
which may go beyond the capabilities of the states alone. Taking into
account the intrinsic interdependence of human actions, the support to
the civil societies which may develop common actions addressed to the
common good, starting from recovering the biosphere and to render
communities self-sustained, may be an important approach. It would be
indeed indispensable to overcome the conflict related to the control of
the sources of energy and the world diffusion of an economy dissipating
energies and raw materials and carrying with itself the dangers of
hegemony and the risks of war. Such a challenge rests, for what
concerns the Mediterranean as a center of relations, in a significant
measure to the ability to the political forces in Turkey to permit the
development of a transnational citizenship, based upon activities
addressed to the common good. These activities may be related with
recovering of the biosphere (for example in a parallel way, with respect
to the “Great Green Wall” an initiative of African Union, which so far is
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
318
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
showing encouraging results in Senegal, achieved with the support of
civil society), developing local services such as the ones related to the
production of renewable energies basing upon local skills, sustainable
agriculture in symbioses with the nature and equitable trade among the
cities. To enhance the economic importance of the new economic
circulation, which may derive, may be possible only through an
approach to the values, which may be consistent with the achievements
of the constitutionalism, and may go beyond the deficits of value, which
characterize at the present all the governments we considered. For this
reasons the values embodied in the respect of the human rights, the
laicity understood as openness, and the balanced power ought to be
guarded as a common heritage, which developed throughout all the
history of the cultures which coexist around Mediterranean. The
awareness of such elements may be deciding for Turkish constitution
makers, also to permit Turkey to play that role of model to which it is
now called, and which may reshape around a reason based upon the
respect of the person, all the European identity.
Keywords: Constitution et Interdépendance (Constitution and
Interdependence); Valeurs, Constitutions et Transformations dans l’Europe et
la Méditerranée (Values, Constitutions and Transformations in Europe and in
the Mediterranean region); Laïcité, état de droit et valeurs (Laicity, rule of law
and values); Citoyenneté transnationale, constitutionnalisme et solidarité
(Transnational citizenship, constitutionalism and solidarity); Circulation
économique non dissipatrice et nouvelle supranationalité (Non-dissipative
economic circulation and New supranationality)
***
Giriş; 2. İlk değerlendirme: Sivil Toplumun geldiği yer neresidir?;
3. İkinci değerlendirme: Anayasacılığı başka bir şey ile ikâme edebilir
miyiz?; 4. Üçüncü değerlendirme: Yasama kişiyi derhal değiştirebilir
mi?; 5. Anayasalcılık ve geçişler. 6. Değerler ve kural güçleri. 7. İç bağımlılık, bir topluluğun içerisindeki dayanışma, hukuk. 7. 1. Aynı topluluğun bireyleri arasındaki içbağımlılıklar [interdépendences – ç.n.] ve
dayanışma; 7.2. Aynı devletteki topluğun içerisindeki gruplararası
içbağımlılıklar ve dayanışma; 7.3. Farklı devletler arasındaki
içbağımlılık ve dayanışma; 8. Yeni bir ulusalüstücülüğün 3 ayağı; 8.1.
Cankürenin [biyosfer – ç.n.], ulusalüstü bir anayasal değer olarak korunması; 8.2. Eylem seçenekleri olarak vatandaşlık görevine ilişkin diğer
seçenekler; 9. Türkiye: kendisine ait denge kimliğinin diğerleri vasıtasıyla aranması; 9.1. Anayasal kimlik ve dönüşüm. 9.2. Özgürlük ve yeni
bir anayasanın nedenleri; 9.3. Değerler ve dönüşüm; 9.3.1. Savurgan bir
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
319
ekonominin kurumlarının önüne geçilmesi gerekliği: Kayıtsız bir ekonomik dolaşımın yetersizliği; 9.3.2. Örnek bir Türkiye için: haklar,
ulusalüstülük, vatandaş, canküre ve yaratıcı dolaşım
1. GİRİŞ: Akdeniz ve Avrupa Birliği arasındaki birleştirme
noktası olarak Türkiye.
1. Bayanlar ve Baylar, Türk Anayasa Hukuku güçlerinin değerli
üyeleri, sevgili meslektaşlarım ve bugün Avrupa Anayasa tartışmalarının
esin kaynaklarından sevgili dostum Prof. İbrahim Kaboğlu,
Önce sempozyuma katılan sevgili öğrencilerimizi selâmlamama
müsaade ediniz. Bize burada ilginizi, eleştirel bakışınızı, bazen gençlik
vergisi olan hayalin de üstündeki gelecek sağgörünüzü taşıyorsunuz.
Aynı zamanda geldiğiniz kültürel ortamları, arkadaşlarınızı, ailelerinizi
ve hocalarınızı temsil ediyorsunuz. Belki de, araştırmamızı ve araştırmaya devam çabamızı bu ilginiz meşrulaştırıyor. Bu sempozyum önemli
artçılarlarıyla kültürel olduğu denli, sosyal ve çok önemli siyasi bir bağlamda gerçekleşti: ilki Türk Anayasasının dönüşümü, ikincisi Akdeniz
bölgesinin dönüşümü, üçüncüsü Avrupa Birliği’ndeki kriz ve dönüşüm,
dördüncüsü ise siyasi ve temel hukuksal kurumlara dair yaptığımız bu
tartışma. Prof. Bertrand Mathieu’nün sempozyumun başında belirttiği
üzere temel yöntem sorunu, özellikle şu an krizde olan maddi hukuk
kuralları arasındaki ilişki sorunu ile söz konusu düzenlemeleri de meşrulaştıran evrenselleştirilmeleri sorunudur. Öyleyse bu düşünce hattını
izleyerek şu soruyu sorabiliriz: Anayasalardaki kriz anayasacılığı, toplumlardaki kriz özgürlükleri gözden düşürecek midir? Ekonomilerdeki
kriz sosyal hakları, siyasi sistemlerdeki krizse hükümetler için –o kadar
da gerekli olmayan- önemsiz bir kavrama indirgeyerek, demokrasiyi
gözden düşürecek midir? Bunun aksine tek el [otokratik - autocratique –
ç.n.] hükümetlerdeki kriz bizi her zaman tek el yöneticilerden [otokrat autocrate – ç.n.] kurtaracak mıdır? Bu temel sorular problemin karmaşıklığını göstermektedir. Ve yanıt arayışları sempozyum boyunca sunulan tebliğlerle yapılan fikir alışverişleri üzerinden olacaktır. Sempozyum
çalışmalarını üç ana hatta ayırabiliriz: ilki, (İstanbul’dan baktığımızda)
sol yakadaki –diger bir deyişle Akdeniz’in güneyindeki-, ikincisi sağ
yakadaki –diğer bir deyişle Akdeniz’in kuzeyindeki anayasa bilimcilerinin (hatta bazen anayasal kurum temsilcilerinin) tebliğleri ile üçüncüsü,
sivil toplum temsilcilerinin tebliğleri. Kılgısal açıdan, ortak bir hedef
için bu ayrımın yapılmasının gerekliği yeni işbirliği biçimlerinin bulunmasına sıkı sıkıya bağlıdır ki, bu, Profesör Mathieu’nün önerdiği paradigmanın ruhuna uygun olarak diğer mevcut oluşumlarla bütünleşmiş ve
hatta Akdeniz havzasındaki tüm sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinin
kendi bütünlüğü ve karmaşıklığıyla dahil ederek ulusalötesi bir şekilde
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
320
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
yeni bir Avro-Akdeniz Anayasa Hukukçuları Ağı’nın geliştirilmesini
sağlayacaktır.
İlk değerlendirme: Sivil Toplumun geldiği yer neresidir? Hemen herşeyden önce Akdeniz’in “sinir merkezi” olduğu kabul edilen
sivil toplumun yeterince temsil edilmediğini görüyoruz. Şu var ki diğer
ülkelerin siyasi temsilcilerinin davet edilmesinin sorunu çözebileceğini
söylemek işin kolayına kaçmak olacaktır: tam tersine tartışma konusunun eksikliğiyle eş anlamlıdır. Özellikle ulusalötesi düzlemde siyasetin direnişçilerle bir olup içini daha da boşalttığı- kof koşullar ileri sürdüğünü sıklıkla gözlemledik. Avrupa Birliği içerisinde dahi söz konusu
olan, sivil toplumu –gerekli olsa bile- siyasi parti ve işçi sendikalarından
hareketle geliştirmeye çalışmanın zorluğu, akıldışı olarak nitelendirebileceğimiz bir çıkmaza işaret etmektedir. Öte yandan sivil toplumu profesörlerden hareketle geliştirmeye çalışmak ise –mümkün olsa dahi- siyasetçiler ile “kendi çıkarlarını düşünen” ekonomik seçkinlerin tavırlarından daha fazla haklı gösterilemez. Gene gördüğümüz üzere; sosyal paylaşım grupları gibi önemli ikâmeleri, mutsuzluklarını sanal bir mekânda
siyasetin ve bilimin katkısı olmaksızın gerçeklikten kopuk bir şekilde
gösterdiklerinden ötürü doğurabilecekleri de en fazla sanal güçler olacaktır. Yaşayan toplum siyasetle, siyasilerle bütünleşmelidir ki bu da her
zaman diğerlerine saygılı dolayısıyla diğerlerinde saygıyı özendiren bir
dili korumanın gerekliği anlamına geliyor. Bununla birlikte, görevini
tam olarak yerine getirebilmesini garanti altına alabilmek için özerkliğini
koruması gereken bilimce, sivil toplum ve sorunları en iyi şekilde incelenmelidir. Demek ki bilim, hukuk, siyaset ve toplum arasındaki ilişki bu
sentezin temelini oluşturacaktır.
İkinci değerlendirme: Anayasacılığı başka bir şeyle ikâme
edebilir miyiz? Güneydeki özellikle Doğu Akdeniz’den katılan hukuk
bilimi temsilcilerinin çoğunun sundukları değerlendirmelerde bu bilimin
anayasacılığı temel bir gerçeklik ve gereklik olarak koruduğunu görüyoruz. Öyleyse anayasalcılık bir ideolojinin ya da bir kültürün aracı değil,
o olmaksızın hiçbir hükümet biçiminin dengelenemeyeceği bir ilkeler ve
kurumlar bütünüdür. Otoriter kararlar yasama işlemlerinin yetersizliğine
ya da siyasi dengelerin iğretiliğine karşı duramazlar. Kitlelerin desteğine
rağmen, hakların ve kurumların uygunluğu, yerel durumun kendine özgü
ihtiyaçlarına cevap veriyor olsa bile etik değerler tek başlarına ne siyasi
sorumluluk taşıyan kararları ne de hakları hiçbir şekilde değiştiremezler.
O hâlde eğer radikal bir laiklik, kişiye ilişkin siyasetler ile reformlara
tâbi tutulursa, değerlerin uçlaştırılması hakkın güvenliğini tehlikeye atabilecek ve ekonomik olarak daha fakir kişiler ile kadınlara ilişkin olanlar
gibi daha zayıf konuların çoğulluğunu zedeleyebilecektir. Gerçekten de
“sol yaka”dan katılımcılar tarafından ortaya konulan sorunlar herşeyden
önce yeni anayasaların hazırlanış süreçlerinin biçemlerini korumaya ve
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
321
geçiş sürecindeki hukuk devleti kurumlarını teminat altına almaya çalışmanın henüz yeterli bir koşul olmadığını, bununla birlikte en azından
tartışmacı [diskürsif – ç.n.] temeli talep eden bir demokrasi için gerekli
olduğunu gösterdi. Sayın Prof. Yadh Ben Achour tarafından bu yönde
ifade edilen düşünceler, yalnızca taleplerini sunmaktan çok; geçiş sürecinde, ister insan haklarına uyulmasına ister hukukun gerekçelerini görüşmeye götürecek bir tartışmayı sağlamaya yönelik çözümler aramanın,
topluluklar içerisinde hukukun meşruluk kazanmasını sağlayan bizâtihi
bir değer olduğunu göstermektedir. Sayın Prof. Fadhel Moussa’nın yaklaşımı da aynı yöndedir: Anayasayı hazırlayan usûller veya bir adalet
modeli arayışı yabancı ülkelerdekine nazaran meşruluk gerekliklerini
cevaplamamakta ve fakat kişinin anayasal imajına uygun olarak bireyselleştirilmiş kesin ve makul hukuksal bir konuma sahip olması gerekliğine cevap veren öznenin varlığına dair tezahürlerini korumaya yaramaktadır. Bu çerçevede, farklı akıl yürütmeleri kavuşturmaya yönelik bir
üst dil olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin uygulamasını dikkate
alarak, karşılaştırmalı çalışmalar yöntemi akli hukuka gerçek bir ilgiyi
işaret etmektedir. Yoğun katılımın olduğu bir çerçevede, anayasalcılığın
bitimleriyle bir sistem tutarlılığı arayışı, gene yoğun bir şekilde hissedilen içsel bir gereğin sonucuymuş gibi görünmektedir.
Bu bakışa dair, eğer anayasalcılık kavramına bağlı değilse tamamen geçerliğine odaklanmış eleştirel bir soru ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de altını çizmek gerekir ki, vâde üzerine kurulmuş anayasal süreç
kavramı merkez bir kavram olsa da toplumda kök salmış gizli anlaşmalar ile karakterize edilen bir rejimde ortaya çıkan sorun, yalnızca “bağımsız” denetim temelli araçların kullanılmasıdır. Sayın Prof. Neji
Baccouche’un geçiş döneminin 3 komisyonuna dair ortaya koyduğu sorun budur: Özellikle yüksek “makam” olarak kurulan Devrimin, siyasi
reformların ve demokratik geçiş hedeflerinin gerçekleştirilmesi komisyonu, Rüşvet ve zimmetin araştırılması ulusal komisyonu ile 17 Aralık
2010’dan amacını gerçekleştirinceye kadarki dönemde kaydedilen yolsuzlukların araştırılması ulusal komisyonu. Bağımsız komisyonların
araçsal ve siyasi kullanımından başka bir şey bilmeyen siyasi kültür, her
seferinde kimi etkileri hissettirmekten de geri kalmamaktadır. Bu durumda siyasi kültür; modernleşme konusunda toplumun bir etkisi veya
yalnızca önceki iktidara bağlı -hatta yargısal- grupların güdümündeki bir
direniş gibi görünmektedir.
Üçüncü değerlendirme: Yasama kişiyi derhal değiştirebilir mi?
Kimi olguların boyutlarının yolsuzluklara bağlı olduğu daha önce
gösterilmiş olsa dahi Tunus’tan iki tebliğ üzerinde düşünerek, erkler
ayrılığ prensibinin gizli işbirliklerine dayandırıldığı kurumsal
“sapma”sının şu an itibariyle Devletin gerçekleştirebilecek durumda
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
322
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
olmadığı faaliyetleri gerektirdiğinin altını çizebiliriz. Her ne olursa olsun, faal ve tam “özerk” düşünme yetisinden yoksun bir sivil toplumun
eksikliği, kurumların gücünün şekli hukukta “alternatif düzen”e dönüşerek, hukukla kendisini meşrulaştıran bir topluma geçişi zora sokmaktadır. Sempozyumun başından itibaren dikkatimizi çeken sorun; ya
postmodern bir anahtar gibi gelenekten, ya da önceki rejimlerin karakteristiği gizli anlaşmalardan kaynaklanan farklı etkiler karşısında “özerk”
sivil bir toplumun gelişimine yönelmiş dinamik bir anayasal siyaset sorunudur.
Bu sorunlar diğer Akdeniz ülkelerinde de ortaya çıkacaktır. Sivil
toplumun karmaşıklığı ve Lübnan örneğinde olduğu üzere farklılıkların
araçsal kullanımları, Sayın Prof. Georges Charaf’ın altını çizdiği üzere,
sofistike bir federalizme bağlansa dahi biçimsel basit dönüşümlerden
hareketle birleştirilmesi zor olan toplumda bir parçalanma yaratmaktadır.
Cezayir anayasal değişikliklerindeki belirsizlikler biçimsel olarak Avrupa anayasal kurumlarına benzer bir şekilde giyinmiş olsa dahi Sayın
Prof. Bachir Yelles Chaouche’un altını çizdiği üzere siyasi partilerin
işlev zenginliği, katılımcılara göre bir kez daha ihmal edilmiştir. Anayasa, güçler arasında bir pakt hâline gelmektedir: Bu pakta uyulması için
hazır ve işlevsel bir hukuku vermekte ve fakat öte yandan toplumdan
çıkan ve bu hukukta kendisini bulan kamusal bir boyut eksik kalmaktadır. Zorluk içinde çoğalan büyük dönüşümün başından itibaren hukuk ile
kendisini meşrulaştırmayı ve sınırlamayı kabul eden kamusal bir çevrenin gelişimini ve otoriter, özgürlük karşıtı ve özellikle iktidardaki kişilerin ve onlara bağlı grupların çıkarlarını kamu yararının üstünde tutan
rejimleri desteklemeye devam etmeyi düşünmenin zorluğu açıktır. Gerçekten özgürlükler ve usûller olmaksızın kamu yararını tanımlamak
güçtür. Her halükârda usûl çözümlerine olan tek ilgi doğrudan ifade
edilen kurucu sözleşmenin biçimsel korunmasına bağlı olsa da, Sayın
Prof. Nadia Bernoussi’nin Fas örneğinde gösterdiği üzere, gerçek sorunlar çıkartmaktadır. Erkler dengesine gösterilen dikkat bizzat temelinden yoksun bir sözleşmede toplanmaktadır ki bu, sivil toplumun siyasi
yaşama katılımı sorunudur. Yeri gelmişken herşeyden önce, sivil toplumun siyasi sürece katılımı ile toplumun seferber edilmesi arasındaki
kavramsal karşıtlık üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Kamusal bir şekilde
çıkarlarını tartışan vatandaşların oluşturduğu tek bir siyasi alan üzerine
kurulmuş bir demokrasiyi genel olarak düşünmenin mümkün olup olmadığını sormak gerekir.
Anayasalcılık ve geçişler.
Çağdaş anayasa tarihini karakterize eden diğer geçişleri dikkate aldığımızda bunda bireylerin değil de grupların baskın rol oynadığı gerçeği herkesin bildiği bir şey olarak ortaya çıkacaktır. Her hâlükârda, hüAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
323
kümet darbesi ile geçiş arasındaki fark tam da bu olguda görülebilir:
Geçişlerin, devletin yeniden kuruluşu proje ve programlarına bağlı bir
halk hareketi olgusuna bağlı olduğunda. Elbette tüm hareketler, anayasalcılığın belirlediği anlamıyla, demokratik dönüşümlere götürmeyebilir:
Yani; bireyin yasal statüsünü ve bunu koruma biçimini, katılım ve temsil
arasındaki ilişkiyi ve de sayesinde bireysel işlem hâline gelen kuralların
yeniden inşa edildiği mekanizmaları belirleyen bir anayasaya dayanan
sivil toplum hükümetine (anayasalcılığın paradigmaları). Demek ki demokratik geçiş Aristo’nun halk yönetimine (Politia) benzer, gerektiğinde
çoğulcu, dengeli ve karşı ağırlıklı bir hükümete yönelmelidir. Bu, diğer
sorunlarla birlikte, tam da Akdeniz’in güneyinden katılımcıların ortaya
koydukları kuşkusuz modern karakterdeki soruna karşılık gelmektedir:
Hükümet dengesinin açık bir hukuksal tanımı ile hukukun temel öznesi
olarak özellikle kişinin hiç kimseyi dışarda bırakmadan tanınması. Sayın
Prof. Yousri Elassar tarafından çok güzel özetlenen Mısır’daki tartışmalar, bu konuda en temel prensiplere dair sorulan soruların yarattığı tehlikeyi göstermektedir. Bununla birlikte bu ilkeler, Sayın Prof. Elassar’ın
anayasaüstü olduklarını işaret ettiği gibi birer değer olarak anlaşılacaksa,
geçiş sürecinde anayasalcılığa atfedilebilecek bir hukuksal arabulucuk
çerçevesinde nitelendirilebilir bir katılım seferberliğinin dönüşümünü
görme olanağından da söz edebileceğiz demektir. Söz konusu dönüşüm
böylelikle, herşeyden önce herkese eşit ve orantılı bir şekilde tanınacak
hakları tam olarak öngören bir çerçevenin çizilmesini gerektirecektir. Bu
dönüşüm aynı zamanda; bireyin kişisel, sosyal veya inançsal durumundan bağımsız bir şekilde siyaset yapmaya katılımını sağlayan dağıtım
kurallarına göre iktidarın kullanım tercihlerini belirlenmesini de gerektirecektir. Böylece, topluluğun temel hukuksal kurallarını, -bu temel kuralları kaldıracak şekilde kötüye kullanmadan- kabul eden yeni gruplandırmalara da izin verilecektir. Özgürlük, sosyal adalet, eşitlik, dayanışma, toplululuk ve bireyin tüm tezahürlerine saygı gibi siyasi, etik ve
sosyal temel değerler ile diğer etitk değerler gerek topluluğun kendi
içine gerekse dışına yönelmiş birçok ayırt edici özellik göstermektedir.
Bunlar; kurallar kadar yorumları için de, kesin bir hukuksal çerçevede
açık bir şekilde ifade edilmek şartıyla bir diyalog ve diğer topluluklarda
gelişimlerine bir temel oluşturabilirler. Doktrinde uyandırdığı ilgiyle
topluluğun, dayanışmanın ve topluluk içi adaletin önemini gösteren İslami banka örneği; kişilerin bu ilkeleri yasakoyucu karşısında desteklemelerini özendirebilmesi, için kesin hukuksal esaslara sağlam bir şekilde
dayanmamız şartıyla, ulusalüstü bir diyaloğa temel olabilir. Ancak bütün
insanlığın varlığı olarak kabul edilen etik değerlerin anayasaüstülüğünü
desteklemek üzere bu örnekten hareket etmenin gerekliği, aynı zamanda
anayasa hukuku ya da siyaset ve toplum alanlarındaki biçimsel kavramların birer anayasal geçiş sorunu olarak düşünülebilmesi için yeterli olup
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
324
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
olmadıklarını incelemeye götürebilir. Gerçekten de jeopolitik sorunların
gözlemcileri “Müslüman Kardeşler”i “Hıristiyan Demokrasi”ye
(“Democrazia Cristiana”) benzer şekilde tasnif etmeye çalıştılar (yani
İtalya’yı demokratik istikrar ile geçişi sağlayarak 40 yıl boyunca yöneten
parti bkz. Limes 2/2012, p. 199-200). Burada Akdeniz’in güney yakasındaki, şeriat ile demokrasi arasında bir çelişki olmadığını söyleyen aynı
Tunus’taki En Nahda hareketinin başkanı Raşit Gannuşi gibi siyasi
aktivistlerin düşüncelerine atıfta bulunuyorlar. Gannuşi’nin demokrasi
anlayışı halkın, temsilcileri vasıtasıyla halk için yönetimidir. Bu durumda şeriat değiştirilemeyecek şekilde koyulmuş kurallar niteliğinde
değildir, zira, islami sistemde din, kurallarını siyasete, ekonomiye ve
din’e uygulayabilmek için akademisyenler ve aydınlarla etkileşim hâlindedir. Aynı düşünceye göre islamcılık sosyal demokrasi kavramıyla kıyaslanabilir çünkü islamcılığın amacı alternatif bir gelişim sistemi yaratabilmek için sosyal adaleti ekonomik bir sisteme sokmaktır (bkz.
yukardaki kaynak).
Değerler ve kural güçleri.
Şu soruyu soruyoruz: Aynı değerlerin doğru bir şekilde uyarlanmasının teminatını Anayasanın kural gücünde bulamayacaksak nerede
bulacağız? Buna karşın anayasa fikrine dayanması gereken, anayasal yan
anlamıyla birlikte değerler sorunudur, ki kendine özgü bir normatif temeli olan anayasa fikri, anayasal kuralın bizzat kendisidir. Sonradan
onaylanan anayasalar aslında gerek paktlara, gerekse iç ya da dış uzlaşmalara dayanıyordu. İçerde söz konusu olan ve iktidarın sahibi ile iktidarı destekleyen gruplar arasındaki bu pakta göre, zenginlik kaynaklarının ve nüfuzun dağılımı, pakta katılanlara sağlanıp katılmayanlara sağlanmıyordu. Dış boyut ise bu ülkenin siyasi faaliyetine ve zenginlik kaynaklarından yararlanmaları iktidardakiler ile iktidarı kontrol eden güçler
arasında yapılan bir pakta dayanıyordu. Gerçekten otoriter Devlette paktın hakemleri de iktidarı tutanlar ile aynı idi, sonuç olarak da bu ya ciddi
bir yolsuzluğa ya da gruplar arasında gizli anlaşmalara yol açıyordu.
Anayasal dönüşümler Anayasanın normatif gücüne dayanmaktan
çok paktlara dayandığında paktların değiştirdiği sürece büyük değişikliklere götürebilecekti. Buradan çıkan sonuçları şöyle sıralayabiliriz:
Genel anayasal çerçevenin, döù+nüşümün her kazanımını tehlikeye sokabilecek bir uyarlaması. Gerçekten 1947 İtalyan Anayasasının
tehlikelerini göstereceği 1918 Vaymar Anayasası–ve savaş öncesinin
aklîleştirilmiş diğer anayasaları- olsun yahut da bir pakta dayalı olarak
kurulan bir Anayasanın belirsizlikleri. Tebliğimizi uzatmadan, İtalya
Cumhurbaşkanının anayasal rolünde şekli anayasada hiçbir değişiklik
yapılmaksızın birçok değişiklik yapıldığını hatırlatalım (bkz.
Arcidiacono, 2012). Ve gene eklemek gerekir ki, eğer Anayasa “anayaAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
325
sallık sorununu” dahil ettiği kurulu bir pakt kültürüne dayandıkta o kadar
işe yaramayacaktır. Şöyle ki: Bizzat sorunun kendisi ne tüm anayasal
kuralların doğru bir şekilde uygulanmasını denetleyebilecek konumda
olabilecek, ne de aynı anayasa bir sistem olarak uygulamaya sokulabilecektir. 1956’dan bu yana, bu kurumun italyan deneyimi hakların korunmasındaki tüm gizil olanaklarını gösteriyor olsa da, yasakoyucunun
olumlu ya da olumsuz seçeneklerini ve hatta kendine özgü durumlarda
karmaşıklığını denetlemekten uzak olacaktır. Hakların korunmasına dair
başvurunun yaygınlaşması, son olarak Fransa ve hatta Fas’ta sisteme
dahil edilmesi, önemini de göstermektedir. Ne var ki bunun aynı zamanda varlık nedeninden kaynaklanan [ontolojik – ç.n.] sınırlarını da
çizmek gerekir;
Anayasaüstü bir siyasi pakttan hareket eden bir anayasa anlayışının kullanımı adalet, eşitlik, temel haklar ile topluluk değerlerine saygı
gösterilmesi ve nihayet kamusal faaliyette dürüstlük gibi ahlâki diğer
anayasaüstü değerlerin uygulamaya sokulmasını tehlikeye atacaktır.
Buna karşın hukukun bağlayıcı özelliğini (kuralgücünü), topluluğun temel değerlerini doğru bir şekilde uygulamaya sokabilmek için bir değer
olarak dikkate almak gerekecektir.
1989’dan itibaren geçiş süreçlerini tamamlayan Orta ve Doğu Avrupa anayasaları hakların kuralgüçlerinin önemini vurguladılar. 1997
tarihli Polonya Anayasası bu konuda ülkenin gelişmesinin önemli bir
temeli olan demokratik bir dönüşümü perçinlediği ve değerlere büyük
önem verdiğinden Anayasanın (teminat altına aldığı değerlerin - ç.n.)
“bir son nokta ancak en azı değil” saydığından ilginç bir Anayasa olarak
incelenebilir.
Her halükârda Güney Akdeniz’deki katılımcıların düşüncelerine
döndüğümüzde şekli çözümlere gösterilen büyük ilgi dikkat çekici bir
şekilde kuralgücünün teminat altına alınması sorununa da götürmektedir.
Kurucu süreçlerin tamamlanmalarına dair sunumlarında söz konusu;
gerçekleştirilen reformların taraflılığı, geçmişin kötü uygulamalarının
kökünün nasıl kazınacağını düşünmekteki zorluk ve hatta yeni anayasaları uygulamaya sokmaktan doğabilecek persepektifleri kavrama problemleri işte bu endişeden doğmaktadır. Bunun içindir ki, bu sorun genel
bir önem taşımakta ve nihayet, izlenen siyasetlerden bağımsız önerilen
biçimsel anayasal çözümlerin öneminin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Hiper-akılcılık olarak adlandırdığım, anayasaları geliştirecek bu
eğilim 1949 Alman Anayasası ile başlamıştı ve Anayasanın kuralgücünün
temel bir siyaset paktıyla teminat altına alınmasını önlemek içindi.
Anayasaya bu şekilde yaklaşıldığında; ya anayasal kuralların daha ayrıntılı
ifadesi ya da Anayasanın farklı bölümlerine uyulması için gereken
teminatlar söz konusu olduğunda, kendine özgü kuralgücü (bağlayıcı)
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
326
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
olan bir tekniği de beraberinde getirecektir. Burada, Anayasaların
genişlemek ve gelişmek eğilimi gösterdiklerini de not etmek gerekir.
Siyasi koşulların çeşitli toplulukların -özellikle seçkinlerin- hukuk
yolu ile görev denetimlerine şartlanmış ve siyasetlerin gelişimini sağlayamayan siyasi koşullarda, Rusya örneğinde olduğu üzere bazı demokratik geri adımların atıldığını söylemek gerekir. Önemli bir fikir yürütmeyi hak eden bir başka sorun ise “tarih” sorunudur. Anayasalcılık paradigmalarının en iyi şekilde gerçekleştirilmesine karşın kuşkular ortaya
koyan Anayasal gelişmelerin, lehindeki kitle hareketleriyle birlikte yaşayabildiğini görmekteyiz. Şöyle ki: burada; anaysalcılıktan niteliksel olarak ayrılan hukuksal arabuluculukları sağlayabilecek olan anayasanın
harekete geçirme işlevini, toplulukların bu konudaki rollerini, kitlelerin
desteğiyle de olsa dönüşümlerini dikkate almak gerekir.
7. İç bağımlılık, bir topluluğun içerisindeki dayanışma, hukuk.
Bu sempozyum, geçişi, olabildiğince genel olarak aldığından büyük önem arz etmektedir. Gerçekten bilimsel açıdan bakıldığında, meslektaşımız ve dostumuz Prof. Kaboğlu tarafından düzenlenen anayasaların dönüşümlerine ilişkin bu sempozyum ile Uluslararası Anayasa Hukuku Derneği arasında tam bir devamlılık olduğunu görmekteyiz. Anayasaların dönüşümleri hakkındaki bu sempozyumda ele alınan sorun,
Anayasaların nasıl değişebilecekleri ve hangi yöne doğru gitme eğiliminde olduklarına bakmaktır. Bu sempozyumda ele alınan sorun dönüşüm’e, yani, anayasaların nereye yönlendirilmesi gerektiği ve umulan
sonuçları verip vermeyeceğine ilişkindir.
Akdeniz’in güney, doğu ve kuzey kıyılarının anayasalarının problemleri birbirinden farklı görünmektedir: Doğu kıyısı, mümkün olduğunca bir başka baskının boyunduruğu altına girmeden bir baskının boyunduruğundan kurtulmaya çalışıyor. Doğu kıyısı, özellikle Türkiye,
hakları ve gelişmeleri geçmişiyle aşırı bir kopukluk olmaksızın koruyabilecek bir anayasal biçim bulmaya çalışıyor. Akdeniz’in kuzey kıyısı
ise, özellikle Avrupa Birliği, tüm deneyimiyle hesaplaşmalı ve, ya tüm
deneyimini gerçekten perçinleştirmeli ya da üye devletlerin menfaatlerinin doğrultusunda “günübirlik” bir yönetim biçimi seçmelidir.
Paradoksal bir şekilde düşüncemiz, sorunun ortak ve dayanışma’ya
bağlı olduğu yolundadır. Gerçekten bağımsızlıklar ile karakterize edilebilecek bir dünyada yaşıyoruz. Her bireyin, her birliğin, her bölgesel ya
da devlet toplumunun gelişimi, içbağımlılıkları bağlamında yerini almaktadır.
7.1. Aynı topluluğun bireyleri arasındaki karşılıklı bağımlılık
ve dayanışma. Aynı topluluklar içerisindeki bireyler arasında herşeyden
önce içbağımlılıklar söz konusudur. Etik denli hukuk da herbiri kendi
alanında bu içbağımlılıkları düzenlemekle uğraşmaktadır. Dikkatli gözAnayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
327
lemcilerin, temelde tam bir birlik bulacakları, Akdeniz’in kuzey, doğu ve
güney yakalarının din tarihleri denli kültürleri ve hukukları da, aynı
topluluk içindeki bireylerarası içbağımlılıklara nazaran dayanışmanın
farklı görünümlerine ilişkin soruna bağlı olduğunu gösteren önemli örnekler vermektedirler. Aynı şekilde dayanışma değeri, farklı tartışmalara
rağmen Avrupa’da ahlâkçı hareketlere ilham vermiştir. Ör. Orta Çağ’da
“Üstad Ekhart”a [Meister Eckhart – ç.n.] “sahip olan toplum”dan
[société de l’avoir – ç.n.] çok “olan toplum”u [société de l’être – ç.n.]
gerçekleştirmeye teşebbüs ettiği değerlendirmesinin yapılması (Fromm).
Hristiyan düşüncede olduğu kadar sosyalist düşüncede de farkedilen
dayanışma en azından 1848’den beri anayasal reformlara ilham olmuştur. Anayasaların hiperakılcı anayasalara evrimleri çerçevesinde, aynı
topluluğun bireyleri arasındaki içbağımlılıklar 1948 İtalyan Anayasası’ndaki “tüm vatandaşların eşit sosyal onuru” gibi hukuk yapılarıyla
tam olarak düzenlenmişlerdir. Almanya Anayasasındaki temel haklar
yapısı da bu yöndedir, ki bu hakların arasında “kişiliğini geliştirme
hakkı”nın altını çizmek istiyoruz. Her seferinde, bu yapıların dinamik
önemi yabancılara uygulanmaları sırasında yabancı işçilere alman vatandaşlığını reddetme raddesinde ölçüsüz sınırlamalara maruz kaldı: Almanya’daki türklerin durumu bu açıdan çarpıcıdır. Aynı şekilde
İtalya’da göçmen yabancılara karşı takınılan tavır sıklıkla, iktidarların,
yabancıları –yalnızca ortaya çıktığında değil- kişilik haklarına saygı içerisinde kabullerindeki yetersizliklerini göstermiştir: gerçekten de genel
hoşgörüsüzlüğe karşı çıkabilecek, bir tek etik güçler kalmıştır. Profesör
Massimo La Torre’un iç ve dış vatandaşlık teorisi bir hukuksal kurum
olarak tam da vatandaşlığın (vatandaşlık kavramının) aynı hakları sağladığı düşünülen inşaasını vurguluyor. Profesör La Torre, İtalyan ve Alman anayasalarının “dışlayan” yapılarına itiraz ediyor. Hiç kuşkusuz
profesör’ün gerekçeleri Medeni Hukuk’tan kaynaklanan birçok kavramı
kullansa da, bir çok sorunu anayasal nitelikte kabul ediyor. Fransa’da
özellikle “kapsayan” vatandaşlığın evrimi, yargısal boşluğun yabancılar
tarafından “ithâl edilmiş” birçok hukuksal kurumun tanınmasına nazaran
iç kamu düzenine saygı sorununu denetleyememesinden ötürü hesaba
katılmıyor.
7.2. Aynı devletteki topluluğun içerisindeki gruplararası
içbağımlılıklar ve dayanışma. Fransa’daki yabancılar açısından değerlendirdiğimiz “bütünleşmeci” [“intégrationniste” – ç.n.] çözüm sorunlu
kısımları gösteriyor, ki her seferinde İngiltere’de, kişisel statü ve kültürel
kimlik sorunlarınının geniş ölçüde tanınmasında olduğu üzere topluluk
ruhuyla bir çözüm bulamıyor. Gerçekten de bu çözüm bütünleşmeyi
[“intégration” – ç.n.] sağlamıyor tam tersine “dışlama”ya götürüyor.
Doğu ve Orta Akdeniz’i gözlemlediğimizde; bazı toplulukların etnik ya da dini nedenlerle diğerleri üzerindeki tahakkümlerine yahut da
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
328
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
siyasi iktidarın yönlendirdiği bir kriz hâline rastlıyoruz. Bu uyuşmazlıklar Türkiye örneğinde olduğu üzere siyasi söylemde, bazen aşırı bir bütünleşmeyle yani topluluk ve etnik kimliklerinin tezahürünün imkânsızlığını zorlayarak çıkmaktadır. Bu yaklaşım toplumdaki uyuşmazlık eğiliminde kendisini göstermektedir. Şöyle ki söz konusu yaklaşım; toplumdaki insan hakları ihlâllerine sebebiyet veren ve gerek ordu gibi kendine özgü kurumsal pozisyonu olan bölünmüş grupların, gerekse yarısı
örgütlü suçlardan diğer yarısı şiddet kümelerinden müteşekkil gruplaşmaların varlık nedeni olmuştur. Diğer durumlarda ise dini, sosyal, etnik
topluluklar arasındaki uyuşmazlıklar, bir yandan sosyo-ekonomik gücün
kendine özgü yönetimi öte yandan ordu gibi ayrık kurumsal grupların
baskısı, tahakkümü ve zulmüyle karşı karşıya kaldı.
Ortaya konulan sorunları gözönünde tuttuğumuzda, Devlet içerisindeki dayanışmada, farklılıkların belirlenmesinde dahi iki temel zorluğu görmekteyiz: a) Devletlerin, bireylerin baskın ölçütlerin ötesine
taşan birbirinden farklı varoluş tezahürlerini eşitlik kriterleriyle düşünmesindeki zorluk; ki sosyal devletin, “iç” hukuk öznelerini (dışardaki ya
da) dışardan gelen kişilere karşı birleştiren bir etken olmasından ötürü bu
konuda yardım etmemektedir. b) grupların, bir arada yaşamalarını sağlamak koşuluyla yataylamasına ortak bir hukuksal arabuluculuk modelinin geliştirilmesindeki zorluk.
7.3. Farklı devletler arasındaki içbağımlılık ve dayanışma.
Daha önce altını çizdiğimiz üzere anayasaların gelişimindeki hiperakılıcılğı gözlemlemiştik. Yani hukuksal arabuluculuğun anayasal hükümlere; onaylarına götüren siyasi rızaya dayanmaktan çok, dilsel ifadelerine dayandığı anayasalar… Gerçekten bu eğilim; farklı devlet toplulukları arasındaki içbağımlılıklara değin farklı alanları ilgilendiren
kuralları öngörerek devletlerarası ilişkilere yardımcı olabilirdi. Fakat o
noktada, Avrupa Birliği’nin genişlemesi sürecindeki temel hakların1
yorumlanmasından çıkan sorumları saptayabilmiştik. Her halükârda,
Devletlerin gerçek “dayanışma”ya2 götüren dönüşümünü en iyi şekilde
açıklamasını bilen süreci en fazla ilgilendiren unsurların incelenmesiyle
başlamak gerekir. A vrupa bütünleşme süreci belki de Devletlerarasındaki bir kaynaşma sürecidir ki kanımızca teknik açıdan (biçime geldiğimizde) uluslararası hukukta bilinen tekniklere nazaran tam manasıyla
devrimci unsurlar içermektedir. Gerçi gümrük birliği denli rekabet hukuku da en çok kayrılan ulus muamelesi [traitement de la Nation la plus
favorisée – ç-n.] olarak uygulanan en çok kayrılan ulus kuralı [la clause
de la Nation la plus favorisée – ç-n.] genel prensiplerin ötesine gideme1
2
P. Policastro, 2005.
Schuman’ın “fiili dayanışma” bildigesinde bahsettiği.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
329
yecektir. Bu kayıttan çıkan haklar üye devletler arasındaki ilişkilerde aynı zamanda milliyete bağlı ayrımcılık yapılmaması gibi diğer değerleri
de teminat altına alarak- eşit bir şekilde ve “kendiliğinden uygulanmalarını” sağlayan bir sistem oluşturmaktadırlar. Açıklık ilkesine göre, asıl
olarak Schuman planında da istisnasız tüm dünya ülkelerinin üretimini
geliştirmek, yaşam standardını artırmak ve barışı sağlamak amacıyla
ifadesini bulan Avrupa bütünleşme süreci özellikle Afrika’ya verilecek
desteğe ilgiyle yeniden kurgulanmıştır. Bu mânâda değerlerin
ulusalüstülüğü karinesinin sınırsız genişleyeceği anlamına gelmeyecek
fakat bütünleşme -özellikle Birliğin kurulması-, gelişimi, ve dış siyasetinin temeli olan genişlemesi sürecinden doğan dayanışma gibi ilkelerin
dış ihlâllerine işaret edecektir. Her halükârda dayanışmaya temel olarak
hâlâ uluslararası düzeyde yardım sistemlerini düşünmenin imkânsızlığı
ve genel olarak bu sistemlerin beraberlerinde getirdikleri gerek babaç
[paternaliste – ç.n.] gerekse sorumlulukları ile şeffaflıkları açısından
yüzeyselliklerini göz önünde bulundurduğumuzda; Avrupa Birliği üyesi
devletler için hiç olmazsa Akdeniz’in öte yakasındaki ülkelerin istikrarına katkıda bulunan bir anayasal ilişkiler sistemi geliştirmenin gerekliliğini düşünmekten kaçınamayız. Gerçekten de Avro-Akdeniz derneklerinin anlaşmaları; karşılıklı ilişkilere, içbağımlılıklara ve karşılıklı bütünleşme hedeflerine atıflıdır. Türkiye’yle olan anlaşmalar daha da ileri
gitmektedir. Bu açıdan –Türkiye örneğinde, kabulün eşiğine kadar götürecek- önemli bir ekonomik bütünleşme seviyesiyle en çok kayrılan ulus
kaydının hazırlanışındaki karmaşıklık, kendisiyle birlikte Viyana Konvansiyonu’yla kabul edilen iyiniyet kuralının hem uygulamada hem de
yorumlardaki gerekliğini taşımaktadır ki aynı anlaşmalarda kendisini
bulan bütünleşme niyetlerine ve metinsel önemine sıkı sıkıya bağlılığına
işaret etmektedir. Aslına bakılırsa aynı şekilde Uluslararası Adalet Divanı da iyiniyetin önemini birçok olayda hatırlatmıştı. Burada Mahkemenin Gabcikovo-Nagymaros projesi hakkındaki kararına atıfta bulunabiliriz. Macaristan ile Slovakya arasında vuku bulan söz konusu uyuşmazlıkta Mahkeme anlaşmayı iyi niyetle uygulama zorunluğunun, makul
bir şekilde uygulanmasından ibaret olduğunun altını çizmiştir (25 Eylül
1997 tarihli kararı). Mahkemenin Başkan yardımcısı Christophe
Weeramantry neredeyse kararın tamamıyla görüş birliğinde olduğunu
belirterek, sürdürülebilir kalkınmaya ilişkin sorunun herkese yönelik
[erga omnes – ç.n.] sonuçlarının altını çizmiştir. Öyle ki bu sorunlara
bağlı ödevler farklı kültürlerde söz konusu olgunluğa göre yorumlanacaktır. Yaşanan kriz karşısında, elbette gerekçelendirme, Avrupa Birliği
üyesi ülkeler ile Güney ve Doğu Akdeniz ülkeleri arasındaki ilişkilerde
bağlam değiştirebilir.
Doçent Benoit Jean-Antoine ile Prof. Jean Rossetto’nun Fransa,
Prof. Angel Rodriguez’in ise İspanya için verdikleri tebliğler paralel
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
330
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
sonuçlara ulaşmakta ve Anayasa ve istikrar arasındaki ilişki konusunda
hemfikirdirler. Fransa’nın, kuralgücü üstünde arabuluculuğa dayanan bir
anayasa modeline sahip çıkma teşebbüsü gerçekte kamu harcamaları
meseleleri söz konusu olduğunda daha çok zayıflamış görünmektedir.
İspanya örneğinde tebliğ sahibi aynı şekilde Avrupa’yla bütünleşme fikrinin; 1978 Anayasasıyla sonuçlanan anayasal geçiş süreci ile az ama öz
1992 reformunda olduğu üzere, Avrupa bütünleşmesine bağlı harcamaların sınırlarını çizen 135. maddeyi getiren 2011 İspanya anayasal reformunda da, meşruluk açısından önemli olsa da daha çok tartışma gerektirmeyen boş bir rol oynadığını gözlemlemiştir. Gözlemlemek istediğimiz bu tartışmalar hassas durumlar üzerine konuşmaktan çok,
anayasaüstü bir bütünleşmeye sosyal katılımın tezahürü için önemlidirler. Özellikle değerler üzerine bir siyasetin, herşeyden önce dayanışmanın değerinin eksikliği burada açıktır. Aslında halka yapmaya zorlanan
fedakârlıklar ile buna bağlı eleştiriler sorunu şimdilik herkesin bildiği bir
gerçekmiş gibi görünüyor. Her seferinde tehlikelerin varlığı aşikârdır.
Yunanistan Başbakanı maliyelerin ayarlanması için süre isteyerek şu
anki hoşnutsuzlukların Vaymar Almanya’sındaki denli şiddetli tepkilere
yol açabileceğini belirterek uyardı. Şurası açıktır ki değerler üzerine kurulmuş bir tasarı anayasaların ötesinde bir bağlılığı da sağlayabilir. Burada; diğer topluluklarla işbirliği önerileriyle genişleterek, haklara “değer”ini veren kamusal eylemlerle kollanmadığında, hakların anayasal
karakterlerinden doğan zorlukları görüyoruz. Bu manada Birlik seviyesinde, birleşik yetkilerin yaratılması ilginç bir paradigma gibi görünmektedir. Ve özellikle para ve kamu maliyesi alanlarında bir yetki devri
bağlamında
gizil
olanaklarıyla
durumunda,
içbağımlılıklar
[potentiellement – ç.n.], hukuksal olarak, üretilmiş bir “değer ölçüsü”nü
tanımlamaya götürebilecek bir alan bulmaktayız. Oysa sağ yakanın tebliğleri Anayasanın kuralgücünün zayıfladığını göstermektedir. Ki bu
zayıflama; her “kendine düşen” bedelin düşünülmesi –yani, belli bir zamanla sınırlı göreceli bir şekilde tatmini- ya da bir içbağımlılıklar bağlamına bağlı ortak bir çerçevede ortak yararın belirlenmesine karar verilmesinde söz konusu olmaktadır. Gerçekten de 2 Mart 2012’de Brüksel’de imzalanan ve sıkılaştırılmış [mesure fiscales compactées – ç.n.]
mali tedbirler istikrarı daimi mekanizmasının yaratılmasını düzenleyen
“İstikrar, İşbirliği ve Yönetişim Anlaşması” [Traité sur la stabilité, la
coordination et la gouvernance (TSCG) – ç.n.] daha yakın bir işbirliği
ile -herşeyden önce para birimi Avro olan- Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki ekonomi politikalarının hukuki açıdan daha zorlayıcı olmasını
düzenlemektedir. Söz konusu Anlaşma; devletlere destek için doğrudan
müdahale imkânını sağlarken ne -2008’deki gibi- krizlerden sakınmayı
sağlayan ekonomik faaliyetlerin seçimini ne de gerek kamu kaynaklarının israfına gerekse mevcut hâliyle savurgan bir ekonomiye bağlı olduğu
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
331
düşünülebilecek bir tür sosyal devleti sürdürme şeklini öngörmektedir.
Almanya Federal Mahkemesinin “Anlaşma”ya dair kararı da Parlamentonun iznini ya da istikrar mekanizması kredilerinin Avrupa Merkez
Bankası’nca finansmanı için olan yasağını aramaksızın yalnızca biçimsel
koşullar ile Almanya’nın ödediği miktarı belirtmiştir.
Bu değerlendirmeyi tamamlamak üzere, Anayasaların içbağımlılık
yani “fiili” dayanışma konusunda öngörü eksikliği gösterdiğini belirtmeliyiz. Avrupa bütünleşmesi düzeyinde ise bu zorluklar hep istikrar
mekanizmalarının geliştirilmesi teşebbüslerinde kalmaktadır. Başka bir
deyişle kurumsal nitelikteki mekanizmalar değerlere nazaran sınırlı görünmektedirler. Bunlar yalnızca kendilerine, elverişli kurumsal mekanizmalar ve uygun garantiler ile toplum tarafından getirilmiş olmaları
şartıyla değerlerin gerçekleştirilmesinden vazgeçilemeyecek biçimsel
temeller oluşturabilirler.
Yeni bir ulusalüstücülüğün 3 ayağı. Bu düşüncelerin ardından
içbağımlılıklar meselesinin değerlere ihtiyaç duymasını ele alabiliriz.
Söz konusu mesele aynı zamanda değerlerin taşıyabilmesini sağlayacak,
özgürlüklere dair kurumsal garantiler bütününü de talep etmektedir. Bu
yüzdendir ki Hukuk Devletine tanıdığımız; gerek var olan devlet tecrübesinde, gerekse Anlaşmalar nezdinde devletlerden birinin diğerleriyle
birlikteki göreceli tecrübesindeki olsun birincil garantinin işlevini “bütünleşme” olarak adlandırabiliriz. Bunun için Hukuk devletinin ve bütünleşme kurumlarının aynı ilkeye dayalı tecrübeleri bir hazırlık bilgisi
teşkil etmekte ve fakat değerlerin farklı toplulukların ötesinde gelişimi
için yetersiz kalmaktadır.
Bu çerçevede kişiler ve gruplar arasındaki içbağımlılıkları değerlerle zenginleştirme yükümlülüğü sivil toplumda olacaktır. Bu değerlendirmeyi temel aldığımızdadır ki, hukuk devletini koruma yükümlülüğüyle sağlamlaştırılmış bir anayasal yükümlülükler teorisi geliştirilebilecek, bu ise aynı zamanda hukukun şekli bağlamından kaynaklı zorlukların ötesine geçmeyi sağlayacaktır.
8.1. Cankürenin, ulusalüstü bir anayasal değer olarak korunması.
Sivil toplumun; toplulukların ve toplumların ötesinde geliştirmekle
yükümlü olduğu değerler, gerek kişinin bizatihi insan olmasının önemine gerekse el ve gönül birliğinin geliştirilmesi amacıyla varlığının
tezahür biçimlerinin korunmasına bağlıdır. Bu nedenle aynı zamanda,
ortak yaşamın tüm insanlık için canküre düzeyinde mümkün olabilmesi,
onu bugün ve gelecekte tüm topluluklar için koruma ve kollama zorunluluğunun dikkate alınmasını gerektirir. Toplumların, herkesin doğa ve
insanlık karşısındaki yükümlülüklerinden hareketle sürdürmesi gerekeceği yükümlülükleri herşeyden önce, seçimleri olacaktır ki bizce temel
seçim, doğa ve toplumlar karşısında varlığımız için gerekli mal ve hizJournal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
332
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
met üretim sürecinin asli amaçlarının neler olduğunu belirlemek olacaktır. Söz konusu seçim; ekonomik sürecin, savurgan ve kayıtsız mı yoksa
cankürenin yeniden dengesini gözönünde tutan bir seçim olup olmadığıdır. Savurgan ekonomik süreçten; bir yandan enerji kaynaklarını ölçüsüz
bir şekilde kullanan bir dolaşımı, bir yandansa çok hızlı bir tüketimle
karakterize edilen kullanımlara yönlendirilen, gerek kitle tüketimine
dayalı toplumların sivil, gerekse askeri amaçları için yeniliğe ve üretime
dayalı bir depolamayı anlıyoruz. Bu depolama modelinde, hem hammaddelerin çıkartıldığı bölgelerin, hem de pazarların mahreçlerinin denetim altında tutulmasına açık bir gereksinim vardır. İçte; had safhada
kültürel bir sertlikte ifadesini bulan kamu oylarının gelişimini desteklemek üzere ekonomik, siyasi ve kültürel hegemonyalarla karakterize edilen içbağımlılıklar üreten bir eğilim söz konusudur. Savurgan ekonomik
süreçte dağıtılan maaşlar yüksek gibi gözükse de, bu maaşların gerçek
kazançları dünya ölçeğindeki istihdam edilen işin yalnızca küçük bir
parçasına karşılık gelmektedir. Öte yandansa, dünya ekonomisinin bu
makro alanını ifade eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlık çok yüksek bir
seviyede gerçekleşmekte; savaş, sivil ve askeri üretim için hammaddelere ve pazarlara ulaşmanın tek yolu hâline gelmektedir. Uyuşmazlıklarda silah kullanımı zaman içinde, çoğun dağıtılan maaşlarla üretilen
ekonomik yararlardan daha büyük ölçekte ve kalıcı doğal, insani, ahlaki
ve maddi zararları doğurmaktadır. Savurgan makro alanın dünya ölçeğinde büyümesi de kanımızca, gelirlerin dünya ölçeğinde dağılımındaki
değişimin, yani gelirin büyük kısmının dünya nüfusunun oldukça küçük
bir kesiminde toplanmasının da asıl nedenidir. Bu savurgan makro alandan yararlanacak tek kesim aynı zamanda onu koruyacak sistemli etkiyi
de yerleştirecektir. Gerçekten de, IMF’ye göre 2011 yılında dünya nüfusunun en zengin kesimi genel zenginliğin %14’ünü elde ederken en fakir
kesimin %20’si, bu zenginliğin %1’ini alıyordu.3 Bu ölçü, bu tip dolaşımın verimlilikten yoksun olduğunu göstermektedir ki bu da aşırı tüketim
diye adlandırılan bir başka olguya bağlıdır. Böylesi bir dolaşım her halükârda bazı sosyal grupların kendi mantıklarını diğerlerine kabul ettirmelerine yönelik çatışmalı bir vatandaşlıktan [citoyenneté conflictuelle –
ç.n.] doğmaktadır.
Buna bağlı olarak teknolojilerin sivil uygulamalarına yoğunlaşan
bir dolaşım söz konusudur ki bu da tüketimcilikten [consumérisme –
ç.n.] kaynaklanmaktadır. Tüketime bağlı hayat; mal sahibi olmaya dayalı edilgen bir vatandaşlığı kurgulayarak neticede kişinin kendi dışındaki gerçekliği unutturacak alışkanlıkların gelişimini sağlamaktadır.
Hayat standardının tüketim açısından devamı ya da yükseltilmesi sıklıkla
3
http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2011/new091211a.htm
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
333
elektronik araçlar ya da veb kaynakları gibi ıvır zıvırlar şekilnde görünmektedir. Tüketimle güdülü bu yeni yaşam biçimi, çoğun bu dolaşım
biçimine bağlı kişilerin siyasi tercihlerinde temel bir etken olmaktadır ki,
bunu içbağımlılık bilincindeki bir vatandaşın değerlerinden yoksunluğu
karşısında “kayıtsızlık” olarak nitelendirebiliriz.
Bizce burada aynı zamanda, kişiler, topluluklar ve canküre arasındaki dengeyi gözeten bir üçüncü tip ekonomik dolaşım söz konusudur.
Böylesi bir dolaşım, merkezine içbağımlılıkları, kişileri, toplulukları ve
canküreyi koymasından ötürü asli seçimlere dönüklük olarak değerlendirilebilir. Bu seçimler; kendi doğallığında yaşadığımız içbağımlılıklarımızdan doğduğu için, insani eylemlerin ulusalüstü nitelikteki bilincine
dayalıdır: her topluluğun ve her bireyin eylemleri aynı zamanda diğer
topluluklar ile diğer bireyleri etkilemekte ve bu da zaman ve mekândan
bağımsız olarak gerçekleşmektedir. Enerji, hammadde ve çevre kaynakları ile cankürenin israfı kadar toplu ya da bireysel düşmanlıklara yol
açan özellikle silahlı eylemler şimdiki nesiller kadar gelecek nesilleri de
etkilemektedir. Bunun için dengeli bir vatandaşlık, herkesin iyiliğine
yönelmiş bir bilinç ve genel iradeye dayanmalıdır. Bu vatandaşlık diyaloğu, karşılıklı tanımayı, gelişmeyi, canküreye saygıyı, gelecek nesiller
ile özgürlüğü ama özellikle de barışı sürdüren bir vatandaşlık olmalıdır.
Bunun içinse bu vatandaşlık, gerek gerçek hukuksal gerekse ulusal -hatta
devletlerüstü- garantilerle teminat altına alınmış değerlerin makul bir
şekilde uygulanmasıyla hayata geçirilmelidir. Böylelikledir ki, bireylerin
ve grupların faaliyetleri devletlerüstü bir nitelik taşımaktadır. Bu temel
seçimde vatandaşlık; böylece, kendi kendisini yöneteceği düzenlemeleri
de ortaya çıkartabilecek, farklı siyasi aktörlerin işbirliğiyle gerçekleştirilebilecek eylemleri geliştirebilecek yetenekte olmalıdır.
Daha önce de altını çizdiğimiz üzere Güney Akdeniz ile Ortadoğu’daki bir dayanışma eksikliği enerji kaynaklarının kontrol altında
tutulmasını amaçlayan sürekli bir dış hegemonyaya eşlik etmektedir.4 Bu
nedenle, kimi grupların diğerleri üzerindeki tahakkümünü temin etme
teşebbüsü üzerine kurulan bir anayasa, dıştan gelen bir hegemonyayı
sağlama teşebbüsünün sadece iç yansımasından başka bir şey olmayacaktır.
8.2. Eylem seçenekleri olarak vatandaşlık görevine ilişkin diğer
seçenekler Eğer vatandaşlık, iktidar ile ilişkisinde soyut bir konuşma
konusu olacak ise o hâlde; aynı zamanda gerçek eylem önerileriyle uzlaşmacı bir katılıma dayalı bir temsili başarıncaya değin, hükümet eden4
P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional interdependences through
society-based supranationality as a path for the European and Mediterranean
transformation, 2012, à venir.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
334
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
lerin son seçimlerine de boyun eğmesi gerekecektir. Eylem önerilerinin
karşı karşıya kalacakları gerçek bir hesaplaşmanın yokluğunda basit bir
uzlaşmayla katılım; çoğunluk yönteminin kullanılacağı yerde söz konusu
olacaktır ki bu da kamusal faaliyetlerin kullanılmasına bağlıdır. Türk
katılımcılar sempozyum boyunca diğer katılımcıları, tebliğleri esnasında
olduğu kadar tartışma ve konuşmalar sırasında da çoğunlukçu ve basit
uzlaşmaya dayalı bir siyasi yaşamın tehlikeleri üzerinde uyardılar. Demek oluyor ki; kökleri gerçekten koparılmış pratik eylemlere atıftan
yoksun metafizik kavramlara dayalı siyasi ve ahlaki değerlere bağlı bir
katılım bir yanda; kişinin hukuksal haklarının korunmasına ama aynı
zamanda şeffaflığa ve kurumlar arasındaki dengelere ve toplulukların
barışçıl birlikte yaşamalarına dayanan bir katılım öte yanda… Ölçü ya
da değerlerin Anayasaya taşınıp taşınmamasına ilişkin sorunların altını
çizmek istiyoruz. Hukuk açısından gerçek sorun, hangi değerlerin hangi
ölçüde hukuksal garantilerinin sağlanacağıdır. Bir ilke hâline gelmekte
olan ama hukuksal açıdan tatmin edici gerçek teminatlardan yoksun değerlerden başka, daha geniş bir dava yolunun kabulü hakkındaki etik
tartışmaya da dikkat çekmek gerekir. Söz konusu yaklaşımın kabul edilebilirliği siyasi açıdan da bardağı taşırmaktadır.
Bu nedenle, değerlerin seçiminin eyleme ve pratik gerekçeye bağlılığının tam olması gereğine inanıyoruz. Afrika Birliği’nin Dakar’dan
Cibuti’ye kadar “Yeşil Set” gibi doğayla dengeyi kurmayı hedefleyen 15
km.’lik bir ağaçlandırma şeridini üstlenmesi tarzı faaliyetlerin; aynı zamanda barış, dayanışma ve vatandaşlık değerlerinin yeşillendirilmesine
de imkân sağlayıp sağlamayacağını kendimize soruyoruz. Aslında vatandaşlığın temel çekirdeği, birlikte yaşama düzeyinin iyileştirilmesini
sağlayan değerlerin el ve gönül birliğiyle uygulanması arayışına bağlıdır.
Modern vatandaşlığın tarihi bize muhakkak olumlu örnekler verecek ve
bize dünyanın büyük kültürlerine atıfta bulunacaktır. Her seferinde kapalı bir vatandaşlık modelini doğrulamaya götüren eğilimleri bir kenara
bırakmak gerekir. Bunun içinse açgözlülükle çölleştirilmiş ya da kirletilmiş bölgelerin arındırılmasına gönüllü katkı, yıkmadan ve umutsuzluğa düşmeden umut etmek için iyi bir çare olarak gözükmekte. Özellikle de eğer toplum; gelişmeye istekli şehir ve köylerde temel kamu
hizmetlerinin -bizzat kendi- insan kaynağını değerlendirerek, elektrik
üretimi, güneş mutfağı [la cuisine solaire – ç.n.], atık su arıtımı gibi
birbirine bağlı daha bir çok girişimi geliştirmek üzere bundan faydalanmayı bilirse. Gerçek şu ki, kendi köşesinde yürütülen deneyimler yerel
imkânları kullanarak ve herhangi ayrı bir eğitim almaksızın “Barefoot
College” eğitiminden hareketle gerçekleştirilen deneyimlerle kıyaslandığında mütevazi görünmeleri fazla bir şey ifade etmemektedir. Şu var ki
yerel girişimlerden, gerçek yerel ağlardan, yerel şirketlerden başlayan
girişimler gerçek anlamıyla demokrasinin temelini oluşturmaktadırlar.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
335
Yeniden ağaçlandırmayla birlikte parselleme faaliyeti yerel ziraat ile de
ilgili bir konudur. Sosyal devletin tümden zayıfadığı an, vatandaşlığın en
temel faaliyetinin yani sivil sosyal teşebbüslerin de doğduğu andır. Şu
var ki sempozyumlar; Kuzey Akdeniz kıyısı ülkelerinin ekonomik dayanışmasındaki zorluklara işaret ederek, refahı bir serap olmaktan çıkartmanın yollarından birisinin belki de bu onurlu yaşam seçeneği olduğunu
göstermektedirler. İçbağımlılıklara açık sosyal bir eylemle gerçekleşecek
denli basit bir seçenektir de bu.
Türkiye: kendisine ait denge kimliğinin diğerleri vasıtasıyla
aranması. Bu sempozyumda Türkiye’nin rolü karmaşık bir işaret noktası teşkil etmekte. Herşeyden önce, Türk anayasa ve siyaset kültürünün,
kendi karmaşık dönüşümlerinde oynadığı rolden söz etmek gerekir.
İkincisi Türkiye, Güney Akdeniz kısıyı ülkelerini de ilgilendiren birçok
zorluğun sentezini oluşturmakta. Üçüncüsü Türkiye, atılımları ve karmaşıklığıyla ya bir değer olarak hukukun önemini, yahut da hukuku yalnızca kılgısal değerden yoksun şekli bir arabuluculuk mekanizması olarak doğrulatan zorluğu temsil eden bir örnek teşkil ediyor. Hiç olmazsa
siyasi atıfları dikkate alındığında ana hatlarıyla Avrupa Birliği; gerek
yılan hikâyesine dönen Birliğ’e giriş sürecinde, gerekse Güney Akdeniz
kıyısı açısından Türkiye’de demokratikleşme için bir tutamak arıyor ve
fakat insan hakları sorununa ve insanın mutluluğu için kaçınılmaz olan
farklı değerlere davet ediyor. Üçüncü ana hat Rusya’dır ki Türkiye hem
bir ekonomik gelişmeyi yürütmek üzere hem de gerçek bir istikrar unsuru olmak üzere Rusya’yla yüzleşmeye çağrılmaktadır.
9.1. Anayasa kimlik ve dönüşüm.
Türk anayasal kimliği ve dönüşümler arasındaki ilişkiye geldikte,
Türkiye’nin özellikle akılcı bir anayasa hukukuna ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Bu ihtiyacı yalnızca 82 Anayasasının aşılması gereği üzerine
olan uzlaşmada değil, ama aynı zamanda, kurumlar nezdinde çoğunluk
prensibini yumuşatması bildirilen gereklilikte de buluyoruz. Buysa, az
farkla çoğunluk partisi olan AKP’nin, yürürlükte anayasaca öngörülmüş
usûllere göre anayasayı değiştirmek için yeterli desteğinin olmamasından kaynaklı bir siyasi gerçekçilik sonucudur. Tek meclisli yasama organına giriş bile, yüzde on baraj nedeniyle sınırlıdır. Bu indirgenmiş
temsil, kurucu süreci de etkilemektedir. Gerçekten Anayasa Uzlaşma
Komisyonu da meclis partileri temsilcilerinden oluşarak ulusal meclisin
temsil modelini dikkate almaktadır. Burada getirebileceğimiz eleştiri
basittir. Gerçekten de Anayasanın tüm halkın anayasası olması gerektiğini ve kurucu iktidar aracılığıyla gerçekleştirilen derinlemesine anayasal dönüşüm sürecinin de yasama erkinin kullanılmasından farklı olduğunu söyleyebiliriz. Ve bu eleştiri aynı zamanda Anayasayı değiştirme
amacını güden parlamento seçimlerine de getirilecektir. Ne var ki ilkenin
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
336
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
bu değerlendirilmesi, ne toplumun ne de toplumdaki sosyo-politik hareketlerin yapısını hesaba katmaktadır. Gerçekten, barajsız seçilen bir kurucu meclisin oluşturulması temel siyasi yapı ile “karmaşıklığın azaltılmasını” sağlayan bir teşkilât prensibini gerektirmektedir. Örneğin, 1946
İtalyan Kurucu Meclis seçimleri 50’den fazla partinin katılımını gördü.
556 milletvekiliyle oluşturulan temsil 4-5 siyasi güçte yoğunlaşmış idi.
Bununla birlikte Anayasa taslağının hazırlanması ve sunulması görevi,
Kurucu Meclisin içerisinde tüm siyasi grupları temsil eden 75 Kurucu
Meclis üyesinden oluşan bir Anayasa Komisyonuna bırakılmıştı. Ancak
Komisyonun içerisinde dahi çalışmalarının etkinliğini sağlama almak
üzere herhangi bir şekle bağlı olmaksızın çalışmaları not etmeden çalışan
18 redaktörden oluşan bir komite oluşturulmuştu; buna karşın çalışmaların ayrımcı niteliğindeki dilemma sorunu, hükümetin ana ayaklarından
birisinin yalnızca hukukun işaret ettiği hukukla sınırlanmış hükümet
değil (Ortaçağ’da Bracton’un ifadesiyle iurisdictio –modern zamanlarda
MacIIwain tarafından kullanılmıştır) ama aynı zamanda ayrımcı hükümet (gubernaculum) olduğunu da gösterdi. Gerçekten 1787 Filadelfiya
Sözleşmesinin başında da çalışmaların gizli yapılacağı kararlaştırılmıştı.
Aslına bakılırsa kamuya açık görüşmeler farklı siyasi duruşları şiddetlendirebilir. Her halükârda Türk Anayasa Uzlaşma Komisyonu, özellikle
1980’li yılların sonundaki anayasal dönüşümü de dahil önceki deneyimlerine nazaran farklı bir yerde durmaktadır. Şu var ki Türkiye’deki sorun
siyasi, ekonomik ve sosyal düzenler arasındaki kesinti üzerinde değil
fakat bütünü üzerinde toplanmaktadır. Siyaset üzerindeki nüfuzların dağıtımı ilkesini, iktidardaki Anayasaya ilişkin pozisyonlarını önceden
belirlemiş az sayıdaki partiyle değiştirmek zor görünüyordu; ekonomi
üzerindeki nüfuzların dağıtımı ilkesi de iktidardaki güçler ile ekonomik
seçkinler arasındaki anlaşmalara ve dahi Türkiye’nin ticari olduğu denli
enerji açılarından yararlandığı stratejik pozisyonuna dayalı bir sosyal
desteğe bağlıydı. Demek ki sorun sosyal perspektif üzerinde ortaya çıkmaktadır: Anayasayı değiştirmek siyasi ve sosyal bir kimliği, bir yandan
tanınmamış sosyal bir kimlikten diğer yandan siyasi açıdan önemli, bütüncül [üniter – ç.n.] bir kimlikten -söz konusu kimlik yapay bir sosyal
bütünlükten yararlanan farklı gruplar ve hareketlerin gelişiminden doğmuş ve gerçekleşmiştir- oluşan karmaşık bir yapıda teminat altına almaya bağlı görünmektedir. Böylesi bir bütünlük şiddet ve aleni insan
hakları ihlâlleriyle kolkola gitmektedir. Bu ihlâller bir öz-cumhuriyetçi
ilkeyi [reel cumhuriyetçi/un principe républicain réel – ç.n.] doğrulama
zorluğunun belirtisidir. İnsan haklarına saygı; birey için olduğu kadar
bireyselliğin geliştiği topluluklarda, gerek Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve sosyal istikrarına tam katılımı için, gerekse
Güney Akdeniz kıyısı ülkelerinin siyasetlerinin modernleştirilmesinde
olumlu bir öneri olarak, bir anahtar kurum teşkil etmektedir.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
337
9.2. Özgürlük ve yeni bir anayasanın nedenleri.
Burada söz konusu olan; Türkiye’de Anayasanın dönüştürülmesine
ilişkin tartışmanın özgürlük ve otorite, bütünlük ve adem-i merkeziyet,
devletin laikliği ve çoğunluğun dini duyguları, demokrasi ve çoğulculuk
arasındaki gerilimlerden kaynaklı sorunlar üzerine yoğunlaşan bir tartışmaya dönüşmesidir. Anayasa Uzlaşma Komisyonunun farklı sosyal
grupların görüşlerini almakta gösterdiği iyiniyetin dahi; AKP’yi herkesin
görüşünden hareketle bulunması gereken “sağduyu”ya ikna edemediğini,
daha çok çoğunluk vasıtasıyla korunmak istenen siyasi sürecin bütünleşme niteliğini aradığını muhalif parti temsilcileri açıkça ortaya koymuştur. Bu görüşün yankısı Prof. Rıza Türmen tarafından Türkiye’nin
siyasi koşullarında “çoğunlu(ğ)”un bir diktatörlüğe götürme riski taşıdığını doğrulamasıyla beraber gelmektedir. Gerçekten, sürecin koşulları;
düşünce özgürlüğünün yürürlükteki ceza veya terörle mücadele kanunlarıyla sıkı bir şekilde sınırlandırıldığı ve kişilerin kendi gelişimleri üzerine kurgulu eleştirel bir düşünceyi oluşturmak için gerçek imkânların
olmadığı bir çerçevede gerçekleşmektedir. Bunun içindir ki, çoğunluk
dininin değerleriyle ifadesini bulan ortak bir destekle meclis çoğunluğundan hareket ettiğinden şüphe edilen bir uzlaşmanın tek başına kullanılması yetersiz görünmektedir. Bu yetersizlik aynı zamanda çoğunluk
partisinin çoğunluğun değerleriyle hukuk devleti arasındaki dengeleme
konusundaki çabalarında da görülmektedir. Ki bu denge çoğulcu bir
bağlamda, hakların korunmasına dayalı siyasi dönüşümlülüğe
[l’alternance politique – ç.n.] bir açıklığı da gerektirmektedir. Değerler
sorununda da, gerçek korunmaları, hukuk devletinin anayasal yapılarına
gereksinim duyar. Aslında her kişi hukukun aynı zamanda o anın dengelerine ve yerindeliklerine göre koruması gereken koca bir değerdir ki,
çoğulculuğun gelişimi de laik devletin mirasından doğmaktadır. Bu miras Türkiye’de farklı siyasi tercihlerin ötesinde kişiye saygı kavramını
hedefleyen anayasal yapının gelişimini sağlamıştır. Şurası gerçek ki
Türkiye hâlâ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en fazla mahkûmiyeti alan ülkedir. 2011 yılında Türkiye’nin 159 davada en az bir Sözleşme ihlâli söz konusu iken bu sayı Rusya için 121, Ukrayna içinse
125’tir. Bu da insan haklarına saygı sorununun tamamen öncelikli bir
sorun olduğunu göstermektedir. Az farkla çoğunluk partisinin, hatta liderinin, karmaşık durumu dengelemek konusundaki tam yeterliği öncelikleri değiştirmemektedir; özellikle çoğunluk değerlerinin hükümet sürecine dahil edilmesi tüm Akdeniz ülkeleri için önemli hâle gelmektedir.
Türkiye’nin sorumluluğunun, aynı zamanda insan haklarına saygıyı
sağlayan kurumsal çözümler önermesi olduğu da dikkate alınmalıdır:
laikliği içeren bir anayasal devletin geliştirilmesi, değerler üzerine yapılan tartışmanın insan hakları ihlâllerinin nedeni değil de bir kontrol faktörü olarak kullanılabileceğidir. Bunun için, insan hakları dernekleriyle
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
338
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
istişarenin önemi de göz önünde bulundurulmalıdır. Gerçekten de çoğunluk dininin -islâm’da olduğu üzere- hiyerarşik kurumsal bir yapıya
dayanmadığı toplumlarda, bireyin ve dolayısıyla sivil toplum örgütlerinin sorumlulukları, değerlerin ve denetim rollerindeki “olguda karşıtlığın” [contrafactualité – ç.n.] can alıcı bir tezahürü olarak kabul edilmelidir. Katolik kilisesinde olduğu üzere, çoğunluk din değerlerinin hiyerarşik bir yapıda kendisini gösterdiği toplumlarda dahi insan hakları tarihi, dışlananların haklarını teminat altına almayı hedefleyen sivil hareketlerin önemini göstermektedir.
Türkiye örneğinde, insan hakları ihlâllerinin yapısı da idarenin ve
erkler arası ilişkilerin baştan aşağıya değiştirilmesi gereğini göstermektedir. Kurumların usûl ve diline ulaşma sorunu da, hakların kötüye kullanılması sorunu denli önemli bir rol oynayacaktır. Burada, insan hakları
ihlâllerini gösteren ve altını çizen gruplarla kamusal bir tartışma olmaksızın bizzat bu hakların lehine yapılan basit açıklamaların ne etik ne de
hukuksal bir değerleri olacaktır.
Değerler ve dönüşüm.
Değerler sorunu mevcut olguların durumlarının yapacakları ihbarlarla yetinmese bile kendisini nedenlere göre düzenlemesi ve önerilere
uyması gerekir. Ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerin bir bütün olarak
karmaşıklığı dikkate alınmadan nedenler değerlendirilemez. Daha önce
belirtme fırsatı bulduğum üzere (bkz. Constitution and conflict... 2012 –
yayınlanacak) Güney Akdeniz yakası ile Akdeniz’in doğu kıyısı ülkelerini karakterize eden siyasi istikrarsızlık iç iktidar ilişkilerinin sıklıka
savurgan bir ekonomi bağlamında enerji ve pazarların denetimiyle ilgilenen uluslararası ilişkiler sistemine sıkı sıkıya bağlı olmasından kaynaklanmaktadır. Türkiye savurgan dolaşıma sıkı bağımlılığı nedeniyle,
kısa vadede bundan faydalansa bile uluslararası beklentiler karşısında
modelinin saygınlığının çöküşüyle bölgenin büyüyen istikrarsızlığını
önleyemeyecektir. Bu, insan haklarına saygıdaki eksikliklerin yanında
Türkiye’yi bölgede gerçek bir istikrar faktörü olmasını engelleyen ikinci
nedendir.
9.3.1. Savurgan bir ekonominin kurumlarının önüne geçilmesi gerekliği: Kayıtsız bir ekonomik dolaşımın yetersizliği.
Görüldüğü üzere savurgan dolaşımın dışında iki tip ekonomik dolaşım daha mevcuttur: Kayıtsız dolaşım ve yeniden denge dolaşımı. Kayıtsız dolaşım, sıklıkla ya askeri sanayi ya da onla uyumlu teknolojik
gelişmelere bağlı olmaktadır. Yüksek teknolojiler ya savurgan bir biriktirme modelinin türevi yahut da bu modelle ortaklaşa hareket etme özelliğini göstermektedirler. Yansız dolaşım ise aslında üretim fazlasının
savurgan dolaşımda kullanılmasına yaramaktadır. “Kayıtsız” üretimin
sosyal çöküşüne geldikte; askeri sanayiye yönelmediği durumlarda dahi
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
339
savurgan dolaşımın özelliklerini taşıyan büyük şehirleşme, şirket yoğunlaşması ve sosyal bağımlılıkla birlikte yaşadığı görülmektedir. Söz
konusu dolaşıma geldikte ise; gerçekte yoğun bir şekilde tüketime yönelmiş, ve dolayısıyla, -konjonktürel olduğu denli yapısal ekonomik
dönemlerin azalması karşısında- sosyal açıdan zayıf bir modelle karakterize edilmektedir. Üstelik bu model; dünyanın yalnızca belli yerlerindeki
yeniliğe nazaran gerekli sermayenin kitle üretimi gelişiminin yoğunlaştığı bir model olarak da görünmekte. Belki de, Türkiye’nin Akdeniz’de
ne istikrarlı gerçek bir rol oynamasını ne de bağımlılıklarının üstesinden
gelmesini bu model dahi sağlayamamaktadır.
9.3.2. Örnek bir Türkiye için: Haklar, ulusalüstülük, vatandaş,
canküre ve yaratıcı dolaşım.
Kanımızca, Türk katılımcılar denli diğer katılımcıların da dikkatlerini yoğunlaştırdıkları özgürlük ve otorite üzerine olan tartışma; özgürlükler dengesinde mevcut içbağımlılıklar bilincinden doğan anayasalar
kavramına yaklaştırabilecektir: Devletlerin ekonomik imkân dengeleri,
gelişmenin elverişlikleri dengesi, canküreyle uyum ve diğerlerinin gelişim hakları arasındaki denge, toplulukların eylemlerini oluşturan kılgısal
etik değerler arasındaki bütünleyicilik dengesi. Bu bakımdan; toplum,
siyaset, üretim ve -gerçekleştirilen/yapılan- mal ve hizmetlerin yeniden
paylaştırılması üzerindeki nüfuzların dağıtımından hareketle farklı deneyimleri söyleyen bir unsur olarak Anayasayı muhafaza etmenin gereği de
bundandır. Bu yaklaşım yatay ve dikey geçişmeler sorunu yaratmaktadır: örneğin “kendi”nin kurduğu iç etik kanununun hayatı, kültürel alışkanlıkların veya “kurumların” hayatı, devlet toplulukları arasındaki ilişkileri düzenleyen kişi hukuku –uluslararası kamu, özel ve ticaret hukuku-, bu toplulukların şekli anayasa hukukları, hukukun farklı dalları
ve nihayet federe devletlerin, özerkliklerin, bölgelerin farklı yerel hukukları ile yerel hükümetlerin farklı merciilerinin hukukları arasında.
Anayasanın dağıtımcı unsurları somut hukuksal karakterlerini, normların
farklı seviyelerindeki geçişmeleriyle farklı hukuksal düzlemlerde söz
konusu geçişmeler esnasında almaktalar. Bu yüzdendir ki insan eylemlerinin ulusötesi unsuru, maddi olarak içinde bulunduğu anayasa hukuku
ilişkilerinin tanımında gözden düşürülemez. Bunun içinse anayasal siyasetin organik tarım önerileri bir kenara atılamaz. Aynı şekilde dengeli bir
anayasa için içte olduğu denli dışta da canküreyi unutmaksızın bu yeni
ulusalüstülüğün gelişimine yönelmiş faaliyetleri izleme imkânına sahip
kişisel olduğu denli şirket ve dernekler ile kurumların teşebbüslerine
dayanan akılcı bir ekonomik dolaşıma [circulation économique
vertueuse - ç.n.] yönelerek uyumlu değerlere dayalı ulusalüstü yeni
projelerin desteklenmesi gerekir. Zira bu yeni ulusalüstülük insan topluluklarını kendi aralarında olduğu kadar onlarla canküre arasında da
yeniden dengelemeye yönelmiştir. Bu yaklaşım; değerlerin
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
340
Pan-Avrupa Akdeniz Anayasal Havzası ve Yeni Ulusalüstülük
ulusalüstülüğünü -bu değerlerden her birisine verilen sorumluluk olarakkorumak açısından yeni bir vatandaşlığın da kurucusudur. Bu vatandaşlık bir çok faaliyet üzerine inşa edilebililir: toplulukların pratikte kendilerine ve diğerlerine yönelen faaliyetleri (ör. cankürenin yeniden ağaçlandırma ile yeniden inşası); merkez şirketlerden kimi hizmetlerin maliyetini kaldırmaya yönelik cumhuriyetçi faaliyetler (ör. -Barefoot
College’in taşra deneyimlerinden Almanya’daki karmaşık “Stadwerke”
birliğine değin- imkânlarıyla orantılı olarak kendi hizmet ağlarının gelişimi…); gözle görünür bir şekilde karbonun etkisiyle besin bağımlılığını
azaltan ekonomide ve doğayla iç içe yaşamadaki zirai faaliyetler yerel
aktivizmi teşvik etmektedir; bu faaliyetlerin yanısıra ekonomik aktivizmi
artırdığı denli siyasete katılımı da artıran topluluklararası “adil ticaret”i
de eklemek gerekir.
Gerçekten Türkiye için, bu ulusüstü vatandaş dönüşümünün yerindeliğinin anlaşılmasının tüm anahtarı, kendi geçmiş bilincinden ve hepimizin geleceği için geçmişinin yararından doğmaktadır. Afrika Birliği
nezdindeki faaliyetleriyle, Senegal örneği, ülke için çalışılabileceğini ve
doğru olanın da bu olduğunu göstermiştir. Ataları modern çağı açan
Türkiye, İstanbul’u, efsane bir teşkilât yeteneğinin tezahürüyle artık hukukun ve avrupa kültürünün başkenti olduğu gösterebilir. Ki İstanbul 16.
Yüzyılda Akdeniz’in farklı kıyılarını birleştiren bir imparatorluğun başında yalnızca geçmişin değil aynı zamanda geleceğin de başkentidir.
Bunu gerçekleştirmek için herşeyden önce insan haklarının dışardan
gelen bir zorlama değil ama bizzat kendisi ve diğerleri için bir yerindelik
ve gereklik olduğu bilincine sahip olmak gerekir: insan haklarına saygı
ve teşvik Türkiye’yi bir örnek olarak tutmaya devam edecektir.
KAYNAKÇA
P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional
interdependences through society-based supranationality as a path for
the European and Mediterranean transformation, 2012, à venir.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
L’ESPACE CONSTITUTIONNEL PAN-EUROPÉEN ET
MÉDITERRANÉE ET NOUVELLE SUPRA-NATIONALITÉ
Pasquale Policastro
Coordinateur du Centre transnationale d’investigation et de haute
formation en droit constitutionnel européen “ECONET”
RÉSUMÉ
L’article aborde les processus constitutionnels dans le basin
méditerranéen sous l’optique du pan-européanisme constitutionnel. Il
dépasse les clivages entre la sphère politique et le domaine économique
d’une part et, entre le niveau national et le niveau supranational
d’autre part. Une reflexion sur le constitutionnalisme supra-national
nous invite également à développer une approche euro-méditerranéenne
qui ne serait pas limitée par un regard du constitutionnalisme
eurocentrique. En envisageant les défies et enjeux dus aux ressources
énergétiques et au développement soutenable, l’article essaye de décrire la
complexité des processus constitutionnels dans le basin méditerranéen.
Mots-clefs: Constitution et interdependence, constitutions et
transformations dans l’Europe et la Méditerranée, la laîcité, l’Etat de
droit et les valeurs, la citoyenneté tarnsnationale, le constitutionnalisme
et la solidarité, la circulation économique non dissipatrice et la nouvelle
supranationnalité.
Rapport de synthèse
Pasquale Policastro, co-directeur du Master inter-universitaire
conjoint en droit constitutionnel Européen: U.A. Barcelone, U. de
Montpellier I, U. de Milan I, U. de Szczecin (affiliation principale)1
1
Affiliation secondaire: Université d’Etat de sciences appliquée à Gorzów Wielkopolski.
Dans la période que je terminée la rédaction de ce rapport, le professeur Oscar
Garavello, économiste de l’Université de Milan, a laissé cet monde. Oscar a dédié
une partie signifiante de sa recherche en tant qu'économiste distingué à la
Méditerranée, dans la sincère croyance, de notre droit, et au même temps, de notre
obligation pour un meilleur déroulement de notre vie ensemble. Je voudrais dédier à
sa lumineuse et chère mémoire ces simples pages.
342
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
SOMMAIRE
1. Introduction; 2. Une première considération: la société civile, où
se trouve-t-elle?; 3. Une deuxième considération: est-ce nous pouvons
remplacer le constitutionnalisme?; 4. Une troisième considération: est-ce
que la législation peut changer immédiatement la personne?; 6. Valeurs
et normativité; 6. Interdépendance, solidarité à l'intérieur d’une
communauté, droit; 7. Interdépendance, solidarité à l'intérieur d’une
communauté, droit; 7.1. Solidarité et interdépendances entre individus dans
la même communauté; 7.2. Solidarité et interdépendance entre groupes
dans la même communauté étatique; 7.3. Solidarité et interdépendance entre
différent Etats; 8. Les trois piliers d’une nouvelle supranationalité; 8.1. La
protection de la biosphère en tant que valeur constitutionnelle à caractère
supranational; 8.2. Les autres choix comme des choix d’action qui
concernent le rôle de la citoyenneté; 9. La Turquie: la recherche, à travers
les autres, de sa propre identité d’équilibre; 9.1. Identité constitutionnelle et
transformation. 9.2. Liberté et raisons pour une nouvelle constitution; 9.3.
Valeurs et transformation; 9.3.1. La nécessité de dépasser les institutions
d’une économie dissipatrice: l'insuffisance d’une circulation économique
indifférente; 9.3.2. Droits, supranationalité citoyenne, biosphère et
circulation créatrice: pour une Turquie comme modèle;
***
1. Introduction: La Turquie, charnière entre Méditerranée et
l’Union européenne. Mesdames et Messieurs, honorables Membres des
forces constituantes turques, chers collègues, cher ami professeur
Ibrahim Kaboglu, l’un des grands inspirateurs des débats
constitutionnels européens d’aujourd’hui. Permettez-moi une attention
particulière en saluant, surtout, nos chers étudiantes et étudiants qui
participent à ce colloque. Vous nous apportez ici votre attention, votre
esprit critique, votre vision du futur qui est parfois au-delà du rêve,
lequel est le don le plus grande de votre jeunesse. Dans le même temps
vous représentez vos milieux culturels, vos amis, vos familles, vos
enseignants. Sans doute votre attention légitime notre recherche et nos
efforts de poursuivre la recherche. Le colloque de cette journée s’est
déroulé dans un contexte autant culturel, que social et politique de
grande importance, caractérisé par d’importants épigones: le premier est
la transformation de la constitution turque, le deuxième est la
transformation de la région Méditerranéenne, le troisième est la
transformation et la crise au sein de l’Union européenne, le quatrième
portant le présent débat concernant les institutions politiques et
juridiques fondamentales. Comme M. le professeur Bertrand Mathieu a
bien souligné dans son avant-propos du colloque, la question
méthodique fondamentale est la question du rapport entre les règles du
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
343
droit positif, qui sont notamment en crise, et la question de
l’universalisation des questions qui légitiment les même régulations. Et
donc tout en suivant cette ligne de réflexions, nous pourrions nous
demander: est-ce que la crise des Constitutions, mettra au ban le
constitutionnalisme, et est ce que la crise des sociétés, mettra au ban les
libertés? Est-ce que la crise des économies pourra elle mettre
définitivement au ban les droits sociaux et la crise des systèmes
politiques la démocratie, tout en la réduisant à un concept contingent,
mais non nécessaire, du gouvernement? Et par contre la crise des
gouvernements autocratiques, pourra t-elle nous libérer par toujours des
autocrates? Ces questions de base nous présentent la complexité du
problème, qui nécessite une réflexion, laquelle devra être justement
fondée sur les contributions qui ont été présenté au cours de cette
journée. Nous pourrions scinder la ligne directrice de cette journée en
trois fragments: celle des représentants de la science constitutionnelle et parfois des institutions - de la rive gauche (en observant d’Istanbul),
autrement dit méridionale, de la Méditerranée; celle des représentants de
la rive droite, autrement dite septentrionale de la Méditerranée; celle de
la société civile.
2. Une première considération: la société civile, où se trouve-telle? Et nous trouvons, avant tout, ici, que la société civile, qui est
appelée à être le “centre névralgique” de la Méditerranée, est sous
représentée. Mais il serait trop facile de dire que d’avoir invité des
représentants de la politique d’autres pays aurait pu résoudre le
problème: au contraire - il y aurait comme manque l’objet du débat. Très
souvent nous avons observé que la politique, surtout au niveau
transnational, a posé des conditions vides de contenus, accompagné par
des résistances, qui, si possible, furent encore plus vides. La difficulté,
même au sein de l’Union européenne, de faire développer la société
civile a partir des partis et des syndicats ouvriers, même si nécessaire,
montre une impasse qu’on pourrait définir comme irraisonnable. D’un
autre côté, développer la société civile à partir des professeurs est encore
moins justifié que l’attitude des politiciens et des élites économiques “de
penser à leurs propres affaires”. Et, comme nous avons vu, dans les
portails sociau se manifestent les mécontentements dans un espace
virtuel qui, sans la contribution de la politique et de la science. Ainsi
pourraient se développer que des forces, qui ne seront que virtuelles,
parce qu’elles seront toujours détachées de la réalité. La société vivante
doit être intégrée par la politique, ce qui signifie la nécessité, pour les
politiciens, de garder toujours un langage qui soit respectueux des autres,
et qui encourage à respecter les autres. La société civile et ses problèmes
devront être, pourtant, toujours bien considérés par la science, qui, pour
garantir l’accomplissement de son service, devra garder son autonomie.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
344
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
Le rapport entre science, droit, politique et société sera donc la fondation
de cette synthèse.
3. Une deuxième considération: est-ce nous pouvons remplacer
le constitutionnalisme? À propos des réflexions qui ont été présentées
par la plupart des représentants de la science du droit de la côte
méridionale et celle orientale de notre Méditerranée, nous voyons que
cette science garde le constitutionnalisme comme une réalité profonde et
nécessaire. Donc le constitutionnalisme, ce n’est pas le véhicule d’une
idéologie, d’une culture, mais d’un ensemble de principes et
d’institutions sans lesquels aucune forme de gouvernement ne pourrait
être organisée. Les décisions autoritaires ne pourront pourtant faire face
à l’insuffisance des législations ou à la précarité des équilibres
politiques. Les seules valeurs éthiques, malgré le soutien en provenance
de la masse, ne pourront jamais remplacer ni des délibérations
politiquement responsables ni les droits; même si la conformité des
droits et des institutions doivent répondre aux besoins spécifiques de la
situation locale. Donc si une laïcité radicale peut être reformée à travers
des politiques adressées à la personne, un radicalisme des valeurs
pourrait mettre en jeu la sureté du droit et affaiblir la position d’une
pluralité de sujets plus faibles, comme les femmes et les personnes
économiquement plus pauvres. En effet, les questions posées par les
rapporteurs de la “rive gauche” ont montré qu’avant tout préserver les
formes du processus de production des nouvelles constitutions, et
essayer de garantir les institutions de l’Etat de droit dans le processus de
transition, n’est pas encore une condition suffisante, mais néanmoins
nécessaire pour une démocratie qui souhaite avoir au moins un
fondement de caractère discursif. Les considérations exprimées à cet
égard par M. le professeur Yadh Ben Achour montrent que rechercher,
dans le processus de transition, les solutions soit pour mieux respecter
les droits de l’homme soit pour permettre un débat qui permet de
discuter les raisons du droit, plutôt que présenter seulement des
instances, est une valeur en soi, qui permet la légitimation du droit dans
les communautés. Dans la même direction se positionne la vision
présentée par le professeur Fadhel Moussa, selon lequel les procédures
constituantes, ou la recherche du modèle de justice, ne répondent pas à
l'exigence de se légitimer par rapport aux autres (à l'étranger) mais
servent à protéger les manifestations existentielles de la personne qui
répondent à la nécessité d’avoir une position juridique du sujet,
individualisé, certaine et raisonnable conformément à l’image
constitutionnelle de la personne. Dans ce cadre, la méthode des études
comparatives, à l’attention de l’application de la Convention européenne
des droits de l’homme, qui est un métalangage invitant à rejoindre des
raisons différentes, indiquent une attention réelle au droit raisonnable. La
recherche d’une cohérence systémique avec les achèvements du
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
345
constitutionnalisme, dans un cadre de forte participation, semble
pourtant le produit d’une exigence endogène fortement sentie.
Une question critique se pose concernant cette manière de voir et
si elle n’est pas fortement liée à une conception du constitutionnalisme,
qui est tout à fait centrée sur la validité. C’est vrai, et il faut le souligner,
que la conception du processus constituant fondé sur la validité, est une
conception qui a une signification centrale, mais la question qui se pose
dans un régime caractérisé par des attitudes collusoires bien enracinées
dans la société, porte sur l’utilisation des seuls moyens fondés sur un
contrôle “indépendant”. Ceci est le problème posé par M. le professeur
Néji Baccouche à propos des trois commissions de la transition, et
notamment, la commission crée en tant qu’instance “supérieure” pour la
réalisation des objectifs de la révolution, de la réforme politique et de la
transition démocratique, la commission d’investigation sur la corruption
et la malversation, et la commission d’investigation sur les abus à partir
du 17 décembre 2010. La culture politique, qui ne connaissait qu’une
utilisation instrumentale et politique des commissions “indépendantes”,
n’a pas toutefois manqué de faire ressentir certaines influences. Dans ce
cas-là, elle est apparue comme une influence de la société, à propos de la
question de la modernisation, ou alors comme une résistance qui semble
motivée uniquement par la résistance des groupes, même judiciaire, liée
au pouvoir précèdent.
4. Une troisième considération: est-ce que la législation peut
changer immédiatement la personne? Même si l’ampleur de certains
phénomènes liés à la corruption ont été montrés; on peut souligner, tout
en réfléchissant sur les deux contributions tunisiennes, que la “dérive”
institutionnelle d’un principe de répartition du pouvoir fondée sur la
collusion, nécessite des activités que l’Etat, dans l'immédiat, n’est pas en
condition de réaliser. En tout état de cause, le manque d’une société
civile active et dénuée d’un jugement pleinement “autonome”, rend
difficile le passage des institutions en tant “ordre alternatif” au droit
formel, à une société qui se légitime à travers le droit. La question qui
s’est donc présentée à notre attention, à partir du début du colloque, est
la question d’une politique constitutionnelle dynamique, dirigée vers un
développement d’une société civile “autonome” vis-à-vis des différentes
influences qui dérivent soit de la tradition, même en clé postmoderne,
soit des collusions caractérisant les régimes précédents.
Ces problèmes se poseront aussi dans le cas des autres pays de la
Méditerranée. La complexité de la société civile et les utilisations
instrumentales des différences dans ce cas, comme dans celui du Liban
qu’a souligné M. le professeur Georges Charaf, produisent une
fragmentation de la société, qui est difficile à composer à partir des
simples transformations formelles, même si liées à un fédéralisme
sophistiqué. Les ambiguïtés des réformes constitutionnelles algériennes
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
346
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
tient à ce qu’elles se vêtissent de structures formellement semblables à
celles du constitutionnalisme européen. Le professeur Bachir Yelle
Caouche a souligné la richesse de la fonction des partis politiques, qui,
selon les rapporteurs a été encore une foi ignorée. La constitution
devient un pacte entre forces: elle rend le droit prêt et fonctionnel pour le
respect de ce pacte, de l’autre côté il manque une dimension du
publique, qui part de la société et qui se retrouve dans le droit. Il est clair
qu’il est difficile de penser à un développement d’une sphère publique
qui accepte de se légitimer et de se limiter à travers le droit dès le début
d’une grande transformation, générée par la difficulté à continuer de
supporter des régimes autoritaires, liberticides et surtout centrés sur
l’opposition des intérêts des individus et des groupes liés à eux, à
l'intérêt public. Justement il est difficile de définir l'intérêt public sans
des libertés et des procédures. De toute façon la seule attention aux
solutions de procédure, même si formellement attachée à la protection du
pacte constituant directement exprimé, pose des problèmes réels même
dans le cas du Maroc, bien souligné parMme le professeur Nadia
Bernoussi, où l’attention aux équilibres des pouvoirs, reste sur un pacte,
où en effet il manque la fondation du pacte même, c’est-à-dire une
société civile qui participe à la vie politique. À ce propos, il faut se
concentrer avant tout sur l’opposition conceptuelle entre participation de
la société civile au processus politique et mobilisation de la société. Il
faut se demander s’il est possible en général de penser à une démocratie
fondée sur un espace politique unitaire composé par des citoyens, qui
discutent de ses intérêts d’une façon publique.
5. Constitutionnalisme et transitions. Tout en considérant les
autres transitions qui ont caractérisé l'histoire constitutionnelle
contemporaine, l’affirmation que ce sont les groupes, et non pas les
individus qui ont un rôle prédominant, pourrait apparaître comme un
truisme. De toute façon, la différence entre la domination d’Etat et la
transition pourra être vue justement dans le fait, que les transitions sont
liées à une mobilisation du peuple liée à des programmes et projets de
reconstruction de l’Etat. Bien entendu, toutes les mobilisations ne
peuvent mener à des transformations démocratiques, dans le sens de
démocratie définie par le constitutionnalisme, c’est-à-dire par le
gouvernement de la société civile appuyé sur une constitution qui
détermine le statut légal de l'individu et la façon de le protéger, la
relation entre participation et représentation et les mécanismes au travers
desquels les normes sont reconstruites et deviennent des actes
individuels (paradigmes du constitutionnalisme). Donc la transition
démocratique doit se porter sur un gouvernement pluriel, équilibré et
balancé, de préférence semblable à la “politia” d’Aristote. C’est
justement le problème posé par les auteurs qui représentent la côte sud
de la Méditerranée, avec les autres problèmes, de nature décidément
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
347
moderne, qui sont la définition juridiquement claire de l’équilibre du
gouvernement et une reconnaissance du sujet fondamental de droit,
notamment la personne, n'excluant personne. Le débat qui s’est produit
en Egypte, qui a été efficacement résumé par M le professeur Yousri
Elassar, met en évidence le danger du questionnement sur les principes
suprêmes posés à ce propos. Si ces principes sont à comprendre comme
des valeurs et ils sont pourtant à peu près comme des principes auxquels
M. le professeur Elassar se réfère en les indiquant comme supraconstitutionnels, alors nous pouvons parler de la possibilité de voir, à
travers le processus de transition, une transformation de la mobilisation à
la participation, qualifiable dans le cadre d’une médiation juridique
qu’on peut référer au constitutionnalisme. Ainsi cette transformation
demandera d’aboutir, avant tout, à un cadre d’une prévision certaine des
droits à reconnaître à tout et à chacun, d’une façon égale et
proportionnée. Elle demandera aussi d’aboutir au choix de l'exercice du
pouvoir selon des règles de distribution qui permettent à tout individu,
indépendamment de son état personnel, social ou confessionnel, la
participation à l’exercice de la politique. Également il sera accordé à
chaque regroupement, qui accepte les règles juridiques fondamentales de
la communauté sans en abuser pour supprimer ses principes juridiques
de base. Les valeurs politiques, morales et sociales de base comme la
liberté, la justice sociale, l’égalité, la solidarité, la communauté et le
respect de toutes les manifestations de l’individu et autres valeurs
morales présentent en effet plusieurs caractéristiques, orientées tant à
l'intérieur qu’à l'extérieur des communautés. Elles peuvent devenir une
base pour le dialogue et pour leur épanouissement dans d’autres
communautés à conditions qu’elles soient exprimées distinctement dans
un cadre juridique sûr pour toutes les normes et aussi pour leur
interprétation. L'exemple de la banque islamique, qui montre
l’importance de la communauté, de la solidarité et de la justice entre la
communauté, avec tout l'intérêt qui cette institution suscite dans la
doctrine, peut bien être considérée comme la base pour un dialogue
transnational, à condition que nous nous appuyons solidement sur des
bases juridiques sûres, qui seules peuvent encourager les particuliers à
soutenir ces principes vis-à-vis du législateur. Mais la nécessité de partir
de cet exemple pour soutenir la supra-constitutionnalité des valeurs
éthiques, aux fins de leur considération comme patrimoine de toute
l’humanité, porte à considérer aussi la question, de savoir si les concepts
formels, soit en droit constitutionnel, soit dans le domaine la politique et
la société, peuvent être suffisants pour considérer la question de la
transition constitutionnelle. En effet, les observateurs des questions
géopolitiques ont essayé de classifier “Les frères musulmans” comme un
parti semblable à la “Democrazia Cristiana” (... c’est à dire le parti qui a
gouverné en Italie pour environs 40 ans, tout en gérant la stabilisation
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
348
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
démocratique et la transition, voir Limes 2/2012, p. 199-200). À ce
propos, ils se réfèrent à l’opinion des mêmes activistes politiques de la
côte méridionale de la Méditerranée, tel que Rasid al-Gannusi, leader du
mouvement tunisien de Enhanda, selon lequel il n’y a pas de
contradiction entre sharia et démocratie. Sa conception de la démocratie
est le gouvernement du peuple pour le peuple à travers des représentants.
À ce propos la Sharia n’as pas le caractère des règles établies une fois
pour toute, parce que dans le système islamique la religion interagit avec
les académiciens et les intellectuels pour appliquer ses règles dans la
politique, l'économie et la religion. Selon la même opinion, l’islamisme
est comparable au concept de social-démocratie, car son but est
d’introduire la justice sociale dans le système économique, pour créer un
système de développement alternatif (ibidem).
6. Valeurs et normativité. Mais nous nous demandons, où est ce
qu’il faut trouver la garantie de l'adaptation correcte des mêmes valeurs
si non dans la normativité de la constitution? C’est pourtant la question
des valeurs, avec sa propre connotation constitutionnelle, qui doit se
poser sur l’idée d’une Constitution où la base normative modale est la
norme constitutionnelle même. En effet les constitutions, approuvées
antérieurement, s’appuyaient sur des “pactes”, des “compromis” à
caractère soit interne qu’extérieur. À l'intérieur, il s’agissait de pactes
entre le titulaire du pouvoir et les groupes qui le soutenaient, permettant
une distribution des richesses et des influences en faveur des participants
au pacte, et excluaient les autres. La dimension extérieure se fondait sur
un pacte entre les forces au pouvoir et les puissances qui le maintenaient,
tout en se garantissant une position privilégiée par rapport à l’activité
politique de ce pays, et à l’accès aux richesses. En effet dans l’Etat
autoritaire, les arbitres du pacte étaient les mêmes forces que celles qui
détenaient le pouvoir, en conséquence cela permettait soit une sérieuse
corruption, soit de profondes collusions entre groupes.
Les transformations constitutionnelles, si appuyées sur des pactes
plutôt que sur la force normative de la Constitution, pourrons porter vers
de grands changements au fur et à mesure que les pactes changeront.
D’ici découlent des conclusions:
1) L'adoption de seules trames constitutionnelles générales pourra
mettre en danger chaque acquis de la transformation. En effet, tant la
Constitution de Weimar du 1918 - et les autres constitutions rationalisées
de l‘avant-guerre- que la Constitution italienne de 1947 montreront les
dangers, ou bien les ambiguïtés d’une Constitution fondée que sur un
pacte. Sans vouloir ici allonger notre exposé, rappelons-nous seulement
les changements qui ont eu lieu dans le rôle constitutionnel du Président
de la République en Italie, sans aucun changement dans la Constitution
formelle (voire à ce propos Arcidiacono, 2012). Et nous voudrions aussi
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
349
ajouter ici, que si la constitution s'appuie sur la culture d’un pacte
constitué, introduisant la “question de constitutionnalité”; elle ne servira
pas tellement, parce que la question même ne permettra pas de contrôler
la correcte application de toutes les normes constitutionnelles, ni
l'implémentation de la même constitution en tant que système.
L'expérience italienne de cette institution, à partir de 1956 montre tout
son potentiel dans la protection des droits, mais aussi toutes ses
limitations, car il est difficile de contrôler les choix positifs et négatifs
du législateur, mais aussi dans des cas spécifiques, sa complexité. La
diffusion de ce recours pour la protection des droits, dernièrement
introduit en France et aussi au Maroc, montre son utilité, mais il faut
dans le même temps aussi souligner ses limitations ontologiques;
2) L’utilisation d’une approche à la constitution à partir d’un
pacte politique supra-constitutionnel, pourra donc mettre en jeux
l'implémentation d’autres valeurs supra-constitutionnelles comme les
valeurs suprêmes de justice, égalité, respect des droits fondamentaux,
respect des valeurs de la communauté, et enfin des bonnes mœurs
comme l'honnêteté dans l’action publique. Il faudrait pourtant tenir bien
compte de la normativité du droit, en tant que valeur qui permettra
l'implémentation correcte des valeurs de base de la communauté;
3) Les constitutions de l’Europe centrale et centre oriental, qui ont
caractérisées l'accomplissement des transitions à partir de 1989, ont bien
soulignées l’importance de la normativité et des droits. La Constitution
polonaise de 1997 peut être, à ce propos, considérée comme une
Constitution intéressante du fait qu’elle a permis de consolider une
transformation démocratique en étant la base d’un développement
significatif du pays, et “dernier point mais non des moindres” parce que
la Constitution polonaise donne une grande importance aux valeurs.
De toute façon, tout en reprenant les réflexions des différents
rapporteurs de la côte méridionale de la Méditerranée, la grande
attention montrée aux solutions formelles, s’ouvre aussi d’une façon
signifiante à la question de la garantie de la normativité. C’est de cette
préoccupation que dérivent, dans les présentations des achèvements des
processus constituantes, les doutes sur la partialité des reformes
entreprises, la difficulté à penser à comment déraciner les mauvaises
pratiques qui viennent du passé, et aussi les problèmes à concevoir les
perspectives qui puissent dériver de l'implémentation des nouvelles
Constitutions. Pour cela cette question a une portée générale et
finalement permettra de considérer la portée des solutions
constitutionnelles conçues d’une façon formelle, indépendamment des
politiques poursuivies.
Cette tendance à développer des Constitutions que j’appelle hyperrationalisée a été initiée par la Loi Fondamentale allemande de 1949 et
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
350
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
ceci pour empêcher que la normativité de la Constitution soit garantie
qu’à travers un pacte politique fondamental. Cette façon d’approcher la
Constitution s’accompagne par une technique normative spécifique, soit
à propos de la formulation plutôt détaillée des normes constitutionnelles,
soit quant aux garanties du respect des différentes parties de la
Constitution. Il faut noter, que même les Constitutions présentent une
tendance à s’étendre et à se développer.
Il faut dire, que dans le cas où les conditions politiques n’ont pas
permis le développement des politiques conditionnant le contrôle à travers le droit du rôle des groupes et surtout des élites, il y a eu de
certaines régressions démocratiques comme dans le cas de la Russie. La
question qui mérite ici une réflexion critique est la question de l’histoire,
nous trouvons que des développements constitutionnels qui posent des
doutes par rapport à une meilleure réalisation des paradigmes du
constitutionnalisme, peuvent coexister avec des manifestations de masse
en sa faveur: ici il faut tenir compte de la fonction de mobilisation de la
Constitution, des rôles des groupes à ce propos, mais aussi des
transformations, même avec le soutien de la masse, peuvent aboutir à
des médiations juridiques qui diffèrent qualitativement du
constitutionnalisme.
7. Interdépendance, solidarité à l'intérieur d’une communauté,
droit. L'importance de ce colloque est cruciale, parce qu’il considère la
question de la transition d’une façon assez générale. En effet, du point de
vue scientifique, je trouve qu’il existe une profonde continuité avec le
colloque, concernant la transformation des Constitutions, organisé
également par notre collègue et ami Prof. Kaboglu avec l’Association
Internationale de droit constitutionnel. La question considérée dans le
colloque sur la transformation des Constitutions regardait comment les
Constitutions peuvent changer et vers quelle direction elles tendent à se
diriger. La question considérée dans ce colloque concerne la transition,
donc où les Constitutions doivent s’orienter et si elles peuvent nous
porter aux résultats que nous espérons.
Les problèmes des Constitutions de la rive méridionale, de la rive
orientale et de la rive septentrionale de la Méditerranée semblent
différents: la rive méridionale essaye de se libérer du joug d’une
domination, préférablement sans devoir se soumettre à une autre. La rive
orientale, notamment la Turquie, essaye de trouver une forme
constitutionnelle qui puisse garder les droits et développements sans une
excessive rupture avec son passé. La rive nord de la Méditerranée,
notamment l’Union européenne, doit se confronter avec son acquis et
choisir soit de le consolider réellement soit de glisser complètement dans
une gouvernance dominée par les intérêts des Etats.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
351
Paradoxalement, à notre avis, le problème est commun et il est lié
à la solidarité. En effet, nous vivons dans un monde caractérisé par des
interdépendances. Le développement de chaque individu, de chaque
communauté, de chaque société étatique ou régionale prend place dans
un contexte d'interdépendances.
7.1. Solidarité et interdépendances entre individus dans la
même communauté. Nous avons avant tout des interdépendances parmi
les individus dans les mêmes communautés. Autant la morale que le
droit s’occupent, chacun dans son domaine, de régler ces
interdépendances. Tant l’histoire de la religion, que des cultures et du
droit de la côte septentrionale, orientale et méridionale de la
Méditerranée, dans lesquels tout observateur attentif trouvera une grande
unité de fond, montre de grands exemples liés à la question des
différents aspects de la solidarité par rapport aux interdépendances entre
individus dans une même communauté. L’obligation de la Umma de
prendre soin des pauvres est sans doute un exemple qu’il faut admirer et
suivre dans les différentes cultures. Aussi en Europe, malgré les
différentes controverses, la valeur de la solidarité a inspiré des
mouvements de nature morale, par exemple, dans le Moyen Âge, autour
de “Meister Eckhart” pour lequel il est traité de la tentative de réaliser
une société de l’être plutôt que celle de l’avoir (Fromm). La solidarité a
été aperçue dans le cadre de la pensée socialiste que chrétienne qui ont
inspiré les réformes constitutionnelles à partir au moins de 1848. Dans le
cadre de l'évolution des Constitutions à des Constitutions hyperrationalisées, les interdépendances entre les individus de la même
communauté ont été bien réglé à travers des constructions de droits
comme celui de l’égale dignité sociale de tous les citoyens” dans la
Constitution italienne de 1948, mais aussi par la construction des droits
fondamentaux dans la Loi Fondamentale allemande: parmi eux, nous
voudrions souligner le droit de la personne “au développement de sa
propre personnalité”. Toutefois, la portée dynamique de ces
constructions a trouvé des limites démesurées quant à son application
par rapport aux étrangers, et cela s’est présenté d’une façon évidente en
refusant aux travailleurs étrangers la citoyenneté allemande: le cas des
turcs est éclatant à cet égard. Pareillement en Italie, le traitement des
étrangers migrants a souvent démontré l’incapacité des pouvoirs à
affronter la question de leur accueil tout en respectant les droits de la
personne et cela pas seulement dans le cas de l'émergence: en effet à
s’opposer à l'intolérance généralisée il n’est resté souvent que les seules
forces morales. La théorie de la citoyenneté inclusive et exclusive du
professeur Massimo La Torre, pose justement l’accent sur la
construction de la citoyenneté, comme en institut juridique qui semble
fonder les mêmes droits. Il objecte à la construction italienne et à la
construction allemande de la citoyenneté d’être “excluantes”. De tout
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
352
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
évidence l’argumentation suivie, par l’auteur cité, utilise plusieurs
concepts qui dérivent du droit civil, mais elle considère plusieurs
questions de nature constitutionnelle. En France, notamment,
l’évaluation de la citoyenneté comme “incluante” ne tient pas compte du
fait, que le déficit juridictionnel des droits ne permet pas de contrôler la
question du respect de l’ordre public intérieur par rapport à la
reconnaissance de plusieurs institutions juridiques “importés” par les
étrangers.
7.2. Solidarité et interdépendance entre groupes dans la même
communauté étatique. La solution “intégrationniste” que nous venons
de critiquer par rapport aux étrangers en France présente des éléments
problématiques, qui toutefois, ne trouvent pas une solution à travers le
communautarisme, comme pratiqué en Angleterre par une plus ample
reconnaissance de la question du statut personnel et de l’identité
culturelle. En effet, elle n’aboutit pas à l'intégration, mais elle conduit à
“exclure”.
Quand nous observons la côte orientale et méridionale de la
Méditerranée, nous trouvons aussi une situation de crise générée par la
domination de certains groupes sur d’autres, qui peuvent être motivée
par des motivations ethniques, religieuses ou bien par le pouvoir
politique. Ces conflits ont été affrontés parfois avec une intégration
extrême, c’est-à-dire en imposant l’impossibilité de manifester des
identités communautaires et ethniques de groupe au niveau du discours
politique dans le cas de la Turquie. Cette approche fonctionne à travers
la tendance à une grande tendance au conflit dans la société, qui ont
porté à plusieurs violations des droits de l’Homme et ont été la raison
d’être soit des groupes divisés dans la société et avec une position
institutionnelle qui leur est propre comme l’armée, soit des “groupes”
souvent composé par une moitié en provenance de la criminalité
organisée et l’autre d’escouades violentes. Dans les autres cas, les
conflits entre groupes religieux, sociaux, ethniques ont toujours été
affrontés dans un cadre de domination, d’hégémonie et de persécution
qui s’est accompagnés par des gestions particulières du pouvoir
économique et politique, mas aussi par le rôle institutionnel des groupes
séparés comme l’armée.
Tout en considérant les questions posées, nous voyons, même dans
les différences, deux difficultés fondamentales pour la solidarité à
l'intérieur d’un État: a) la difficulté des Etats à considérer avec des
critères d’égalité les différentes manifestations existentielles des
individus qui présentent des éléments qui vont au-delà des critères
dominants; l’Etat social n’aide pas à ce propos, parce que il devient un
facteur qui unit les sujets de droit “à l'intérieur” de la communauté
contre les personnes, (qui sont ou) qui viennent de l’étranger; b) la
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
353
difficulté à faire développer un modèle de médiation juridique qui soit
en condition de permettre la coexistence des groupes avec un modèle de
bien commun transversal par rapport aux groupes.
7.3. Solidarité et interdépendance entre différent Etats. Comme
nous avions déjà souligné, nous avons observé une tendance au
développement de constitutions hyper-rationalisés, c’est-à-dire des
constitutions où la médiation juridique s'appuie sur le contenu des
dispositions constitutionnelles en tant qu’expressions linguistiques,
plutôt que sur l’accord politique qui a porté à leur approbation. En effet,
cette tendance aurait pu aider les relations entre les Etats en prévoyant
des règles, qui concernent les différents domaines relevant des
interdépendances entre les communautés étatiques. Mais à ce niveau, on
a déjà pu constater des problèmes relevant au sujet de l'interprétation des
droits fondamentaux2 dans les processus d'élargissement de l’Union
européenne. En tout état de chose, il faut commencer par l’analyse des
éléments les plus relevant du processus qui a su le mieux exprimer la
transformation conduisant à une “solidarité” réelle de Etats3, (Schuman
parlait dans sa déclaration “de solidarité de fait”). Le processus
d'intégration européenne est sans doute un processus d'intégration entre
les Etats, qui du point de vue technique ne présente pas, à notre avis, des
éléments véritablement révolutionnaires (quant à la forme) par rapport
aux instruments techniques du droit international déjà connus. En effet
tant l’union douanière que le droit de la concurrence ne vont au-delà des
principes généraux à travers desquels la clause de la Nation la plus
favorisée est appliquée. Ils forment un système qui permet aux droits
dérivant de cette clause d’être appliqués de manière égale et “selfexecuting” dans les relations entre les Etats membres, en permettant dans
le même temps de garantir d’autres valeurs telle que la nondiscrimination par rapport à la nationalité. Le processus d'intégration
européenne s’est aussi initialisé selon le principe d’ouverture, qui
originairement dans le plan Schuman était formulé avec l’intention
d’offrir au monde entier le développement de la production au monde
entier, sans exceptions ou distinctions, afin d’augmenter le standard de
vie et assurer la paix, mais avec un intérêt adressé spécifiquement au
soutien à l’Afrique. Dans ce sens, le postulat d’une supranationalité des
valeurs, qui n’impliquerait pas son élargissement sans fin, mais qui
signifie la dérogation à l'extérieur des principes qui ont inspiré le
processus d'intégration et notamment le processus de création de
l’Union, de son développement et élargissement qui constituent aussi la
base de son action extérieure; parmi eux la solidarité. De toute façon,
2
3
P. Policastro, 2005.
Schuman parlait, dans son déclaration de la “solidarité de fait”.
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
354
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
tout en considérant qu’il est impossible de penser encore à des systèmes
d’aide au niveau international comme base de la solidarité, soit en raison
de leur caractère paternaliste, soit en raison de la superficialité par
rapport à la responsabilité et à la transparence que ces systèmes ont
généralement porté avec eux, nous ne pourrions pas éviter de penser à la
nécessité pour les Etats membres de l’Union européenne de développer
un système de relations constitutionnelles qui contribue au moins à la
stabilité des pays de l’autre côté de la Méditerranée. En effet, les accords
d’association Euro-Méditerranéen se réfèrent aux liens mutuels, aux
interdépendances, aux objectifs d'intégration mutuelle. Les accords avec
la Turquie vont encore plus loin. En effet, l’élaboration complexe de
clauses de la nation la plus favorisée avec un degré signifiant
d'intégration économique, et dans le cas de la Turquie en allant jusqu'au
seuil de l’admission, porte avec soi la nécessité de donner à la bonne foi
demandée par la Convention de Vienne, soit dans l’application que dans
l'interprétations, une signification bien liée à la portée textuelle et aux
intentions d'intégration qui sont manifestées dans les mêmes traités. En
effet, la même Cour Internationale de Justice a rappelé l’importance de
la bonne foi dans plusieurs situations. À ce propos, on peut se référer à la
décision de la Cour concernant le projet Gabcíkovo-Nagymaros. Dans ce
litige entre Hongrie et Slovaquie, la Cour a souligné que l’obligation
d’appliquer le traité en bonne foi consiste dans l’application d’une façon
raisonnable (jugement du 25 septembre 1997). Le Vice-président de la
Cour Christophe Weeramantry, tout en manifestant son accord pour la
plupart de la décision, a souligné que la question, qui concerne le
développement soutenable, a des implications “erga omnes” (envers
tous) qui nécessitent qui les obligations liées à ces questions soient
interprétées selon la sagesse qui découle des différentes cultures. Bien
entendu, l’argumentation peut être transposée à la question des relations
entre les pays membres de l’Union européenne et les pays de la
Méditerranée méridionale et orientale par rapport à la crise courante.
Les rapports présentés par le Maître de conférence Benoit JeanAntoine et le prof. Jean Rossetto pour la France et par le professeur
Ángel Rodriguez pour l’Espagne, arrivent à des résultats parallèles, mais
concordent au sujet du rapport entre Constitution et stabilité. La France
montre que la tentative de s’approprier un modèle de constitution qui
appuie sa médiation sur la normativité même apparaît, en effet, plutôt
affaibli au niveau des questions de dépense publique. Dans le cas de
l’Espagne, le rapporteur a observé que pareillement au processus de
transition constitutionnelle qui a abouti à la Constitution de 1978 et à la
réforme “succincte” de 1992, aussi dans le cas de la réforme
Constitutionnelle espagnole de 2011, qui a introduit à l’article 135 la
mention des limites de dépense liées à l'intégration Européenne, l’idée
de l'intégration Européenne a joué un rôle important de légitimation,
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
355
mais plutôt “en blanc”, c’est-à-dire, sans être liée à la nécessité des
débats. Ces débats, que nous voudrions observer, furent importants en
réalité pour manifester une participation sociale à une intégration
supranationale, plutôt que de discuter seulement sur les positions
critiques. Le défaut de la politique et surtout des valeurs, avant toutes
choses la valeur de la solidarité est ici évidente. En effet, la question des
sacrifices imposés à la population et les critiques liées à cela
apparaissent comme un truisme. Les dangers sont évidents. Le premier
Ministre de la Grèce en demandant des délais pour l'ajustement des
finances a mis en garde que les phénomènes de mécontentement actuels
peuvent mener à des réactions virulentes comme celles que l’Allemagne
a vécu au temps de Weimar. Mais est aussi évident la manque d’un
projet fondé sur des valeurs, qui pourrait permettre une cohésion au-delà
des Constitutions. Ici on voit les difficultés qui dérivent du caractère
constitutionnel des droits, lorsqu’ils ne sont pas accompagnés par des
activités publiques qui donnent de la “valeur” au droit en les élargissant
avec des propositions de coopération aux autres communautés. Dans ce
sens la création de compétences réunies au niveau de l’Union semble un
paradigme intéressant. Et surtout dans le cas d’un transfert de
compétences dans le domaine de la monnaie et des finances publiques,
nous trouvons un domaine qui potentiellement peut aboutir à définir
juridiquement la “mesure de la valeur” produit, dans un contexte
d'interdépendances. Or les rapports des pays de “la rive droite” montrent
que la normativité de la Constitution s’affaiblit lorsqu’il s’agit de décider
de définir le bien commun dans un cadre commun lié à un contexte
d'interdépendances. En effet, le “Traité sur la stabilité, la coordination et
la gouvernance (TSCG)” qui unit la création d’un mécanisme permanent
de stabilité de mesure fiscales, signé à Bruxelles le 2 mars 2012 permet
une coordination plus étroite et juridiquement plus contraignante des
politiques économiques entre les pays de l’Union européenne, et avant
tout, qui ont comme devise l’Euro. Le Traité, tout en permettant une
possibilité d’interventions directe pour le soutien des Etats, ne prévoit
pas une sélection des activités économiques à poursuivre permettant
d’échapper aux crises économiques, comme celle de 2008, ou d’une
façon de garder à l’Etat social, qui peut être considéré comme lié soit à
la dilapidation des ressources publiques soit à une économie de
dissipation en tant que telle. En effet, même la décision de la Cour
Fédérale d’Allemagne sur le “Traité” n’a spécifié que des conditions
formelles et le niveau des sommes qui peuvent être payées par
l’Allemagne sans la nécessité d’obtenir l’autorisation du Parlement ou
l’interdiction pour la Banque Centrale Européenne de financer les crédits
du mécanisme de stabilité.
Pour conclure cette analyse, nous avons trouvé que les
constitutions ont bien montré un déficit de prévision concernant
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
356
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
l'interdépendance et donc de prévisions en matière de solidarité “de fait”.
Au niveau de l'intégration européenne, ces difficultés restent encore sur
les tentatives de développer des mécanismes de stabilisation. Autrement
dit, les mécanismes de nature institutionnelle apparaissent limités par
rapport aux valeurs. Ils peuvent uniquement constituer des bases
formelles desquelles on ne pourra renoncer pour l'implémentation des
valeurs, mais à condition que les valeurs même soient portées par la
société à travers des mécanismes de nature institutionnelle adéquats et de
garanties pertinentes.
8. Les trois piliers d’une nouvelle supranationalité. Après ces
réflexions nous pouvons conclure, qu’affronter la question des
interdépendances nécessite des valeurs. Mais réclame aussi un ensemble
de garanties institutionnelles et relatives aux libertés, qui permettront
aux valeurs de pouvoir être véhiculées. C’est en cela que la fonction de
garantie primaire qu’on reconnait à l’Etat de droit, soit dans l'expérience
étatique en tant que telle soit relative à l'expérience de l’un des Etats
conjointement aux autres, au sein des Traités que nous pourrions appeler
“d'intégration”. Pour cela, les expériences de l’Etat de droit et des
organisations d'intégrations, fondées sur le même principe, deviennent
propédeutiques, mais elles ne sont pas suffisantes pour garantir un
épanouissement des valeurs au-delà des différentes communautés.
En ce sens c’est la société civile, qui aura l’obligation d’enrichir,
par les valeurs, les interdépendances entre personnes et groupes. Sur la
base de cette considération, on pourra développer une théorie des
obligations constitutionnelles tout à fait consistante avec les obligations
de protection de l’Etat de droit, mais qui permettra d’aller au-delà des
contraintes de la conception formelle du droit.
8.1. La protection de la biosphère en tant que valeur
constitutionnelle à caractère supranational. Les valeurs, que la société
civile aura l’obligation de faire épanouir au-delà des groupes et des
sociétés sont liées soit à l’importance de la personne humaine et à la
protection des manifestations de son existence qui ont pour but les
développements de la connivence humaine. Pour cela, il faudrait tenir
compte également du fait que la vie en commun pour l’humanité est
possible au sein de la biosphère, qu’il faut la sauvegarder et préserver
pour toutes les communautés possibles dans le présent et dans le futur.
Les obligations des sociétés humaines, qu’il faudra poursuivre en partant
des obligations de tous vis-à-vis de la nature et de l’humanité en tant que
telle, seront avant tout des choix. Le choix fondamental est, à notre avis,
de déterminer quels sont les buts primaires du processus à travers le
quel, nous produisons les biens et les services nécessaires à notre
existence par rapport à la nature et aux sociétés humaines. Il s’agit d’un
choix fondamental du processus économique dissipateur, indifférent, ou
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
357
poursuivant le rééquilibre à travers de la biosphère. Par processus
économique dissipateur, nous entendons une circulation qui utilise des
ressources énergétiques à outrance, et où la recherche, l’innovation, la
production, et par conséquent l'accumulation sont dirigés vers des
emplois caractérisés par une haute vitesse de consomption soit pour des
buts civils liés à des sociétés fondées sur la consommation de masse, soit
pour des buts militaires. Dans ce modèle d’accumulation, il y a là une
constante nécessité à se procurer un contrôle tant sur les régions d’où les
matières primaires proviennent que sur les débouchés des marchés. La
tendance à générer des interdépendances caractérisées par des
hégémonies économiques, politiques et culturelles au niveau intérieur
pour soutenir le développement des opinions publiques caractérisées par
un haut degré de rigidité culturelle. Les salaires distribués dans le
processus économique dissipateur sont élevés, mais les bénéfices réels
de ces salaires ne touchent qu’une petite fraction du travail employé sur
l'échelle globale. D’un autre côté, l’instabilité politique et économique
qui caractérise ce macro-domaine de l’économie mondiale est assez
haute. La guerre devient souvent le moyen de se garantir l'accès aux
matières premières et des débouchés pour la production civile et
militaire. L’emploi des armements dans des conflits génère des
dommages naturels, humains, moraux et matériaux qui sont
généralement beaucoup plus grands en magnitude et durables dans le
temps, que les bénéfices économiques générés par les salaires distribués.
Aussi l’élargissement à l’échelle mondiale du macro-domaine
dissipateur est, a notre avis, la cause principale du changement de la
distribution des revenus à l'échelle globale qui a permis la concentration
de la plus grande partie du revenu mondial dans une section assez petite
de la population mondiale; la seule à pouvoir bénéficier de ce macrodomaine dissipateur, tout en déployant une influence systémique pour le
garder. En effet, selon le FMI, en 2011 la partie la plus riche de la
population mondiale recevait environs 14% de la richesse globale, tandis
que 20% des plus pauvres ne recevaient que 1% 4. Cette mesure montre
le manque d’efficience de ce type de circulation, qui est lié aussi à un
autre phénomène qui est appelé la surconsommation. Ce type de
circulation de toute façon est aussi lié à une citoyenneté conflictuelle
visant à imposer la logique de certains groupes sur les autres.
En lien avec cela, il y a une circulation qui se concentre sur des
applications civiles des technologies, cependant liés au consumérisme.
La vie en fonction de la consommation permet de développer des
habitudes qui à la fin oublieront la réalité au-delà de chacun, tout en
développant une citoyenneté passive dédiée à la possession des biens. Le
4
http://www.imf.org/external/pubs/ft/survey/so/2011/new091211a.htm
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
358
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
maintien ou l’augmentation du standard de vie en terme de
consommation, souvent des gadgets comme des bien électroniques, des
ressources web. Ce nouvel mode de vie est motivé par la consommation
et elle devient souvent la motivation fondamentale pour les choix
politiques des personnes liées à ce modèle de circulation, qu’on pourra
pourtant définir, par rapport au manque de valeurs de citoyenneté
consciente de l'interdépendance, comme “indifférente”
Il y a, à notre avis, aussi une troisième typologie de circulation
économique qui est dirigée à poursuivre l'équilibre entre les personnes,
les communautés et la biosphère. Ce type de circulation pourrait être
considéré comme tourné vers des choix primaires, qui mettent en son
centre les interdépendances, les personnes, les communautés et la
biosphère. Ces choix sont fondés sur la conscience du caractère
transnational des actions humaines, qui dérive du fait, que nous vivons
dans des interdépendances tout à fait naturelles: les actions de chaque
collectivité et les actions de chaque particulier influencent aussi les
autres collectivités et les autres particuliers et cela au-delà des confins du
temps et de l’espace. Les actions de dissipation des ressources
énergétiques, des matières premières, des ressources environnementales
et de la biosphère ainsi que les actions dirigées au soutien de hostilités
individuelles et de groupe, spécialement s’il s’agit des actions armées,
influencent tant les générations présentes que les futures. Pour cela une
citoyenneté bien équilibrée devra être fondée sur une conscience et une
volonté générale qui seront orientées vers le bien de tous. Cette
citoyenneté doit perpétuer le dialogue, la mutuelle reconnaissance, le
développement, le respect pour la biosphère, les générations futures et la
liberté mais surtout la paix. Pour cela elle pourrait être réalisée à travers
une application raisonnable des valeurs garanties, tant parmi des
garanties juridiques réelles qu’au niveaux national voir au-delà des Etats.
C’est ainsi que les activités, des particuliers et des groupes, deviennent
supranationales. Dans ce choix fondamental, la citoyenneté devrait ainsi
être capable de manifester aussi des dispositions à se gouverner et de
développer des actions, qui pourront être réalisées par une coordination
des différentes instances politiques.
Nous avons déjà souligné que dans la Méditerranée du Sud et dans
le Moyen Orient, le défaut de solidarité s’accompagne par une tentative
constante d'hégémonie extérieure pour le contrôle des ressources
énergétiques5. Pour cela une constitution fondée sur une tentative
d’assurer une prédominance de certains groupes sur d’autres ne sera que
5
P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional interdependences through
society-based supranationality as a path for the European and Mediterranean
transformation, 2012, à venir.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
359
le reflet intérieur d’une tentative d’acquérir l'hégémonie en provenance
de l'extérieur.
8.2. Les autres choix comme des choix d’action qui concernent
le rôle de la citoyenneté. Si la citoyenneté doit, quant à elle, devenir
l’objet d’un discours abstrait sur sa relation avec le pouvoir, et par
conséquent, qu’elle soit soumise aux choix finaux des gouvernants jusqu’à aboutir à une représentation fondée sur une participation de
consensus et sur une participation qui s’articule, dans le même temps, à
travers de véritables propositions d’action. Le simple consensus sera
présent là où la méthode majoritaire sera utilisée en l’absence d’une
véritable confrontation des propositions d’action; c’est-à-dire qu’elle est
liée à l'exercice des activités publiques. Les rapporteurs turcs, tant dans
leurs interventions que dans les débats et le dialogue qui s’en sont suivis
tout au long de ce colloque, ont mis en garde les participants sur le
danger d’une participation à la vie politique faite de simple consensus et
de mécanisme majoritaire. C’est-à-dire, une participation s’appuyant sur
des concepts métaphysiques déracinés de la réalité sans référence à des
actions pratiques liées à des valeurs morales et politiques ainsi que
s’appuyant raisonnablement sur la protection juridique des droits de la
personne, mais également sur la transparence et l’équilibre entre les
institutions ainsi que la coexistence pacifique des groupes. Nous
voudrions aussi souligner les questions concernant si et la mesuredans
laquelle les valeurs doivent être importées dans la constitution. Le
problème véritable est, pour le droit, de savoir quelles valeurs et dans
quelle mesure leur protection juridique va être garantie. La discussion
morale sur l’acceptation d’un recours ample et différentié aux valeurs en
voie de devenir un principe, mais sans de véritables garanties juridiques
appréciables; cette approche déborde, également, sur l’admissibilité de
cette approche aussi sur le plan politique.
Pour cela nous croyons, que le choix de valeurs doit être
correctement lié à l’action et à la raison pratique. Nous nous
demanderons donc si des activités adressées à rétablir l'équilibre avec la
nature, comme la “Grande Muraille Verte”, qui par une initiative de
l’Union africaine, a pris en charge de supporter la plantation d’une bande
de 15 kilomètres d’arbres de Dakar à Djibouti, ne seront pas des
opportunités pour reverdir aussi les valeurs de la paix, de la solidarité et
de la citoyenneté. En effet, le noyau fondamental de la citoyenneté est lié
à la recherche de l’application, toute a fait volontaire, de valeurs qui
permet une amélioration du niveau de la coexistence. L’histoire de la
citoyenneté moderne, pourra donner des exemples qui sont surement
positifs, et qui se réfèrent aux grandes cultures mondiales. Il faut
toutefois surpasser les tendances qui ont mené à affirmer un modèle de
citoyenneté fermé. Et pour cela, la contribution volontaire à
l'assainissement des régions qui ont été désertifiées où polluées par
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
360
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
l’avidité, apparaisse comme un bon remède pour agir sans détruire et
pour espérer sans désespérer. Et surtout si la société saura profiter de
cette occasion pour développer des initiatives conjointes pour permettre
aux villes et aux villages intéressés de développer, à partir de la
valorisation de leur capital humain des services publics de base, comme
la production d'énergie électrique, la cuisine solaire, l’épuration de l’eau
et tant d’autres. Le fait que les expériences isolément menées pourront
paraitre modestes, à une échelle comparable à celles réalisées à partir de
la formation du “Barefoot College”, qui utilise les capacités locales sans
une instruction spécialisée de base, ne signifiera rien. Ils se seront
produits, à partir des initiatives locales, des véritables réseaux locaux,
des entreprises locales, qui sont la base de chaque véritable démocratie.
L’activité de parcellisation, qui accompagne le reboisement, est lié aussi
à l’agriculture locale. Au moment où l’Etat social montre toute la
faiblesse, c’est le moment, durant lequel, des initiatives sociales de
citoyennetés actives de base émergent. En effet les colloques, tout en
pointant les difficultés de la solidarité économique des pays de la côte
septentrionale de la Méditerranée, montrent aussi que l’une des voies
pour s’extirper du mirage du bien être peut être cette alternative d’une
vie digne mais simple avec un activisme social ouvert aux
interdépendances.
9. La Turquie: la recherche, à travers les autres, de sa propre
identité d’équilibre. Le rôle de la Turquie dans le colloque a été celui
d’un point de référence complexe. Avant tout pour ce qui concerne le
rôle que la culture constitutionnelle et politique turque a joué dans ces
complexes transformations. Secondement, en ce que la Turquie se fait la
synthèse de plusieurs difficultés qui concernent aussi les autres pays de
la côte méridionale de la Méditerranée. Troisièmement la Turquie,
représente avec ses élans et sa complexité, la métaphore soit de
l’importance du droit en tant que valeur, soit la difficulté à faire affirmer
le droit seul en tant que mécanisme de médiation formelle, sans valeurs
pratiques. Est egalement prise en compte l’Union européenne, qui
cherche dans la Turquie une référence pour une démocratisation, mais
fait des appels sur la question des droits de l’homme et des différentes
valeurs indispensables à l'épanouissement de l’être humain. Une
troisième référence sera la Russie, avec laquelle la Turquie est appelée à
se confronter soit comme sujet capable de générer un développement
économique, soit comme un véritable élément de stabilité.
9.1. Identité constitutionnelle et transformation. Concernant le
rapport entre l'identité constitutionnelle turque et les transformations, on
trouve que la Turquie a besoin surtout d’un droit constitutionnel
raisonnable. On retrouve ce besoin pas seulement par le consensus sur la
nécessité de dépasser la Constitution du 1982, mais aussi sur la base de
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
361
la nécessité qui fut signalée au sein des institutions de tempérer le
principe majoritaire; et cela pour des raisons de réalisme politique, car le
parti de majorité relative, l’AK, n’a pas le nombre suffisant de soutien
pour modifier la Constitution selon les procédures prévues par la
constitution en vigueur. De toute façon, un rôle signifiant du parlement
dans le processus de transformation du modèle constitutionnel même
fondé sur une séparation des pouvoirs qui est relativement concentrée
(avec une vieille terminologie on pourrait dire “rationalisée”) par
exemple, à travers une seule chambre parlementaire, est aussi un barrage
pour l‘admission au Parlement. Ce choix de représentation réduite
influence aussi le processus constituant. En effet, la Commission de
Réconciliation Nationale tient compte de ce modèle de représentation en
étant composée que par des représentants des parties composants
l’Assemblée nationale. La critique qu’on pourra faire à ce propos est
simple. On pourrait en effet dire qu’une Constitution doit être la
Constitution de tout un peuple, et qu’un processus de transformation
constitutionnel profond à travers le recours au pouvoir constituant, est
différent de l'exercice du pouvoir législatif. Et cela s’appliquera même
dans le cas, où les élections parlementaires, ont comme but déclaré de
réviser la Constitution. Mais en effet, cette considération de principe ne
tient pas compte de la structure de la société ni de la structure des
mouvements sociaux et politiques dans la société. En effet, la création
d’un constituant élu proportionnellement sans barrages, nécessite une
structure politique de base et un principe d’organisation, qui permet la
“réduction de la complexité”. Par exemple, le constituant italien, les
élections de 1946 ont vu la participation de plus de 50 parties aux
élections. La représentation, qui été fondé sur 556 députés, était
concentrée sur 4-5 forces. Toutefois, à l'intérieur de la Constituante, la
mission d'élaborer et de proposer le projet de la Constitution a été
assignée à une Commission pour la Constitution formée par 75 membres
du constituant choisis parmi les représentants de tous les groupements
politiques au sein de la Constituante. Mais au sein même de la
Commission, il fut formé un comité de 18 rédacteurs qui a opéré d’une
façon non formalisée, sans prendre note de ses travaux, permettant de
garantir une grande efficacité de ses travaux; pourtant la question du
dilemme sur le caractère discrétionnaire des travaux montre, en effet,
que l’un des deux piliers du gouvernement, n’est pas seulement le
gouvernement à travers le droit et limité par le droit (iurisdictio, selon la
conception médiévale de Bracton, présentée aux modernes par
MacIlwain),
mais
aussi
le
gouvernement
discrétionnaire
(gubernaculum). En effet, au début de cette même Convention de
Philadelphia de 1787, il fut convenu que les travaux auraientt lieu
secrètement. En effet la discussion publique peut conduire à exacerber
les différentes positions politiques. De toute façon la Commission de
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
362
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
réconciliation nationale turque, se positionne d’une façon différente par
rapport aux plusieurs expériences précédentes et parmi elles les
transformations constitutionnelles de la fin des années ’80 du dernier
siècle. En effet, la question en Turquie ne se posait pas en termes de
rupture entre l’ordre politique, économique et sociale, mais elle était
considérée comme un ensemble. Le principe de distribution des
influences sur la politique semblait difficile à changer avec un petit
nombre de partis au pouvoir, qui avaient en plus déjà déclaré leurs
positions sur la constitution; le principe de distribution des influences sur
l’économie, aussi lié aux accords entre les forces au pouvoir et les élites
économiques et à un soutien social lié au fait, que la Turquie arrive
profiter de sa position stratégique du point de vue tant commerciale
qu'énergétique. Donc la question se pose d’une perspective sociale:
changer la Constitution semble lier à garantir une identité politique et
sociale dans une structure complexe composée d’un côté d’identités
sociales non reconnues, une identité unitaire politiquement importante,
mais qui a été construite et réalisée à travers le développement de
groupes séparés et de mouvements qui ont profité de l’unité sociale
artificielle. Une telle unité s’est accompagnée par de la violence et par
des violations flagrantes de droit de l’homme. Ces violations sont le
symptôme d’une difficulté à affirmer un principe républicain réel. Le
respect des droits de l’homme, tant pour l’individu que dans les
communautés où l’individualité se développe, semblerait l’institution
clé, soit pour une participation définitive de la Turquie à la stabilisation
politique, économique et sociale de l’Union européenne, soit comme
proposition positive pour la modernisation des politiques sur la côte
méridionale de la Méditerranée.
9.2. Liberté et raisons pour une nouvelle constitution. Pour
cela, le débat qui est relatif à la transformation de la Constitution en
Turquie devient un débat concentré sur des questions comme la tension
entre liberté et autorité, entre unité et décentralisation, entre laïcité de
l’État et sentiments religieux majoritaires, entre démocratie et
pluralisme. Même la bonne volonté montrée par la Commission pour la
réconciliation nationale de prendre en compte l’opinion des différents
regroupements sociaux, bien mis en évidence par les représentants des
partis d’opposition, ne convainc pas le parti AK que la “raison” doit être
trouvée à partir de l’opinion de tous, mais plutôt que le caractère
d'intégration du processus politique peut être protégé à travers une
majorité. L’écho de cette opinion a été accompagné par l’affirmation du
professeur Riza Türmen que “la majorité” dans les conditions politiques
de la Turquie risque de porter à une dictature. En effet, les conditions de
processus constituent, où la liberté d’opinion est fortement limitée par le
droit pénal en vigueur ou par la loi anti-terrorisme, où il n’y a de
possibilité réelle pour les personnes de se former une opinion critique
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
363
fondée sur leurs propres évaluations. Pour cela la seule utilisation d’un
consensus à partir de la majorité parlementaire, manifesté par un soutien
commun exprimé par les valeurs de la religion majoritaire,
n’apparaissent pas être suffisantes. N’apparaissent pas suffisants aussi
les efforts du parti majoritaire de balancer entre valeurs majoritaires et
état de droit, car ce balancement nécessite une ouverture à l’alternance
politique, qui s’appuie sur la protection des droits dans un contexte de
pluralisme. Aussi concernant la question des valeurs, leur protection
réelle met en jeu les structures de l’Etat constitutionnel de droit. En effet,
chaque personne est une valeur immense que le droit doit protéger, aussi
selon les équilibres et les convenances du moment, le développement du
pluralisme ne pourra provenir que de l'héritage de l’Etat laïque, car il a
permis, en Turquie le développement d’une structure constitutionnelle
qui a permis d’envisager le concept du respect de la personne au-delà
des différentes préférences politiques. Le fait, qu’encore la Turquie est le
pays qui dans les jugements de la Cour européenne des droits de
l’homme reçoit la majorité de condamnations - en le 2011 il y avait 159
cas concernant la Turquie où au moins une violation de la Convention
était déclarée, contre 121 dans le cas de la Russie et 105 dans le cas de
l'Ukraine – montre que la question du respect des droits de l’homme a un
caractère tout à fait préalable. La bonne capacité du parti de majorité
relative, ou mieux de son leader, de gérer la complexe situation ne
change pas les priorités; surtout au moment où l’inclusion des valeurs
majoritaires dans le processus du gouvernement devient importante pour
tous les Pays de la Méditerranée, il faut tenir compte, du fait que la
responsabilité de la Turquie est aussi de proposer des solutions
institutionnelles qui permettent le respect des droits de l’homme: le
développement d’un Etat constitutionnel à travers une laïcité incluante
pourra permettre au débat sur les valeurs de servir comme facteur de
contrôle des violations des droits de l’homme et non le contraire. Pour
cela, il faut tenir compte de la valeur importante de la consultation avec
les associations qui s’occupent des droits de l’homme. En effet, dans une
société où la religion majoritaire ne s'appuie pas sur une structure
institutionnelle hiérarchique, comme dans le cas de l’Islam, la
responsabilité de l’individu et donc des associations de la société civile
doit bien être considérée comme la manifestation primordiale de la
“contrafactualité” des valeurs et de leur rôle de contrôle. Même dans les
sociétés où les valeurs religieuses majoritaires sont manifestées par une
organisation hiérarchiquement structurée, comme l’Eglise catholique,
l’histoire des droits de l’homme montre l’importance des mouvements
civils menés pour garantir les droits aux exclus.
Dans le cas de la Turquie, la structure des violations des droits de
l’homme montre une nécessité de réformer profondément
l’administration et les relations entre les pouvoirs. Aussi la question de
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
364
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
l'accès à la procédure et du langage des institutions auront un rôle
fondamental ainsi que la question de l’abus des droits. Ici, sans un débat
public avec les groupes qui peuvent montrer et souligner les violations
des droits de l’homme, les simples déclarations en faveur des droits
même n'auront ni valeur morale ni juridique.
9.3. Valeurs et transformation. La question des valeurs quand
bien même elle ne pourra se limiter à la dénonciation des situations des
fait existants, mais doit bien se calquer sur les causes et se rapporter aux
propositions. Les causes ne peuvent pas être considérées sans tenir
compte de toute la complexité des relations économiques, politiques,
sociales. Comme j’ai eu déjà l’occasion de souligner (Constitution and
conflict... 2012 à venir) l’instabilité politique qui caractérise les pays qui
se trouvent du coté méridional et sur la côte orientale de la Méditerranée
dérivent du fait, que les relations de pouvoir intérieur sont souvent liées
fortement au système des relations internationales, qui sont intéressées
au contrôle de l'énergie et des marchés, dans le contexte d’une économie
dissipatrice. La Turquie, en raison de sa forte dépendance de la
circulation dissipatrice même si elle arrive dans le court terme à en
bénéficier, ne peut pas empêcher par cette approche l’augmentation de
l’instabilité de la région avec une chute réelle de la crédibilité de son
modèle par rapport aux attentes internationales; à côté des fautes dans le
respect des droits de l’homme, elle est la deuxième raison qui empêche
la Turquie de devenir un véritable facteur de stabilisation dans la région.
9.3.1. La nécessité de dépasser les institutions d’une économie
dissipatrice:
l'insuffisance
d’une
circulation
économique
indifférente. Comme nous avons vue, outre que la circulation
dissipatrice, il existe aussi deux autres types de circulation économique:
la circulation indifférente et la circulation de rééquilibre. La circulation
indifférente dérive du fait que le développement des technologies est
souvent lié soit à la filière militaire, soit en compatibilité avec elle. Les
hautes technologies ont surtout la caractéristique d’être soit dérivée d’un
modèle d’accumulation dissipateur, soit en forte association avec lui. La
circulation neutre permet en effet d’utiliser le surplus produit dans la
circulation dissipatrice. Quant à la chute sociale de la production
“indifférente”, même si elle n’est pas orientée vers la filière militaire,
coexiste avec la grande urbanisation, la concentration d'entreprise et la
dépendance sociale qui caractérisent la circulation dissipatrice. Quant à
cette circulation, elle est en effet caractérisée par un modèle de
développement fort orienté sur la consomption et donc socialement
faible par rapport aux baisses des cycles économiques tant conjoncturels
que structurels. En plus ce modèle apparait aussi fortement concentré par
rapport à l’innovation, qui a lieu seulement dans certains endroits du
monde, où le capital nécessaire au développement de la production de
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
365
masse se concentre. Sans doute, même ce modèle ne permet pas à la
Turquie de jouer en véritable rôle de stabilisation ni de dépassement des
dépendances dans la Méditerranée.
9.3.2. Droits, supranationalité citoyenne, biosphère et circulation
créatrice: pour une Turquie comme modèle. Le débat sur la liberté et
l’autorité, qui est l'élément principal, à notre avis, de l’attention tant des
rapporteurs turcs que des autres rapporteurs, pourra être rapproché d’une
conception des constitutions qui dérive de la conscience des
interdépendances qui existent entre balance des libertés, balance des
possibilités financières des Etats, balance des opportunités de
développement, balance des compatibilité avec la biosphère et le
développement des autres, balance de complémentarité entre les valeurs
morales pratiques qui fondent les actions des communautés. D’où la
nécessité de garder la constitution, à cet égard, comme un élément qui
articule les différentes expériences à travers lesquelles la distribution des
influences sur la société, sur la politique, sur la production et la
répartition des biens et des services est conçue et réalisée. Cette
perspective pose aussi un problème d’interactions verticales et
horizontales, par exemple entre la vie de la loi morale intérieure conçue
par le “soi”, la vie des habitudes culturelles où “institutions”, le droit des
gens - droit internationale public, privé et commerciale - qui règlent les
relations entre les communautés étatiques, le droit fondamental formel
de ces communautés, les différentes branches du droit et enfin les
différents droits territoriaux, des Etats d’une fédération, des autonomies,
des régions, des différents niveaux du gouvernement local: à travers ces
interactions, les éléments distributifs de la constitution prennent leur
caractère juridique concret dans les différents ordres juridiques par
rapport à l’interaction entre les différents niveaux des normes. C’est en
cela que l'élément transnational naturel aux actions humaines ne pourra
pas être exclu de la description des rapports de droit constitutionnel
substantiellement compris. Pour cela aussi que les propositions
asystémiques de politique constitutionnelle ne pourront pas être mises de
côté. Pour cela également qu’il faudrait penser une constitution balancée,
tant à l'intérieur qu’à l'extérieur sans oublier la biosphère, pour soutenir
de nouveaux projets de supranationalité fondés par l’action créatrice des
individus, des sociétés, des associations et des institution ayant la
possibilité de poursuivre des activités tournés vers le développement
d’une nouvelle supranationalité, fondée sur des valeurs pratiquement
compatibles en tant qu'adressées à une circulation économique
vertueuse, car dirigée à rééquilibrer les communautés humaines tant
entre elles qu’entre elles et la biosphère. Dans cette perspective il
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
366
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
convient de garder à la supranationalité les valeurs, en tant que
responsabilité confiée à chacun, une valeur, qui est fondatrice d’une
nouvelle citoyenneté. Cette citoyenneté, qui peut se fonder sur plusieurs
activités comme: les activités des communautés dirigées pratiquement
vers les autres et soi-même, par exemple la reconstruction de la
biosphère à travers le reboisement; les activités républicaines dirigées à
soulever les sociétés centrales des coûts de certains services, comme le
développement de ses propres réseaux de services proportionnellement à
ses possibilités (à partir des expériences rurales du Barefoot College
jusqu’aux complexes corporations “Stadtwerke” d’Allemagne); les
activités d’agriculture en économie et en symbiose avec la nature, qui
réduisent sensiblement l'empreinte carbone et la dépendance alimentaire
favorisent l'activisme local; à coté de ses activités on peut ajouter que le
“commerce équitable” entre communautés, augmente tant l'activisme
économique que la participation à la politique.
En effet, toute la clef de la compréhension de l’opportunité de cette
transformation citoyenne et supranationale pour la Turquie dérive de la
conscience de son passé, et de l’utilité de son passé pour le futur de tous.
Le Sénégal a montré, à travers ses activités au sein de l’Union africaine,
qu’on peut et que c’est convenable de travailler pour le pays. La Turquie,
dont les ancêtres ont inauguré l’Age moderne à travers la manifestation
d’une capacité organisatrice légendaire peut maintenant montrer que la
grande capitale du droit et de la culture européenne, Istanbul, qui pour XVI
siècles a été à la tête d’un Empire qui a réuni les différentes rives de la
Méditerranée, n’est pas seulement la capitale du passé, mais du futur. Pour
réaliser cela, il faut avant tout avoir conscience que les droits de l’homme
ne sont pas une imposition en provenance de l’extérieure, mais une
nécessité et une opportunité pour soi-même et pour les autres: leur respect
et leur promotion, maintiendront la Turquie comme modèle.
BIBLIOGRAPHIE
P. Policastro, Constitution and conflict. Regulating regional
interdependences through society-based supranationality as a path for
the European and Mediterranean transformation, 2012.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
LES PROCESSUS CONSTITUTIONNELS DANS LE BASSIN
MEDITERRANEEN
- 27 Avril 2012 Journée organisée dans le cadre de la coopération trilatérale :
Association
des recherches en Droit constitutionnel (Turquie),
Association française de Droit constitutionnel, Association tunisienne de
Droit constitutionnel
Lieu : Université de Marmara
Haydarpaşa Kampüsü, 34688 Haydarpasa – Istanbul
Salle : Ord.Prof.Dr. Reşat Kaynar Salonu
Tel:+ (90) 216 349 84 00 / 1202 - 1203
8.30 Discours d’ouverture
Zafer Gül, Recteur de l’Université d’Ankara
8.45 – 9.45 Rapports introductifs : Vers le constitutionnalisme
en Méditerranée
- “La Turquie face au constitutionnalisme en méditerranée ”
İbrahim
Kaboğlu, Professeur de droit constitutionnel à
l’Université de Marmara,
Président de l’Association des recherches en Droit constitutionnel
- Présentation d'un projet de réseau de constitutionnalistes du
bassin méditerranéen".
Bertrand Mathieu, Professeur de droit constitutionnel à l’Ecole
de Droit de la Sorbonne – Paris – Président de l’Association française
de droit constitutionnel, Membre du Conseil Supérieur de la
Magistrature
- “Présentation de la transition démocratique en Tunisie”
Yadh Ben Achour, Professeur de Droit public à l’Université de
Carthage, Président de l’Instance Supérieure pour la Réalisation des
objectifs de la Révolution, de la Réforme politique et de la transition
démocratique
368
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
-I 10.00-11.40 : Maghreb - Afrique du nord
Président de séance : Dr. Rıza Türmen, Député du CHP, Membre
de la Commission compromissoire pour la (nouvelle) constitution,
Ancien juge de la CEDH
“La constitution marocaine de juillet 2011 entre continuité et
ruptures"
Nadia Bernoussi, Professeur de droit constitutionnel à la Faculté
de droit de Rabat et à l'Ecole nationale d'administration (ENA), viceprésidente de l'Association internationale de Droit constitutionnel
« Les trois commissions de la transition démocratique en Tunisie »
Néji Baccouche, Professeur de droit public à la Faculté de droit de
Sfax, Rapporteur général de la commission nationale d'investigation sur
la corruption et malversation.
« Les réformes institutionnelles et politiques en Algérie, entre
espoir et déception".
Bachir Yelles Chaouche, Professeur de Droit public à
l’Université d’Oran
« La rédaction de la constitution au sein de l'ANC”
Fadel Moussa, Doyen de la Faculté des Sciences juridiques,
politiques et sociales à l’Université de Tunis, Membre de l’Assemblée
constituante
- II 11.55 – 13.10 : Machrek -Méditerranée orientale
Président de séance : Aslı Aydıntaşbaş, éditorialste au Journal
Milliyet
” Les évolutions constitutionnelles en Egypte depuis la révolution
du 25 janvier 2011 ».
Yousri Ellassar, Professeur à la Faculté de Droit de l’Université
du Caire
- "Les sources fondatrices du régime politique libanais”
Georges Charaf, Ancien doyen de la Faculté de Droit, des
Sciences Politiques de l'Université Libanaise, professeur de sciences
politiques à la dite faculté.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
Pasquale Policastro
369
- III 14.00 -15.30 : Le processus pour une nouvelle constitution en
Turquie : avancées et difficultés
Président de séance : Altan Öymen, Editorialiste au Journal Radikal, ancien député
Ahmet İyimaya, Député de l’AKP, Président de la Commission
de Justice, Membre de la Commission compromissoire pour la
(nouvelle) constitution
Atilla Kart, Député du CHP, Membre de la Commission
compromissoire pour la (nouvelle) constitution
Faruk Bal, Député du MHP, Membre de la Commission
compromissoire pour la (nouvelle) constitution
Ayla Akat Ata, Députée du BDP, Membre de la Commission
compromissoire pour la (nouvelle) constitution
- IV –
-15.30-17.00 : Méditerranée du Nord : constitutionalisme dans
la période de crise
Président de séance : Sedat Ergin, éditorialiste au Journal Hürriyet
"L'Europe et le processus constitutionnel en Espagne".
Angel
Rodriguez, Professeur de Droit constitutionnel à
l’Université de Malaga
- "Les conséquences constitutionnelles de la crise financière en
Italie ”
Tania Groppi,
Professeur de Droit public à la Faculté
d'Economie de l'Université de Sienne
« Les incidences constitutionnelles de la crise financière en
France »
Benoit Jean-Antoine, Maitre de conférence de Droit public,
Faculté de Droit de l’Université de Rouen
- VI 17.15 – 19.00 Débat général et conclusion
Président : Jean Rossetto, Professeur à l'Université François
Rabelais de Tours - Doyen honoraire de la Faculté de Droit
Chawki Gaddes , Professeur de Droit constitutionnel à la Faculté
des Sciences juridiques, politiques et sociales de Tunis - Secrétaire
général de l'Association tunisienne de Droit Constitutionnel
Journal of Constitutional Law - Volume: 1 / Issue:2 / Year: 2012
370
L’espace Constitutionnel Pan-Européen et Méditerranée et
Nouvelle[0] Supra-Nationalité
Sibel İnceoğlu, Professeur de droit constitutionnel à l’Université
de Bilgi – Istanbul, Vice-Présidente de l’Association des recherches en
Droit constitutionnel
Pasquale Policastro, Professeur de Droit constitutionnel et de
Droit européen à l’Université de Szcczecin (Pologne) et à l’Université de
Milan
Dicours de cloture- “ L’évaluation du processus pour la nouvelle
constitution en Turquie”
Cemil Çiçek, Président de la Grande Assemblée Nationale de
Turquie et Président de la Commission compromissoire pour la
(nouvelle) constitution
La journée a été organisée avec le concours de l’Ambassade de
France à Ankara et de l’Association des Recherches en Droit
constitutionnel ainsi que de LEGAL (maison d’édition et librairie
juridique)
La traduction franco-turque simultanée sera assurée.
Anayasa Hukuku Dergisi - Cilt: 1 / Sayı:2 / Yıl:2012
LEGAL HUKUK DERGİLERİ SİPARİŞ FORMU
ORDERING FORM FOR THE LEGAL LAW JOURNALS
LEGALBANK ABONELİK FORMU
SUBSCRIPTION FORM FOR THE LEGALBANK LAW DATABASE

Documents pareils